SİYASET ve POLİTİKA
Bir süredir Siyaset (La politique) ile Politika (Le politique) ayırımı üzerinde duruyorum.
Bildiğim kadarıyla bu ayırım, ilk kez Claude Lefort (Essais sur le politique : XIXe et XXe siècles, Paris, Seuil, 1986) tarafından ele alınmıştır.
Lefort, Fransa’da ‘sosyal liberal’ olarak anılan François Guizot (ve diğerleri) ile liberal Benjamin Constant türü yazar ve düşünürlerin, ‘demokrasi’yi Aristo ve Monstesquie türü düşünürler gibi ‘hükûmet biçimi’ olarak ele aldıklarını ileri sürüyor.
Oysa, ‘demokrasi’ bir toplum biçimi ya da toplumsal biçimdir.
Ve buradan yine bir liberal olan Alexis de Tocqueville’in Demokratik Devrim (La Révolution démocratique) başlıklı çalışmasına gönderme yapıyor.
Ki, Lefort’a göre, Tocqueville de, özde, demokrasinin bir ‘toplumsal biçim’ olduğunu düşünmektedir.
Tocqueville’in ‘Demokratik Devrim’ tezine konu olan ‘Devrim’ler 1876 Amerikan ve 1789 Fransız Devrimleri’dirler.
Her ne kadar Fransız Devrimi için 1789 tarihi başlangıç olsa da, İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nin evrimi yıllarca sürmüştür.
Nitekim 1791 tarihli ‘Beyanname’ onsuz olmaz (imprescriptible) insan hakları arasında baskıya direnme hakkı’nı ikinci madde olarak saymıştır.
Yani, bizde, ileri geri ve kişiye özgü olarak sayılan ‘hak ve ödevler’den önce, yani ‘bireysel’ hak ve ödevlerden önce, ‘insan olarak’ kimi haklar vardır ki, bunlarsız ne birey ve ne de toplum düşünülemez.
Ne halk, ne ulus ve ne de ‘Devlet’ de düşünelemez.
Ki taçlandırılması düşünülen ‘Demokrasi’ düşünülebilsin…
Tocqueville, « Bir birey zincire vurulduğunda acı çeker, ama bu acı ne bir kişi ve ne de bir sınıf yüzünden zincire vurulduğu için değil, zincirin ucunun bizzat halk tarafından tutulduğu için acı çeker » diye yazmaktadır.
Demek ki, ‘Demokrasi’ ancak halkın kendi kendisini ve o arada kensinden birini zincire vurmamayı bilmekten geçmektedir.
Ve tam da bu nedenle, günlük ‘siyasi oyun’, ‘siyasi parti’, ‘siyasi kurum’, ‘siyasi yargı’ vb siyasetin ‘tüm biçimleri’ne karşı olunmadıkça, ‘gerçek demokrasi’ye geçilmiş olunamayacak demektir.
Ve siyasetin en somut ve en soyut biçimi olarak ‘Devlet’e karşı olunmadıkça, gerçek bir demokrasiye geçilmiş olunmayacaktır.
Tam da burada, ‘portakal sen orada kal’ diyecek olanları sezinlemiyor değilim.
Hani ‘Devlet’im buyurdu, ben de yaptım’ diyenler olacaktır.
İşte bu ve benzerlerine, ‘Devlet’in hem çok somut, yani her yerde hazır ve nazır, ama hem de en soyut, yani ne yerde ve ne de gökte olmadığını anlatmak, deveye hendek atlatmak kadar zor.
Bayburtlu mu ne idi, bir köylü ana ‘Devlet benim’ demişti değil mi ?
İşte o bu köylü anamız, devlet’im buyurdu ben de yaptım diyenlerden çok daha bilinçli, çok daha demokratik ve çok daha politiktir.
Ve asla ve kat’a ‘siyasî’ herhangi bir yönü bulunmamaktadır.
‘Siyaset’, o anamız ve o arada Tocqueville ve Claude Lefort için olduğu kadar, günümüzde yüzlerce düşünür ve aydın için de, gerçekten ‘adi’, ‘sıradan’, ‘kirli’ ve ‘aşağılık’ bir ‘iş’tir.
Oysa ‘Politika’, Fransız Devrimi’nden buyana, hani şu bilir bilmez kullanılan ‘politik özgürlük’ terimi var ya, onun eşanlamlısı olarak ‘direnme hakkı’ndan başka bir şey değildir.
Öyle bir ‘insan hakkı’ ki, zaman aşırı ve onsuz olmaz bir ‘hak’ olarak tanımlanmıştır.
Kuşkusuz ‘insan’ olana…
Geriye ‘siyaset’in güttüğü yığınlar kalıyor ki, isterse ‘havada kuş, suda balık kadar’ çok olsunlar..
Ve kim ne çekiyorsa, bu sonuncular yüzünden çekiyor dememek bile fazla.
Hem Türkiye’de ve hem de dünyada…