“SON BAYRAM” ÜZERİNE…
Denizlili tanıdık bir manav var, semt pazarında haftada iki gün tezgâh açan, işini seven, müşterilerine özenli davranan.
Herkesle söyleşir, laf atar gelene geçene, tam bildiğimiz, tanıdık bir esnaf tipi… Bilge, işini bilen…
Onun yanında “son” sözünü kullanamazsın:
“Son kez geldiğim de…” “Son aldığım…” “ Son gördüklerimiz…” “Son dönemde, son bayramda, son günlerde…”
Denizlili hemen sözünüzü keser: “ Son demeyin, son sözünü ağzınıza almayın, aman ha!”
Bir tür uğursuzluk sayar “son” demeyi. Haklı mı bu takıntısında, haksız mı bilemem. Bayramlar üzerine yazdığım bu kitabıma ister istemez “Son” adını koyarken Denizlili manavımızı anımsadım bir an. “Uğursuz da olsa, olmasa da, nasılsa sona gelindi. Son sözünü duyarsak kim bilir belki ayınırız, olanlara tepki gösteririz, bayramlarımıza sahip çıkarız, belli mi olur?” dedim içimden.
Yıllar öncesinden, 2023 yılı için söylenenleri, siyasilerin bölünme için Anayasa değiştirme emellerini, bu yolda atılan adımları, sona gelinmesini ister istemez göz önüne aldım, yıl yıl belgeledim, yurdunu, ulusunu sevenleri uyarmak istedim “Son Bayram” adıyla hazırlarken bu kitabı.
Yazın Ağustos’ta yayınevine başvurdum derlediğim bayram konulu yazılarımla. Yüzlerce yazıdan sırasıyla konuyu tam anlatanları, akıcı, ilgi çekici, ekinsel (kültürel) değeri olanları, halk öyküleriyle, atasözleri, deyimlerle, belgeli anlatımlarla “bayramlarımızı” anlatanları seçtim seçkiyi hazırlarken.
Her yazım, konuyu başka yönden ele almış. Her yazım, diğerinden önemliydi gözümde… Bu nedenle seçmede çok zorlandım. Araya eğlenceli konular da almalıydım okuyanı sıkmamak adına. Sonra bir baktım neredeyse seçtiklerim bin sayfayı geçmiş. Yazı sayısını azaltmalıydım. Azalttım da.
Bu arada ilk başvuruyu yaparken, yayınevi yetkilisine, sayfa sayısını olabildiği kadar azaltacağımızı, “bu ilk onayda yalnızca içerikleri bildirdiğimizi belirtmiştik. Kitabın kalınlığını bir önceki kitabım “İki Damla Gözyaşı” kadar tasarlamıştık, altı yüz sayfaya yakın, kalın bir kitap olacaktı.
Baktık, taslak düşündüğümüzden kalın oluyor, sıkı bir eleme, düzeltme yapacağız, hemen işe giriştim.
Bazı yazıları çıkartmalı, bazı yazılarda da düzenleme, kısaltma yapmalıydım. Ne zor bir durumdur, bilen bilir. Hangi yazıyı çıkaracaksın, hangisinin neresini kısaltacaksın, düzelteceksin, neresine ekleme yapacaksın. Uğraş dur… “Hem, doğru mu seçimlerin, neye göre? Okur ne der?”
Kitabın 29 Ekim’den önce çıkmasını istiyordum, anlamlı bir günde, bir zamanda, 2023 içinde. Yayınevi sürecinin iki ay süreceğini varsayarsak en geç Eylül başında düzenleme bitmeliydi.
Geceli gündüzlü bir çalışma. Bakıyorsun bazı yazıların sıralanışı yanlış, bunu düzelt, yazılara yer değiştirt, bazılarını kısalt, belli etmeden uygun yerlerinden kes, eksilt.
Böyle iki hafta, yazın, Akdeniz’in o sıcağında, evden çıkmadan çalıştım. Tamam, dedik son taslağı gönderdik. Görüşmeleri oğlum (Mehmet Ergin) uzaktan benim adıma yapıyor, her aşamada işin içinde.
Sonra yayınevinden bir ses çıkmadı, tam bir ay. Taslağı editöre gönderdik, işi bitince bildirir dediler. Bu arada birkaç kez araya girdik: “Benim kitaplarımda yazım hatası olmaz, olsa da bir iki sözcüğü geçmez, onlar da tartışmalı yazımlardır. Editörü uyaralım. Basıma gecikiliyor, kitap böyle giderse 29 Ekim’e yetişemeyecek, söz vermiştiniz yetişir diye.” Nihayet bir ay sonra taslak editörden geldi.
A… bu taslak bizim ilk gönderdiğimiz ham taslak. Üzerinde çalıştığımız, düzenlediğimiz, tamam dediğimiz, sayfalarını azalttığımız son taslak değil.
Derler ya üzerime bir anda sanki kaynar sular döküldü, öyle oldu.
Bir yanlışlık yapılmış, yayınevince, yanlışlıkla, ilk gönderilen, düzeltilmemiş denetim taslağı imiş “editöre” giden, basıma hazırladığımız, kısalttığımız, tamam dediğimiz son taslak değil.
Bize öneri olarak, önceki taslağın bu düzenlemesini kabul etmemiz, kısaltmaları, eksiltmeleri yeniden yapmamız söylendi.
Bu olanaksızdı. Bazı yazılardan bir iki söz çıkarılmış, bazı yazılar yarı yarıya alınmış, taslak üzerinde ince ince çalışılmıştı, kaç kez okunmuştu kitabın içeriği. Yeniden aynı sonuca ulaşmamız mümkün değildi.
Çözüm olarak güvence verdik, yazım yanlışı olmayacağına, yeni taslağı kendimizin gözden geçireceğine…
Editörlük kısmı böylece atlatıldı, iç tasarıma, iç düzenlemeye geldi sıra.
Asıl sorunlar o zaman başladı. İç tasarımdan, tamamdır, kitabınızın iç tasarımı budur diye bize birkaç gün sonra taslağı gönderdiler.
Haydi, sorunlar sil baştan. Biz yazıların yukardan başlamasını istemiyorduk, kolay okunması için ortaya yakın bir yerden başlamalıydı bölümler. Son sayfalar da çok sıkışık olmamalıydı, hep bir boşluk kalmalıydı göze, sıkışıklık duygusu duyulmamalıydı. Sonra satır sonlarının kesimlerinde çok yanlış ortaya çıkmıştı, sayfaların yeni düzenlemesinde.
Meğer iç düzenlemede belli sayıda yanlışı düzelttirebilirmişsin, biz çok yanlış bildirmişiz. Kitap kalın, istiyoruz ki düzenleme çok iyi olsun, kusur bulunmasın. En küçük yanlışı bildirmiştik. İç düzenlemeyle de bozuştuk sonunda. “Bizden bu kadar!” dendi.
Ne olacak şimdi? Oğlum nasılsa öbür kitaplarımda da iç tasarım yapmıştı, işleri ben yapayım dedi. Önce burada kullanılan iç tasarım yazı programını öğrendi, bir hafta üzerinde çalıştı, sistemi çözdü. Ardından taslağa uyguladı. Baştan başlayarak kısım kısım sayfalar üzerinde çalışıyor, bana gönderiyor, ben yanlış varsa bildiriyorum, özellikle sayfaların satır sonlarında hecelerin kesim yanlışları çıkıyor, yeniden düzeltiyor, onaylıyorsam, işe devam… Tüm bunları iş çıkışında boş saatlerinde yapıyor. İşi yavaş ilerliyor. Kasım ayı geçti böylece, Aralık ayına girdik. Neyse ki kapakta sorun yok, kapağı diğer kapaklarımız gibi çok profesyonelce hazırladık, el işlerimizden bir motifle de süsledik. Antalya’nın yaylalarından vaktiyle köye gelin gelmiş, o yıl aniden yitirdiğimiz yörük kızı güzel komşumun çeyizinden yatak örtüsü kanaviçesi. Ortadaki siyah beyaz resim benim çocukluk resimlerimden, ilçemiz Cumhuriyet Meydanı’nda 23 Nisan’da şiir okurken. Bizim yaptığımız özgün kapak tasarımı da böylece kusursuz alıntılandı, iş bitti. Aralık ayını ortaladık.
İç tasarımımız kendi elimizle, böyle böyle neredeyse bir ay sürdü. Sonunda oğlum, bitmiş, düzenlenmiş tasarımı gönderdi. Bu arada son sayfalarına kitabın, resim ekleyeceğimizi belirtmiştik. Resimleri de düzenledik, parlak resim kâğıdına basılmasını istemiştik ama olmadı, yine de renkli basılan bu arşivimizdeki resimlerle ne anlatıyoruz, neden sona resim ekledik, bakınca anlaşılıyor.
Son Bayram, yeni yılın başında basılmış. Elime geçmesi de Şubat ortasını buldu.
Sonra araya elimizde olmayan nedenlerle birçok engel girdi. Kitabı Mart sonuna kadar tanıtamadım.
Neyse kitap bu yılın ilk ulusal bayramından önce, 23 Nisan’dan önce çıktı ya, bu bile sevinilecek bir durum. Hele yayınevinin sosyal iletişim sayfasından yapılan kitabın tanıtımı, basım süresince bütün çektiklerimize değdi… Benden daha güzel anlatmış tanıtımı yazan, “Son Bayram’ı”.
“Geçmişin izinde, geleceğe bayram mirası” yazmışlar en üste. Sonra eklemişler, kitaba başlarken sorduğum soruyu:
"Son Bayram: Atatürk’e ne diyeceğiz?" - Feza Tiryaki"
Kitabın konusunu özetlemişler;
"Son Bayram", yılların bayram yazılarını bir araya getiren, tarihi ve kültürel bir miras niteliğinde bir seçkidir. Bu kitapta, ülkenin geçirdiği dönüşümü, değişen bayram kutlamalarını, toplumsal hafızamızda derin izler bırakan olayları bulacaksınız.
Feza Tiryaki'nin kaleminden, bayramların nasıl ve neden değiştiğine dair bir anılar ve olaylar mozaiği... "Deprem" yazısı ise, yılın acılarını yansıtan, unutmamamız gereken bir anma.”
Burada, kitabın yazılma nedeni tam düşündüğüm amaç yazılmış:
“Gelecek nesillere, bayramların neden ve nasıl değiştiğini sorgulatan bir belge niteliğinde olan "Son Bayram", kutlamaların toplumsal ve ulusal önemini yeniden düşünmemiz için bir çağrı yapıyor.”
Aşağıdaki açıklama da benden:
"İleride; 'Bayramlar neden bitti, nasıl bitti, bayramlar biterken siz ne yaptınız?” diye soran çocuklarımıza bir belge olacak bu kitabın içeriği."
Son noktayı bu açıklamayla koymuşlar:
“Bu kitap, geçmişe bir ayna tutuyor ve gelecek nesillere bayramların ruhunu anlatıyor.”
*
Son Bayram’ın baskısını, aynı kalınlıktaki ( 689 s.) diğer kitaplarla kıyaslarsanız, baskısının çok daha özenli olduğunu göreceksiniz. Sayfaların açılışı, kâğıdının niteliği, yazı büyüklüğü ve bizim ailece yaptığımız titiz düzenlemeler, özgün dış kapak, iç tasarım…
Şairin dediği gibi;
"Ölünce her şeyi unutacağım nasılsa,
Hatırlamak ve hatırlatmak olsun sevdam."
Son Bayram, çocuklarımıza, gençlerimize armağan olsun. Geçmişe onunla bir yolculuk edilsin, geleceğe bilinçli, aydınlık bir bakış getirsin...
Feza Tiryaki, 16 Nisan 2024