Biz Türk milletiyiz. Türk soyundan gelenlerle Türk soyundan gelmişler kadar Türkleşip aklında başka bir ırkın düşüncesini taşımayanların oluşturduğu teşkilatlı en büyük topluluğuz. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türk devleti de bu temel üstünde yükselmiştir. Siyasal İslam’ın düşmanlık duyduğu temel yapı taşlarından biri işte bizim millet oluşumuzdur. Zira siyasal İslam millet değil “ümmet” ister.
Anayasamızın dört maddesini değiştirmek hayaliyle yanıp tutuşanları birleştiren noktalardan biri millet düşmanlığıdır. Ümmet fikrini yerleştirmek için önce yapay fikirler öne sürüldü. Bu fikirlerden biri “Biz millet değiliz, biz Türk değiliz, biz sadece insanız” söylemlerine dayanıyordu. İçi boştu, Türkiye’de tutmazdı ama İslamcıların elinde koz olması gerekiyordu çünkü İslamcılar her zaman “din elden gidiyor” demek zorundadır. Ortalığı velveleye vermek yani kaos çıkarmak İslamcılarla Batı emperyalizminin ortak yanlarından biridir.
Osmanlı’nın son döneminde iyice sağlamlaşan Türkçülük fikriyatı Mustafa Kemal’in kurduğu devletle bayraklaşmıştır. Atatürk devri Türk milliyetçiliğinin temelinde Türk vardır. O devrin milliyetçiliği katıksızdır ve cesurdur. Kitlelere ulaşmak adına dinciliği milliyetçiliğe bulaştırmamış, siyasallaşmayıp devletin karakterine eklenmiş bir anlayış vardır. Bu anlayışı yıkmak için bir tehlikeye ihtiyaç vardı. O tehlike bir süre komünizmdi.
Sırtını ABD’ye yaslamış İslamcılık ve onun kuyruğuna dönüşmüş birtakım milliyetçiler el ele verip memleketi komünizmden kurtardılar. Bu, çok normal bir şeymiş gibi karşılansa da bir devlet kendi ayarlarını bozmadan toplumu da bu ayarların dışına çıkarmadan sivil toplumla birlikte mücadele edebilecek nitelikte olmalıdır. Komünizmle mücadele sürecinde Türk-İslam sentezi ortaya çıktı. Bu sentez Türk devletinin temel ayarlarının tam tersi bir ayardır. Laik Türk devletini yıkmaya teşebbüs eden İslamcılıkla milliyetçiliği iç içe geçirmek kabul edilemezdi. Kabul etmeyenler kısa sürede her cemiyetten en başta da devletin kadrolarından uzaklaştırıldılar.
Kabul edenlerin birçoğu Türk-İslam sentezcisi oldu. Nihal Atsız-Sabahattin Ali davasında Sabahattin Ali’ye saldıracak kadar Türkçü olan Osman Yüksel Serdengeçti de önce Türk-İslam sentezcisi oldu, daha sonra İslamcı olarak ömrünü tamamladı. Said-i Nursi’yi çok sevdi, Nurcular da Serdengeçti’yi sevdiler, ülke gençliğine örnek gösterdiler.
Sentez, iki zıt fikrin çarpışmasıyla doğar. Türk-İslam sentezcilerinin ana argümanı şudur: Türk ve İslam birbirine çok uygundur hatta bunu direkt Tanrı böyle takdir etmiştir. Bu nedenle görüşlerimizi Türkçülük ve İslamcılıkla sentezlemeliyiz.
Birbiriyle aynı olduğu söylenen iki düşünce birbiriyle iç içe sokulunca fikir dünyasından eylem dünyasına kadar her yerde at izi it izine karıştı. Milliyetçiliğin nerede bittiği, dinciliğin nerede başladığı konusunda kafası karışan Türk gençleri için “ümmet” peşinde olan İslamcılara gün doğmuş oldu. Türk gençlerinin önemli bir bölümü “Davadan döneni vurun” emirleriyle saldırıya uğradı, hayatını kaybetti.
Gerçekte kim dönmüştü? Kim dönüştürülmüştü?
Gerçekte dönüşen, “döneni vurun” diyenlerdi. MHP, AKP ile olan ittifakından ötürü birçok kişiyi şaşırtsa da aslında şaşırılacak bir şey yoktur. MHP zaten İslamcılığın biraz daha milliyetçi olanına dönüşerek kurulmuştu. Bu partinin kuruluşunda fikir bakımından Türkiye’nin gördüğü en büyük işgüzar, en büyük tüccar olan Necip Fazıl Kısakürek rol oynarken eylem safhasında bugün FETÖ’cü olduğu hukuken de kanıtlanan Enver Altaylı rol oynamıştı.
Şu çok ilginçtir: Bugün CHP’ye Şeyh Sait ve Seyid Rıza söylemleri nedeniyle kızan Türk-İslam sentezcileri, CHP’nin bu yanlışını eleştirirken Kısakürek’ün Büyük Doğu dergisinin İBDA-C ve Hizbullahçılar üstündeki etkisini, Kısakürek’in Şeyh Sait’i ululamasını ve Atatürk düşmanlığını görmezden gelirler veya hiç bilmezler bile…
Bakın şu ifadeleri Necip Fazıl Kısakürek kullanıyor:
“Şeyh Said… Güzel yüzlü, derin gözlü, tatlı bakışlı, kuvvetli bir yapıya ve heybetli bir edaya sahip, yaşı 60, fakat görünüşü genç bir insan… Beyaz ve uzun bir sakalı, sünnete tam uygun kırkık bıyıkları var… Gözleri sürmeli ve sarığı sağ kenarından püskülvâri sarkık…”
Bu da Necip Fazıl’ın izinden giden İBDA-C’li Salih Mirzabeyoğlu’nun başını çektiği Taraf dergisinden bir kesit:
“(Said-i Nursi) Kafasındaki özgür Kürdistan ve Birleşik İslam Alemi projesini tasarlarken birisi ile Said-i Kürdi arasında şu konuşma geçer:
-Nerelisin?
-Bitlisliyim.
-Ne yapıyorsun burada?
-Ben müstakbel Kürdistan’ın ve İslam aleminin plan ve projesini çiziyorum.
-Burası Tiflis’tir, Bitlis değil.
-Tiflis, Bitlis’in kardeşidir. Benim kafamdaki plan ve proje, bu planım er geç gerçekleşecek. İslam aleminin kalbinde müstakil bir Kürdistan’ın kurulması ile İslam alemi o merkez etrafında dönerek bir araya gelecek ve büyük federatif İslam devleti kurulacaktır.”
İBDA-C’lilerin “Kemalistler ona Said-i Nursi der, o gerçekte Said-i Kürdi’dir” dediği Said-i Nursi’nin federasyonun ne demek olduğunu bildiği bile şüphelidir. Mustafa Yıldırım, “Meczup Yaratmak” isimli kitabında Şerif Mardin ve Cemal Kutay gibilerin nasıl gerçek kimliği dışında bir Said-i Nursi yarattıkları ispat ediliyor. Muhtemelen İBDA-C’liler de bunu iyi biliyorlar ama onların dertleri Kemalizm’dir ve bunu Taraf’a gelen bir mektuba verdikleri şu cevaptan çok daha açık görüyoruz:
“(Bir hanımefendi dergiye mektup yazıyor, “İyisiniz, hoşsunuz ama PKK konusundaki düşünceleriniz yanlış diyor, özetle. Gelen cevabın son kısmını alıntılıyorum.)
Defalarca izah ettiğiniz bu mevzuda kısaca şunları söylemek isteriz: İslam aleminin bugünkü hâlinin sorumlusu, ABD’nin başını çektiği Yahudi, Hristiyan ve Batı emperyalizmidir. İslam aleminin bağımsızlaşması bu kan emici zorbalığın güç kaybetmesi ile doğru orantılıdır. O sebepten kim ki onlara savaş açar, zarar verir, biz onu destekleriz. İsterse komünist Küba olsun… Anlamsız gördüğünüz ‘Saddam sen oradan biz buradan’ sloganının manası: Saddam sen oradan emperyalistlere karşı, biz buradan emperyalistlere ve onların uşaklarına karşı savaşalım…
Diğer meseeye gelince Türkiye’de Müslümanlara parya muamelesi yapan, geçmişte yüz binlerce kardeşimizin kanına giren Kemalist devlettir. PKK değil!… İslamcı mücadelelerin etkinliği bu devletin güç kaybetmesi ile bağlantılı olduğundan ona darbe indiren her kesim, biz İslam devrimcilerini mutlu kılar, ister Dev-Sol ister PKK olsun…”
Evet… Komünizmi bitirmek bahanesiyle ABD’den aldığı destekle Türk milliyetçiliğini de bulandırarak devlete ve toplumun her kesimine sızan İslamcıların gerçek görüşleri, samimi görüşleri bunlardır. Unutmayalım ki AKP’nin açılım politikası asla bir tesadüf değildir, kaldı ki tesadüf diye bir şey yoktur. Kimi Pollyannaların “Ya AKP elini taşın altına koymuştu” dediği açılım politikasının esası budur.
Neden Türkçülük hedef alınmıştı? Mesela neden bugün sözde tarih dizilerinde Moğol maskesi altına gizlenmiş bir Türkçülük düşmanlığı yapılıyor?
Çünkü Mustafa Kemal, Türk Kağanlığı, Türkistan Hakanlığı (Karahanlı ismi çok sonradan verilmiştir) ve Baybars’ın devletinden sonraki ilk Türkiye’yi kurmuştu. Bu Türkiye, Türklüğün uyanışıydı ki emperyalizmin bağrına saplanmış en esaslı kılıçtı. Türk milliyetçiliği bitirilmeden bu kılıcı saplandığı yerden çıkarmanın Mars’ın kılıcını çıkarmaktan zor olacağını bilen dinciler, “ümmet” yapısına dönmek için Türk milliyetçiliğini zayıflatmalıydılar.
Ümmete dönmenin ikinci yolu, Türkiye’yi birleştiren çatının Türklük değil Müslümanlık olduğunu kabul ettirmekti. Bunun için Türkiye’nin her yerinde etnik kimlikler öne çıkarılmalı, Türk milleti parçalanarak her bölgeye, her şehre göre etnik kimlik verilmeliydi. Dinciler Atatürk heykellerinin put olmadığını esasında çok iyi bilirler. Onların derdi Atatürk’ün manevi şahsının temsil ettiği değerler ve bu değerlerin Türk milletini meydana getirmesidir. Fiziki olarak her yerde Atatürk heykellerine saldırılırken etnik bölücülüğün her türlüsü de desteklendi ve İslamcı cemiyette etnik bölücülere yer verildi. Gün gelecek Mehmet Metiner veya zaten İslamcılar arasından çıktığını kabul eden Hasip Kaplan bu ortaklığı ve ortaklığın nedenlerini açıklamak zorunda kalacaktır.
AKP’nin Hizbullah’a bakış açısı PKK’ye karşı bir denge siyaseti gibi gösterildi. Oysa bir taraf etnik bölücü ise diğer taraf Kürt-İslamcı idi. HDP’nin bir dönem İslam’a saygı duyuyor gibi yapması, ezan okununca mitingleri kesmesi Kürt-İslamcılığa karşıydı. Neticede Hizbullahçılar hapisten çıkarıldıkları zaman basın açıklamaları düzenleyerek “Geçmişte (devlet) bizi kandırdı, artık birbirimize düşmeyeceğiz” demeye başladılar. Bu, ülkenin millî güvenliği açısından büyük bir sorun oluştursa da İslamcılar için değişen bir şey olmamıştır. Onlar Özal döneminde olduğu gibi her zaman “Anadolu Federasyonu” ve benzer projelere açıktırlar.
Sadece Özal mı? Recep Tayyip Erdoğan’ın 90’lı yıllarda “peşmerge kamplarını ziyaret ettiği”ni açıklayıp “elhamdülillah” dediği söyleşisinden haberi olan var mı? Çok kişinin yoktur… Cengiz Özakıncı’nın “İblis’in Kıblesi” kitabında aktardığı, 6 Şubat 1991 tarihli Millî Gazete’de yayımlanmış Erdoğan söyleşisinden bol elhamdüllahlı, bol şükürlü bir bölüm:
“Biz Kürt, Laz, Çerkez herkes kendi diliyle konuşmalı, yazmalı diyoruz. Bu insanlara hayır en o dili kullanmayacaksın diye bir şey söylemiyoruz. DYP Kürtçe eğitim hakkı vereceklerini iddia ediyor. Bu konuda da DYP bizimle aşık atamaz. Biz bir defa insanların inanç ve düşüncelerini kendi dilleriyle ifade edebilmelerinden yanayız. Biz şu prensipler içinde yaşama hakkı veririz. Biz onlarla bir akitleşme yapacağız zaten. Bundan bir yıl önce Diyarbakır’da bir miting yapmıştık, ondan sonra da peşmerge kamplarını ziyaret ettik. Kimsenin gidemediği o dönemde biz elhamdülillah bütün Merkez Karar Yürütme Kurulu olarak orada toplantı yaptık üstelik…”
Tesadüf diye bir şey var mıymış? Açılım sürecinde olan şey AKP’nin elini taşın altına koyması mıymış? Hele hele Putin gibilere atfedilen “Erdoğan PKK’yi oyaladı, kendi tankını yaptı” (veya sabote edildi mi demek gerekir?) söylemleri ucuz bir hamaset miymiş değil miymiş?
“Biz herkesin kendi diliyle inancını ifade etmesinden yanayız” diyen Erdoğan’ın iktidara gelince Türkçe ezan üzerinden nasıl propaganda yaptırdığını hatırlatıp geçiyorum…
Siyasal İslam, Necip Fazıl’ın, Mirzabeyoğlu’nun, Erdoğan’ın aktardığım görüşleriyle özetlenebilir. Trabzon’u Rum ve Laz, Diyarbakır’ı Kürt ve Ermeni, İzmir’i oy vermediği için gavur, İstanbul’u Fener Kilisesi ile birlikte aynı anda Konstantiniye-Konstantinopol yapmaya çalışan düşüncenin arkasında işte bu “ümmet” yapısına dönme aşkı vardır.
Yani İslamcılık ve onun hayali olan ümmetçilik, var olan bir yapıyı bozmak, parça parça bölerek hilafete dayalı ümmet düzeni kurmaktır. Türk milliyetçiliğini bunlarla yan yana getirdiğiniz anda milliyetçilik biter. Su katılmış hiçbir şey Türk milliyetçiliği olamaz. Bu konu kesin ve nettir. Diğer türlüsü orta yolculuktur.
Hafıza ve arşiv…
Bu ikisi yanılmaz.
https://demiryolculuk.com/2022/06/21/siyasal-islam-neden-etnik-bolucu-olmak-zorundadir/
Aklı Başında Bir Toplum Her 5 Yılda bir Meclisi Ve Yönetimi yenileyen Toplumlardır.
Bir hamalın yükü geçicidir; fakat sahtekâr bir politikacının yükü kalıcıdır çünkü onun dolandırıcılıklarının muazzam yükünü her daim akılsız toplumlar taşımaktadır.
Üçkâğıtçı politikacılar tarafından sürekli olarak kandırılan, tekrar tekrar aldatılan bir millet için hangi sıfat kullanılabilir? Şaşkın? Çok hafif! Ahmak? Yeterli değil! Beyinsiz? Evet, işte tam da sıfat budur! Aptal kalabalıklar, sahtekâr politikacıların en büyük servetidir!