
Dr.Noyan UMRUK
Açılım tartışmaları olanca "absurde" lüğüyle, sosyo-ekonomik sorunları sollayarak sürdülülüp, toplumun kafası bu günü ve geleceği hakkında iyice karıştırılırken,
plansızlığın,programsızlığın maliyetinin geçmişten gelen ekonomik verilerde kendini iyice belli etmesinin ardından, nihayet bu konuda bir ilerleme kaydedileceği yönünde zayıf da olsa sinyaller yine güme gitti. Zaten ekonomik verilerde görülen olumsuzluklar, geç kalınmasının verdiği tahribatın boyutlarını da gözler önüne sermiştir. İşsizliğin en son Nisan verisinde yıllık 5 puan arttığı, işsiz sayısının(mevsimlik gelişmeler dışda tutulursa)%23'lük oranla 6.1 mln kişi yükseldiği ve tarım dışı istihdamın 436 bin kişi gerilediği izlendi. %14'lük daralmadan sonra yıllık küçülmenin %5,5 -6 olacağı öngörülüyor. Bu gelişmeleri sadece ABD kaynaklı krize bağlamak ne büyük yanılgı... Ekonomik programdaki istikrar kaybı sebebiyle Türkiye’nin gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızı sıralamasında, 2006 yılından itibaren arka sıralara kaydığını görülüyordu...(sırası ile gelişmekte olan ülkelerin ortalama büyüme hızı 2006'da %8 iken, Türkiyeninki % 6,9, 2007'de %8,3-4,7 2008'de 6,1-1,1 olmuştur.)2008 yılındaki gerçekleşmelerinde ve IMF’nin 2009 tahminlerinde de Türkiye en alt sıralarda yer almaktaydı.Zaten, kriz kahini Roubini de, bu verileri göz önünde tutarak, Türkiyenin yıldızının 2009'da kayacağını söylemişti.
Artık, finans sektörünün bu krizden az yara alarak kurtulmasının ve ekonomideki olumsuzlukların piyasalara yansımamasının yeterli olmadığı iyice belirgin hale gelmiştir. Türkiye halen ve hala 2000 sonrası dönemin başarısının nimetlerinden faydalanmakta ve BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ülkelerinin alternatifi olan ve onlar gibi hızlı büyüyerek ekonomik gücünü artıracak ülkeler arasında sıralanmaktadır. Başka bir deyişle 2006 sonrası dönemde yaşanan güç kaybının, kalıcı olmayacağı düşünülmektedir. IMF’li veya IMF’siz, inandırıcı bir ekonomik program yapılacağına yönelik beklentilerle Türkiye piyasalarının dış piyasalara parelel hareketler göstermesi, bu güvenle mümkün olmaktadır. Türkiyenin risk priminin gelişmekte olan ülkelerin 100 baz puan altında olması da bir başka göstergedir. Ancak bunu kazanılmış hak olarak görmek tehlikelidir. Bilindiği gibi, yurtiçine yönelik gelişmeler genelde anlık olarak etki etmemekte ancak zaman içinde bir birikim yaparak beklenmedik bir anda yatırımcılar açısından stratejik bir karar değişikliğine yol açabilmektedir. Özellikle son yıllarda belirginleşen bu performans kaybının kalıcı olacağının, genel kabul gören düşünce olacağı nokta, bu algılamaları değiştirmek için geç kalınan nokta olacaktır.
Son haftalarda gelen haberlerde ise, bir ekonomik program yolunda çalışmalar olduğuna yönelik sinyaller kesilmiştir. Böylesi bir program gereklidir ve inandırıcı olabilmesi için öncelikle, şu ana kadar yerel seçimlerin de katkısı ile dramatik hale gelen mali gevşemenin nasıl telafi edileceğini planlanması gerekmektedir. Mali politikaya yönelik yaklaşımın değişmekte olduğunun sinyalleri izleniyor. Mecburen ‘acı reçete’ denilebilecek tedbirlerin bir kısmı hayata geçerken, 21 Temmuz tarihli Referans’ta yer alan haberde ekonomi bürokrasisinin hazırladığı bütçe tedbirleri için çeşitli alternatifler yer almıştır. (Bunun ardından Maliye Bakanlığı’ndan, “Orta Vadeli program karara bağlanmadığı ve çalışmalar da henüz tamamlanmadığı için herhangi bir çalışmayı karara bağlanmış bir çalışma olarak değerlendirmek doğru değildir.” açıklaması geldi. Yine de olası senaryoları ve alınan son tedbirlerin etkisini incelemek için buradaki bilgiler faydalıdır.) Burada yer alan rakamlara göre, şu ana kadar alınan tedbirler, ciddi bütçe açığını 2009 yılı için 4.0 mlr TL, 2010 yılı için ise 6.8 mlr TL iyileştirecektir (toplam GSYH’nın % 1.1’i). İhtimali yüksek görülen alternatif düzenlemelerle ise 2009 yılı için 5.3 mlr TL, 2010 yılı için ise 6.6 mlr TL’ye kadar tasarruf ve gelir artışı mümkün görünmektedir (GSYH’nın % 1.2’si). Referans’ta bahsedilen ve olasılığı yüksek olan tedbirler de dahil edildiğinde, bu sefer borçluluk oranı 2010’da % 42 olmakta, 2015’e doğru ise % 30 seviyesine gerilemektedir. Bu alternatif önlemlerin alınması durumunda ise, Hazine’nin iç borç çevirme oranına yönelik tahmin % 87’den, % 82’ye gerilemektedir.
Burada alınan tedbirlere, genel eleştiri, dolaylı vergilere dayandığı için tedbirlerin bütçenin kalitesini daha da bozacağı yönündedir. Ayrıca bu tedbirlerle, zaten artan işsizlik ve ücretlerdeki düşüşle baskılanan harcanabilir gelir, daha da olumsuz etkilenecektir. Bu da, vergi indirimleri ile özellikle ikinci çeyrekte elde edilen ekonomi anlamındaki kazançların, yılın ikinci yarısında geri verilmesi anlamına gelmektedir. Diğer taraftan bu durum bir politika tutarsızlığına işaret etmekte ve en çok ihtiyaç duyulan tutarlı bir ekonomik politika çerçevesinin oluşturulmasını zorlaştırmaktadır. Bilindiği gibi, bir ekonomik programın en önemli etkisinin beklentiler üzerinden olması beklenir. Kısa vadeye yönelik sorunların, uzun vadede çözüleceğine yönelik beklentiler güçlenirse, bu da Türkiye’de 2000 sonrasında ekonomik büyümenin lokomotifi olan özel sektör yatırımlarının canlanması anlamına gelecektir. Ancak, Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz’ın açıklamalarına göre bu ay içinde (Yani bu hafta! Yoksa yine yeni bir gecikme mi?) açıklanması beklenen Orta Vadeli Program’da bütçenin kalitesini artıracak düzenlemelere ihtiyaç, böylece daha da artmıştır. Bu kararların başında, bilindiği gibi, vergi gelirlerini tabana yayan ve kayıt dışını azaltacak tedbirler gelmektedir. Ayrıca, son dönemdeki mali gevşemenin sonraki dönemde geri alınacağını garanti altına alacak bir mali kural da olmazsa olmazlar arasındadır. Ancak bunların ayrıntılarını görmek için belki, daha sonra açıklanacak(!)Orta Vadeli Mali Plan’ı beklemek gerekebilir.
Sonuç olarak, global krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri ile piyasalar üzerindeki etkileri arasındaki fark, gelen ekonomik verilerdeki endişe verici görünümle sonunda anlaşılmıştır. Ayrıca ekonomide özel sektör ve dış ticaret payının artması sonrasında, kamu harcamalarındaki artışla ekonomide kalıcı bir iyileşme sağlamanın da mümkün olmayacağı görülmüştür. Vergi indirimleri ile birkaç ay için sağlanan coşkunun kalıcı olmadığının anlaşılması ile yılın ikinci yarısında yerini hüsrana bırakması riski artmıştır. Ayrıca, özellikle ABD’den gelen zayıf istihdam rakamları( %9.5 işsizlik oranı son 26 yılın en yüksek rakamı) ve ekonomik toparlanmanın uzun zaman alacağı(Roubini'nin, WW biçimindeki kriz betimlemesi 2015-16'lara kadar sürüyor.) yönündeki göstergelerle, global görünüm de pek yardımcı olacak gibi gözükmemektedir. Obama, iş başına geldiğinden bu yana, 5 ayda 1.362 trilyon dolar basarak krizi finanse etmeye çalışıyor.Kendi açıklamalarına göre, bu sene A.B.D. bütçe açığı 1,750 trilyon dolar bulacak.Bu,A.B.D. G.S.M.H.nın %12,5 u gibi akıl almaz bir açık. A.B.D. krizin maliyetini, global rezerv para-dolar basarak dış ekonomilere fatura ederek, şimdilik durmu idare etmeye çabalıyor.
ANCAK,BURADA,SORULMASI GEREKEN SORU: NEREYE KADAR??? Çünki, bu kadar monaterize edilmiş piyasaların sonunda enflasyonist baskı ile karşılaşmaması mümkün görünmüyor. Talebin, güvensizlikten doğan sukütu, üretimin daralması, kitleselleşen işsizlik üzerine bir de enflasyon konulduğunda, bunun adı stagflasyon(durgunluk içinde enflasyon)dur.İşsizlik, enflasyon, gelir düzeylerindeki gerileme ciddi sosyal tepkileri getirecek şekilde krizi daha da ağırlaştırabilecektir. A.B.D. den başlayacak süreç, Avrupayı, Avrupa'daki gelişmeler Türkiyeyi(Avrupa,hala Türkiyenin en önemli ticari partneri) derinden etkileyecektir. Bu durumun, sadece, Haziran ayında beklentilerden fazla faiz indirimi yaptıktan sonra Temmuz ayında da 50 baz puan indirime giden ve indirimlerin devam edeceği sinyalini veren Merkez Bankası değil, ekonomi yönetimi de artık farkında! gibi! durmaktadır. Bu yüzden, kapsamlı bir ekonomik programa yönelik çalışmaların devam ettiği, mali disiplinde anlayışın değişmekte olduğu yönünde işaretler alınmaktadır. Ancak yaşanan gecikmeler, program uygulamasında ve söylemlerdeki gelgitler dikkate alınınca, programı görmeksizin iyimser olmak mümkün değildir.
BİTİRİRKEN YİNE SORULAR VAR:
-Gerçekten, bu olası gelişmeleri kucaklayan ciddi bir ekonomik program -çok gecikmiş olsa da- ortaya konabilecek mi?
-Yoksa, yine, gündelik "uyanıklıklar" ile, nereden geldiği belli olmayan! Ödemeler Dengesi "net hata" bölümündeki 18-20 milyar dolar'ları bulan kayıtdışılıklarla mı şans denenecek?
-Ya da, sıcak sonbahar, "açılım" rüzgarları ile pupa yelken 2010' da erken seçimi mi getirecek?