Suriye'den Haydarpaşa'ya ve Sirkeci'ye
Türk Silahlı Kuvvetleri, terör örgütü PKK’ya ve onun uzantısı YPG’ye karşı sınır ötesi operasyon yürütürken, ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Ankara’ya geldi; ABD ve Türkiye arasında varılan anlaşma gereği, operasyon askıya alındı, PKKYPG’ye “güvenli bölge”nin güneyine inmeleri için 120 saat süre tanındı. Böylece ABD’nin baskısı sonucunda, Suriye’nin kuzeyindeki PKK-YPG etkisiz hale getirilip imha edilmekten kurtuldu ve örgütün güneye kaçması olanağı sağlandı.
Bu operasyon bir yandan, Türkiye’nin ABD’den bağımsız hareket edemediğini, bir yandan da ABD’nin ve AB’nin terör örgütü PKK’ya ve YPG’ye verdiği desteği ortaya çıkarmıştır. Bir NATO üyesi olan Türkiye’yi bölüp parçalamak amacı güden PKK-YPG’ye, NATO ülkelerinin karşı çıkması gerekirken, NATO bu bölücü terör örgütlerine sahip çıkma yolunu seçmiştir!
AKP’nin Türkiye’yi demokrasiden ve laiklikten uzaklaştırarak, Ortadoğu-Kuzey Afrika bölgesine montajlama projesi, Türkiye’nin gelişmiş ülkeler tarafından dışlanmasında büyük bir rol oynasa da, ABD’nin ve AB’nin, Türkiye’nin AKP’den ibaret olmadığı gerçeğini görmezden gelerek, Türkiye’de yaşayan halkı karşısına alması, tarihi bir hata olmuştur.
ABD ve AB, YPG’nin, terör örgütü IŞİD’e karşı verdiği mücadeleyi gerekçe göstererek bu örgüte sahip çıkmaktadır. YPG’nin terör örgütü IŞİD’e karşı mücadele verdiği doğrudur. Ancak asıl sorulması gereken soru şudur: Rusya IŞİD’e karşı doğrudan askeri mücadele verirken, ABD ve AB, neden YPG’yi bu mücadeleyi vermesi için bir taşeron örgüt olarak seçmiştir? Neden bir terör örgütüne karşı bir başka terör örgütünün mücadele etmesi tercih edilmiştir?
Eğer Rusya, ABD’nin ve AB’nin müdahalesine karşı çıktığı için bu yol seçildiyse, ABD ve AB bu mücadelenin verilmesini neden Rusya’ya ve/veya Türkiye’ye bırakmamıştır da, ısrarla YPG’yi devreye sokmuştur? Sonuçta Rusya, Suriye’de IŞİD’e karşı en büyük mücadeleyi veren devlet konumundadır. Rusya’dan sonra da bu konuda, birkaç yıl gecikmeli olarak da olsa, en büyük mücadeleyi Türkiye vermiştir. ABD Devlet Başkanı Donald Trump’ın, “General Mazlum” olarak andığı ve bizzat görüştüğü Ferhat Abdi Şahin, Türkiye’de 30 bini aşkın insanın katledilmesinden sorumlu terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan tarafından “manevi oğlum” olarak nitelendirilen bir kişidir. Ferhat Abdi Şahin, Türkiye’deki birçok terör eyleminin emrini verdiği için kırmızı bültenle aranan bir teröristtir. Bu terörist şu anda ABD Devlet Başkanı tarafından muhattap alınarak bir “general” olarak anılmakta, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komutanlarıyla eşdeğer görülmektedir! Trump’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yolladığı skandal mektuptaki kaba ifadeler ve tehditler bile bu gerçeğin yanında bir ayrıntı olarak kalmaktadır.
Erdoğan’ın, “Münbiç’e rejimin girmesi benim için çok olumsuz değil. Niye? Sonunda bunların kendi topraklarıdır” ve “Biz böyle sürekli hayat boyu bu terör örgütleriyle uğraşacak halimiz yok. Suriye’de de rejim bu terör örgütleriyle mücadelesini verecek” biçimindeki ifadeleri dikkate alınarak, Türkiye’nin Suriye’ye bir fetih seferi düzenlemediği ve Şam’daki yönetimle anlaşma olasılığının doğduğu sonucuna varılabilir.
Öte yanda AKP hükümeti, Suriye’deki gündemin yoğunluğundan da yararlanarak, Türkiye’de devlete ve halka ait olan kurumları, yapıları ve toprakları, kendisine yakın şahıslara ve şirketlere satmaya ve kiralamaya devam etmektedir! Bunun en son örneği, İstanbul’daki Haydarpaşa ve Sirkeci garlarının, ihalede aday olan İstanbul Belediyesi devre dışı bırakılarak kiralanmasıdır. Suriye’de bunlar olup biterken, İstanbul’un tarihi ve kültürü açısından sembol olan bu kamusal yapılar, fetih sonrası talan edilmesi gereken bir ganimet muamelesi görmektedir!
Suriye konusuna odaklanırken, Türkiye’de yaşanan rezaletleri de atlamamak gerekir.
Örsan Kunter ÖYMEN, 21 Ekim 2019