SOL/SOSYAL DEMOKRASİ/SOSYALİZM (5)
Felsefe profesörü olan Jean Jaurès 1885 yılında daha 26 yaşındayken milletvekili seçilecektir.
Laik ve evrensel Cumhuriyet’in ‘havari’si olarak bilinen Jules Ferry’nin (1832-1893) yönetiminde Millet Meclis’ine giren Jaurès henüz kendi ‘sosyalizm’ düşüncesini geliştirmiş değildir (1).
Jaurès, 1906 yılı seçim propagandaları boyunca ‘Sosyal Cumhuriyet’ anlayışını paylaşmakta ve seçmenlerine de bu Sosyal Cumhuriyet için ‘inanç mesleği’ sahibi olmaları için çağrı yapmaktadır.
Jaurès’in kendi ağzından Sosyal Cumhuriyet’in ne olduğuna bakılacak olursa, “Yurttaşlarım, ben biri birinden ayrılmaz olan Cumhuriyet ve Sosyalizm için çalışıyorum. Çünkü Cumhuriyet olmaksızın sosyalizm güçsüz ve sosyalizm olmaksızın Cumhuriyet bir hiç (vide) olacaktır”.
Jaurès devam etmektedir: “Bildiğiniz gibi bu büyük ‘Sosyalist Parti’, proleterlerin tam özgürleşmesi ve emeğin egemen olduğu uyumlu ve adil bir toplum kuruluşunu hızlandıracak bütün güçleri bir araya getirmiştir”.
1910 yılı seçim propaganda döneminde ise; “Cumhuriyetçi demokrasi’nin, tüm iyi niyet ve atıl enerjiyi nasıl sınırladığını biliyorum; ama sadece sosyalizmin, uyuyan atıl güçleri ve yaşamın henüz bilinmeyen güçlerini örgütleyip bu çemberi nasıl kıracağını da biliyorum” diyecektir.
Böylece ‘sosyalizmsiz’ bir ‘demokrasi’nin nasıl içi boş bir kalıp olduğunun dile getirildiği ve felsefî yazıları, gazeteciliği ve milletvekili görevleri sırasında, Jean Jaurès’in ‘enttellektüel yapısı’nda bunun nasıl yansıdığını görmek mümkün olmaktadır (2).
Jaurès, 1905 Paris’te yapılan Glob kongresinde birkaç sol partinin oluşturduğu Uluslararası İşçi -örgütlenmesi- Fransız Seksiyonu’na (SFIO-Section française de l'Internationale ouvrière) katıldıktan sonra uluslararası Amsterdam kongresinde de, dogmatik marksist Jules Guesde’in önderliğinde, ‘burjuva partileri’yle işbirliği kurmasına razı olacaktır.
Nitekim, 1905 Rus/Japon savaşını ‘Avrupaî Irk ile Asyaî Irk’ arasındaki bir savaş olarak nitelemesine karşın, Birinci Dünya Savaşı’nın olmaması için elinden geleni geri koymayacaktır. Ki, Jaurès’in bu englleme gücünü bilen güçler tarafından, savaşın başlamasından bir gün önce katledilecektir (31 Temmuz 1914)(3).
Öyle ki, Jaurès’i nitelemek için en güçlü sözcük nedir diye sorulacak olsa, yanıt tartışmasız ‘yurtta barış dünyada barış’ elçisiydi olabilir.
Peki ama Jaurès’in ‘düşman’ olduğu kimse yok muydu diye sorulacak olsa, onun yanıtı da kuşkusuz ‘kapitalizm’ olacaktır. Çünkü O’na göre; “kapitalizm, kendi yapısı içinde kasırgalar doğuracak kara bulutlar taşımaktadır”. Savaş, kapitalizmin bizzat kendisine içkindir de denilebilir.
Bununla birlikte, Jaurès, uluslararası ilişkiler bakımından ‘tarihsel anahtar’ olduğu bu günlerde örneğin Alman Sosyal Demokrasi’sini eleştirmenin ‘yersiz’ olacağını ileri sürerken, yine bir bir akademisyen olan Charles Andler’i işaret ettiğine kuşku yoktur.
Oysa Andler ise, ‘bilimsel gerçekler’in politikaya ‘enjekte’ edilmesine karşı çıkıyordu. “Biz, diyordu Andler, sosyalist olmadan önce özgür düşünceli (libre esprits) olmak durumundayız” (4).
Böylece ‘bilim ve sosyalizm’ ya da ‘sosyal bilimler ile politika’ arasındaki ilişkilere geri dönmüş oluyoruz.
Anımsatalım ki, XIXncu yüzyılın son dönemlerinde doğmakta olan ‘sosyal bilimler’ sosyalizm düşüncesine doğrudan bağlı idiler. Gerçekten de, ‘sosyal’in biliminin ‘sosyalizm’ olmasından doğal ne olabilir?
Tam da bu nedenle, ‘sol’u tanımlarken, Meclis’te solda oturanlar ya da sabah uyanırken sol tarafından kalkanlar gibi ‘bilim dışı’ açıklamaları dikkate almanın, en azından ‘akademik ciddiyet’ ile ilgisinin olmadığını belirtelim.
O halde, bu konuya biraz daha yakından bakmamız gerekecektir.
(Sürecek)
(1)Jules Ferry, 1870 Sedan yenilgisinin ardından, bu kez Alman askerlerinin devriye gezdiği Paris’te belediye başkanlığı yapacaktır. IIIncü Cumhuriyet’in kuruluşuna yönelik geçici hükûmette görev alan Ferry, 1879’da Milli Eğitim Bakanı olacak, 1883’te öğretmenleri ‘Cumhuriyet’in süvarileri’ olarak nitelendirecektir. Opotünist olarak değerlendirilmesine karşın, Laik Cumhuriyet idealinin yanısıra, 1880’de toplanma özgürlüğü, 1881’de basın özgürlüğü ve 1884’te sendikal özgülüklerin getirilmesinde rol oynayacaktır.
(2) Türkiye’de bir ara ‘Eylemsiz Doçent’ gibi bir akademik titr vardı. Burada ise ‘bir ‘Eylemli Felsefe Profesörü’nü görmekteyiz.
(3) 1896 Ermeni olaylarını şiddetle eleştiren Jean Jaurès, daha sonra Genç-Türkler’le kuruduğu ilişkiler sonunda gerçek bir ‘Türk Dostu’ olacaktır. Ki, yine benim Fransız Basınında Genç-Türk Devrimi başlıklı kitabımda ayrıntılı açıklamalar bulunmaktadır.
Öte yandan, her ne kadar Birinci Dünya Savaşı’nın, 28 Temmuz’da Avusturya veliahtının Sırplar tarafından öldürülmesiyle başlatanlar varsa da; gerçekte 1 Ağustos Alman-Rus, 3 Ağustos Alman-Fransız, 4 Ağustos Alman-İngiliz, 6 Ağustos Avusturya-Macaristan/Rus, 11 Ağustos Avusturya-Macaristan/Fransız, 13 Ağustos Avustura-Macaristan/İngiliz, 23 Ağustos Alman/Japon ve 3 Kasım’da Fransa-İngiltere’nin Osmanlı’ya savaş ilanlarıyla sürüp gittiğini anımsatalım.
(4)Jean-Caulde Vuille, a.g.m, p.433