Siz Hiç Hapis Yattınız mı? Hürriyetiniz Elinizden Alındı mı?
Korku üzerine hâkimiyet bina edilemez.
Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir.
Mustafa Kemal Atatürk
Atatürk’ün iki unutulmaz sözü. Korku üzerine hakimiyet kurulamayacağını ve Türk’ün karakterinin özünün hürriyet ve bağımsızlık duygusu olduğunu anlatan kısa ama özlü iki cümle.
Dünyaca ünlü düşünürlerin bu konudaki sözlerini de yazdım aşağıya. Hepsi ibret verici sözler söylemişler hürriyet üzerine...
„Hürriyete öyle düşkünüm ki, koca Hindistan’ın bir köşesini bana yasak etseler dünyanın tadı kaçar nerdeyse.(Montaigne)
En güzel hürriyet rüyası hapiste görülür. (Schiller)
Hür olmadıkları halde kendilerini hür sayanlar kadar hiç kimse esir
olamaz.(Goethe) “
Bu sözleri okuduktan sonra sizlere sormak isterim:
Siz hiç hapis yattınız mı? Hürriyetiniz elinizden alındı mı?
Esir alınmış bir ülkede yaşadınız mı? Başka bir milletin boyunduruğu altında olmak ne demektir, bunu yaşadınız mı?
Bizim kuşak, önceki kuşaklar( 1923’ten sonra doğanlar) ve sonraki kuşaklar hazır hürriyet ikliminin üstünde doğduk..
Hürriyet ve istiklâlimiz için İstiklâl harbimizde( Kurtuluş savaşı) yüz binler, daha önceleride( Çanakkale Savaşları ve diğer savaşılan cepheler) milyonlar can vermişti...Türk Milleti için, Türk milletinin evlâtları canlarını vererek bu günkü hürriyetimizin bedelini canlarıyla ödemişlerdi. Cumhuriyet döneminde hürriyet ve bağımsızlığımız konusunda ufak tefek pürüzler çıktıysa da toplumun öncü güçleri bunun bedelini değişik şekillerde ödeyerek hürriyetin önünü her defasında açtılar...
Sonunda bu yaşadığımız günlere geldik.
Cana kasteden, ülkemizin varlık ve bütünlüğüne saldıran, işgalci ülkelerin maşası olan eli kanlı teröristin korunduğu, ülkeyi koruyan güçlerin ise derdest edildiği...
Siz hiç hapis yattınız mı? Hürriyetiniz elinizden alındı mı?
Ne demek istiyor bir düşünür? „Bana, diyelim ki koca Hindistan’ın bir köşesi yasak edilse, oraya hiç gitmesem, gitmeyecek olsam bile bu yasak bana yeter. Bu bana dünyayı dar eder. „diyor.
Kendinizi şimdi bu konuda sınayın. Evdesiniz. Canınız dışarıya çıkmak istemiyor. Olabilir mesele yok...Ama biri size deseki, evden çıkamazsın, yasak!
Ne hissedersiniz?
Bütün huzurunuz uçup gitmez mi?
Bu durumun daha beterini gözönüne getiriniz şimdi. Sizi evde birileri bir odaya hapsetti. Odadan dışarı izinle çıkıyorsunuz, evin içinde ihtiyaçlarınızı görüp yine odanıza kitleniyorsunuz...Nasıldır böyle bir durum? İnsan ruhuna nasıl aykırıdır, düşünebiliyor musunuz?
Bunu da bırakalım bir yana, en beterini, bir demir kapılar ardındaki hapishaneyi düşünelim. Dört duvar arasında kıstırılmışsınız, insanlığınız elinizden alınmış. Tuzağa yakalanmış bir av gibi, onuru yaralanmış bir şekilde orada tutuluyorsunuz.
Bunların hepsinden de vahimi düşman işgalidir. Düşman çizmeleri altında yaşamak zorunda bırakılmaktır. Ama konumuz bu değil...
Sizler şimdi sıcacık evlerinizde, hadi sıcacık olmasın, soğuk, bakımsız, eski olsun, fakir bir ev olsun, yahut hiç eviniz bile olmasın, sokaklarda kalan biri olun, ne olursanız olun, canınız istediği an, canınızın istediğini yapabilirsiniz..
Camı açar, balkona çıkar, sokağa, bahçeye iner, kapının önünde gezinir, olmadı atlar istediğiniz yere gider gelirsiniz....Keyif sizin değil mi? Var mı keyfimin kâhyası demek, sizin bir birey olarak hakkınız değil mi? Bunu demek dünyanın en büyük hürriyeti değil mi?
Özgür bir ülkede suç işlemedikten, cana mala kastetmedikten sonra kim sizin hürriyetinizi elinizden alabilir?
Eminim çoğunuz aklınızın ucundan bir gün hapse atılacağınızı, oraları göreceğinizi bir an bile geçirmezsiniz. Çünkü yasalara uyuyorsunuz. Hırsızlık yapmazsınız, yolsuzluk yapmazsınız. Kimseyi de değil öldürmek, birine elinizi kaldırmayı bilmezsiniz...
Özgür düşüncenizle iktidara karşı yazılar yazarsınız sadece. Mevcut iktidarı eleştirirsiniz. Hâttâ öyle birikimli ve değerli bir gazetecisinizdir ki belgelerle ispatlayarak yaparsınız bu işi...Kitaplar yazarsınız. Cilt cilt, tuğla kalınlığında...
Zaten iktidarlar geçici değil midir? Hizmet için gelirler, yanlış işler yaptıklarında, beğenilmediklerinde de giderler. Yenisi yerlerine gelir. Onları eleştirmek suç değildir yani. Bu en tabii yurttaşlık ve insan hakkıdır. İftira atarsanız, bu eleştiriyi (suçlamayı) belgesiz yani isnatsız yaparsanız sizin hesap verme durumunuz ortaya çıkar. Mahkemeye verilirsiniz en çok. Orada da çıkar kendinizi savunur, en azından suçlu olduğunuz kesinleşmeden ceza almaz, hele hele yasalara karşı işlenmiş büyük suçlardan hüküm giymeden o dört duvar arasına imkânı yok girmezsiniz...
Bunu bildiğiniz için içiniz rahattır. Avrupa’da günümüzde böyle bir korku kimsede yoktur! Herkes devletine güvenir. Ülkesindeki insan haklarına güvenir.
Devletinin kendisine bireysel bir kin güdeceğine, bireysel davranacağına inanmaz. Yabancı bile olsa, başka bir milletten vatandaş olup o ülkede yaşasa bile bu güvenceyi duyar.
Şimdi bazı aykırı seslerin, ama bizdeki o bazıları suç işlediler. Bir çete kurmuşlar. Kurulmuş denilen çetenin üyesi olmuşlar. Halkı iktidara karşı kışkırtıyorlarmış, hükümetin görevini yapamaz hale getiriyorlarmış...mış...mış...dediklerini duyar gibi oluyorum.
Kurulduğu iddia edilen çetenin adının Türklüğün diriliş destanının adı olduğunu bir tarafa bırakalım:
Bu çetenin ispatı var mı? Kim ne zaman kurmuş? Ne yapmışlar? Kaç kişiyi öldürmüşler? Nereleri bombalamışlar? Hangi suçlara karışmışlar? Neden neredeyse hemen hepsi yazar, çizer, bilim adamı bu suçlananların? Kalemlerinden başka silahları olmayan bilim insanları?
Devletine hastir çeken, meydan okuyan, polisine linç girişiminde bulunan,dağlara çıkıp terörist olan, devletine silah çeken serbest! Sınırda çadır mahkemelerinde göstermelik yargılanıp iki saatte serbest kalıyor, elini kolunu sallayarak içeri giriyor, yeni silahlı eylemler için hazırlanıyor, buna karşın yurtsever aydınlar zındanlara atılıyor. Bilgisayarlarına CD’ler sokuşturulup, CD’lerde bak bak nelerde demişsin diyerek...
Bu iş her aklı başın da insana tuhaf gelmeli değil mi?
Her aklı başında insan bunun üzerinde düşünmeli değil mi?
Yargılanmadan hapse atılan düşün insanlarının yerine kendilerini de koymalı, onların yerine ben olsaydım, ne olurdu demeli değil mi?
El oğlu hiç gitmediği, gitmeyi de düşünmediği bir yer kendine yasaklanınca yaşamının tadını kaçırıyor, huzursuz oluyor; biz bu çağda, bu ileri demokrasimizde(!)iktidara muhalefet ettiler diye düşünce insanlarımızı yargılamadan hapse atıyoruz...
Dört duvar arasına atıyoruz.
Bu da yetmiyor, yeni yapılan, inşaatı bitmemiş bir binada hüküm giymemiş bu kişleri ceza olsun, ders olsun, beter olsunlar, herkes korksun diye tek kişilik hücrelere tıkıyoruz.
Rutubetmiş, soğukmuş, onlar yaşlıymış, onlar hastaymış veya hastalanırlarmış...ne gam...
Bir de bu vicdansızların bir sözü var, temcit pilavı gibi, ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın hep bunu söylüyorlar:
Yargıya karışılmazmış...Yargının karar vermesini beklemeliymiş.
Peki yargının karar vermesini beklerken bir gün değil, iki gün değil, bir hafta değil, bir ay değil, iki ay değil, altı ay değil, bir yıl değil, iki yıl değil, üç yıl değil...dört yıla yakın hüküm yemeden içerde yatan insanların suçsuzlukları anlaşıldığında, yargının, tamam bunlar suçsuzmuş, dört yıldır aradık aradık suç bulamadık dediğinde, o insanlara, ellerinden alınan hapiste geçirttiğiniz bu zamanı nasıl geri vereceksiniz? Bir insanın bir dakikasını bile elinden almaya kimsenin hakkı yoktur değil mi?
Hem dört yıla yakın içerde tuttuğunuz bu düşünce adamları, bilim insanları daha ne kadar içerde kalacaklarını biliyorlar mı? Kim bunu biliyor? Bir dört yıl daha? Bir on yıl daha? Yirmi yıl? Otuz yıl?
Yoksa dış güçlerin ve yerli işbirlikçilerin istedikleri olup Türkiye Cumhuriyeti dönüştürülüp, parçalanıp, teröristlere ve terörist başına af çıkarılınca mı, ülkemizde demokrasi ve bağımsızlık kuşa çevrilince mi salınacak bu yurtsever sesler?
Vicdanını kaybetmiş insanlar, aramızda insan diye dolaşanlar, bilgiağı(internet) paylaşım sitelerine şunları yazmışlardı dün. Bir ikisini kopyalayıp aldım.
Hâlâ eli kalem tutan, veya en azından bilgisayar tuşlarına basabilen, sadece malûm medyadan değil, bilgisayar ortamından da haber alabilen kişiler bunları yazanlar.
Bu kadar bağnaz, vicdansız, kafalarını başlarında süs diye taşıyan, onu kullanmaktan aciz zavallılar…Diyorlar ki:
“BENİM FARKINDA OLDUĞUM BİR ŞEY VAR.TÜRKİYEDE YILLARDIRYARGI,YÜKSEK YARGI,ORDU,YÜKSEK ÖĞRENİM,MEDYA,YÜKSEK BÜROKRASİ BELLİ BİR ZİHNİYETİN ELİNDEYDİ.
AL TAKKE VE KÜLAH İŞİ GÖTÜRÜYORLARDI.
O DÜZEN BOZULMAYA BAŞLADI.ZATEN MEDYA GÜCÜNÜ ELİNDE TUTAN BUZİHNİYET TÜM SESİYLE BAĞIRIYOR.
HIRSIZIN BAĞIRIP EV SAHİBİNİ KORKUTMAYA ÇALIŞMASI GİBİ...”
“İŞİNİZE GELİNCE YASAMA, YÜRÜTME VE YARGININ BİRBİRİNDEN BAĞIMSIZ OLDUĞUNU SÖYLERSİNİZ.AK PARTİ HÜKÜMETİNİN YARGIYI ELE GEÇİRDİĞİNİDE SÖYLERSİNİZ.EĞER HÜKÜMETLER YARGIYI ELE GEÇİRİYOR İDİYSE YARGI DAHA ÖNCE HANGİ SİYASİ GÜCÜN ELİNDEYDİ?”
“Hem suçlu hem güçlü nabında sanarsınız ki bahsi geçen ensesi kalınlar mağdur edilmişler sütten çıkmış ak kaşık olmuşlar.Çok büyük kahramanlıklar yapmış gibi medyada utanmadan arsız bir şekilde boy boy görüntü verip striptiz yapmaktalar.Sanırsınızki bunların hiç bir suçu yok hepsi bir anda Vatan Kahramanı olmuşlar.”
Yazdıklarını kendi el yazılarıyla verdim. Daha yazı yazmanın kurallarını bile bilmeyen, çoğu büyük harflerle yazı yazan bu kişiler bakın neler demişler. Ne biçim cümle kuruyorlar, neler diyorlar:
„Tüm medya gücünü elinde tutan bu zihniyet,“ diyor, ellerinde iki üç gazete olan yurtseverlere, millî çıkarlarımızı gözeterek haber veren iki üç basın yayına. Bu iki üç gazeteyi de çok görüyorlar anlaşılan.
Sonra, „ Hırsızın bağırıp ev sahibini kovması gibi bağırıyorlar“ diyor, geçen günkü Gazeteciler Cemiyeti’nin ve İşçi partili gençlerin eylemlerine…
Hırsız dediği Atatürk Cumhuriyetini, Cumhuriyetin kuruluş felsefesini savunan Atatürk milliyetçileri…Ev sahibi dediği ise dış güçlerin isteklerine göre davrananlar, millet değil cemaat olmayı isteyenler, bölücüleri cesaretlendirenler olmalı…
Körleri sağırları oynayanlara, başını kuma gömüp, bana dokunmayan yılan bir yıl yaşasın, bana ne, benim işim tıkırında, çoluk çocuğum var, bana mı kalmış bu işlerle uğraşmak diyenlere, boşvermişlere, gamsızlara, beyni uyuşmuşlara veya hiç bir şeyden habersiz gününü yaşayanlara sesleniyorum:
Yazarların, bilim insanlarının, bunlardan da önemlisi ordumuzun şerefli subaylarından yüzlercesinin keyfi bir şekilde tutuklanarak, yargılanacaklar, yargı karar verecek komedisinin altında Silivri kampında tutulmasına söylenecek bir sözünüz yok mu?
Hürriyetleri ellerinden alınan bu kişilerin yerine kendinizi koyabilir misiniz?
İnsanoğlunun yaşamından, bir insanın elinden, değil böyle yıllarının, bir saniyesinin, bir dakikasının bile alınmasının insanlık cinayeti sanıldığı günümüzde, bu haksızlığa uğrayan kişilerin yerine kendinizi koyabilir misiniz?
Bir an için onların yerinde olabilir misiniz?
Siz hiç hapis yattınız mı? Hürriyetiniz elinizden alındı mı?
Benim alınmadı. Ama kendimi onların yerine koyabiliyorum…
Feza Tiryaki, 6 Mart 2011