Yazı: Kemal Tayfur
Fizyoloji profesörü Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı kitabında, "Dünya benimdir!" diyebilmenin şartlarını sıralar: "Silahlar ve başka teknolojiler, tabana yayılmış okuryazarlık, pahalı keşif ve istila programlarını sürdürebilmek için gerekli siyasal örgütlenme." Bunlara sınıflandırma ve listelemeyi de eklemek gerek. Coğrafyaya, tarihe, hayata ilişkin ne varsa toplayıp tasnif etmek. Bu aynı zamanda egemen bilim anlayışının da vazgeçilmez şartıdır.
Bu bakımdan yağmur ormanlarındaki karıncaların, Afrika'daki bitkilerin, okyanuslardaki mercanların vs. sınıflandırılması elbette bir bilimsel faaliyettir ama sanıldığı kadar masum da değildir. Richard H. Grove Gren Imperialism adlı kitabında, bu faaliyetin, doğanın ve doğa tarihinin sınıflandırılması girişiminin "hem yerküre üzerinde egemenlik kurma dürtüsüyle, hem de başka bilgi sistemlerini kendisiyle bütünleştirerek, onlardan öğrenerek, yeri geldiğinde saldırgan bir biçimde onların yerine geçerek" geliştiğini ileri sürer. Doğa alanında durum buysa, tarih alanında haydi haydi öyledir.
Tarihin ve tarihsel olayların sınıflandırılması , listelenmesi de artık kesin bir gerekliliktir. Bilimsel bilgiye ulaşmanın başka bir yolu olmadığı düşünüldüğü için de seçeneksizdir. Ama tarih daha karmaşık bir alandır. İçinde ideolojiler, resmi yaklaşımlar, ulusal ve küresel çıkarlar cirit atmaktadır. Tüm olaylar silsilesi için farklı sınıflandırma ve listelemelerin birbirini izlemesi bundandır. Yani tarih alanında listeler daha çabuk ve daha kolay değişebildiği gibi, çok katı bir değişmezlik de gösterebilir. Bu biraz da listeye hazırlayanın konumuna bağlıdır. Aslında tarihsel olayların belirli başlıklar altında listelenmesi, sınıflanması çok da bilimsel bir şey değildir. Tamamen farklı yer ve zamanlarda, farklı koşullarda gerçekleşmiş olayları tek bir başlık altında toplamak totaliter bir anlayışın mirasıdır. İşin tuhafı bundan en çok bilim adamları mustarip görünmektedir ama bu bağımlılıktan kurtulmak için çaba göstereni de pek azdır.
Listeler bilginin toplanması ve sunulması bakımından büyük kolaylık sağladığı için de en çok medyanın işine yarar. Bir de siyasetçilerin.
Örneğin son zamanlarda dünyada yaşanan soykırımlarla ilgili bir liste bolluğu yaşanıyor. Türkiye'nin en çok tartışılan problemlerinden biri olduğu için de ilgi büyük. Geçenlerde Ankara Ticaret Odası, dünyadaki soykırımlar adı altında bir liste yayımlamıştı. Tarihçilerin bunu ciddiye alması beklenemezdi, çünkü pek çok olay "soykırım" niteliği taşımasına karşın liste, acemice ve özensizce hazırlanmıştı. Derme çatma bir şeydi. Bu tür listeleri Batı'da üniversiteler hazırlar, ticaret odası gibi kurumlar ya da medya da onlardan alıp değerlendirir. Böylece listenin bilimselliği de pekiştirilmiş olur.
Ancak, National Geographic dergisinin (Ocak 2006) Amerikan versiyonunda yayımlanan soykırımla ilgili listeyi görünce Ankara Ticaret Odası'na haksızlık ettiğimi düşündüm. Her nedense derginin Türkçe çevirisinde yer almayan liste, üstelik bir üniversite çalışmasına dayandırılmıştı. (Clark Üniversitesi, Soykırım Araştırmaları Merkezi'nden Barbara Harf) Tabii ki özensiz değildi. Dergi, "Ölüm Yüzyılı" başlığı altında dünyada 20. yüzyıl (ama sadece 20. yüzyıl) boyunca yaşanmış politik, etnik ya da dinsel nedenlerle gerçekleşen kıyımları listelemişti. Öldürülen insanların sayılarına göre şişirilen balonlarla renklendirilmiş bir grafik eşliğinde. Listenin birinci sırasında Namibya bulunuyor. İkinci sırada ise tabii ki Türkiye. "Türkiye: 1.500.000." Soykırımla ilgili makalede de, 1915-1923 arasında Türkiye'de bir buçuk milyon Ermeni'nin soykırıma uğratıldığı özellikle vurgulanmıştı. Soykırım olup olmaması bir yana, 1915'te yaşanmış bir olay neden 1923'e kadar özellikle yayılmıştı? Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'nı da bu olayla bağlantılandırmak istiyorlardı herhalde. Çünkü hiçbir açıklama yok. Sanki hükme bağlanmış, sorgulanamaz, kuşku duyulamaz bir gerçekmiş gibi. Oysa tam tersiydi, 1915'ten sonra Doğu Anadolu bölgesi ve daha sonra da Türkiye'nin dört bir yanı işgale uğramıştı. O yıllarda Türkler Ermenileri değil, örneğin Fransız işgalcilerle birlikte Çukurova'ya devlet kurmak üzere gelen Ermeni teşkilatları Türkleri kıymakla meşguldü.
NG'nin listesi başka tuhaflıklarla da doluydu: Ülke adlarının karşısında kıyıma uğrayan insanların sayıları verilmişti. Örneğin "Cezayir: 30.000" denilmişti. Ya da "G. Vietnam 500.000". Cezayir'de ya da Vietnam'da kimlerin soykırıma uğradığı, bu suçu kimlerin işlediği ise belirtilmemiş ti. Bilmeyen biri, bu listeye bakarak, Cezayirlilerin ya da Vietnamlıların soykırıma uğradığına değil de soykırım yaptıklarına hükmedebilirdi.
Örneğin listenin birinci sırasındaki Namibya'da kim soykırıma uğramıştı? Öldürülen 75 bin kişi kimdi ve niçin öldürülmüştü? Ancak Namibya'yı iyi bilenler, o da tarih kitaplarına bakarak bir sonuç çıkarabilirdi. Grafiğe göre, olay 1900 ile 1910 arasında bir tarihte gerçekleşmiş. Öyleyse bu, Avrupalı sömürgecilerin Afrika'ya yaptıkları en korkunç saldırılardan biri olan ve Almanların 1904-1905 yıllarında Hereroların soyunu tüketme savaşı olmalıdır. Sömürge paylaşımında diğer Batılı güçlerden biraz geri kalan Alman İmparatorluğu, Namibya'ya çıktığında, Herero ve Nama halklarını, topraklarına ve hayvanlarına el koymak için sistematik bir soykırıma uğrattı. Bu imha seferinin anlatıldığı kitapta, soykırım bir "medeniyet müdahalesi" olarak kutsandı: ";Bu siyahlar, Tanrı ve insanlar namına ölümü hak ettiler; iki yüz çiftçiyi öldürüp bize karşı isyan ettiklerinden değil ama ev kurmayıp kuyu açmadıkları için. Tanrı bizi burada galip kıldı, çünkü biz daha soylu ve ilericiyiz." Evet, soykırımın gerekçesi buydu. Bu arada, yerlilerin topraklarına ve iki buçuk milyon baş hayvanına da el konulmuştu. Aradan 90 yıl geçtikten sonra Herero temsilcileri soykırım için Alman hükümetinden 2 milyar mark tazminat talebinde bulundular ama Yahudi soykırımı için belirlenen tazminatı son kuruşuna kadar ödeyen Almanya oralı bile olmadı. Ne var ki, faili belirsiz de olsa listenin birinci sırasına konularak, 20. yüzyılın ilk soykırımının Almanlara yüklenmesi, yine de haksızlık! Çünkü ilk sıra onlara ait değil. Göreceğiz.
Listeye dönelim. Listeyi yayımlayanlar, kimi olaylar görmezden gelinemeyecek kadar net olduğu için bunları saklamak yerine suçluyu belirsiz tutmayı yeğlemiş. Cezayir'de bir soykırım işlendiğini kabul etmiş ama Fransa'yı görmezden gelmiş. Üstelik ölüm sayısını son derece küçük göstermiş. Sadece Setif'in bombalanmasında 45 bin kişi ölmüşken, 1954-1962 yılları arasında 1 milyon civarında insan katledilmişken, derginin uygun gördüğü rakam sadece 30 bin. Yoksa bunlar Cezayirli direnişçilerin öldürdüğü Fransız askerleri ve sömürgeciler olmasın! Belki de diyeceğim ama hayatını kaybeden Fransızların sayısı o kadar değildi. Üstelik Cezayirlilerin yaşadığı soykırım öyle vahimdi ki Birleşmiş Milletler, kan dökülmesinin önüne geçilmesi için bir karar almıştı. Fransa'nın Cezayir'deki ordusunun komutanının buna cevabı şu olmuştu: "Kan dökülmemesinin tek yolu, dökecek kanın olmamasıdır." Tuhaftır, geçenlerde Cezayir devlet başkanı, uygulanan soykırım için Fransa'nın özür dilemesini istediğinde de, Fransa dolaylı bir cevap verdi: "Sömürgeciliğin iyi taraflarının okullarda okutulmasını öngören bir yasayı" meclisinden geçirdi.
Liste, Vietnam örneğinde daha da sorunlu hale geliyor. Buradaki soykırımın ABD ile bağının kurulmasını hepten önlemek için "S. Vietnam", yani Güney Vietnam diye yazılmış. Amerikan resmi tezini bilenler için bunu anlamı şudur: "Vietnam'da 500 bin kişi öldürüldü ama bu Güney-Kuzey savaşında, Güney Vietnamlıların işlediği bir suçtur." Liste sadece suçluyu saklamakla kalmamış, SSCB ve Çin söz konusu olduğunda son derece cömertçe davranılırken, Vietnam'da öldürülenlerin sayısı beşte bire indirilmiş. Oysa Vietnam arka arkaya iki kez soykırıma uğradı. Birincisi 1946-1954 arasında Fransızların bağımsızlık hareketini bastırmak için işlediği soykırımdır ki bir milyona yakın Vietnamlı hayatını kaybetti. İkincisi ise listeyi hazırlayanları n "bilmediği" ama dünyanın çok iyi bildiği ABD'nin hanesine yazılı soykırımdır. ABD işgal ettiği ülkeden 1976'da çekildiğinde iki buçuk milyon ölü ve ruhen ya da bedenen toptan sakatlanmış bir nüfus bırakmıştı. Ama ABD, kaybettiği bir savaşı, "Rambo" filmleriyle sonradan kazanmakla kalmamış, işlediği soykırımı da gözlerden saklamayı başarmıştı. Hem saklamasa ne olacaktı ki; hangi güç bunu öne sürebilir ya da kabullendirebilirdi ?
Sadece bu örnekler listeyi hazırlayan mantığın sakatlığını yeterince gösteriyor. Listeye ilişkin herhangi bir açıklama yapılmadığı için de bu faili belirsiz ve rakamlarıyla oynanmış olayları tek tek ele almanın bir anlamı yok. Ancak 20. yüzyılda yaşanan soykırım sorumluları arasına, Almanya hariç neden tek bir Batılı devletin alınmadığını sormakta yarar var. Böylece daha tutarlı ve geniş bir liste ortaya çıkabilir belki.
Ama öncelikle şu tarih meselesini, soykırımların neden 1900 yılından itibaren başlatıldığını anlamamız gerekiyor. Listeleme ve sınıflandırmada olduğu gibi, sınırı ve miladı da Batı belirler. Diğer herkese de bunu kabul etmek düşer. Soykırımdan mı bahsedeceksiniz? Kalkış noktanız, 1900 olmalı. Batılı böyle sınıflandırmıştır ve o tarihten önce ne olduğunun önemi yoktur. Düşünün ki, 1900 yılında dünyanın herhangi bir yerinde bir soykırım meydana geliyor ve bu bir soykırım suçu. Ama diyelim bu tarihten hemen bir yıl önce, yani 1899'da nitelikleri ve boyutları itibariyle tam bir soykırım yaşanmış olsun. Hayır, onu soykırım sayamazsınız. İnsan hakları kavramına, demokrasinin gelişimine yaslanan açıklamalar getirilir ama inanmayın; "beyaz adam" kendini kurtarmak istiyor da ondan.
Eğer, ikna olmamışsanız, meselelere Batı'nın zaviyesinden bakmıyorsanız, referansınız bu liste örneğinde olduğu gibi National Geographic değilse ve 1900 öncesine doğru bir yolculuğa çıkıyorsanız, gördükleriniz sizi şaşkına çevirebilir. Dünyanın dört bucağı soykırımlarla kavrulmuştur ve hepsinin sorumlusu Batılı güçlerdir. Söz konusu olan öyle yerel katliamlar, savaşlara bağlı kıyımlar filan değildir; doğrudan doğruya kıtaların (Amerika, Afrika ve Avustralya kıtaları boydan boya soykırım toprağıdır), ülkelerin toptan insansızlaştırılması dır. Milyonlarca ve milyonlarca insan sırf Guançe, Kızılderili, Aborijin, Maori oldukları için, derilerinin rengi siyah olduğu için, çekik gözlü oldukları için ya da farklı dini inanışlara sahip oldukları için acımasızca katledilmişlerdir. Bütün bu olaylarda soykırım suçunun tüm öğeleri mevcuttur ve sanıldığı gibi yüzyıllar öncesinin olayları değillerdir. Evet, beş yüz yıl önce başlamıştır ama 20. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir ve hatta bazı ülkelerde halen sürdürülmektedir.
Geçmişe ilişkin bu kısa yolculuk şunu da gösterecektir: Soykırım bir Avrupa icadıdır. Temel dayanakları da başta ırkçılık olmak üzere tamamıyla Avrupai söylemler ve kölecilik, sömürgecilik, emperyalizm gibi Avrupai pratiklerdir. Avrupa dünyaya demokrasiyi, insan hakları kavramını, özgürlük idealini bahşettiği için ne kadar övünse yeridir. Ama ırkçılığı, faşizmi, ötekini aşağılama ve hor görmeyi, dinsel, kültürel, etnik farklılıklara saygı göstermektense onları yok sayma anlayışını dalga dalga yayan merkez olduğunu da unutturamayacaktı r.
Her icat, öncelikle sahibine yarar. Soykırım icadı, Batılı beyaz adama yeni topraklar, yeni ülkeler, yeni kıtalar (Bazı tarihçiler bugün Avustralya ve Amerika'dan "Yeni Avrupalar" diye söz ederken büyük haz duymaktadırlar) ve dolayısıyla büyük zenginlikler kazandırdı. Ne modern fikirlerin, ne hümanizmanın, ne kilisenin, ne bilimin, ne felsefenin, ne de hukukun söyleyeceği bir şey vardı. 16. yüzyılda Kanarya Adaları'nın halkı Guançelerin tek bir kişi kalmamacasına ortadan kaldırılmasını "Kanaryaların taş çağından kurtulması" diye kutsayan zihniyetle; 20. yüzyıl açılırken "Daha soylu ve daha erkek insanlardan doğan yüksek uygarlıklar önünde, alçak uygarlıkların ve çürümekte olan ırkların ortadan kalkması Tanrı'nın sınırsız tasarısının bir parçasıdır" diyerek Filipinler'deki soykırıma övgüler düzen Amerikan senatörünün zihniyeti bir ve aynıydı. Yabancıya, zayıf ve aciz olana, uzaktakine, rengi ya da dini farklı olana karşı uygulandığı sürece sorun yoktu. Ta ki, faşizmin kendisi gibi, soykırım da sömürgelerden anavatana, uzaktan yakına, Avrupa'nın ortasına taşınıncaya ve tüm dünyanın gözleri önünde ve bütün Avrupa'nın ortak olduğu Yahudi ve Çingene soykırımları yaşanıncaya kadar.
Tek bir örnek yetecektir. Almanya'da Yahudiler soykırım vagonlarına bindirildiğinde ABD'de Yahudi aleyhtarlığı doruğundaydı. Gazeteler, dergiler Nazilerden övgüyle bahsediyordu. Öte yandan, işgal altında olsalar da İtalya'dan Belçika'ya, Fransa'dan Polonya'ya işbirlikçiler Yahudi avında Nazilerden geri kalmamışlardı. Her şey olup bittikten, Naziler işlerini tamamladıktan sonra, soykırım uluslararası hukuktaki yerini aldı. Herkes hayret ve şaşkınlık içindeydi; Yahudilerin soykırıma uğramış olması değil de, Batı uygarlığının böyle bir yola sapmış olması ürkütücüydü. Nazilerin bu suçu dışarıdan bir kaynaktan örnek almış olabileceği üzerine teoriler geliştirildi. Bire bir aynı yöntem ve niyetlerle uygulanmasına karşın, sömürgelerde yaşanan ve halen yaşanmakta olan soykırımlar hatırlanmadı bile. Kimse de onlara hatırlatmadı. Sonrasını biliyoruz. 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanmış onca trajedi arasından, 1915 yılında Türkiye'de yaşanan Ermeni tehciri ilk soykırım olarak tanımlandı.
Gerçekten öyle miydi? Burada Ermeni tehcirinin soykırım olup olmadığını tartışmayacağız. Atlas dergisi, bu konuyu iki kez çok ayrıntılı bir şekilde inceledi. O incelemelere Atlas'ın internet sitesinden ulaşılabilir. Şimdi üzerinde duracağımız soru şu: Bu, 20. yüzyılın ilk olayı mıydı? Böyle bir soru sorulmadı. Bunun yerine, kayda değer bir bellek kaybı öne çıktı. Arada sırada, eski yüzyıllarda olanlardan veya sömürgelerdeki kurbanlardan söz edenler oluyordu. Ama o kurbanlar "kendi felaketlerinin failleri olarak suçlu" sayılmak üzere anılıyorlardı.
Yukarıda, biri Almanya'yı, biri ABD'yi, biri de Fransa'yı ilgilendiren üç soykırım olayından söz ettik. Hiçbir listede yer almamalarına rağmen. üçü de 20. yüzyılda yaşanmıştı. Peki, ilk soykırım hangisiydi ve faili kimdi?
İlk Soykırım
ABD Başkanı McKinley, 1898 yazında şunları söylemişti: "Kaç gece diz çökerek ışık vermesi ve önderlik etmesi için ulu Tanrı'ya yalvardım. Ve bir gece (ışık) geldi... Filipinler'in hepsini almaktan ve Filipinlileri eğitmekten başka çıkar yol yoktu." McKinley'e "Tanrıların bir hediyesi" olarak sunulan Filipinler, o sırada, İspanyol sömürge rejimine karşı bir bağımsızlık savaşı vermekteydi ve hürriyetine kavuşmanın eşiğindeydi. ABD de Filipinlilerin hürriyeti için 1898'de donanmasını ülkeye göndermişti. Sonra da İspanyollara 20 milyon dolar verip üç bin adadan oluşan Filipinler'e tümden sahip olmuştu. ABD, adaları Filipinler halkına teslim edeceğine dair isyancılara söz vermişti. Ama "Amerikan bayrağı bir kez dikildiği yerden indirilmemelidir" diye haykırıyordu kongrede Senatör Beveridge. Bilim adamları ve medya da boş durmuyordu. Prof. Coolidge, Filipinlilerin "uygarlık yönünde hiçbir yetenek göstermeyen bir ırktan" olduklarını bildiriyor, Washington Post, "Sorumluluğumuzu kabul etmek zorundayız, bu sorumluluk emperyalist bir politikadır" diye yazıyordu. Bunlara karşı çıkanlarla birlikte Amerikan politikası en renkli günlerini yaşarken, Filipinler, 20. yüzyıla kan revan içinde giriyordu. Filipin halkının bağımsızlık talebine, 1899'da başlayıp 1902 yılına kadar sürecek sistematik bir soykırım hamlesiyle cevap verildi. Sivillere yönelik bombardımanlar ve her türlü imha operasyonları , gıda ambargoları, planlı katliamlar ve toplama kamplarının ilk versiyonları (bu sonuncusu bir yasayla düzenlendi; Reconcentration Law, 1903) burada uygulandı. ABD'li komutanın birliklerine verdiği günlük emirlerden biri şuydu: "Öldürmeniz, yağmalamanız ve yıkıp yakmanız gerekiyor." Görevleri "her şeyi yakmak ve herkesi öldürmek" olan 124 bin Amerikan askeri, üç yıl içinde ayaklanmayı bastırdı. Bu, Filipin halkının altıda birinin (o sırada Filipinler nüfusu beş milyon civarındaydı) öldürüldüğü anlamına geliyordu. 20. yüzyılın bu ilk soykırımıyla ilgili olarak yapılan eleştirilere Senatör Beveridge şu cevabı vermişti: "Bizim savaş yönetimimizin acımasız olduğuna dair suçlamalar vardı. Sayın senatörler, tam tersi söz konusudur. Göz önünde bulundurmanız gerekir ki, oradakiler Amerikalılar ya da Avrupalılar değildi; onlar oryantal idiler."
Şimdi, listeye bakalım. Evet, listede Filipinler var. 1970-1980 arasına sıkıştırılmış balon 60 bin ölümden bahsediyor. Demek ki, ABD'nin kuklası diktatör Marcos'un, kendi halkına karşı uyguladığı katliam hesaba katılıyor da, yüzyılın başında katledilen bir milyona yakın Filipinli hatırlanmıyor. Unutulan bir diğer şey de Marcos'un cinayet çetelerinin ABD ordusu ve gizli servisince örgütlendiği ve Marcos başta ülkeden kaçmak zorunda kalan katillere ABD'nin kucak açtığı.
Aynı unutkanlık komplosu, Belçika'nın 1908'e kadar 10 milyondan fazla Kongoluyu en aşağılık işkencelerle soykırıma uğrattığı gerçeğini de karartır. Balkanlar'da 1912-1913 yıllarında Türklere, Arnavutlara ve Boşnaklara uygulanan soykırım ve sürgün de bu sayede hiç akla gelmez. Oysa tamamı sivil 650 bin kişi Bulgar, Sırp ve Yunan birliklerince öldürülmüş, bir o kadarı topraklarından sürülüp atılmıştı. İtalya'nın Libya'da 1911'den 1940'lı yıllara kadar sivillere uyguladığı imha operasyonları ve çölün ortasına kurduğu toplama kamplarında on binlerce kişi hayatını kaybetti. Aynı İtalya'nın suç hanesinde 200 bin Etiyopyalının katli de vardır. Bunlara, bağımsızlığına kavuşmak isteyen sömürge halklara uygulanan katliamlar (örneğin İspanya'nın Fas'ta, Portekiz'in Angola'da yaptıkları, Hollanda'nın Endonezya'da yaptıkları) ve halihazırda girişilen kitlesel kıyımlar da eklenmelidir.
Listeye, 1940-1950 arasında Hindistan'da bir milyon insanın ölümüyle sonuçlanan kıyımı yerleştirenler, en azından, yakın tarihinde 26 soykırım belgesi taşıyan İngiltere'nin 1876'da Hindistan'da 25 milyon insanın ölümünden sorumlu olduğunu unutmamalıdır. Aynı İngiltere'nin 1952 yılında Kenya'daki ayaklanmayı bastırma girişimlerinin bir katliamla sonuçlandığını da hatırlamalıdır.
Elbette ki, Doğulu ya da Batılı, Müslüman ya da Hıristiyan, komünist ya da faşist, kim haksız bir savaşa bulaşmışsa, kim etnik, dinsel ya da politik özellikleri nedeniyle insanları kıyıma uğratmışsa bu utanç listesindeki yerini almalıdır. Ama bu listenin de doğru, tarafsız, çarpıtılmamış, abartılmamış, siyasi çıkarlardan bağımsız olması şarttır. Bu da hazırlayanları n vicdanına ya da vicdansızlığına bağlıdır.
ATLAS Sayı 155 / Şubat 2006