Suriye, İran ve Ortadoğu'da Kuvvetler Dengesi / George Friedman

Ubi solitudinem faciunt, pacem appelant

Suriye, İran ve Ortadoğu'da Kuvvetler Dengesi / George Friedman

İletigönderen Güncel Meydan » Prş Ara 01, 2011 7:59

Suriye, İran ve Ortadoğu'da Kuvvetler Dengesi

ABD askerleri, 2011 sonu olarak belirlenen Irak’tan çekiliş hareketini tamamlamak üzereler. Şimdi, bunun sonuçlarını ile hesaplaşmaya doğru gidiyoruz. Bu hesaplaşma, bölgede kuvvetler dengesinde olabilecek büyük bir kayma, İran’ın oldukça marjinal bir güçten nüfuzlu bir güç durumuna geçme olasılığıdır. Bu hareket ilerlerken Amerika ve İsrail karşıt hareketler yapıyorlar. Bunları daha önce etraflı olarak konuşmuştuk. Yanıtlanmamış soru, bu karşıt hareketlerin bölgeye denge getirip getirmeyeceği, İran’ın bunlara karşıt bir davranışı olup olmayacağı, olursa ne ölçüde olacağı.

İran Amerika’nın çekilişi için hazırlıklar yapmaktaydı. İran’ın, Irak üzerine hükümran olacağını söylemek mantıksız olsa da, Tahran’ın, Bağdat üzerinde, Irak tarafından İran’ın istemediği davranışları engelleyecek güçlü nüfuzu olacağını söyleyebiliriz. Amerika’nın çekilişinin tamanlanması ile bu nüfuz daha güçlenecek ve bu geri çekiliş politikasında ani bir geri dönüş olmayacağı ortaya çıkacak. İran kuvvetinin yakınlığı ve gittikçe uzaklaşan, önemini kaybeden Amerikan gücü Irak’lı politikacıların hesabında bulunmalı.

Bu şartlar altına İran’a karşı direniş fayadasız ve tehlikeli olacak. Kürtler gibi bazıları Amerikan’ın garantisi olduğu ve Amerikan şirketlerinin Kürt petrollerinde olan hatırı sayılır yatırımlarından dolayı bu taahhütlerini yerine getirecekleri inancındalar. Haritaya bir göz atış Amerika için bunu yapmanın ne kadar zor olduğunu gösteriyor. Bağdat rejimi Sünni liderleri tutukladı; tamamı hiçbir şekilde İran taraftarı olmayan Şii’ler de coşkulu bir direnişin bedelinin ne olduğunu biliyorlar.

Suriye ve İran

Suriye’deki durum bunu karmaşık bir hale getiriyor. Şimdiki cumhurbaşkanının babası, zamanın Suriye hava kuvvetleri kumandanı, bir darbe ile iktidarı ele geçirdiği 1970’den beri azınlıkta olan Aleviler Suriye devletine hakim oldu. Şii’liğin bir kolu olan Aleviler, çoğunluğu Sünni olan nüfusun yüzde 7’sini oluşturuyor. Yeni Alevi hükümetinin tutumu Nasır rejimi benzeri, laik, sosyalist ve ordu üzerine inşa edilmiş idi. İslam bir politik güç olarak Arap dünyasında yükselişe geçtiğinde Suriye’liler Mısır’daki Sedat rejimi ile ters düştüler, İran’ı bir sığınak olarak gördüler. İran’ın İslamcı rejimi Suriye’nin laik rejimini Lübnan’daki köktendinci Şii’lere karşı koruyucu oldu. İran ayrıca Suriye’nin Lübnan’daki maceralarına olduğu gibi, daha önemlisi Suriye’nin Sünni çoğunluğunu sindirmesine destek verdi.

Suriye ve İran, en çok Lübnan’da birlikte davrandılar. 1980’lerin başında Humeyni devriminden sonra İran, radikal Şii güçleri destekleyerek İslam dünyasındaki etkisini arttırmaya çalıştı. Hizbullah bunlardan biri idi. Karmaşıklığı tartabilmek için bir örnek: Suriye 1975’de, Hristiyan’lar adına ve Filistin Kurtuluş Örgüt’üne karşı Lübnan’ı işgal etti. Suriye, tarihsel olarak Lüban’ı Suriye’nin bir parçası olarak gördü ve üzerindeki nüfuzunu göstermek istedi. İran aracılığı ile Hizbullah, Suriye’nin Lübnan’daki gücünün aracı oldu.

Sonuçta, İran ve Suriye, bugüne kadar gelen, dengeli sayılabilecek uzun süreli bir birlik oluşturdu. Şu anda Suriye’de yaşanan huzursuzlukta, Amerika’lılar, Suudi’ler ve Türkler Beşşar Esad rejimine karşı düşmanca davranmaktalar. İran, aksine, Suriye hükümetini destekleyen tek ülke.

Bunun makûl bir sebebi var. Ayaklanmalardan önce Suriye ile İran arasındaki belirli ilişki, değişken olarak tarif edilebilir. Suriye, İran ve İran’ın Lübnan’daki vekilleri ile özerk olarak ilişki kurabiliyordu. Hizbullah gibi grupların önemli desteklecilerinden biri olan Esad rejiminde, Suriye’liler duruma hakim olarak Hizbullah’ın Lübnan’daki gücünü kontrol altında tutuyordu. Suriye ayaklanması Esad rejimini kendini savunmaya, İran’la daha yakın ve dengeli bir ilişkiye yönlenmeye zorladı. Türkiye ve Arap Birliği’nin karşıt davranışları ile Şam Sünni dünyada kendini yalnızlaştırılmış buldu. İran ve çok ilginç, Irak Başbakanı Nuri El Maliki – Esad’ın tek dış destekcileri oldu.

Şu ana kadar Esad düşmanlarına karşı dayandı. Orta ile aşağı rütbelerde bazı Sünni’lerin karşı tarafa geçmelerine rağmen ordu genel olarak sarsılmamış durumda, çünkü Aleviler kilit noktaları kontrol altında tutuyorlar. Libya’da olanlar, güç durumda olan Suriye liderliğine ve ordu içindeki bazı karşıtlarına da – kaybetmenin sonucunun ne olduğunu gösterdi. Ordu bütünlüğünü korudu, silahsız ve zayıf silahlarla donanmış bir halk toplumu, sayıca ne kadar büyük olursa olsun, yerinde sağlam duran bir orduyu yenemez. Esad’ın düşüşünü bekleyenler için anahtar, orduyu bölmek.

Eğer Esad bu badireyi atlatırsa ve şu anda, bekleyenlerin umutları sayılmazsa, atlacak – bundan büyük kazançla çıkacak olan İran olacak. Irak geniş ölçüde İran’ın etkisinde kalırsa ve pek çok ülkeden ayrıştırılmış fakat Tahran tarafından desteklenen – Esad rejimi Suriye’de devam ederse, İran batı Afganistan’dan Akdeniz’e (burada Hizbullah’ı kullanarak) kadar uzanan bölgede hakim güç olarak ortaya çıkacaktır. Buna ulaşmak için İran’ın askeri gücünü kullanması gerekmiyecek Esad’ın bu badireyi atlatması yeterli olacak. Suriye rejiminin kendini İran’a borçlu hissetmesi, İran ordusunun batıya doğru yönlendirilmesi olanağını getirecek, bu olanak bile çok ciddi tepkiler yaratacaktır.


Bu nüfuz alanını harita üzerinde canlandıralım. Suudi Arabistan’nın kuzey sınırları, Ürdün, ve Türkiye’nin güney sınırları ile belirlenecek bu bölge. İran’nın bu bölgeyi nasıl idare edeceği belirsiz, örneğin ne gibi bir güç göndereceği. Tek başına haritalar sorunu anlamaya yeterli değil; ancak sorunun varlığını gösteriyorlar. Ve sorun kesin değil – İran’ın etkisi altında, çok geniş stratejik bir alanı kapsayan, bir bloğun oluşma potansiyeli.

Hatırlamak lâzım ki İran’ın gizli askeri ağına ilaveten güçlü bir düzenli ordusu var. Bunlar ABD’nin zırhlı birliklerine karşı çıkıp galip gelemezler, fakat İran’la Lübnan arasında ABD zırhlı birlikleri yok. İran’ın yeterli gücü bu bölgeye getirebilme imkânı özellikle Suudi’lerin karşılacağı riskleri arttıracak. İran’ın hedefi bu riskleri öylesine arttırmak ki Suudi Arabistan karşı koyma yerine kabullenmeyi daha ehven bulsun. Haritayı değiştirmek buna erişmeye yardımcı olur.

Bu olasılıktan korkanlar – ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve Türkiye – bunu engellemeye çalışacak. Şu anda bunun durduralacağı yer artık Irak değil zira orada İran duruma hakim olan güç. Onun yerine Suriye’de olacak bu iş. Ve Suriye’de yapılacak kilit hareket Esad’ın devrilmesi için elden gelen her şeyin yapılması.

Geçen hafta, Suriye’deki ayaklanma yeni bir boyut kazanıyor gibi göründü. Son zamanlara kadar en kayda değer muhalefet hareketleri Suriye dışında, medyada yer alan direnmelerin de dışarıda yerleşik muhalefet grupları tarafından yürütüldüğü idi. Muhalefetin etkinlik derecesi hiçbir zaman belirli değildi. Tabii ki Sünni çoğunluk Esad rejimine karşıt ve nefret hisleri ile dolu. Fakat muhalefet ve duygular, ölüm kalım savaşı veren kişilerden oluşan bir rejimi deviremez. Ve bu direnmelerin dışarıdan yapılan propagandalarda gösterildiği kadar güçlü olduğu da belirsiz idi.

Geçen hafta, Hür Suriye Ordusu – Türkiye ve Lübnan’da üslenmiş taraf değiştirmiş Sünni bir grup - taraf değiştirenlerin devlet tesislerine hücum ettiklerini, bu tesislerin arasında hava kuvvetleri istihbarat dairesi (rejimin geçmişine bakılırsa özellikle hassas bir nokta) ve Şam büyükşehir bölgesinde Baas Partisi binaları olduğunu beyan etti. Bunlar Hür Suriye Ordusu’nun üstlendiği ilk saldırılar değildi fakat geçen hafta güçlü propaganda aracı olarak kullanıldı. Bu saldırıların en önemli olan yönü, ufak çapta ve abartılmış olsalar da taraf değiştirenlerden bazılarının kaçıp Türkiye veya Lübnan’da kalmak yerine savaşmak istediklerini ortaya çıkarması idi.

İlginç olan, silahlı eylemlerdeki artışın – veya yeni güçlerin katılımı – İran ile ABD ve İsrail ilişkilerinin bozulduğu zamana rast gelmesi. İlişkilerin bozulması, İran’ın gizli bir eylemle Suudi Arabistan’ın ABD Büyük Elçisine suikast düzenlemekle suçlanması ve arkasından Bahreyn hükümetinin, Bahreyn’deki saldırıların İran’lı ajanlar tarafından organize edildiği iddaaları ile başladı. Bunları, Uluslararası Atom Enerjisi Komisyonu’nun İran’ın nükleer cihaz geliştirmedeki ilerleme raporu ve arkasından, İsrail’in kendi işi olduğunu neredeyse açıkça ima ettiği, 19 Kasım’da bir İran füze tesisindeki patlama takip etti. Bunların doğruluk derecesi bilinmese de, İran üzerindeki psikolojik baskı artıyor ve öyle görünüyor ki bu bilinçli olarak düzenleniyor.

Bu oyunda İsrail’in durumu en karmaşık olanı. İsrail’in Suriye ile, görünür olmasa da, Yaser Arafat’a ortak düşmanlıklarından kaynaklanan yürüyen bir ilişkisi vardı. İsrail için Suriye bildikleri bir şeytan idi . Kuzey sınırlarında Müslüman Kardeşler’in kontrolü altında bir Sünni devlet korku verici idi; yerine Esad’ı yeğlediler. Bölgesel güç dengesindeki değişikliğe bakarak, İsrail’in görüşü de değişiyor. Son on yılda, İran kaynaklı Şii tehlikesine oranla Sünni İslam tehlikesi azaldı. İleriye doğru bakıldığında İsrail’in kuzey sınırında Suriye, düşman bir güç olarak, cesaretlendirilmiş bir İran’dan daha az kaygı verici bir durum. İsrail dış politikasının mimarlarlarından Dışişleri Bakanı Ehud Barak’ın “rejimin sonuna doğru gidişin hızlandığını” görüyoruz demesi de bundan kaynaklanıyor. Sonuç için tercihi ne olursa olsun İsrail Suriye’deki olayları etkileyemez. Onun yerine, İsrail, İran tehlikesinin bölge politikalarını yeniden şekillendirmesinin en yüksek seviyede olduğu bir duruma uyum sağlıyor.

İran psikolojik kampanyalara alışkın. Bizim görüşümüze göre, İran yeraltında, kontrollü bir ortamda patlatabileceği nükleer bir cihaz yapabilecek duruma yaklaşmış olabilir; ancak laboratuvar (yani yeraltı) dışında kullanılabilecek bir nükleer silahtan çok uzakta. Burada, nükleer başlığı taşıyacak bir füzeye hassas deneme sisteminin yüklenebilmesi ve patlamasını bekleyiş var. Patlayabilir. Patlamayabilir. Uçuş esnasında havada yakalanabilir; bir karşı saldırı için “meşru savaş sebebi” olabilir.

Esas İran tehdidi nükleer değil. Öyle olabilir fakat nükleer silahlar olmasa bile İran bir tehlike olarak devam ediyor. Bugünkü yükseliş Amerika’nın İrak’tan çekilişinden kaynaklandı ve Suriye’deki olaylarla güçlendi. İran, yarın nükleer proğramını terketse de durumun karmaşıklığı devam edecek. Üstünlük İran’da; ABD, İsrail, Türkiye, ve Suudi Arabistan, hepsi, durumu kendi lehlerine çevirmenin yollarını arıyorlar.

Görünüşe göre iki yönlü bir strateji uyguluyorlar: savunma açıklarını yeniden gözden geçirmeye zorlayarak İran üzerindeki baskıyı arttır, ve İran’ın Irak üzerinde nüfuzunun sonuçlarını sınırlamak için Suriye hükümetini devir. Suriye rejimi devrilebilir mi, bu sorunlu. Eğer NATO karışmasaydı Libya’da Muammer Kaddafi bugün hayatta olacaktı. NATO Suriye’ye de el atabilir ancak Suriye Libya’ya göre daha karmaşık. Şu anda Araplar’ın İran’dan korkuları ne olursa olsun, ikinci bir Arap ülkesine, rejimi değiştirmek için yapılacak bir NATO taarruzu beklenmedik sonuçlar doğurabilir. Savaşların ne getireceği önceden bilinemez; savaşlar ilk seçenek değildir.

Sonuç olarak çözüm, Türkiye, Ürdün, ve Lübnan üzerinden Sünni karşıtların el altından desteklenmesi. Türk’ler katılır mı? ilginç olacak bunu görmek. Çok daha ilginç olanı acaba bu bir sonuç verecek mi? Suriye istihbaratı yıllardır etken bir şekilde Sünni karşıtların içine sızmış durumda. Rejime karşı gizli bir operasyon düzenlemek güç, ve bunun başarılı olabilmesi garanti değil. Yine de bundan sonraki hareket bu.

Fakat bu son hareket değil. İran’ı sınırlandırmak için Irak’taki politik duruma bir şekil vermek gerekli. ADB’nin Irak’tan çekilişi ile Vaşington’un orada etkisi kalmadı. ABD’nin geliştirdiği bütün ilişkiler ABD gücünün bu ilişkileri koruması üzerine kurulmuştu. Amerika’nın gidişi ile bu ilişkilerin temelleri dağılır. Ve Suriye’de bile güç dengeleri kaymakta.

ABD’nin üç seçeneği var. Değişimi kabullen ve sonuçla yaşamaya çalış. İran’la bir anlaşmaya varmaya çalış, çok sıkıntılı ve pahalıya mal olur. Veya savaşa gir. Birincisi, sonuç ne çıkarsa Vaşington onunla yaşayabilir, varsayımı. İkincisi, İran’nın ABD ile alışverişe istekli olmasına bağlı. Üçüncüsü, bir savaşa girişecek yeterli güce sahip olmaya ve Hürmüz Boğazı’nda İran’nın karşı taarruzlarını sineye çekmeye bağlı. Bunların hepsi belirsiz, dolayısıyla kritik olan Esad’ın devrilmesi. Bu oyunu ve gidişatı değiştirir. Fakat bu bile çok güç ve bir yığın riskle dolu.

Şimdi Irak’ta son perdedeyiz, ve bu umulandan çok daha ızdıraplı. Bununla, Avrupa krizine bir arada bakıldığında küresel sistemin yapısal bir krizde olduğu düşüncesinin doğruluğu görülüyor.


STRATFOR, George Friedman, 22 Kasım 2011
İm (Kod): Tümünü seç
http://www.stratfor.com/weekly/20111121-syria-iran-and-balance-power-middle-east


Çeviri: Erkan GÜÇİZ

Özgün metin:

Syria, Iran and the Balance of Power in the Middle East
By George Friedman


U.S. troops are in the process of completing their withdrawal from Iraq by the end-of-2011 deadline. We are now moving toward a reckoning with the consequences. The reckoning concerns the potential for a massive shift in the balance of power in the region, with Iran moving from a fairly marginal power to potentially a dominant power. As the process unfolds, the United States and Israel are making countermoves. We have discussed all of this extensively. Questions remain whether these countermoves will stabilize the region and whether or how far Iran will go in its response.

Iran has been preparing for the U.S. withdrawal. While it is unreasonable simply to say that Iran will dominate Iraq, it is fair to say Tehran will have tremendous influence in Baghdad to the point of being able to block Iraqi initiatives Iran opposes. This influence will increase as the U.S. withdrawal concludes and it becomes clear there will be no sudden reversal in the withdrawal policy. Iraqi politicians’ calculus must account for the nearness of Iranian power and the increasing distance and irrelevance of American power.

Resisting Iran under these conditions likely would prove ineffective and dangerous. Some, like the Kurds, believe they have guarantees from the Americans and that substantial investment in Kurdish oil by American companies means those commitments will be honored. A look at the map, however, shows how difficult it would be for the United States to do so. The Baghdad regime has arrested Sunni leaders while the Shia, not all of whom are pro-Iranian by any means, know the price of overenthusiastic resistance.

Syria and Iran

The situation in Syria complicates all of this. The minority Alawite sect has dominated the Syrian government since 1970, when the current president’s father — who headed the Syrian air force — staged a coup. The Alawites are a heterodox Muslim sect related to a Shiite offshoot and make up about 7 percent of the country’s population, which is mostly Sunni. The new Alawite government was Nasserite in nature, meaning it was secular, socialist and built around the military. When Islam rose as a political force in the Arab world, the Syrians — alienated from the Sadat regime in Egypt — saw Iran as a bulwark. The Iranian Islamist regime gave the Syrian secular regime immunity against Shiite fundamentalists in Lebanon. The Iranians also gave Syria support in its external adventures in Lebanon, and more important, in its suppression of Syria’s Sunni majority.

Syria and Iran were particularly aligned in Lebanon. In the early 1980s, after the Khomeini revolution, the Iranians sought to increase their influence in the Islamic world by supporting radical Shiite forces. Hezbollah was one of these. Syria had invaded Lebanon in 1975 on behalf of the Christians and opposed the Palestine Liberation Organization, to give you a sense of the complexity. Syria regarded Lebanon as historically part of Syria, and sought to assert its influence over it. Via Iran, Hezbollah became an instrument of Syrian power in Lebanon.

Iran and Syria, therefore, entered a long-term if not altogether stable alliance that has lasted to this day. In the current unrest in Syria, the Saudis and Turks in addition to the Americans all have been hostile to the regime of President Bashar al Assad. Iran is the one country that on the whole has remained supportive of the current Syrian government.

There is good reason for this. Prior to the uprising, the precise relationship between Syria and Iran was variable. Syria was able to act autonomously in its dealings with Iran and Iran’s proxies in Lebanon. While an important backer of groups like Hezbollah, the al Assad regime in many ways checked Hezbollah’s power in Lebanon, with the Syrians playing the dominant role there. The Syrian uprising has put the al Assad regime on the defensive, however, making it more interested in a firm, stable relationship with Iran. Damascus finds itself isolated in the Sunni world, with Turkey and the Arab League against it. Iran — and intriguingly, Iraqi Prime Minister Nouri al-Maliki — have constituted al Assad’s exterior support.

Thus far al Assad has resisted his enemies. Though some mid- to low-ranking Sunnis have defected, his military remains largely intact; this is because the Alawites control key units. Events in Libya drove home to an embattled Syrian leadership — and even to some of its adversaries within the military — the consequences of losing. The military has held together, and an unarmed or poorly armed populace, no matter how large, cannot defeat an intact military force. The key for those who would see al Assad fall is to divide the military.

If al Assad survives — and at the moment, wishful thinking by outsiders aside, he is surviving — Iran will be the big winner. If Iraq falls under substantial Iranian influence, and the al Assad regime — isolated from most countries but supported by Tehran — survives in Syria, then Iran could emerge with a sphere of influence stretching from western Afghanistan to the Mediterranean (the latter via Hezbollah). Achieving this would not require deploying Iranian conventional forces — al Assad’s survival alone would suffice. However, the prospect of a Syrian regime beholden to Iran would open up the possibility of the westward deployment of Iranian forces, and that possibility alone would have significant repercussions.

Consider the map were this sphere of influence to exist. The northern borders of Saudi Arabia and Jordan would abut this sphere, as would Turkey’s southern border. It remains unclear, of course, just how well Iran could manage this sphere, e.g., what type of force it could project into it. Maps alone will not provide an understanding of the problem. But they do point to the problem. And the problem is the potential — not certain — creation of a block under Iranian influence that would cut through a huge swath of strategic territory.

It should be remembered that in addition to Iran’s covert network of militant proxies, Iran’s conventional forces are substantial. While they could not confront U.S. armored divisions and survive, there are no U.S. armored divisions on the ground between Iran and Lebanon. Iran’s ability to bring sufficient force to bear in such a sphere increases the risks to the Saudis in particular. Iran’s goal is to increase the risk such that Saudi Arabia would calculate that accommodation is more prudent than resistance. Changing the map can help achieve this.

It follows that those frightened by this prospect — the United States, Israel, Saudi Arabia and Turkey — would seek to stymie it. At present, the place to block it no longer is Iraq, where Iran already has the upper hand. Instead, it is Syria. And the key move in Syria is to do everything possible to bring about al Assad’s overthrow.

In the last week, the Syrian unrest appeared to take on a new dimension. Until recently, the most significant opposition activity appeared to be outside of Syria, with much of the resistance reported in the media coming from externally based opposition groups. The degree of effective opposition was never clear. Certainly, the Sunni majority opposes and hates the al Assad regime. But opposition and emotion do not bring down a regime consisting of men fighting for their lives. And it wasn’t clear that the resistance was as strong as the outside propaganda claimed.

Last week, however, the Free Syrian Army — a group of Sunni defectors operating out of Turkey and Lebanon — claimed defectors carried out organized attacks on government facilities, ranging from an air force intelligence facility (a particularly sensitive point given the history of the regime) to Baath Party buildings in the greater Damascus area. These were not the first attacks claimed by the FSA, but they were heavily propagandized in the past week. Most significant about the attacks is that, while small-scale and likely exaggerated, they revealed that at least some defectors were willing to fight instead of defecting and staying in Turkey or Lebanon.

It is interesting that an apparent increase in activity from armed activists — or the introduction of new forces — occurred at the same time relations between Iran on one side and the United States and Israel on the other were deteriorating. The deterioration began with charges that an Iranian covert operation to assassinate the Saudi ambassador to the United States had been uncovered, followed by allegations by the Bahraini government of Iranian operatives organizing attacks in Bahrain. It proceeded to an International Atomic Energy Agency report on Iran’s progress toward a nuclear device, followed by the Nov. 19 explosion at an Iranian missile facility that the Israelis have not-so-quietly hinted was their work. Whether any of these are true, the psychological pressure on Iran is building and appears to be orchestrated.

Of all the players in this game, Israel’s position is the most complex. Israel has had a decent, albeit covert, working relationship with the Syrians going back to their mutual hostility toward Yasser Arafat. For Israel, Syria has been the devil they know. The idea of a Sunni government controlled by the Muslim Brotherhood on their northeastern frontier was frightening; they preferred al Assad. But given the shift in the regional balance of power, the Israeli view is also changing. The Sunni Islamist threat has weakened in the past decade relative to the Iranian Shiite threat. Playing things forward, the threat of a hostile Sunni force in Syria is less worrisome than an emboldened Iranian presence on Israel’s northern frontier. This explains why the architects of Israel’s foreign policy, such as Defense Minister Ehud Barak, have been saying that we are seeing an “acceleration toward the end of the regime.” Regardless of its preferred outcome, Israel cannot influence events inside Syria. Instead, Israel is adjusting to a reality where the threat of Iran reshaping the politics of the region has become paramount.

Iran is, of course, used to psychological campaigns. We continue to believe that while Iran might be close to a nuclear device that could explode underground under carefully controlled conditions, its ability to create a stable, robust nuclear weapon that could function outside a laboratory setting (which is what an underground test is) is a ways off. This includes being able to load a fragile experimental system on a delivery vehicle and expecting it to explode. It might. It might not. It might even be intercepted and create a casus belli for a counterstrike.

The main Iranian threat is not nuclear. It might become so, but even without nuclear weapons, Iran remains a threat. The current escalation originated in the American decision to withdraw from Iraq and was intensified by events in Syria. If Iran abandoned its nuclear program tomorrow, the situation would remain as complex. Iran has the upper hand, and the United States, Israel, Turkey and Saudi Arabia all are looking at how to turn the tables.

At this point, they appear to be following a two-pronged strategy: Increase pressure on Iran to make it recalculate its vulnerability, and bring down the Syrian government to limit the consequences of Iranian influence in Iraq. Whether the Syrian regime can be brought down is problematic. Libya’s Moammar Gadhafi would have survived if NATO hadn’t intervened. NATO could intervene in Syria, but Syria is more complex than Libya. Moreover, a second NATO attack on an Arab state designed to change its government would have unintended consequences, no matter how much the Arabs fear the Iranians at the moment. Wars are unpredictable; they are not the first option.

Therefore the likely solution is covert support for the Sunni opposition funneled through Lebanon and possibly Turkey and Jordan. It will be interesting to see if the Turks participate. Far more interesting will be seeing whether this works. Syrian intelligence has penetrated its Sunni opposition effectively for decades. Mounting a secret campaign against the regime would be difficult, and its success by no means assured. Still, that is the next move.

But it is not the last move. To put Iran back into its box, something must be done about the Iraqi political situation. Given the U.S. withdrawal, Washington has little influence there. All of the relationships the United States built were predicated on American power protecting the relationships. With the Americans gone, the foundation of those relationships dissolves. And even with Syria, the balance of power is shifting.

The United States has three choices. Accept the evolution and try to live with what emerges. Attempt to make a deal with Iran — a very painful and costly one. Or go to war. The first assumes Washington can live with what emerges. The second depends on whether Iran is interested in dealing with the United States. The third depends on having enough power to wage a war and to absorb Iran’s retaliatory strikes, particularly in the Strait of Hormuz. All are dubious, so toppling al Assad is critical. It changes the game and the momentum. But even that is enormously difficult and laden with risks.

We are now in the final act of Iraq, and it is even more painful than imagined. Laying this alongside the European crisis makes the idea of a systemic crisis in the global system very real.

İm (Kod): Tümünü seç
http://www.stratfor.com/weekly/20111121-syria-iran-and-balance-power-middle-east
Kullanıcı küçük betizi
Güncel Meydan
Üye
Üye
 
İletiler: 584
Kayıt: Pzr Eki 12, 2008 23:12

Şu dizine dön: Novus Ordo Seclorum | Ordo Ab Chao

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x