SON ABDÜLHAMİT
Son altı ayda altı tane Abdülhamit yazısı yazmışım.
Birincisi 24 Eylül 2016’da (1).
II.Abdülhamit gerçekliği ve III. Abdülhamit özentisi üzerine..
Bu yazılar dikkat çekmiş olacak ki, benden bir ‘Abdülhamit’ yazısı istedi bir dergi.
Ben de, önceki yazılardan bir derleme yaparak gönderdim.
Ancak, ‘dergi’ yazımı yayımlamak cesareti gösteremedi.
Alındın mı diyenleriniz olabilir. Alınmadım, ama acıdım.
Gerçekte, benim Abdülhamit yazılarım, Türkiye’deki tüm ‘tarih yazını’nı altüst ediyordu.
Bir ‘Allahın kulu’ çıkıp da, şurası yanlış diyemedi. Suskun kalınmakla yetinildi.
Şimdi bu, ‘son’, Abdülhamit yazım olsun ve tarihçi geçinen herkesin kulağına da küpe olsun..
1° Son dönemde özellikle işlenen ‘Abdülhamit Sevdası’, III. Abdülhamit özlemine giden yolu açmak içindir.
Bunun tarihteki örneği de Fransa’daki ‘Napolyon sevdası’dır.
18 Brümer (9 Ekim) 1799’da bir darbeyle iktidarı ele geçiren Napolyon Bonapart, 6 Nisan 1814 tarihinde görevden alındı. Bir kez daha 100 günlük geçici iktidar döneminin sonunda 22 Haziran 1815 tarihinde ise ‘tarihe gömüldü’.
Tüm Bonaparte ailesi 1816 yılında Fransa dışına sürüldü.
Benzetmek gibi olmasa da, Türkiye’de Osmanlı ailesinin yurtdışına sürülmesine benzetilmese de olmaz.
Ve yeğeni Charles-Louis-Napoléon Bonaparte, İsviçre’de sürgünde iken, 30 Ekim 1836’da Strasbourg’da bir ayaklanma girişiminde bulundu.
Bu ayaklanmanın ‘başarısız’ olacağını kendisi de biliyordu.
Ancak 20 yıl aradan sonra, unutulmaya yüz tutmuş Napolyon adının (soyadı) Fransa’da yeniden canlanmasına yol açacağını umuyordu. Ve nitekim öyle de oldu.
Şimdi dönüp Türkiye’de, Abdülhamit adının yeniden canlandırılması, torununun torununun ortaya çıkıp ada-mada isteğinde bulunması da, bence, bir III. Abdülhamit yaratmanın propaganda malzemesidir, bu bir (2).
2° Charles-Louis-Napoléon Bonaparte, 1848 Devrimi’nin ardından Fransa’da Cumhurbaşkanı seçilecek ancak 1852 yılında görev süresi bitecektir.
O nedenle 21 Temmuz 185I tarihinde, görev süresinin bitiminden bir yıl önce Meclis’i feshedecek ve 2 Aralık 1852 yılında, üç büyük ‘Devrim’ yapmış bir Fransa’da yeni bir İmparatorluk kuracaktır.
İşte bu İmparator III. Napolyon, Osmanlı’nın II.Abdulhamit’iyle ‘çağdaş’ olup, bu sonuncu da 1878 yılında, Osmanlı Meclis’ini 30 yıl boyunca kapatacak ve tüm Avrupa’nın olduğu gibi tüm Osmanlı halkları tarafından da ‘Müstebit’ olarak adlandırılacaktır.
3° Şimdi tarih yazınını ‘altüst’ edecek olan savlarımıza gelebiliriz :
Mehmet Murat (1840-1904), II. Abdulhamit’in iki yaş büyüğü ve geleneklere göre tahta çıkmaya aday ‘veliaht prens’tir.
Abdülaziz (1861-1876)’in bir ‘darbe’yle düşürülmesinin ardından, 30 Mayıs 1876 Salı sabahı 101 pare top atışıyla tahta çıkacaktır.
‘Darbe’ olmuştur ama İstanbul halkı, bir bayram havasında sokakta biribirlerini kutlamakta; müslüman, hristiyan, yahudi ayrımı gözetmeksizin tüm kesimlerin mutluluğu gözlerinden okunmaktadır.
‘Darbe’yle Abdülmecid indirilmiştir ama, geleneklere göre Veliaht Sultan tahta çıkarılmıştır.
Yeni padişahın iki gün sonra Topkapı sarayını ziyaret etmesi ve sonra Ayasofya’da ilk selamlığa çıkması, halkın ‘kendiliğinden’ ve ‘olağanüstü’ ilgisini çekmiştir.
Ancak V.Murat duygusaldır. Nitekim, tahta geçtiğinin dördüncü günü, bir görevlinin aniden sofaya gelerek amcası Sultan Abdulaziz’in bileklerini keserek intihar ettiğini haber verdiği zaman, bayılmıştır. Dahası, günlerce iştahının kesildiği ve yediklerini çıkardığı söylenmektedir.
Böylece, Sultan V. Murat’ın sağlığı Saray için bir sorun olmuştur. Padişah iyileşecek mi yoksa iyileşmeyecek durumda mıdır? Doktorların bir gün söyledikleri ikinci gün söylediklerini tutmamaktadır.
Abdulhamit ise ‘naiplik’i (régence) kabul etmemektedir. Ya da öyle görünmektedir. Çünkü, ‘naip’ olarak atanır ve Sultan Murat iyileşecek olursa, tahtı ona devretmek zorunda kalacaktır.
O arada, akıllarına Luis Napolyon gelir. O da ‘Anayasa’ üzerine yemin etmemiş midir? Ardından da kendi ‘18 Brümer’ini yapmamış mıdır? Yeter ki, bir kez ‘iktidar’ ele geçirilmiş ve yeterli güç elde edilmiş olsun.
Ve II. Abdulhamit, Eyüp Camiinde Konya Mevlevi Şeyhi’nin onayıyla ‘tahta oturmaya’ razı (!) olacaktır.
II.Abdulhamit tahta çıkar çıkmaz, kendi doktoru Mavroyeni’yi V.Murat’ın sağlık durumu ile görevlendirir. Amacı, tüm dünyaya Sultan’ın deli olmadığı ve bir gün iyileşeceği izlenimi vermek ve o arada kendisinin ne yaparsa yapsın ‘sorumlu’ olmadığı ama ‘zorunlu’ kaldığını göstermektir.
Oysa V. Murat, doktorlar odasına girdiği andan itibaren kendisinin ‘tahttan inmiş’ olarak değelendirilmesini isteyecektir. Her şey bir yana, bir tek bu davranışı bile V. Murat’ın ‘deli’ olmadığı, tersine çok aklı başında bir ‘Devlet adamı’ olduğunu kanıtlamaya yeter.
Demek ki, Türkiye’deki tarih yazınında, V. Murat’ın ‘deli’ olduğuna ilişkin savlar, tümden ‘yanlış’ olmasa bile tamamiyle ‘doğru’ da değildir. [O anılan doktor raporlarını sayan tarihçiler ise bir ezber yinelemekten öte bir iş yapmamaktadırlar].
4° Çok daha önemli bir başka sav da, II. Abdülhamit’in doğrudan ‘Sultan’ olmayıp, ancak ve sadece bir ‘Naip’ olduğudur.
Çünkü ‘Veliaht Sultan’ olan V. Murat’tır ve tahttan indirilmemiştir.
Sadece sağlık sorunları nedeniyle yerine II. Abdülhamit ‘Naip’ olarak atanmıştır (3).
Nitekim, gözaltında tutulduğu yerden Abdulhamit’e yazdığı mektuplarda, V. Murat “Atalarımızın adını kirletme”, “Milletimize eziyet etme” diye yalvaracaktır.
Örnekse, 29 Kanunu evvel (Aralık) 1294 (1878) tarihli mektuptur.
Sultan Murat, naipi (Padişah vekili) Abdulhamit’e, “Sizi çevreleyen sözde sadıklar, sizin ve benim hezimetimize, tüm ailemizin, milletimizin ve ülkemizin zararına çabalamaktalar” diye yazacaktır.
5° Tahta oturan II. Abdulhamit ise, 93 Harbi de denilen Rusya’ya açtığı savaşın başında, ataları gibi ordunun başına geçeceğini ve cephede en ön safta yer alacağını söylemektedir.
Günlük gazeteler hergün Sultan’ın yola çıkacağını yazarlar ama günler geçtiği halde Sultan’ın yeni bir engeli çıkar ve sefere çıkışı hep ertelenip durur.
Gerçekte, II. Abdulhamit savaşı kaybedeceği korkusundan çok, İstanbul’dan ayrılması durumunda V.Mahmut’un tahtı ele geçireceğinden korkmaktadır. Nitekim, kimi söylentiler Mahmut’un iyileşmekte olduğu yönündedir.
Savaş sonunda, Osmanlı İmparatorluğu Rusya karşısında ağır bir yenilgi alır ve Ruslar Doğuda Erzurum’a kadar, Batıda ise İstanbul’a (Ayastefenos-Yeşilköy) kadar gelirler. 3 Mart 1878 tarihinde de, Ayastefenos Antlaşması diye anılan bir barış antlaşması imzalanır.
‘Antlaşma’ o denli ağırdır ki, kaybedilen toprakların yanısıra ‘Osmanlı Onuru’ da yerle bir olmaktadır.
Ancak Abdulhamit imzalayacaktır. Çünkü Rusya ile Abdulhamit arasında, ona ‘Taht garantisi’ veren bir ‘Gizli Anlaşma’ yapılmıştır (4).
O nedenle, Abdulhamit Ayastefenos antlaşmasını ‘başarı’ gibi göstermekten çekinmeyecektir. Ancak, Meclis ve Kanun-u Esasi’ye göre antlaşma koşulları ‘vatana ihanet’ kapsamında değerlendirilebilecektir.
Böylece Meclis’in kapatılması ve Kanun-u Esasi’nin ‘askıya alınması’ için yeni ve daha zorlu bir gerekçe de bulmuş olmaktadır ‘Ulu Hakan’.
Kuşkusuz bu da ancak, Rusya’nın bir gizli anlaşma yoluyla, iç ve dış tehditlere karşı, Abdulhamit’e arka çıkmasıyla mümkün olabilecektir. Ve neden Abdulhamit’in Cuma günleri Selamlık geçitlerinde Rus Kadet Okulu marşları çaldırttığına da bir açıklık getirmiş olacaktır (5).
6° II. Abdülhamit, ‘naip’ olarak da olsa, tahta çıkar çıkmaz, Sultan Abdulmecid’in damadı olan Damat Mahmut Paşa’yı Mithat Paşa ile birlikte Taif’e sürecektir. 1884 yılında ise, üzerinde Yüce Sultan’a Japon Fildişinden Sanat Eseri (Ivoires Japonais –Objet d’art pour S.M.I. le Sultan) yazan bir paket gelecek, içinden de Mithat ve Mahmut Paşa’ların ‘kesik baş’ları çıkacaktır.
Birkaç kez Maliye Bakanı ve Sadrazam olan Sadık Paşa Limni’ye sürülecek, İsviçre’de Istikbal (L’Avenir) gazetesini çıkaran Ali Şefkati’nin mallarına el konularak ömür boyu sürgün’e gönderilecektir.
Ali Şefkati, V. Murat’ın yakın arkadaşı olup, Cleanthi Scalieri’yle birlikte, lağım kanallarından ilerleyerek onu zindanda görüp konuşan ve akıl sağlığının yerinde olduğunu saptayan kişilerden biridir.
7° Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihine bakıldığında, 19. Yüzyılın başından itibaren altyapı ve ulaşım dışında, Türkiye’nin kapitalist anlamda ‘sermaye birikimi’ olgunluğuna gelmiş olduğu söylenebilir.
Oysa, gerek Sencer Divitçioğlu ve gerekse Niyazi Berkes’e göre, Batı’da zenginliği ele geçirenlerin aynı zamanda Devlet’i ele geçirme savaşımı vermelerine karşın, Doğu’da bu ‘tarihsel süreç’, tersine zenginliği ele geçirmek isteyenlerin önce ‘Devlet’i ele geçirme mücadelesi vermeleri biçiminde olmuştur.
Nitekim II. Abdülhamit bu sürecin son temsilcisi olmuş ve İmparatorluğa ait malları ‘kendi adına’ geçirmekle ünlenmiştir.
Ne var ki, 1908 Genç-Türk Devrimi’yle birlikte II. Abdulhamit tamamen ‘işlevsiz’ kalmış ve 31 Mart 1909 olayları üzerine de ‘tahttan indirilmiştir’.
8° Ve son bir sav olarak da, bugün Türkiye’de ‘Yeni Türkiye’ ya da ‘Yeni Anayasa’ tarftarlarının ‘Abdülhamit sevdası’, bir III. Abdülhamit yaratmanın düşünsel temelleri olarak kullanılmakta olup, her yönüyle ‘çağdışı’ ve ‘Türkiye karşıtı’dır.
Denildiği üzere, ne ‘Yerli’ ve ne de ‘Millî’dir.
İşte bu savlara, tarih kitapları olmasa bile tarihin kendisi tanıktır.
Habip Hamza Erdem
(1)http://www.dunya48.com/habip-hamza-erdem/28834-habip-hamza-erdem-abdulhamit-sevdasi1
(2)http://www.dunya48.com/habip-hamza-erdem/29627-habip-hamza-erdem-fransa-da-baskanlik-4
(3) Albert Fua, Abdul-Hamid II et Mourad V, masque de fer : pages d'histoire / Bibliothèque nationale de France. İstanbul’da yayımlanan L’Indépendat gazetesi yayım yönetmeni Albert Fua, Meşveret gazetesine de danışmanlık yapmakta olup, Genç-Türkler ile yakın ilişki içindedir.
(4) Albert Fua, A.g.e, s. 44
(5) Cadet Okulları, Rus Çarlığı’nın, 1653 yılından itibaren, Prusya örneğinden hareketle soyluların çocuklarını askerî okullarda eğitmek üzere kurdukları okullar olup, 1918 yılında Kızıl Ordu’nun kurulmasıyla kapatılmışlardır.