T.C. Düşmanlarının Saldırgan Takiyyeciliği
Türkiye’de özel TV furyasının başladığı yıllardı. Televizyon kanallarında açık oturumdan geçilmiyordu. Türkiye sözde tek seslilikten kurtulacaktı. Ne kadar Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı varsa o holding kanalı senin, bu holding kanalı benim, dolaşıp duruyorlardı. Hemen bütün programlara sakallı, poturlu, çarşaflı tipler çağrılıyor, yalnız onlar konuşturuluyordu.
İşte o yıllarda izlediğim bir açık oturumu hiç unutamam. Bütün katılımcılar gerici kılıklı, oturum yöneticisi olan sakallı entel gibi Atatürk ve Cumhuriyet düşmanıydı. Aralarında o zamanki Refah Partisi İstanbul il başkanı da bulunuyordu. Tanrı yürü ya kulum demiş olmalı ki çok geçmedi, belediye başkanı oldu. Hızını alamadı, parti kurdu. Şimdi bütün “usta”lığıyla Türkiye’yi yönetiyor.
Açık oturumda neler söylenmiyordu neler... Konu laiklikti. Katılımcılar çok heyecanlı, çok öfkeliydi; Nuh diyor peygamber demiyor, veryansın ediyor, laikliği yerden yere vuruyorlardı. Derken, Tanrı’nın -yoksa ABD’nin mi desem- yürü ya kulum dediği şahıs bir laf etti ki hiç unutamam:
- Yahu ne diye kendinizi paralayıp duruyorsunuz, laikim dersiniz olur biter. Alttan alta da oyar, istediğinizi yaparsınız. 1
***
Neydi bu, nasıl bir taktikti? Hiç olmadığın halde “ben laikim” diyeceksin, yani olduğundan farklı, karşı taraftanmış gibi görüneceksin. Ancak boş da durmayacaksın, bir yandan da o inanmadığın şeyi yıpratmak, hatta ortadan kaldırmak için gizli gizli çalışacak, uğraşacak, elinden geleni yapacaksın.
Herhalde bu, “takiyye” dedikleri şey olmalıdır. Ancak önemli bir nokta var: Olduğundan farklı görünmekle kalınmıyor, ondan fazlası yapılıyor. Hasım bilinen kesimin değerleri el altından, gizli gizli tahrip ediliyor, yok ediliyor. Bu sebeple söz konusu taktiğe “saldırgan takiyecilik” adını veriyorum.
Peki, takiyye nedir?
Takiyye; birinin, düşman bildiği kimse ile dıştan kaynaşması, ama içten ona karşı durmasıdır. İnancını, görüşünü, partisini, grubunu, gittiği yolu saklamasıdır. Özünü gizlemesi, olduğundan farklı görünmesi, inandığının aksini söylemesi, hileli yollara başvurması demektir.
Görüldüğü gibi takiyyede “gerçeği gizleme”, “olduğundan farklı görünme”, “gittiği yolu saklama”, “hileli yollara başvurma” eylemleri vardır.
İşte bu saydıklarım, 10 yıldır iktidarda bulunan AKP hükümetinin söylem ve uygulamalarında da hep vardır. Ancak, yukarda belirttim, daha fazlası var: Gittiği yolu saklarken, kendi yolu kolaylaştıran, buna karşılık hasım bildiğinin yolunu tahrip eden uygulamalara da başvuruluyor. Alttan alta oyma, sinsi davranışlar söz konusu… Gerçekten yıllardır ve günümüzde, Cumhuriyetimize ait ne varsa, bir bir tahrip ve imha ediyorlar. Tepki olunca geri adım atıyor, siniyor, ancak bekliyorlar. Çok geçmeden, bir başka yerden aynı veya farklı bir şekilde yeniden adım atıyorlar.
***
Somut örnekler verirsem, daha iyi anlatmış olacağım kendimi. Aklıma ilk gelenleri ve en yenilerini aşağıda sıralıyorum:
-Avrupa Birliği yanlısı ve demokrat görünerek, Cumhuriyetin zırhı olan birçok kurumu ve hukuk maddesini ortadan kaldırdılar (DMG’ler, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’nin işlevleri,163. Madde gibi)
• Hıristiyanlık propagandasını serbest bıraktılar, kilise açılmasını kolaylaştırdılar (AP’ye oy veren çoğu dindar bunu bilmez).
• Eğitim sistemi tamamen değiştirildi. Okullar imam-hatipleştiriliyor.
• Alkol satışı ruhsatları yenilenmiyor veya bu konuda güçlük çıkarılıyor.
• Ulusal bayramları engellediler, kısıtladılar. Atatürk heykellerine çelenk koyma yasaklandı. Büstleri yerlere, depolara atıldı, atılıyor. Atatürk konulu posta pulları çıkarılmasına son verilmiş bulunuyor.
• Bayrağımız yasak, İstiklal Marşı yasak. “Ne mutlu Türk’üm diyene” yazmak yasak.
• Kamu “bina”larından “Türk”, “Türkiye Cumhuriyeti”, “T.C.” ifadeleri siliniyor; Atatürk, Cumhuriyet adları caddelerden, bulvarlardan kaldırılıyor.
• Cumhuriyet’e ait tarihi izler, maddî hatıralar, Türkiye’nin her yerinde birer birer siliniyor, yok ediliyor (Atatürk Orman Çiftliği katliamı, Taksim “düzenleme”si, anıtların, kitabelerin düzenleme bahanesi ile kaldırılması,…)
• Türk devlet kurucularının büstleri sökülüp depolara atılıyor.
• Unvanında "Türk, Türkiye ve Cumhuriyet" sözcükleri bulunan şirketlere, "isminizi değiştirin" şeklinde uyarılar gönderiliyor. Amerika’nın bir bakanı, hükümetin gözlerinin için baka baka, daha önce kullandığı “Türk halkı” yerine “Türkiye vatandaşları” ifadesini kullanıyor.
Ve bütün bunlar sessizce yapılıyor, adeta saman altından su yürütülerek, sinsice... Dikkatlerden olabildiğince uzak tutularak… Bütün bunlarla ilgili olarak idari teşkilata, sanırım, gizli yazılar yollanıyor veya imalar yapılıyor. Çoğundan, veya sonuçlarından ancak uygulamaya konunca haberdar olunuyor.
***
Peki, nasıl oluyor da bu kadar kolay, böyle tereyağından kıl çeker gibi ulaşıyorlar hedeflerine?
Çünkü karşılarında ideolojik duruşa sahip büyük bir halk kitlesi yok! Buna, sivil veya asker, “aydın” dediklerimizin büyük çoğunluğu da dahil.
90 yıl geçti, kafalarda Atatürkçü öğretiye dair sistemli, heyecan verici hiçbir şey yer edemedi.
Okumadılar, öğrenmediler, bilinçlenmediler.
Zihinlere ulaşamayınca, yüreklere de ulaşamadılar, ellere de!...
Bu yüzdendir ki halkımız da, sözde aydınlarımız da neleri kaybettiklerini bilmiyor, hangi uçurumlara doğru sürüklendiklerini fark edemiyorlar.
Atatürkçülük lafla, “izindeyiz”le, saygı duruşuyla olmuyor ki!...
1 Cihan Dura, Sömürgeleşen Türkiye, İleri Yayınları, İst., 2004, s.405. Bu kişi sonraki yıllarda da benzer konuşmalar yaptı. Şu lafın patenti de kendisine aittir: Biz demokrasiyi bir amaç değil, bir araç olarak görüyoruz.
Prof. Dr. Cihan DURA, 10 Mayıs 2013