SOYUTLAMA ÜZERİNE (13)
Düşünmeye başlamak, demek ki, doğrudan somuttan hareketle değil, bu somutla ilgili soyut belirlenmelerin, örneğin onlara verilen isimlerin, düşünce yoluyla yeniden-üretimine girişmek demek oluyor.
Bu ‘yeniden-üretim’ kavramı ise, bir başına ele alınabilecek felsefî/tarihsel/bilimsel bir boyut taşımakta olup, ayrı bir yazı dizisinin konusunu oluşturmaktadır.
Böylece düşüncede ‘yeniden üretim’ yoluyla ‘düşüncedeki somut’a ulaşılmaktadır ki, örneğin Marx somutun zenginlik ve dolayısıyla farklı belirlenimlerin ‘birlik’ ya da ‘bütünlük’ünü ekonomi politikteki üretim/tüketim/bölüşümün bütünlüğünü ‘düşüncede’ sağlamaya ‘iyi’ veya ‘bilimsel’ soyutlama’ demekte idi.
Gerçekten de, bu üç kavram somutta bir ve aynı süreç içinde belirlenmekte ve aralarındaki ilişki (rapport) ancak ve sadece bir ‘düzey’ oluşturmaktadır.
Nitekim, gelişigüzel kullanılan ‘düzey’ kavramının, klasik ya da neo-klasik değil ama doğrudan Marksist olmayan tüm ‘iktisatçı’lar tarafından ayrı bir ‘platform’ (düzlem) olarak ele alınmasının nasıl, yanlış olmasa bile ‘somuta aykırı’ sonuçlar doğurduğunu görüyoruz.
Değil mi ki, ‘somut’u olduğu ve göründüğü gibi ‘somut’ olarak ‘algılama’nın onu ‘anlama’mıza yardımcı olmadığını söyleyerek geliyoruz.
Örneğin, bu tip ekonomistler, ‘üretim’ yapan bir üreticinin ‘bölüşüm’ü aklının ucundan bile geçmemekte, yani kuram ya da modellerini bu ‘varsayım’ üzerine kurmaktadırlar.
Oysa, Marx’ın sanki salt ‘düşünce’de kuruyormuş gibi sanılan üretim/tüketim/bölüşüm ilişkisi, gerçekte ‘somut’ta da bulunmakta ancak örneğin ampirist bir yaklaşımda bu ‘rapport’ ya görülmemekte ya da görmezden gelinmektedir.
Böyle olunca, ‘soyut düşünce’nin ‘somut’la çakışması ya da ‘düşüncedeki somut’un ontolijik somutu sarmasının ne demek olduğunun ayırdına varılmamaktadır.
Oysa, “Eğer şeylerin görünüm ve özleri çakışmış olsaydı bilime gerek kalmazdı” sözünde kastedilen ‘bilimsel çaba’, bu ‘somut’ ile ‘soyut’un çakışmasını sağlamaya yönelik olup, tam da bu nedenle ‘gerçek’ ya da ‘bilimsel soyutlama’ diye nitelendirilmektedir.
Marx Grundrisse’de, “Burjuvalar ve (onların) hödük (vulgaire) ekonomistlerinin […] bakış açıları, (somutun) içsel bütünlüğünü değil ama sadece doğrudan yansıyan görüngüsel (phénoménale) ilişkilerini (rapports) görmelerine olanak verir” demektedir.
Ve ardından “Eğer öyle olsaydı, bilime ne gerek vardı?” diye sormaktadır.
Örneğin, bir malın değeri ‘fiyat’ıyla gösteriliyor ise, şu kadarı hammadde, şu kadarı üretiminde kullanılan enerji vb ara mallar, işçinin ücreti, üreticinin kârı ve vergisinin toplamıdır denilecek olması halinde, Türkçesiyle bir ‘bakkal hesabı’ndan ileri gidilmiş olabilir mi?
O zaman bir dizi ‘üretim kuramı’ ve ‘modeli’ kurup ‘politikası’ önermek için profesör olmaya ne gerek var, değil mi ama?
Ya da bu ‘profesör’lerin ‘kabzımal’dan ne farkları var denilmeyecek midir?
Ki, kimi kabzımalın nice profesörden daha iyi hesap yapabilecekleri bile söylenebilir.
Oysa somutun ‘içsel bütünlüğü’nü görmek demek, ‘iç ilişkileri’ ve aynı anlama gelmek üzere ‘iç çelişkileri’ni de görmek demektir.
‘Görüntü’ ile ‘öz’ çelişkisini görebilmek ise, bir üst düzeyde ‘toplumsal çelişkileri’ de görmemize olanak verecektir.
Ancak ‘o ayrı’- ‘bu ayrı’ diye baştan bir ‘önyargı’yla hareket edildiğinde, baştan ‘soyutlama’ ve ya da ‘bilimsel bakış’a ket vurulmuş, yani önü kesilmiş olacaktır.
Kaldı ki, burada ‘bilimsel bakış’ ya da ‘gerçek soyutlama’nın kişisel olarak değil ama ‘toplumsal’ olarak gerçekleştirilmesine de gidilebilir.
Nitekim ‘toplumsal aydınlanma’ demek, işte tam da bu demektir.
Ve bir ‘sorun’ varlığının ayırdına varılmasının onun ‘çözümü’nün de başlangıcı olduğu genel olarak bilinmektedir.
Bir başka deyişle, ‘kuramsal gerçeklik’ ya da ‘gerçek soyutlama’nın pratiğe geçirilmesi demektir.
Böylece, toplumsal düzeyde, kuram ile eylemin bütünleştirilmesi demek olan ‘toplumsal değişim’in de önü açılacak demektir.
Demek ki, baştan buyana ‘soyutlama’ ve ‘bilimsel bakış’ konusunu ele almamız, akademik düzeyde bir çalışma olduğu kadar, toplumsal pratikle de doğrudan ilişkili olup sıradan her yurttaşın ilgisine yönelik olarak yapılmaktadır.
Yoksa ‘büyük laf’ etmek güdüsüyle yapılmakta değildir.
Nitekim, kimi okuyucunun, bu tür konuları ‘sosyal medya’da yayınlamanın ne gereği var diye sorduklarını görüyorum.
O bilinen sözle’, “burada senin öykün yazılmaya çalışılıyor” diyerek bu yazımızı da sonlandıralım.
(Sürecek)