SOYUTLAMA ÜZERİNE (5)
‘Tanımlama’nın önemli olduğunu söylüyorduk.
Çünkü tanımlayabilmek için, her şeyden önce tanımlayacağımız şeyi ‘tanıma’mız gerekmektedir.
Tanıma ise, özde aklın bir ‘meydan okuma’sı, bir ‘merak’ın giderme çabasının sonucudur.
Ancak bu meydan okuma (defi), Mısırlıların Nil taşkınlarına meydan okuması, deniz-aşırı keşiflere zorlayan meydan okumalar ve yine düşman uçaklarına karşı koymak için radarın keşfine yol açan zorunluluklar karşısındaki gibi meydan okumalar olabilirler.
Öyle ki, kimilerince ‘şüphe’ye dayandırılan tanıma merakı, olsa olsa aklın meydan okumasının bir alt ‘düzey’ini oluşturmaktadır denilebilir.
Öte yandan, Portekiz ve İspanyolların deniz-aşırı keşiflere yol açan okyanuslara meydan okumasının ekonomik, politik, sosyal bir dizi sonuçlar doğurduğunu; yani meydan okumanın çoklu sonuçlara yol açabileceğini de belirtmek gerekir.
İşte aklın bu ‘meydan okuması’ ister istemez bir ‘soyutlama’ yapmayı da beraberinde getirecektir.
Örneğin, Bohr’un mikro-fizikte ‘atom’u tasarlaması ‘soyutlama’ için en güzel örneklerden birini oluşturmaktadır.
O güne değin bilinmeyen, ama kuşkulanılan diyelim, mikroskop ötesi atom ve devinimi, yerçekimi yasası ve gezegenler modeline dayanılarak, ancak ‘soyutta’ tasarlanıp hesaplanabilmişti.
Burada, yani mikro fizikte, görülemeyen bir şey ancak ‘tasarım’ olarak, bir bakıma insanın duyum/algı ve giderek aklına bir ‘défi’ oluşturuyordu, ki günümüzde artık elektronların da parçalanmasına kadar vardırılmış bulunmaktadır.
Daha sonra ise Plank ve kuantum modelleri ile geliştirilmiştir ki, yine bu da çok daha başka alanlardaki gelişmelere kaynaklık etmiştir.
Sosyal alanda ise, burjuvazinin önce feodaliteye ve ardından işçi sınıfına ‘meydan okuması’nın, kendi ‘sınıfsal soyutlamalar’ı doğurduğu ileri sürülebilecektir.
O nedenle ‘burjuva kavramları’ gibi nitelendirmelerin hiç de küçümsenmemesi gerektiğini söyleyeceğiz.
Böylece her ‘soyutlama’nın gerçeği bulmaya yönelik değil ama onu çarpıtmaya yönelik olabileceği de söylenebilecektir.
Ancak her tezin bir antitezi olduğu da gözden kaçmamalıdır.
Genelleşmiş bir meydan okuma karşıtını yani genelleşmiş bir güvensizliği (défience) de doğuracaktır.
O arada ‘rastlantısallık’ olasılığını da gözden ırak tutmamak gerekmektedir.
Ancak doğru bir ‘soyutlama’ yapmanın ilk koşulu, bir başka ‘soyut’tan değil ama kesinlikle ‘somut’tan hareket etmektir.
Ekonomi politik alanında Marx’ın Grundrisse’de sözünü ettiği somut-soyut ilişkisi,1960’lı yıllarda İtalya’da della Volpe ve Coletti, Fransa’da Althusser, Henri Denis ve Lucien Sève ve Almanya’da Reichelt ve Rosdolsky tarafından yeniden ele alınmış olmasına karşın, yarım yüzyıl kadar sanki üzeri örtülü olarak durmuştur.
Ancak son yıllarda konunun yeniden ele alındığı gözlemlenmektedir.
Bunun da güncel somutla denenmesi amacıyla yapıldığına kuşku yoktur.
Nitekim, Althusser ve Rosdolsky’nin yaklaşımlarına başka yazılarımızda değinmiştik.
Bu yazı dizimizde ise, daha çok André Tosel’in ‘Marx ve Soyutlamalar’ başlıklı makalesine gönderme yapacağız (1).
Çünkü Tosel, denildiği üzere Genç Marx’ın ‘spekülatif soyutlaması’, ‘bilimsel soyutlama’ sorunu ve olgun Marx’taki ‘emek soyutlaması’ bağlamında geliştirilen ‘gerçek soyutlama’ları, günümüz ‘dünya ekonomisi’ (économie-monde) bağlamında ele almaktadır.
Bu noktada ‘diyalektik’ ile ‘düşüncede diyalektik’ arasındaki ayırıma dikkat çekmemiz gerekebilir.
Örneğin doğada, toplumda ya da düşüncede ‘diyalektik der ki’ veya ‘diyalektiğe göre’ gibi kimi açıklamaların doğru olamayacağını söyleyeceğiz.
Öte yandan, derin düşünmenin (reflexion) asla kavramın içeriğini veya dūșūncenin içeriğini tükettiğini söyleyemeyiz.
Çünkü dūșūncenin devinimi (ya da dūșūncedeki devinim) asla doğadaki, tarihteki ve dūșūncenin kendisindeki devinim ile çalıșmaz.
Ancak ve sadece tūm devinimler arasında diyalektik bir ilișki vardır denilebilir.
Ki dūșūncenin içinde de bir devinim vardır.
Yani bir ‘yansıma’dan çok bir ‘oluşum’dan söz edilebilir.
Nitekim Marx da Hegel gibi, sabit ve ayrık (fixe et isolé) belirlemelere ulaşan ‘soyutlama’ ile ‘düşünce’yi (pensée) birbirlerinden ayrı tutmuşlardır.
Ve her ikisi de, tüm ‘gerçek düşünce’nin (idée), düşünülmemiş olanları dikkate almadığını, dolayısıyla oradan ileri sürülebilecek çelişkileri dışarıda bıraktığını varsaymaktadırlar.
Aksi halde, ‘düşünce’nin kendisi ‘yanlış düşünce’ye dönüşebilecektir.
Böylece birer ‘soyutlama’ olan ‘burjuva kavramları’na sarılıp, ‘bu da benim düşüncem’ diye diretmenin ne kadar boş olduğu kendiliğinden ortaya çıkmış olmaktadır.
(Sürecek)
(1) André Tosel, “Marx et les abstractions”, dans Archives de Philosophie 2002/2 (Tome 65), pp:311-334 https:/www. Cairn.İnfo/revue-archives-de-philosophie