Siz Hiç Şemdinli'ye Gittiniz Mi?
Siz hiç Şemdinli?ye gittiniz mi? Ben gittim.
Şemdinli’nin kara kovan balını yediniz mi yanında kuru ceviz içiyle? Ben yedim.
Aktütün’den kuzeye doğru şöyle bir Gevaruk yaylasına çıkıp 3000’li rakımlarda tertemiz havayı soludunuz mu hiç? Ben soludum.
Ya Konur’da Kerem’in misafiri olup subaşında buz gibi ayran içtiniz mi? Ben içtim.
Siz benim tabur komutanı olarak masa başında oturup “gel tezkere gel” dediğimi mi sanıyorsunuz?
Neler gördüm neler, neler yaşamadım ki; korucu Sabri’nin oğlunun bize yardıma gelirken pusuya düşüp şehit olduğunu, teröristlerin ortasında beş altı askerle saatler boyu yalnız kaldığımda nasıl “Allah’tan bize yardım etmesini” dilediğimi, yeşil gözlü rahmetli Numan’ın Yeşilbayır’ında hamile bir kadını son anda helikoptere nasıl yetiştirdiğimi, Hacıbey Çayı’nı geçerken azgın sulara kapılan askerlerimi Hacı Reşit’in korucularının nasıl kurtardığını, teröristlerle çatışırken beni arkaya itip “aman komutanım sana bir şey olmasın’’ diyerek öne atılan vatandaşlarımı…
Keşke bu kadar olsaydı yaşadıklarım... Kaymakam Seyfullah Bey’in ve daha sonra gelen Ahmet Bey’in bize destek olmak ve moral verebilmek için tüm imkânlarını seferber ettiğini, terörist korkusuyla geceleri uyku yüzü görmeyen öğretmenlerimizin minicik yavrulara birkaç kelime öğretmek için nasıl çırpındıklarını, doktor ve hemşirelerimizin bizimle birlikte köy köy dolaşıp hastaları ne zorluklar altında muayene ettiklerini nasıl unutabilirim!
Şemdinli denince ne geliyor aklınıza, kaçakçı, terör, uyuşturucuyla iç içe girmiş Türkiye’nin en güneydoğu ucu mu? Baş belası bir şeytan üçgeni mi? Böyle düşünüyorsanız hani pek haksız da sayılmazsınız; şu gazetelere bir baksanıza, Şemdinli yanıyor…
İnanın bana doğru değil bu yazılanlar. Şemdinli bir bela değil. Şemdinli garip, Şemdinli kimsesiz, bir başına kalmış en uçta, ne geleni var ne soranı. Oralarda da ağaçlar yeşildir, papatyalar sarı. İnsanları su içer, kan değil. Okullarında İstiklal Marşı söylenir, Türk bayrağı dalgalanır dört bir yanında. Onlar da şehitlerine gözyaşı döker, teröre lanet eder. Sanır mısınız ki onlar terörle yaşamaktan mutlu? Hayır!
Bir zamanlar yemyeşil yaylaları vardı, koyunları otlar baharda kuzulardı. Yüksek dağlarda korkusuz dolaşan arıları bal yapar adına da kara kovan balı derlerdi. Kadınları tarlalarda çalışır erkekleri yaylalarda. Akşam olunca Konur’da subaşına oturup buz gibi ayran içerlerdi.
Bir gün devlet onlara yeşil gözlü sarışın bir binbaşı gönderdi sınırları korusun diye. Sınırları korumak ne mümkün, kendini bile zor koruyordu teröristlerden. Baktı çare yok.“Ben devletim, silahlanın” dedi. Silahlandı garip Şemdinli halkı. “Ben devletim, kadın, kız, çoluk çocuk, hepiniz karşı koyun teröristlere” dedi. İnandılar ona, güvendiler ve karşı koydular.
Bunu gören teröristler, kafesinden çıkmış sırtlan gibi ya da avını bekleyen bir yılan gibi dört bir yandan saldırdılar, köylü, asker, öğretmen, doktor demeden öldürdüler. Şemdinli Şemdinli olalı böyle bir kalleşlik, hainlik, acımasızlık görmemişti. Yılmadılar, öldüler ama bir karış toprak vermediler teröristlere. Görmeliydiniz o kahramanları, 15 yaşında kız çocuğu elinde kaleş nöbet bekliyordu, sokmadılar köylerine namerdi. Onlar ülkelerini seviyordu, bayrak da kutsaldı onlar için, toprak da.
Gerçek Şemdinli işte budur. Şemdinli ne yapsın da anlatsın derdini size. O kadar çoktur ki sorunları hangisinden başlasın?
Kışın geçit vermez Beyyurdu ve Ortaklar Gediği günlerce mahsur kalırlar. Baharda çamurdan geçemezler. Nerede o kara kovan balı yanında kuru ceviz içi, hayal olmuştur. Baharda kuzular da yavrulamaz, yaylaya çıkamazlar ki terör korkusundan. Pek geçim de kalmamıştır köylerde; arı yok, bal yok, koyun yok, kuzu yok. Yetmez bir korucu maaşı onlara, nüfus kalabalıktır. Yine de sesleri çıkmaz “Allah devlete millete zeval vermesin” der, bir gün devletin geleceğini umut eder dururlar. Görünce halini onların içiniz sızlar. Kendi kendinize kızarsınız ve “Ah! Ah! Ben bir devlet olacaktım; ver şuraya ateş gibi bir kaymakam, plan yapsın, proje yapsın, ver parayı, Şemdinli kalkınsın” dersiniz.
Hele bir Derecik’i görün, seyredin bir Hayat Vadisini, Hacıbey sahilinde bir akşam turu atın. Ne güzeldir Derecik! Ama o da dertlidir. Sınırlar açıktır, koruyamaz asker. Nasıl korusun, yüzyıllardır çivi çakılmamış ki sınıra! Şemdinli uzaktır, Erbil yakındır; gider gelir Derecikliler ikisi arasında, ben ticaret yapıyorum diyerek. Aslında kaçakçılıktır bu ama bilmez onlar, birinin çıkıp anlatması gerek. Anlatırsanız dinlerler. Bazen de şaşırır kalırlar söylenenlere; kimi kaymakam “ey halkım, ticaret yapın” der, kimisi “yapmayın!” Bazen sert komutanlar gelir “hududu geçerseniz vururum” der, bazıları halim selim, iyi niyetlidir “varsa ihtiyacınız, alın Irak’tan” der. Siz Derecikli olsaydınız ne yapardınız?
İş bununla kalsa iyi, dedim ya hudut açıktır diye, ne gelen bellidir, ne giden! Barzani adamlarını gönderir, öğüt verir, dinlerler. Talabani adamlarını gönderir, Barzani’yi dinlemeyin der, onlar yine dinlerler. Ardından teröristler haber gönderir “Ey Gerdililer! Bu size son çağrımızdır. Bırakın silahları, bizimle birleşin’’ der. İş teröre teröriste gelince o zaman şahlanırlar, erkekse bir terörist Gerdi’ye yaklaşsın! İşte böyledir Derecik.
Siz bunları görür yine kızarsınız ve kendi kendinize; “Ah! Ah! Ben devlet olacaktım, yapardım Derecik’i ilçe. Açardım tüm kurumları. Gönderirdim en iyi memurlarımı hizmet etsin diye. Bir de gümrük açardım hani uluslararası olan. Oturturdum koskoca bir taburu Derecik’in tam ortasına, düşmanlar görsün de çatlasın diye. Dalgalandırırdım bayrağımı, Barzani, Talabani görsün, görsün de korksun’’ dersiniz.
Bunu duyan Herkiler durur mu hiç, başlarlar bağırmaya “bizi unuttun komutanım bizi unuttun’’ diye. Haklılar tabii, Konur Vadisine sıkışıp kalmışlar, fabrika mı var Konur’da onlar çalışsın! Siz vadidekileri az sonra tanıyacaksınız, pırıl pırıl insanlardır onlar. Gariptir, mahsundur hiç mi hiç sesleri çıkmaz; öl dersin ölürler, kal dersin kalırlar.
Hele bir Kerem’i görün; öyle babayiğit sanmayın, zayıf mı zayıf, kuru mu kuru, kara mı kara bir Konurludur o. Ama ya yüreği, ya yüreği; aslan ne ki, az gelir. Yola çıkın en önde o, çatışın teröristlerle gene en önde o. Konurdaysanız eğer geceleri rahat uyuyun o sizi bekler. Kerem dedik ya Şakir hemen öne atılır “beni unuttun mu komutanım?” diye. Nasıl unutursunuz Şakir’i, rahmetli Numan’ı, Fatih’i, Sabri’yi. Şimdi de Aktütün korucuları ortaya atılır “komutanım, bize öl dedin de ölmedik mi?” Onları tanımalısınız, inanın daha çok seveceksiniz…
Ben size bunları anlattıkça elbet siz gene kızacak ve kendi kendinize; “Ah! Ah! Ben bir devletin yerinde olsam! Nerde bu Konur bölüğünün müteahhidi? Bakın bakalım kaç para almış şimdiye kadar devletten? Niye bu bölük inşaatı bitmemiş on beş yıldır? Devletin mahkemeleri var! Sorun hesabını!” diyeceksiniz.
Artık sizi tutamam, siz kızmaya devam edeceksiniz: “Nerde bu kaymakam, ya vali nerde? Burada ceviz var, bal var, hem de meşhur. Hani kooperatif? Kadınları halı dokur bu vadinin, niye üretmediniz şimdiye kadar?” Vali kızarır, kaymakam kızarır, kem, küm “efendim işte terör…” derler usulcana. Ama siz, “Burada devlet var; bölüğünü oturtmuş Konur’a, karakolu Aktütün’de. Gelsin terör de alsın boyunun ölçüsünü” dersiniz ve onlar mecbur kalıp susarlar. Bunu gören vadidekiler size alkış tutar “Bravo komutanım, yaşasın devlet” diye.
Ya Şemdinli?
İnanın bana Şemdinli bir garip, Şemdinli kimsesiz. Herkes kaçar Şemdinli’den. Yiğittir öğretmenim, korkusuzdur doktorum, askerim ama hele tayin çıkmaya görsün Şemdinli’ye herkes kaçar; telefonlar, tanıdıklar, ahbap, çavuş, dayılar ne ararsanız. Niye? Aman tayin yerimi değiştirin diye. Şemdinli vatan toprağı değil mi? Orada dalgalanan bayrak Türk bayrağı değil mi? Yalnız asker mi gider Şemdinli’ye seve seve? Ama ne çare, hal böyledir, herkes de bunu bilir.
İnanın bana Şemdinli teröre destek vermez. İran sınırında birkaç köy, onlar da teröre destek vermez ama ne yaparsınız para baldan tatlıdır. İran sınırı açık, mazot orada on kuruş, Türkiye’de yüz. Siz olsanız ne yapardınız? İran sınırındaki köylülerin kaderi bu, şimdilik değişmez. Korucu olsa İran’da terörist hesap sorar, olmasa devlet! Geriye ne var ki Şemdinli’den? Gerdi, Herki. Zaten terörist onlardan bucak bucak kaçar.
Ya ilçe merkezi? Hani şu sizin basında okuduğunuz ilçe merkezi! Hani şu yanan yıkılan, ateşler edilen, insanlar öldürülen ilçe merkezi. Hani bir bombalama olmuş da Kara Kuvvetleri Komutanımız çete olmuş. Sakın anlatmayın bunu kimseye zira duysa kargalar güler. 1984’te teröristlerin baskınına uğradı Şemdinli. Aradan geçti 22 yıl. Demek ki 22 yıl önce de teröre destek veren birkaç kişi vardı Şemdinli merkezinde şimdi de var. Ama bunlar sadece birkaç kişi! Birkaç kişi Şemdinli değil ki!
Şimdi gene kızacaksınız, “Ah ben bir devlet olsam. En iyi polisimi, en iyi jandarmamı veririm Şemdinli’ye. Açsınlar halka kucak, olsunlar yekvücut. Bulsunlar şu birkaç kişiyi, aklasınlar Şemdinli’yi” diyerek. Anlayamadım, abartıyor muyum? Lütfen bunu bana söylemeyiniz! Şemdinli’yi yaşamak demek, oraya gelip nutuk atıp gitmek değildir. Şemdinli’yi yaşamak demek, “Olay oldu. Soruşturma yapacağız” deyip belli birkaç kişinin ifadesini alıp Şemdinli’yi mahkûm etmek demek değildir. Şemdinli’yi yaşamak demek, yaylasında uyumak, subaşında ayranını içmek, acısıyla acıyı, sevinciyle sevinci paylaşmak demektir. Onun her daim yanında olmak demektir zoru görünce terk etmek değil!
Hep siz bana soruyorsunuz, bırakın da şimdi ben size sorayım: Şemdinli’de terör kimin işine gelir? Elbette ve en başta teröristin. Geçin bunu başka kimin işine gelir? Kaçakçının! Daha başka? İran’ın! Daha daha başka? Barzani’nin, Talabani’nin! Terör devletin işine gelmez ama bir de devlet vardır Şemdinli’ye hesap soran. AB’ye uyum yasaları der, jandarma ve polisin yetkilerini ellerinden alır, onlar çekilir bir kenara, meydan teröristlere kalır. Uyum yasaları der, ülkesine ve devletine bağlı, yokluktan Türkçe bile öğrenmeye fırsat bulamamış vatandaşlarımıza Kürtçe öğretmeye kalkar, televizyonla, radyoyla ve özel kurslarla. Hâlbuki benim vatandaşım Türkçe öğrenmek ve Atatürk’ün Cumhuriyetinde yaşamak istiyordur ama yaşama fırsatı bile bulamaz. Atatürk “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir” der, devlet Atatürk’ün sesine kulak vermez. Geriye kalan dahasını artık siz bulun!
Bu kitapta Şemdinli’yi bulacaksınız; yalnız askeri değil, korucuyu, sade vatandaşı, yollarını, yaylalarını, bal yapan arılarını, Hacıbeyi’ni, Kralın Kızı’nı, Çarçele’deki Eşek Kapısı’nı, sıksan boğazını ölesi gelen Ortaklar ve Beyyurdu Gediğini, Şemdinli’nin havasını ve suyunu.
Bu kitapta kaçağı bulacaksınız, kaçaktan nasıl para alındığını, paranın nasıl teröre gittiğini ve de nasıl mermi olarak bize geldiğini, bizi şehit ettiğini.
Bu kitapta askerin vatandaşıyla, korucusuyla omuz omuza nasıl teröristlerle mücadele ettiğini, bile bile nasıl ölüme gittiği göreceksiniz, korkusuzca, kahramanca.
Bu kitapta bize dost görünenlerin nasıl teröre ve teröriste destek verdiklerini, buna karşılık bizi yönetenlerin sessizliğini göreceksiniz tıpkı kuzuların sessizliği gibi.
Şemdinli’den korkmayın, yazılanlar çizilenler sizi ürkütmesin. Şemdinli o Şemdinli değildir. Şemdinli gariptir, Şemdinli kimsesizdir; herkes oynar onunla, Barzani’si, Talabani’si, İran’ı, kaçakçısı ve teröristi. Terk etmeyin Şemdinli’yi, yem etmeyin kurda kuşa. Şemdinli sizindir, onun da sizden başka kimsesi yoktur. Sevin onu kendi evladınız gibi. Alın onu okşayın “evladım benim” deyin ve sarılın. Göreceksiniz ki, siz bir adım atarsanız, o bin adım gelecek ve size sarılacaktır, ana bilerek…
KAYNAK: ŞEMDİNLİ'DE SINIRI AŞMAK, POZİTİF YAYINLARI
Erdal SARIZEYBEK, 30 Mart 2012