Suriye'de hedef doğru, 'ortak' yanlış
Ankara’nın Suriye’de ABD tarafından YPG üzerinden kurdurmak istediği Kürdistan ayağını “engelleme hedefi” doğrudur: müdahale esas olarak bunun için yapılıyor: hem ABD’nin bu girişimini engellemek hem de Suriye’nin bütünlüğünü korumak.
Ama bu doğru hedefe varmak için “Kürdistan stratejik amacını 1980’li yıllardan beri, fiili politikaları ile yürüten ABD ile uygulamak yanlıştır”. Aynen 1990’ların başında Ankara’nın ABD “talebi” üzerine Çekiç Güç’ü kabul ederek Irak’ın parçalanmasına yol açması gibi. ABD bugün, 1990’lı yıllarda olduğu gibi, “Ankara’yı razı ederek, BOP ve Kürdistan politikasını yürütüyor.”
Bu gerçek aklı başında herkes tarafından, iki artı ikinin dört ettiği kadar biline biline “Ankara doğru hedefine yanlış ortakla gidiyor”, neden? Türkiye’nin stratejik ulusal çıkarları, Ankara’nın Şam ile stratejik bir ortak gibi işbirliği yapmasını gerektirdiği halde bu siyasi irade neden gösterilemiyor?
- İşler, ABD’nin uzun vadeli stratejisi doğrultusunda yürüyor.
- “Mutabakata göre” Ankara, sadece sınırlı bir koridorun dışına çıkmayacak, YPG’yi onun ötesinde kovalamayacak.
- Peki, YPG o zaman dar koridor dışında, Güney’de Suriye’nin parçalanmasına ABD güvencesi altında kavuşacak ve Irak’taki durum tekrarlanacak. Ve Türkiye’nin esas hedefi gerçekleşemeyecek.
- “Uluslararası hukuk sonucu”, Ankara’nın Suriyelileri zorla gönderip idari kararla yerleştirmek istemesi, “konuyu zaten istismar etmeye başlayan Batı çevreleri ve Arap çevreleri tarafından engellenecek”.
- Elimizde de “bonus” olarak, dünyanın en azılı dinci radikal katiller gurubu IŞİD kalacak.
Bütün bu yazdıklarım, Türkiye’de aklı başında büyük bir çoğunluk tarafından benimsenen gerçekler olmasına karşın, Ankara tarafından neden değerlendirilemiyor? Arap Baharı felaketi ile ABD’nin başlattığı operasyona Ankara “dahil ettirilerek” Türkiye işin içine, çıkmamacasına sokuldu. Yemen’den Mısır’a, Suriye’den Libya’ya, Ortadoğu (ve Araplar) birbirine düşürüldü.
Siyasal İslam odaklı politikalarla Ankara’nın Şam’la arası açılarak Suriye’nin parçalanmasına yol açıldı. Şimdi biz, YPG’ye 50-60 bin TIR silah vererek onu eğiten ABD ile birlikte, YPG’ye karşı “haklı müdahalemizi yürütüyoruz”: hedef doğru, ortak yanlış.
“Ortağımız” Trump bize her türlü tehdidi ve şantajı yapıyor. ABD’nin bize karşı inşa ettiği PKK ve YPG’ye , “ABD ile mutabık kalarak” engel olmaya çalışıyoruz.
Yalnız Batı’yı değil, olmayan Arap dünyasını da karşımıza aldık, Körfez’den Mısır’a kadar. Prof. Brian Arthur’un “karmaşa kuramı” her şeyle hiçbir şey, varlar ve yoklar arasındaki silkelenmeleri, geliş gidişleri inceler. Tesadüfler, “pozitif dışsallıklar ve negatif (!) dışsallıklar” bizim bugünkü durumumuza çok uyuyor.
Hep anlatmaya çalıştığım gibi, siyasal İslam ve “Batıcılık” birbirlerinin ayrılmaz parçalarıdır. Emperyalizm son 150 yıldır bu sayede yaşadığımız coğrafyayı sömürerek bir bataklığa çevirmiştir. Körfez, Hazar, Karadeniz, Doğu Akdeniz dörtgeni kan gölü haline sokuldu ve bitmedi.
Atatürk Türkiyesi bu bataklığa karşı çıkıp Lozan’a ve Atatürk devrimlerine ulaşabildiği için “içerideki Batıcılar tarafından karşı çıkıldı”. Batı açısından, “bölgede kötü örnek oldu”.
Ankara Suriye’nin bütünlüğü ve YPG (PKK)’nin hakkından gelmek için, ABD ile değil, Şam ile “mutabık kalmak” zorundadır. Aksi halde sonuç, Çekiç Güç ve Irak’tan farklı olmaz. Ankara, bu siyasi iradeyi ortaya koymak zorundadır.
Yoksa Suriye bataklığından hiçbir şekilde çıkamadığımız gibi, emperyalizmin Kürdistan projesinin önünü kesmemiz imkânsız hale gelir.
Ankara’nın Esad’la kavgası en çok ABD’yi, İsrail’i, FETÖ’yü ve Kürtçüleri mutlu eder. Bu çok açık duruma karşın Ankara’nın Şam’la yoğun işbirliğine girememesinin arkasında başka nedenler mi var? Bunu bilmek, 82 milyonun en doğal hakkı: çünkü canıyla, kanıyla, ekonomisiyle bedeli ödeyen halkımız oluyor.
Erol MANİSALI, 15 Ekim 2019
erolmanisa@yahoo.com