
Ermeni açılımı iyi şeyler olacak diye muştulandı. Gaipten haber alan ‘empati ehli’ kâhinler, önce üfürmeye, ardından da ‘özür seansları’ düzenlemeye başladılar. Sonra yukarıdan aşağıya doğru gaipten (!) gelen haber doğrulandı. Açılım uğruna maç yaptık. Sonra açılım aşkından çıldırdık; Bursa maçında kendimizden geçtik. Sonra eşi görülmemiş bir fotoğraf eşliğinde Zürih Protokollerini imzaladık. Çok satan gazetelerimiz ‘Ermenistan Sorun Olmaktan Nasıl Çıktı’ başlığını attılar. Hatta ‘size barışın yolunu gösterelim mi’ diyerek mürşitliğe soyunanlar oldu.
Kiev’den gelen haber nefesleri kesti. Ermenistan Cumhurbaşkanı S. Sarkisyan Dışişleri Bakanı A. Davutoğlu’na ’Türkiye protokolü bir an önce onaylamazsa imzamızı çekeriz’dedi. Bakanımız, açılım mutfağının serzakiri H. Clinton’u aradı. Protokolü biz bozmuyoruz, o bozuyor, dedi ve hüsni niyetini arz eyledi. Fakat açılımın serzakiri iyi niyet gösterisini yeterli görmedi. Sonunda ABD Temsilciler Meclisi sözde Ermeni Soykırım tasarısını kabul etti. Açılım yoluyla Ermenistan ile sorunlarımız sıfırlaşmıştı ki sıfır çatladı. Uluslararası düzeyde dedelerimiz katil, bizler de katil oğlu katil olduk.
Dünya yuvarlak olduğu için sıfır sorunlu dış politika sınırlara yaklaştıkça aynı noktaya dönüyor. Nitekim ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı J.Steinberg’in ‘bizim etikete değil, ortak çalışmaya ihtiyacımız var’ sözü Türkiye’nin İran konusunda izlediği politikaya dönük politik tavırdır. Bu tavır Başbakan’ın ‘İran dost ülkedir’ sözüne karşı rahatsızlığı yansıtmaktadır. ABD çok açık bir şekilde Türkiye’nin İran’ı yaftalamasını istiyor. ‘Stratejik müttefik / rol model’ tanımına uygun olarak Türkiye’nin işbirliği yapması gerektiğini söyleyen ABD, ‘İran’ın nükleer silah geliştirmesini engelleme’ adı altında ortak bir cephe oluşturmak istemektedir. Buna ek olarak Pentagon 708 milyar dolarlık 2011 bütçesini açıkladı. Bütçede 160 milyar dolar Irak ve Afganistan’a ayrıldı. Fakat bu bütçe İran’a karşı saldırı hazırlığı olarak yorumlandı.
Siyasi iktidar iki tarafı keskin bıçağın üzerinde. Stratejik müttefik olmanın gereğini yaparsa tabanını kaybeder. Gereğini yapmazsa ortağını kaybeder. Bu durumdan zarar görmemek için toplumun en olumsuz duruma göre hazırlanması gerekir. Şu an itibariyle iktidar böyle düşünmezse bile gaipten haber alan çizerler algı kalıbı oluşturmaya başladılar. İran’da siyasi krizin yaşandığını, muhaliflere çok ağır baskılar yapıldığını ABD diliyle pazarlamaya başladılar. Muhalefet lideri M. Kerrubi’nin ailesi tarafından yönetilen haftalık bir derginin kapatılmasını düşünce özgürlüğüne saldırı olarak görenler, nedense ülkemizde kendine muhalif olan köşe yazarlarını hedefleyen ağır tehditlere yer vermiyorlar.
Rusya-Fransa görüşmesinde Medvedev’in ‘diplomatik girişimler başarısız olursa nükleer program nedeniyle İran’a yönelik yeni yaptırım kararları almaya hazırız’ sözüne yer veren yazarlar, siyasi iktidara daha ne duruyorsunuz, Rusya bile tavrını açıkladı mesajı veriyorlar. Dış basında neredeyse her gün gündeme taşınan bu konunun bazı nüfuz ajanları tarafından aynı üslupla dile getirilmesi hayra alamet değil. Ancak iftira ve uydurmaya dayalı haberler devam edecek. Bu günden itibaren izleyin; çok rivayetler işitip okuyacaksınız.
Ülkemizde toplumun kutsal algısını kemirerek iktidar olan kesimin İran bağlamında yüzyüze geldiği imtihan, her iki açıdan da sıfırı çatlatacak düzeyde ağır görünmektedir. İran bağlamında sıfır sorunlu dış politika, her iki tarafı keskin bıçağın hedefi olmamak için ülkemizde İsevi-Müslüman / Müslüman-İsevi ittifakını savunan çevre tarafından yürütülecektir. Bu kesimle içli dışlı olan biraz liberal, biraz milliyetçi, biraz diyalogcu olanlar, en azından iktidardan yana yayın organlarında boy gösteren milliyetçi görüntülü dalkavuklar İran’a yönelik olumsuz imaj üreteceklerdir. Sıfır sorunlu dış politika tabanı ortadan bölecektir. Birinci cephe üçüncü bin yıl misyonunun gereği olarak ABD ile birlikte olmayı, diğer cephe ise iktidar uğruna bu kadar başkalaşmanın akla ve vicdana ziyan olacağını savunacaktır. Asıl siyasi ayrışma bu süreçte gerçekleşecektir.
Nadim MACİT, YENİÇAĞ, 12 Mart 2010