SÜRÜLEŞMEK...
KARAKEDİ NERDE?
Bölücülerin yeni yeni kıpırdandığı, sırtlarının Avrupa tarafından sıvazlandığı yıllarda, yetmişli yıllardı sanırım, „Sürü“ adlı bir filmin senaryosunu yazdı, adıyla bu filmi çevirtti bölücülerin ağababası, milletimizin iyi niyetle alkışladığı veya alkışlatıldığı Çirkin Kral’ı. Biz de millet olarak hayran olduk bu kişiye ve bunun gibi sanat adı altında gizli, sinsi bölücülük yapan diğerlerine...Şimdinin çırpınan, ülkem elden gidiyor diye feryat eden, yani sonradan ayınan çevreleri bile, eskiden, bölünme, ayrılıkçılık, sömürgeci ülkelerin gözdesi olma, maşası olma gibi durumlara pek aldırmıyorlardı...
O zamanlar solculuk adına, insan adına falan bunlar pek insancıl, pek milliyetsizdiler...Dünya vatandaşıydılar anlayacağınız çoğu...
Atatürk’ten, ilkelerinden söz edene bir garip bakarlardı...Aptal, cahil, yenilikçi olmayan...Geri kalmış...Az okuyan, çağdaş olmayan, diye...
Almanya, Fransa... bu filme ve bu film gibilerine can simidi gibi sarılmıştı. Bizden övgüler…Onlardan övgüler…
Bu bölücü söylemlere ön ayak olan bölücü filmler, bu işin yolunu açtı. Masum ve insancıl görünerek…Ortalığı bu akımın sanatçıları, yani şarkıcıları, artistleri ve de yazarları doldurdu…Bu kişileri baştacı yapan milletimiz de, kendine gizli, açık ihanet eden, dış dünyaya, sömürgecilere yaranan bu kişileri ünlü yaparak, bol paraya boğarak kendini sürüleştirme sürecine yardım etti...
Şimdi hepimiz sürüleşiyoruz….
Bizden feryatlar…Onlardan el ovuşturmalı, içten içe göbek atmalar…
Tek güce, dokuz yılda boyun eğdik.
Koskoca Türk Ordusu, Avrupa’nın değil, dünyanın dördüncü büyük ordusu diye övündüğümüz ordumuz esir alındı. Tek kurşun atılmadan, tek savaş yapılmadan…
Dünyada bir benzeri olmayacak şekilde, hapishane içine kondurulan mahkeme salonunda yargılama oyunu oynatıyorlar milletimize. Gazetecilerimiz, yazarlarımız, aydınlarımız...orada esir...
Tüm varlıklarımız yabancıya satıldı. Yabancıların toprak satın olmasının önü açıldı. Vatanımız dağıyla taşıyla, yerinin altıyla, üstüyle, milletimiz ürettiği, tükettiğiyle bunların kucağına oturtuldu…
Öyle bir duruma getirildik ki artık kendi elimizle idam sehpasında sandalyemizi tekmeleceğiz! Cellata gerek kalmayacak!
Cellat biziz.
Yamyam biziz…
Kendimizi kendi elimizle sürü yapacağız…Kendimizi yiyeceğiz…Kendi sonumuzu kendi ellerimizle vereceğiz…
Bilerek mi? Tabii bilmeyerek…
İşin acı tarafı bu zaten…Beyinlerimizi işgal ederek bizi esir almak…düşünemez duruma getirmek…Sonra da kendi emellerini bize dayatmak…Boyun eğdirmek…Neye, niçin boyun eğdiğimizi bilmeden, hem de seve seve bu köleliğe razı olmak…
İşte, „ 40 bin yabancı öğretmen geliyor!“ haberi.
Bu haber işin püf noktasıdır! Güneydoğu, Kürt meselesi, açlık, yoksulluk, işsizlik...falan hepsi başedilebilir meselelerdir…Ama bu 40 bin yabancı öğretmenle ülkemiz üzerine plânlanan düzenin hiç mi hiç çaresi yoktur!
Gitti gideriz! Yıkılırız! Tek bir parçamız bile kalmaz!
Bunu, kültürünü aşılama, kendi dilinde eritme siyaseti olarak Avrupa’da, bizim çocuklarımıza yıllardır uyguluyorlar, uyguladılar.
Yurtdışında, gurbette yaşamanın verdiği bir duyarlılık ve kendini koruma içgüdüsüyle toplumumuz buna karşı çıkabildiği kadar karşı çıktı…Kurtarabildiğini kurtardı…Kurtaramadığı çocuklarını da bu ağzı açık kaynayan kazana kurban verdi…Türklüğü sadece, şimdilik taşıdığı, o da gelecek kuşağında ortadan kaybolacak adında kaldı çoğu gencimizin…Kaybolup gittiler…Gönüllerini bile kaybettiler…Bakışları bile değişti, cam gözlere dönüştü gözleri…Dillerini unutunca, dinlerini de unuttular…
Buralarda kendini kurtarabilen çok!..Evlâtlarını kurtarabilen çok…
Peki ya yurdumuzda bu nasıl olacak?
Bu habere bir defa tepki bile verilmedi. Eğitim Sen sendikası şöyle bir bildiri okudu. Üç beş kişi toplandı…O kadar. Onlarda yalnız işin atanma bekleyen öğretmen tarafına baktılar. İşsiz öğretmen boyutuna…
Buradaki düzene dikkat çekmediler! Çocuklarımızın anaokulundan başlanarak beyinlerinin yıkanacağını, ülkemizde toptan bir sömürgeleştirme hareketi başlandığını farketmediler…Farkettiyseler de buna önem vermediler…
Bu haber önce 40 bin yabancı öğretmen geliyor başlığıyla çıktı.
Baktılar ortalık süt liman…Dal değil, yaprak bile kıpırdamıyor. İki üç gün sonra ayrıntılarıyla haberi verdiler.
Bu öğretmenler ilk önce İngilizce öğretmek için alınacakmış. İngiltere’den, Kanada’dan, Avustralya’dan…Pek tabii, Amerika’dan… Demiyorlar ama eşyanın doğasına aykırıdır böyle olmazsa…
İlk önce İngilizceyi yoğunlaştırılmış bir şekilde dört yılda öğretmek için, deniyor açıklamada…Demek ki sonra her dersi İngilizce verecekler...
Bu kadar sistemli bir şekilde, bir yabancının elinden İngilizce öğrenen, İngilizce öğrendi, İngilizce konuştu, İngilizce düşündü diye boyu bir karış büyüyen(!) çocuğumuz bu İngilizcesiyle ne yapacak?
Turşusunu kurmayacak herhalde...
Bu büyümüş boylu, dili İngiliz olmuş çocuklar, artık dünya insanı olacaklar! Dünya dili İngilizceyle konuşacaklar...Ders görecekler, eğitim görecekler! Hepsi hepsi cam gözlü olana kadar...Gözleri camlaştırılana kadar!
Ellili yıllardan sonra sadece zengin ve üstün sınıfın çocuklarının gidebildiği o misyoner okulları, yani kolejler bu gariplere de açık olacak, bu imkân herkese verilecek! Düşünebiliyor musunuz çocuklarımız adam olacak adam(!)
İngilizce konuşacaklar! İngilizce öğrenecekler! Boru mu bu?
Zavallı annelerin, ah benim çocuğum şu Anadolu Lisesi imtihanını versin, şu Anadolu Lisesine gidebilsin, İngilizce öğrensin diye kıvrandırıldığı ülkemizde aslında bu bir müjde sayılmalı! Belki de öyle sayıldı!
Bunlar hızlarını alamamışlar, okullarda İngilizce « dil kafeleri » de açılacakmış. Çizgi filmler üretilecekmiş.Televizyonlarda programlar yapılacakmış, dili İngilizce, alt yazısı Türkçe. Böyle ders materyalleri hazırlanacakmış. Devlet televizyonunun(TRT’nin) eğitim kanallarında gösterilecekmiş.
Derslere önce Türk öğretmenlerle birlikte gireceklermiş yabancı öğretmenler. Daha faydalı olunsun, uygulama başarılı olsun diye…
Almanya ve diğer ülkelerin, ülkelerine gelen yabancı işçilerin çocuklarını, gurbetçi çocuklarını kendi kültürlerinde eritme politikası böyleydi.
Yetmişli, seksenli yıllarda sınıflara böyle birlikte girilirdi. Alman’ın yanında Türk öğretmeni. Türk çocuklarının anlamadığı yerlerde derste müdahale ederler, sessizce fısıldayarak çocuklara yardımcı olurlardı.
Sonra buna gerek kalmadı. Çünkü yabancı çocuklar bülbül gibi Almanca konuşmaya başladılar. Hâttâ bazıları öyle ileri gittiler ki kendi aralarında bile o dili kullanmaya başladılar, anadillerini, şimdinin yeni söylemiyle, Almanların yasalarına koydukları deyişle, köken dillerini unuttular…
Bu durumu, ülkesine göç kabul eden ve onları kendi toplumunde eritmek isteyen Almanların ve diğer Avrupa ülkelerinin gözüyle anlamak kolay. Anlaşılabilir bir nedenleri var:
Toplumuna insan kazandırmak, toplumunu gençleştirmek, toplumunu ilerletmek…
Peki, bu durum bizde nasıl anlaşılacak?
Biz göç kabul etmedik yani misafir işçiye ihtiyacımız yok, çünkü genç nüfusumuz bize yetiyor. Kendi işsizimiz dururken niye yabancı gelsin...Hem zaten böyle gelip bizde çalışan İngiliz yok! Kanadalı yok! Hem varsa bile gelen işçi, Avrupa’da olduğu gibi, yaşadığı ülkenin dilini yani Türkçeyi öğrenir.
Durum bu olmadığına göre, bu İngilizce öğrenmek, İngilizceyi yabancı öğretmen eliyle herkese öğretmek neyin nesidir!
Hangi ihtiyaçtır?
Ne yapılmak isteniyor?
Çocuğunuz anadili gibi İngilizce öğrendi, diyelim ; İngiliz gibi de düşündü, onlara hayran oldu, kendinden iğrenir, kendini beğenmez oldu…Bunların dini günlerinde bunlarla beraber Noel Baba oldu, paskalyalarında, yumurta boyadı… Başbakan’ın eşi bile kilisede mum yakmış, dilek dilemiş, diyelim ki, bunlar da mum yakar oldular kiliselerde…
Benim merak ettiğim o zaman ne olacak?
Ne kazanacaksınız? Ne kazanacak bu zavallı çocuklar? Bu köleleştirilmiş genç beyinler?
Turisten para kazanan ufacık köylerde bile, tuvalet bekleyen, tuvalete giren turisten, çıkışta sadece para alan vatandaş İngilizce öğrenmeye heves ettiriliyor. Birine yazdırdığı kağıtla bu işi götürebilecekken, küçük elli kuruş, büyük bir lira yazdırmakla işi olacakken, tuvalet bekçisi kadınımız bile İngilizce konuşmaya kalkarsa, çat pat bir şeyler demeye heves ederse …
İncik boncuk satan, sepetinde meyve satan, tezgâhında yazma satan, İngilizce kıvırtmaya çalışırsa, buna kendini mecbur görürse…
Gerisi ne yapmaz?
Tenefüslerde bile İngilizce konuşturmayı plânlıyorlar bakınız. İngilizce Kafeler( adı bile nasıl yoz bir söz) açacaklarmış okulların içinde.
Sınıfta İngilizce…Pek tabii olarak öğretmenler odasında İngilizce. Öğretmenler toplantısında İngiliz de anlasın diye İngilizce.
Sonra bunların parası bol, bunlarda para çuvalla. Geldikleri yerlerde boş mu duracaklar? Cığerine kadar satın alacaklar vatandaşımızın her şeyini...Malını, mülkünü, evini köyünü, tarlasını tırpanını, malını, davarını...
Tıpkı iktidarın ülkemizin her kurumunu, her işletmesini bunların şirketlerine satması gibi...
Zaten tabelalarımız İngilizce! TV kanallarımızın çoğu İngilizce! İngiliz diliyle yayın yapıyor!
Anadolu Liselerimiz İngilizce!
Devletin Televizyonunun çocuk kanalı gün boyu İngilizce çeviri filmlerinden dizilerinden yayın yapıyor. Buralarda adlar hep İngilizce! Harfler, okunuş İngilizce! Düşünce tarzı, ahlâk anlayışı İngilizinki’nden…
Çan sesleri de maşallah her yeri sarıyor. Cemaati olmayan kiliseler açılmış, cemaat bekliyor….
Şimdilik sayıları 40 bin ilân edilen ama zaman içinde yüz binleri, milyonları bulacak, aileleriyle ve yeni geleceklerle çoğalacak bu yabancı öğretmenler size neler düşündürüyor?
Hiç olmazsa bunu parasal bir sorun, işsiz öğretmenin atanma sorunu gibi bir basitlikten çıkarıp düşünseniz…
Bunlara nasıl para bulacaklar? Benim işsiz öğretmenim var diye çığlık atmadan önce bir nefes alsanız…
Bunlar o işi zaten çözmüşler. Maaşları ajanslar ödeyecekmiş…
Siz koyun olduktan sonra sizi kesecek kasap bulma o kadar zor mudur?
Bu iş, eyaletleştirilmesi planlanan bir ülkenin çöktürülüşüdür!
Esir alınmasıdır!
Topyekûn yok edilmesidir!
Bu iş sömürgeleşmektir! Sanayide, ekonomide başardıkları sömürgeleştirmeyi beyinlere yaymaktır!
Hiç bir muhalefet partimiz bu habere çığlık atmadığına, aldırmadığına göre de bu iş bir oldu bittidir!
Bu iş üzerimize serpilen son ölü toprağıdır!
Soracak çocuklarımız:
Karakedi nerde? (Benim dilim nerde? )Ağaca çıktı!
Ağaç nerde?(Türkçemi koruyan yasam nerde?) Balta kesti?
Balta nerde? (Cumhuriyet koruyucuları nerde?) Suya düştü!
Su nerde? ( Cumhuriyet ilkeleri nerde?) İnek içti!
İnek nerde? (Cumhuriyet yıkıcıları nerde) Dağa kaçtı!
Dağ nerde? ( Cumhuriyetimiz nerde?)
Yandı bitti kül oldu?
Vay benim köse sakalım…Vay benim köse sakalım…
Feza Tiryaki, 26 Mart 2011