
Dr. Noyan UMRUK
IMF, Türkiye'nin ekonomik şartlarının iyileştiğini belirterek, Türkiye ile olası bir kredi için yapılmakta olan stand-by görüşmelerinin artık devam etmediğini açıkladı. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın, konuyla ilgili olarak, IMF ile görüşmelerin Mayıs ayına kadar sona erdirildiğini, Mayıs'tan sonrası içinse henüz bir şeyin belli olmadığını söylemesine rağmen, başta "yandaş"lar olmak üzere medya ve AKP, gelinen durumu hükümetin bir başarısı olarak sunuyor.
İlişkilerde gelinen durum, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın IMF'ye zaman zaman yönelttiği eleştiriler ve sert çıkışlarla uyumlu olunca, "hükümet IMF'ye meydan okuyor" diye yorumlanıyor.
Korkut Boratav ve Tevfik Çavdar IMF-Türkiye ilişkilerinde gelinen son durumu değerlendirdiler ve AKP hükümeti ile IMF arasında bir anlaşma imzalanamamış olmasının, AKP'nin IMF'ye meydan okuması olarak değerlendirilemeyeceğinde birleştiler. İktisatçılara göre Türkiye, zaten bir "IMF programı" uyguluyor ve ekonomi IMF'nin istediği neo-liberal ilkelere göre yönetiliyor. IMF'nin işlevinin değişmiş olması, AKP hükümetine seçim öncesi IMF'siz yola devam etme lüksü ve imkanı veriyor.
Boratav: "IMF'siz bir IMF programı uygulanıyor..."
Korkut Boratav, Türkiye'de IMF ile anlaşma imzalanmamış olmasına rağmen "eksik bir IMF" programının zaten uygulanmakta olduğunu, eksikliğin ise AKP'nin seçim öncesinde mali olarak kısmi bir esneklik arayışından kaynaklandığını tespit ediyor. Bunalım ve işsizliğin arttığı ortamda uygulananın bir nevi IMF programı olduğunu söyleyen Boratav, işgücü piyasalarının esnekleştirilmesinin gündeme getirildiğini belirtiyor:
“Şu anda Türkiye’de bir stand-by anlaşması olmaksızın uygulanan bir ‘eksik IMF programı’ var. Hükümetin orta vadeli programı, 2009-2012 arasında kamu maliyesinde milli gelirin yüzde 3.4’ü oranında daralma (giderlerde kısılma, vergilerde artış) öngörüyor. Bu, bunalım ve işsizlik ortamında, ekonomiyi en azından durgunluğa sürükleyen bir IMF programıdır. Keza, neoliberal/piyasacı ‘yapısal reform’ öğeleri, örneğin işgücü piyasalarını esnekleştirme, bu programda yer alıyor. Olası bir stand-by’a göre ‘eksiklikler’ ise, anlaşılan, AKP’nin bir seçim konjonktüründeki hareket esnekliğini sınırlayacak öğelerden kaynaklanıyor: ‘Mali kural’ cenderesinin 2011’den önce uygulanmaya başlanması, vergi idaresinin özerkleştirilmesi ve belediyelere aktarılacak kaynaklarda kısıtlanma gibi… IMF’nin olmaması iyidir; ama, sorun, emek-karşıtı programların sürdürülüp sürdürülmemesidir.”
Boratav, IMF ile ilişkilerde gelinen son noktanın "One Minute" şovunun ekonomide sürdürüldüğü yanılsaması yaratabileceğini vurgulayarak, asıl meselenin uygulanan ekonomi politikalarının içeriği olduğuna işaret ediyor:
“Hükümetin bu imgeye dayalı bir propaganda ve söylem sürdürmeye çalışacağı muhakkak. Halk sınıflarına dayalı bir muhalefet ise, IMF’nin varlığı-yokluğu üzerine değil; uygulanan politika ve yönelişlerin kime yaradığı-kime yüklendiği olguları üzerine olmalı.
“Sermaye, doğrudan bir stand-by’ı yeğlemekle birlikte, yukarıda değindiğim, 'IMF’siz bir IMF programı'nı 'ikinci en iyi' olarak karşılayacaktır. Krizin ilk on iki ayını dışarıdan gelen bol kepçe kayıt-dışı para ve yerli sermayenin dış kaynaklarının bir bölümünü Türkiye’ye taşıması sayesinde (bu iki kaynağın toplamı 20 milyar dolara yaklaşıyor) finansal sistem çöküntüye uğramadı. Son aylarda, sıcak para girişlerinin ve dış borçlanmanın yeniden başlaması, 2010’u 'IMF’siz ve kazasız belasız atlatabilme' beklentisini canlandırdı. Böylece, hiç ders alınmadan geçmişin aynen tekrarından ibaret olan bir yaklaşım Türkiye’nin geleceğini belirlemektedir.”
Çavdar: "Ortada pazarlanabilecek bir başarı yok"
soL yazarı Tevfik Çavdar ise IMF'nin stand-by görüşmelerini durdurmuş olmasının AKP hükümetinin IMF'siz devam etme tercihinden çok, Türkiye'nin uluslararası sermaye açısından çoktan "sağlam kazığa bağlanmış olması"yla ilgili olduğunu belirtti:
“AKP'nin başardığı kanısında değilim. IMF bildiğiniz gibi, Bretton Woods Anlaşması ile 2. Dünya Savaşı sonrasında dünya paralarını disipline etmek için kuruldu. Zamanla bu kuruluş, dünya ülkelerini kapitalist dünya sistemine uyumlu hale getirmek için kullanılmaya başlandı. IMF'nin getirdiği tüm kontroller ve yükümlülükler, ülkeleri kapitalist sisteme bağlamak üzerine kuruluydu.
“Bu açıdan bakıldığında bugün Türkiye ile IMF arasında bir stand-by gereksiz hale gelmiştir... 12 Eylül darbesinin de desteği ile Türkiye ekonomisi 1980'li yıllardan bugüne neo-liberal ilkeler doğrultusunda yeniden şekillendirilmiş ve dünya kapitalist sistemine bağlı ve bağımlı hale getirilmiştir.
“Burada 2001 krizinin ardından Türkiye'ye gelen Kemal Derviş'in rolü oldukça önemlidir. Derviş'in hayata geçirdiği reformlar ile Türkiye artık neo-liberal sistemin dışında hareket edemez olduğu için, dünya sermayesi açısından güvenilir hale gelmiştir. Derviş gibi uluslararası sermaye çevrelerinin yakından tanıdığı Mehmet Şimşek de aynı ekoldendir.
“24 Ocak Kararları, arkasından Turgut Özal, Kemal Derviş ve AKP hükümetlerinin attığı adımlarla şekillendirilen Türkiye ekonomisini, dünya kapitalizmi artık kontrol etmek ihtiyacı hissetmiyor. Türkiye'nin neo-liberal sisteme bütünüyle eklemlendiğini biliyor.”
Çavdar, ekonomi bütünüyle çökertilmiş ve bağımlı hale getirilmişken, neo-liberal ekonominin gereklerinin Türkiye için şimdilik IMF ile anlaşma yapılmasının gereksiz olduğunu gösterdiğini de vurguladı:
“'One Minute' tamamen siyasal bir şovdu... Bakın Başbakan Suudi Arabistan'dan yeni ödüllerle döndü. Sanayi tamamen taşeronlaşmış ve dışa bağımlı hale gelmiş. Dış ekonominin ihtiyaçları olan malları üretiyoruz. Kamunun elinde hiçbir şey kalmamış. Ekonomi politikaları, yabancılara satılan bankalarla yürütülüyor.
“Dolayısıyla AKP'nin çektiği bir restten söz edemeyiz. Ancak bugün gazetelere de yansıyan bir husus var. Yabancı Sermaye Derneği (YASED) Başkanı ve HSBC Genel Müdürü Piraye Antika, ‘IMF'ye ihtiyacımız var’ şeklinde bir açıklama yapmış. Özel sektör, bu talebiyle yaşadığı finansman zorluğuna çare arıyor ve bunun için ‘özel bir sigorta’ istiyor olabilir. Ancak, neo-liberal ekonominin gereklerinden anlayan biri, artık IMF'ye ihtiyacımızın kalmadığını bilir. Mesela iktisatçı Asaf Savaş Akat bile, IMF artık gereksiz diyebiliyor.
“IMF finansal manipülasyonları kontrol etmek için kurulmuştu. 1980’lerden sonra ABD'de Ronald Reagan ve İngiltere'de Margaret Teatcher'dan sonra IMF, eski işleviyle bir kenara bırakılmıştı. Paravan bir sigorta gibi kullanılıyordu.
“Neo-liberal sistemde, kriz dönemleri dışında istihdam yaratmayan büyüme konjonktürü yaşanıyor. Bu koşullarda, IMF artık istenmiyor, spekülatörler de IMF'yi istemiyor, yatırım fonları da istemiyor...”
Çağlayan: "IMF'nin yeni işlevi AKP'ye -seçim öncesi İMF'siz yola devam etme- gösterisi yapma olanağı sağlaması
Ergun Çağlayan, IMF'nin işlevinin bir kez daha değiştiğini vurgularken, yeni durumun geçici bir dönem için AKP hükümetine seçimler öncesi "IMF'siz yola devam etme lüksü" tanıdığını belirtti. Çağlayan, bugün ABD mali tekellerinin ve derecelendirme kuruluşlarının IMF'den daha prestijli hale geldiğini söyledi:
“Biliyorsunuz IMF'nin başına son 20 yılda çok şey geldi. Fon’un iki kutuplu dünya düzenindeki temel işlevi, döviz ihtiyacı olan ülkelere doğrudan doğruya kaynak yaratıp bu kaynağın çok uluslu büyük sermayenin kârlılığını artıracak şekilde harcanmasını sağlamaktı. Bizdeki Demirel hükümetleri tipindeki hükümetlerin tarım teşvikleri, enflasyondan yüksek kamu emekçisi zamları gibi oy amaçlı harcamalar yapmasını engellemeye çalışıyordu. Yüksek faiz, düşük ücret zammı, reel borçlanma faizlerinin sermayeye güvenli kâr sağlayacak şekilde korunması, temel ilkelerdi.
“1991 sonrasında ise fon, daha çok hakemlik görevi gördü. Borcu mali tekeller veriyor, kredibiliteyi ise IMF ölçüyordu. Kendi verdiği paralar sembolikti. Bunun istisnası 2001 Türkiye Şubat krizi oldu. Türkiye, uzun süre boyunca IMF'ye en borçlu ülke ünvanını taşıdı. Ancak bu dönemde üst üste başarısızlıklar ve öngörüsüzlükler yaşamaya başladı. 1990'ların ortalarında Meksika ve Uzakdoğu krizlerini, 2000'lerin başında ise Türkiye ve Arjantin krizlerini öngöremedi, hatta hükümetleri bu krizleri yaratacak politikalara zorladığı iddia edildi.
“Kısacası IMF'nin devri, 1990'larda değişmişti, şimdi bir kez daha değişiyor. IMF, sermayenin önünü açma kaygısını güttüğü sürece her dönemde farklı bir biçimde yeniden şekillendirilecektir. Ama sözünü ettiğim mevcut prestij düşüklüğü ve Türkiye'nin tanık olduğu kaynağı çoğu kez belirsiz nakit girişleri, AKP'ye ‘IMF'ye meydan okuma’ lüksünü en azından geçici olarak vermiş görünüyor. AKP, seçim öncesine gelen bu kısa dönemde bu lüksü kullanmayı tercih etti. Prestij düşüklüğüne örnek olarak bugünlerde herhangi bir ABD mali tekelinin bir ülke hakkındaki yatırım raporunun IMF raporlarından daha fazla ilgi çekmesini örnek olarak verebilirim. Ama bence bu durum geçici."
“Bugün ABD sermayesi egemenliğindeki IMF'ye koşut olarak Alman Maliye Bakanı’nın Yunanistan krizi benzeri krizler için AB'nin de böyle bir kuruluşa ihtiyacı olduğunu belirtmesi ibret vericidir. Ama emperyalizmin doğası gereği dünyadaki mali tekellerin çıkarlarını kollayacak ve bu çıkarları genel çıkarlarmışçasına makyajlayacak tek bir örgütün çeşitli biçimler altında var olmaya devam edeceğini tahmin ediyorum."
Öte yandan uluslarası derecelendirme kuruluşlarının, yeterli veriler-rasyolar oluşmamışken, giderek tam tersine olumsuz rasyolar sözkonusu iken, Türkiye'nin kredi notunda "göstermelik" iyileştirmeler yapması da, küresel sermaye, sistemin seçim eğik düzleminde mevcut iktidarın yolunu açma çabalarını simgelemektedir...