Siyasi Partilerde İnsan İlişkileri / Metin AYDOĞAN

Siyasi Partilerde İnsan İlişkileri / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Prş Ara 04, 2014 12:19

Siyasi Partilerde İnsan İlişkileri

Parti üyeleri, örgüt içi ya da dışında insanlarla kurdukları ilişkilerde, alçak gönüllü ve hoşgörülü olmalıdır. Kendisini herkesten bilgili ve akıllı sanarak, halka doğru yolu gösteren bilgiç rolüne bürünen üyeler, partiye yarar değil zarar verirler. Edindiği kuramsal bilgileri papağan gibi yineleyip somut çalışma içinde olmamak, örgütsel değeri olmayan boşboğazlıktır (lafazanlıktır). Bu tür insanlar gösterişli söylevler verirler, ancak sıra iş yapmaya gelince ortadan kaybolurlar. Bazıları ise, sürekli olumsuzlukları dile getirir ama olumsuzlukların giderilmesi için bir şey yapmazlar. Bunlar kendilerini buyurgan bilgiçler konumunda gören söz cambazlarıdır. Oysa az laf çok iş parti çalışmasının temelidir.

Düşünceyi Koşullar Belirler

Üretim ilişkilerinin belirlediği toplumsal düzen, insanlar arasındaki ilişkilerin niteliğini ve toplumsal yaşamın değer yargılarını da belirler. İnsanlar, farkında olsunlar ya da olmasınlar, içinde yaşadıkları koşullardan etkilenerek bu koşulların belirlediği bir bilinç düzeyine sahip olurlar. Toplumsal koşullar insan bilincini belirler, insan bilinci ise toplumsal koşulları etkiler.

Yaşadığı ortamı geliştirme ve kendi geleceğine egemen olma bilincine varan bir insan, gerçekleştirmek istediği değişime önce kendisini yenilemeli ve geliştirmelidir. Kendini yenilemek ise yaşamın içinde olmak, üretmek ve sürekli çalışmakla olanaklıdır. Bunun açık anlamı, üreten ve sonsuz bir devinim içinde bulunan halkın bir parçası olmaktır. Parti üyeleri, kitlelerin içinde bulunduğu bu konuma uygun düşen bir anlayışta olmalı ve bu yönde davranmalıdır.

Parti Çalışması Özveri İster

Parti çalışmaları, belirlenmiş olan kurallara ve parti içi dengelere uyularak verilen görevlerin yerine getirildiği bürokratik işler toplamı değil, temelinde özveri ve dayanışma bulunan, güç ve çekinceli ancak onurlu bir eylemdir. Eylemi onurlu kılan, halkın ve ulusun çıkarlarına dayanması ve toplum çıkarı için kişiselliğin aşılmasıdır.

Halkın sorunlarını çözmeye yönelen politika, dünyanın belki de en erdemli işidir. Bu nedenle, yönetime geldikten sonra halka sırt çeviren ve çıkar örgütüne dönüşen partileri, gerçek anlamda parti saymamak gerekir. Bu tür partilerin yöneticileri, görevlerini yapmamakla kalmayıp halka karşı suç işlemiş olurlar.

Partiler Temsil Ettiği Kitlenin Ahlak Anlayışını Taşır

Parti yaşamında, insan ilişkilerinde geçerli olan, kendine özgü değer yargıları ve törel (ahlaki) kuralları vardır. Her parti, içinden çıktığı ve temsil ettiği toplumsal kesimin aktöreye (ahlakına) sahiptir. Aktöre, toplumda egemen olan değer yargılarının ve davranış kurallarının genel toplamıdır. Sınıflı toplumlarda her sınıfın aktöre anlayışı, kendi yaşam koşullarının biçim verdiği özelliklere sahiptir.

Ezen-ezilen, yöneten-yönetilen ya da varsıl-yoksul çelişkileri, değer yargıları ve öncelikleri ayrımlı olan aktöre anlayışlarının ortaya çıkmasına neden olur. Ezen sınıf ya da ulusta geçerli olan aktöre anlayışı ile ezilen sınıf ya da sömürülen ulusta geçerli olan aktöre anlayışı, birbirinden ayrımlıdır. Ayrımlılık doğal olarak, sınıf ve ulusu temsil eden partiler için de aynısıyla geçerlidir.

Ortak Davranış Eğitim Sorunudur

İnsanlar arasındaki davranışları, hazırlanan kurallar listesi ya da reçetelerle belirlemek ve tek tip uygulama ortaya çıkarmaya çalışmak, ne doğru ne de olanaklıdır. Ancak, bu gerçek, davranış biçimleri ve insan ilişkileri konusunda görüş geliştirmemek, tartışmamak ve eğitilmemek anlamına elbette gelmeyecektir. Unutmamalı ki her türlü ilerlemenin temelinde eğitim vardır.

Bir sınıfın ya da bir ulusun, özgürlük ve mutluluğu için verilen savaşımda, bireyselliğin aşılması ve temsil edilen kesimin genel çıkarlarının savunulması, yapılan işin zorunlu ve kaçınılmaz gereğidir. Bu zorunluluk, türü ve biçimi ne olursa olsun tüm partiler için geçerlidir. Parti savaşımı, sonuçta hakların savunulmasını öngören bir çabadır; varlık nedeni bireysel değil, toplumsaldır.

Parti Çalışması Gönüllülüğe Dayanır

Parti çalışmaları, özgür seçime bağlı, zorlamaya dayanmayan, gönüllü bir davranıştır ve insanlar bu gerçeği bilerek partiye üye olurlar. Öncelikli amaç, kişilerin değil toplumun çıkarlarını savunmaktır. Bu gerçeği bilmeyen ya da kavramayan insanlar, parti üyesi olduklarında hem kendilerine hem de partiye zarar verirler.

Üye adayları, görevlerinin yetenek ve olanaklarının elverdiği ölçüde halka bilinç götürmek, onu örgütlemek ve toplumu ileri götürecek bir parti gücünü yaratmak olduğunu bilmeli ve bunu bilerek parti üyesi olmalıdır. Parti üyesi olmak isteyen herkesin, örgütlemek için örgütlenmek gerektiğini, bunun da özveri isteyen ve kolay olmayan bir iş olduğunu bilincine çıkarmış olması gerekir.

Parti Çalışmasının Temelinde Halka ve Ulusa Bağlılık Olmalıdır

Örgütlü olmak, partiye yalnızca üye olmak demek değil, örgütsel görevlere katılmak demektir. Eğer bu katılım, halkın ve ulusun çıkarlarını savunan, onların ilerleme ve mutluluğu için çalışan bir partide yapılıyorsa, bu aynı zamanda devrimci olmak demektir. Devrimci olmak ise; öğrenmek, araştırmak ve edindiği bilgiyi örgütlü savaşım içinde uygulamaya dökmektir.

Ülke ve halk için savaşıma atılan devrimciler; bilinçli, kararlı ve direngen insanlardır. Bencilliği ve bireyciliği aşmışlar, ülke ve halk sevgisini örgütlü savaşımla birleştirmişlerdir. Toplumun en ileri unsurlarıdır. Yaptıkları iş, güçlü bir istenç sağlamlığı ve özgüveni gerektirir. Halkın ve ulusun içinde bulunduğu sıkıntıları içinde duymak, bu sıkıntıları onlarla paylaşmak ve olumsuzlukları ortadan kaldırmak için, içinde bulunulan koşulların olanaksızlığına bakmadan savaşıma atılmak, devrimci politikanın en belirgin özelliğidir.

Parti Çalışması İlkeli Olmayı Gerekli Kılar

İlke olmadan, örgütlü eylem de olmaz. İlke sorunu, hem örgütü hem de üyeyi kapsar. Yalnızca örgüt içinde ilkeli olup kişisel yaşamında ilkeli olmayan, yani konumuyla yaşamı uyumsuzluk içeren kişilerin, ne kendilerine ne de örgütlerine yararı olur.

İlkelilik, aynı zamanda bir disiplin sorunudur. Ve birbiri içine giren bu iki kavram, dengeli bir bütünlüğe ulaştırılmalıdır. Sıkıdüzeni abartma edilgenliği (pasif), hafife alma ise düzensizliği doğurur. Sıkıdüzenli olmak, ne yaratıcılığı yitirmek ne de duygusuz olmaktır. Gerçek sıkıdüzen, bilgi ve bilince dayanan gönüllü katılımla, bu ise eğitimle sağlanabilir. Sıkıdüzenin en büyük düşmanı, yaratıcılıktan ve üretimden uzaklaşmaktır.

Sorumluluk Anlayışı

Politik çalışma, sorumluluk yüklenebilecek kadrolarca yürütülür. Parti kadroları, aldıkları eğitim edindikleri bilgi ile herşeyden önce, kendilerine karşı sorumluluk duyan insanlar durumuna gelmişlerdir; bu kişisel sorumluluktur. Kişisel sorunluluktan ayrı olarak, örgüt birimlerindeki çalışmalarda yüklenilen ve paylaşılan ortak sorumluluk vardır; bu da örgütsel sorumluluktur.

Parti üyeleri, kişisel ya da örgütsel sorumluluk almaktan çekinmemeli, ancak taşıyamayacakları kadar sorumluluk da almamalıdır. Her kişi ya da organın sorumluluğu, taşıdığı yetkiyle uyumlu olmalıdır. Örgütlü çalışma içinde yüklenilen kişisel ya da örgütsel sorumluluğun üyelerce paylaşılması; dayanışmayı, dostluğu ve saygıyı geliştiren önemli bir parti işleyişidir. Bu işleyiş, üyeleri, ileride ülke yöneten insanlar yapacaktır.

Yanlış Yapmaktan Korkulmamalıdır

Parti organlarında görev alan üyeler, inançlarına, bilgilerine ve yaratıcılık yeteneklerine güvenen, önderlik niteliklerine sahip ve çevresinde saygı uyandıran insanlar olmalıdır. Özgüvene sahip olmak, üyenin; acemiliklere, girişimgücü yoksunluğuna ve çekingenliğe kapılmasını önler. Kendine güvensizlik ve yanlış yapma korkusu, üyeyi eylemsizliğe götürür, onu savaşımdan uzak durmaya iter.

Yanlış yapmaktan korkulmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, insan iş yaptığı sürece yanlış da yapar; yanlış yapmayan insan ölü insandır. Yanlış yapmaktan değil, yapılan yanlıştan ders almamaktan korkulmalıdır. Yanlıştan korkmamak, yanlışı sürekli yinelemek anlamına gelmemelidir. Her yanlış, kasıtlı bir nedeni yoksa bilgi ve deneyim eksikliğinden kaynaklanıyor demektir. Bilgi ve deneyim arttıkça, yanlışlar da ortadan kalkacaktır.

Parti Üyeleri Alçakgönüllü Olmalıdır

Parti üyeleri, örgüt içi ya da dışında insanlarla kurdukları ilişkilerde, alçak gönüllü ve hoşgörülü olmalıdır. Kendisini herkesten bilgili ve akıllı sanarak, halka doğru yolu gösteren bilgiç rolüne bürünen üyeler, partiye yarar değil zarar verirler.

Edindiği kuramsal bilgileri papağan gibi yineleyip somut çalışma içinde olmamak, örgütsel değeri olmayan boşboğazlıktır (lafazanlıktır). Bu tür insanlar gösterişli söylevler verirler, ancak sıra iş yapmaya gelince ortadan kaybolurlar. Bazıları ise, sürekli olumsuzlukları dile getirir ama olumsuzlukların giderilmesi için bir şey yapmazlar. Bunlar kendilerini buyurgan bilgiçler konumunda gören söz cambazlarıdır. Oysa az laf çok iş parti çalışmasının temelidir.

Alçakgönüllü ve içten olmak, kendi niteliklerini bilmeyen ya da bu niteliklere gereken önemi vermeyen, etkisiz ve edilgen bir tutum içinde olmak değildir. Alçakgönüllülüğün abartılarak güvensizlik duygusuna dönüşmesine izin verilmemelidir; alçak gönüllülükte ataklık, bütünlüğü olan bir davranış durumuna getirilmelidir.

Hoşgörü kavramı da benzer biçimde ele alınmalıdır. Hoşgörünün, eksikleri görmemek ve yapılan yanlışlıkları dile getirmemek olmadığı bilinmeli, bu kavram, insan kazanma ve yetiştirmede kullanılan bir davranış biçimi olarak ele alınmalıdır. Hoşgörünün sınırlarını; var olan koşullar, ilişki kurulan insanların bilinç düzeyi ve yapılan yanlışlıkların kabul edilebilirlik sınırı belirleyecektir.

Öğretmen Olmak İçin Önce Öğrenci Olmak Gerekir

Halka ve ulusa hizmet etmek isteyen bilinçli kadrolar, halka doğru yolu gösteren öğreticiler olmak için, önce onların öğrencisi olmak gerektiğini bilmelidirler. Kitle çalışmalarında egemen kılınan alçakgönüllülük; göstermelik, ikiyüzlü ve yapay bir tutum değil, içten gelen, duyarlı ve olgun bir davranıştır. Yapaylığın ya da ikiyüzlülüğün uzun süre gizlenmesi olanaksızdır; bu tür özellikler eylem içinde hemen ortaya çıkar.

Zaman Kullanımı

Parti üyeleri, zamanın kullanımı konusuna büyük önem vermelidir. Zaman, yalnızca siyasal çalışma yapanlar için değil, yaşamın her alanındaki ilişkiler için de önemlidir. Örgütsel çalışmaya, eğitim etkinliklerine ya da kitap okumaya yeterince zaman bulamadığını söylemek, gerçekte; düzensizliği, savrukluğu ve tembelliği savunmaktan başka bir şey değildir.

Verilen sözleri yerine getirmemek, toplantılara geç gelmek ya da zamanını boşa harcamak, yalnızca parti üyelerinde değil, hiçkimsede olmaması gereken kusurlardır. Televizyon izlemeye, sinema ya da kahveye gitmeye zaman bulurken, kitap okumaya zaman bulamadığını söylemek, bir parti üyesinin herhalde en son söyleyeceği söz olmalıdır.

Devrimciler, zamanı en iyi kullanan insanlar olmak zorundadır. Örgütlü çalışmaya, eğitime, kültüre ve kişisel yaşama; var olan koşul ve olanaklara uygun ve verimli olacak biçimde zaman ayrılmalıdır.

Eleştiri-Özeleştiri

Parti üyelerinin, örgütsel çalışmalarda yapılan yanlışlıkları görmelerini ve bu yanlışlardan ders çıkarmalarını sağlamak için, eğitimden sonra en etkili yol, eleştiriözeleştiri işleyişinin örgüt birimlerinde geçerli yöntem olmasıdır. Eleştiri-özeleştiri yöntemiyle üyeler, yapılan yanlışlıkları kendileri saptayacak, gündeme getirecek ve karar vereceklerdir.

Üyelerin kişiliklerini ve özgüvenlerini geliştirecek olan bu yöntem aynı zamanda, parti içinde büyük bir canlılık ve katılımcı güç yaratacaktır. Yanlış ve eksiğini görmek ya da görmesini sağlamak, üyelerin örgütlü savaşımın anlam ve boyutunu kavramalarının itici gücü ve kendilerini geliştirebilmelerinin etkili bir aracıdır.

Üyenin kendisini yenilemesi demek, partinin kendisini yenilemesi demektir. Bu nedenle, eleştiri-özeleştiri işleyişi yalnızca üyeye yönelik bir eylem değil, doğrudan partinin gelişip güçlenmesiyle ilgili bir iştir. Bir parti ne denli güçlü ise, eleştiri-özeleştiri işleyişini o denli uyguluyor ya da bir başka deyişle, eleştiri-özeleştiriyi ne denli uyguluyorsa o denli güçleniyor demektir.

Eleştiri Açık ve Somut Olmalıdır

Eleştiri, örgüt birimleri içinde ve herkesin önünde yapılmalıdır; kanıtsız savlara değil, somut verilere dayanmalı, dedikoduyla gerçek birbirine karıştırılmamalıdır. Zamanı geçirilmiş eleştirilerin unutkanlıklar ve güncelliğin yitirilmesi nedeniyle yararlı olamayacağı bilinmeli ve eleştiri anında yapılarak, yanlışa karşı doğru açık biçimde ortaya konulmalıdır. Eleştirisi yapılan yanlış yinelenmedikçe aynı konu yeniden eleştiri konusu yapılmamalıdır.

Eleştirinin bir suçlama olmadığı bilinerek; gönülgücü (moral) bozucu ve kırıcı olmayan, gerçekleri ortaya çıkaran ve insanların gelişimini sağlayacak biçimde eleştiri yapılmalıdır.

Eleştiri önyargısız ve dostça yapılmalı, işlev ve kapsamı abartılarak, sağlıksız ve yararsız bir davranış biçimi durumuna getirilmemelidir. Sonuç almada ivecen (aceleci) olunmamalı ve eleştirinin büyülü bir değnek olmadığı bilinmelidir.
Yaş ve deneyim ayrımlılıkları, eleştiri yapmayı engelleyici bir olgu durumuna getirilmemeli, saygılı olmak koşuluyla yaş ve deneyimi ne olursa olsun herkes eleştirilebilmelidir.

Özeleştiri Günah Çıkarma Değildir

Eleştiri ne denli önemli ise, onu bütünlüğü olan yararlı bir yönteme dönüştüren özeleştiri de o denli önemlidir. Kişi ya da organlar, yetki ve sorumlulukları ne olursa olsun, yaptıkları yanlış ortaya konulduğunda, bu yanlışı kabul edip özeleştiri yapmaktan çekinmemelidirler. Makam, ün ve ünvan, deneyim ya da yüksek görev özellikleri, özeleştiriyi zorlaştırıcı etkenler durumuna getirmemeli, herkesi eşit biçimde kapsayan özeleştiri bir benlik (gurur) ve onur sorunu olarak ele alınmamalıdır; yanlışı kabul etmenin zayıflık değil, erdem olduğu bilinmelidir.

Özeleştiri yanlışın yalnızca kabul edilmesi değil, yanlışın kaynağını oluşturan olay ve koşulların kavranması ve ders çıkarılmasıdır. Yapılan eleştiriye kesinlikle yanıt verilmeli, gerçeğin ortaya çıkması sağlanmalı ve haksız yapılan eleştiriler iş uzamasın diye yanıtsız bırakılmamalıdır. Kişi yaptığı yanlışı önce kendisi görecek olursa, birinin eleştiri yapmasını beklememeli ve kendiliğinden özeleştiri yapabilmelidir. Özeleştiri, ayakdireme (inat) sorunu durumuna getirilip savunma aracı olarak kullanılmamalı, bir rahatlama yöntemi, ya da günah çıkarma gibi görülerek yozlaştırılmamalıdır.

Metin AYDOĞAN, 2 Aralık 2014
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Metin AYDOĞAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 9 konuk

x