Taahhütlü!..
Sevgili Müyesser;
Belki birkaç saat de olsa cezaevinin havasını teneffüs ettiğim için, bunları yazmak istedim sana...
Belki de yüze yakın kadının gözlerinde senin sözcüklerine yansıyan haklı isyanı, cesareti bulamadım onların bakışlarında...
Yüze yakın tutuklu ve hükümlü kadın...Cesaretsiz, çaresiz, öfkeli...
Hemen arkamdaki sırada oturan dokuz kadın, diğerlerinden daha farklı görünüyorlardı bana..Sıranın başındaki 35 yaş civarında gözüken türbanlı bir kadın devamlı parmaklarıyla oynuyordu. Yanına yaklaştım.
- Geçmiş olsun, neden buradasın? diye sordum kendisine...
Utanarak başını eğdi, yanakları kızararak yanıtladı beni..
- Ben taahhütlüyüm Hocam... Bu sıra hep taahhütlü...
Taahhütlü? Tam dokuz kadın kimi ev borcunu, kimi banka kredisini ödeyemedikleri için cezaevindeydiler. "Büyük Türkiye" "Artan milli gelir" "Büyüyen ekonomi ve artan milli gelir" ve "İstikrarlı Türkiye" yalanına bir şamardı oradaki kadınların varlığı. Hem de büyük bir şamar...
Sevgili Müyesser, birdenbire ben kendimi onlardan daha fazla tutuklu ve hattâ hükümlü hissettim. onlar içerde oldukları içindir ki dışarıdaki büyük tehlikeden, küresel çetelerin Türkiye üzerinde oynadıkları oyunlar habersizdiler...
Ya ben? Bunların tümünü bilmekle beraber, hiç birini onlara anlatamadım. Onlara getirilmek istenen ve bu gün TBMM'de görüşülecek olan 4+4+4 Eğitim Sistemi'nin bir sömürge sistemi olduğunu ve Türk'ü köleleştireceğini söyleyemedim.
BOP Teali Cemiyeti eşbaşkanlarının 3 Mart 1924'te TBMM'de yasalaşan "Tevhid-i Tedrisat Kanunu"a baş kaldırışlarının hattâ Cumhuriyet'in varlığını yok sayışlarının bir ibret vesikası olduğunu anlatamadım oradaki kadınlara..
BOP Teali Cemiyeti eşbaşkanlarının sadece adı "MİLLİ" olan Eğitim Bakanı'nın "Cumhuriyet'in sonu geldi" avaz, avaz haykırdığını da söylemedim, söyleyemedim. Çünkü kadınlara babaannem "Güdüklerin Fadime"nin öyküsünü anlatırken, Cumhuriyet'in kadınlara olan kazanımlarını anlattım. Onları Cumhuriyet'e daha çok inandırmaya çalıştım. Ağlayarak dinlediler beni... Babaannem başardı, yoksulluk içinde iki çocuk okuttu dul başına, haklarına sahip çıktı, siz de başarırsınız diyerek, onlara inanç ve güç sağlamaya çalıştım.
Onlara Şafak Pavey'e ABD'nin neden ödül verdiğini de anlatmak isterdim. ABD Büyük Elçisi'nin konutunda "Emperyal patrona hizmet madalyası" alan Şafak'ın yanında neden Nedim Şener'in durduğunu söyleyemedim.
Orada dilim tutuklu hatta hükümlüydü çünkü. Senin neden halen içerde onların ise dışarıda olduğunu nasıl anlatacaktım onlara?,
Nasıl diyebilirdim ki "Ey kadınlar, askerlik çağına gelmiş erkek çocuğunuz varsa dışarıda, helalleşin onlarla... Erdoğan Ankara'da Petraus'la, Güney Kore'de "kadim dostu" Obama ile el sıkıştı, Şam Büyükelçiliği boşaltılıyor, Hatay'da küresel çetelerin Suriyeli teröristleri eğitiliyor, eşbaşkan Suriye ile savaş çığırtkanlığı yapıyor. Oğullarınız, kardeşleriniz Suriye'de ABD'nin çıkarları için Müslüman Suriyeliyi öldürecek ve Amerika için ölecek. Helalleşin onlarla."
Tıpkı Afganistan'da olduğu gibi onların cansız bedenleri de ABD malı tabutlar içinde teslim edilecek sizlere diyebilseydim keşke ama diyemedim.
Anlatmama gerek yok, sevgili Müyesser... Sen benden daha iyi bilirsin. Bizi oraya etkinlik için çağıran dostlarıma zarar vermemek adına beynimin söylediklerini, yüreğimin haykırdıklarını seslendiremedim.
Sadece ön sırada oturan protokolün gözünün içine baka, baka "Türkiye bir hukuk devletidir. Adalete güvenin." dedim. Ama sonra kendimi tutamadım, kendi yalanıma kendim güldüm.
Seni şahsen tanımıyorum sevgili Müyesser... ama sevgili Banu seni bana öylesine anlattı ki, seni hep yüreğimde hissettim. Sanki sana dokundum, tıpkı Sevgi Erenol gibi senin de sıcaklığını hissettim.
Keşke L tipi Ceza Evi'ndeki kadınlara seni ve Sevgi'yi anlatabilseydim.
Onlara "Siz masum veya değil, cinayetten, hırsızlıktan, yaralamaktan, cinayetten, fuhuş ve/veya uyuşturucudan buradasınız. Sizin suçlarınız hafif kalır onların suçlarının yanında...Yarın bir af çıkar veya cezanız biter çıkarsınız dışarıya..Ama onlar öyle mi? Biri darbeci (?), diğeri terörist(?)...
Fişlenmişler bir kere... Fişlerine yazılmış kocaman harflerle... Yurtsever ve antiemperyalist diye...
Küresel çetelerin efendilerine hizmet edenlerin Türkiye'sinde bundan büyük suç (!) olur mu?.." sorusunu da soramadım.
Her Cezaevi etkinliğimizde, benim için kardeşten ileri bir dostumun Gazanfer Eryüksel'in çabalarıyla bir müzik grubu götürmekteyiz. 23 Mart Çanakkale Zaferi etkinliğimizde de Zeynep öğretmenimin o güzel sesi ile "Türkülerle Anadolu"yu yaşattık kadınlara. En son türkümüz "Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa"ydı.
Müyesser, dünyanın en acemi fakat en doğal ve coşkulu korosu oluştu birdenbire. Türküyü hep birlikte söyledik. Sesimiz duvarlarda yankılandı... Belki duvarları da aşarak dışarılara çok uzaklara ulaştı... Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa..
Üniversiteli genç arkadaşım, Nazım'ın "Kadınlarımız" şiirini okuyunca, eğik başlar dimdik oldu ve gözler parladı... Mavi gözlü genç bir kadın kucağında kavuşturduğu "mübarek elleri"ne baktı ve yüzünü ellerinin arasına aldı. Gözlerimiz buluştu onunla... Sanki "Ben de sizinle aynı safta buluşacağım" der gibiydi.
Vedalaşmak çok zor oldu o kadınlarla... Ailelerinden başka birilerinin "Suçlu olsalar da bizim insanımız" anlayışı ile Cezaevi'ndeki kadınlar için bir şeyler yapması, duygulandırmıştı onları. Uzaktan kucaklaştık birbirimizle. Gözlerimizle vedalaştık...
Dışarı çıkınca Müyesser, havayı içime çektim. Gökyüzünü taradım bakışlarımla. Bir şahin uçuyordu havada daireler çizerek... Merhaba sevgili Müyesser dedim ona. O sendin biliyorum.
Biz hepimiz, sen içeride biz dışarıda, "Hürriyeti gasp edilmiş bir milletin kızlarıyız"
Ama çok yakında Müyesser, gasp edilmiş hürriyetimizi geri alacak ve zincirlerimizi kıracağız. Sen, Banu, Türkân, ben balkonumda oturup kahve içerkenTürkiye'nin hür kadınlarının ve azim ve kararı ile bağımsızlığını yeniden kazanmış Türk milletinin utkusunu paylaşacağız.
Küresel çetelerin oyunlarını Cezaevi'nden tahliye olmuş o mavi gözlü kadınla, sera işçisi Gülümser'le, ağzı dualı, eli bereketli Fatma nineyle, NOVAMED ve TEKEL kadınlarıyla birlikte bozacağız.
Öğretmeni, avukatı, hakimi, subayı, polisi, memuru, çiftçisi, işçisi kısacası tüm kadınlarla Milli Devrim'i yeniden erkeklerimizle birlikte inşa edip, tam bağımsız Türkiye'nin bayrağını Ankara Kalesi'nde dalgalandıracağız.
Başaracağız sevgili Müyesser...
Allah kurtarsın... Kahve içmeye bekliyorum küçük dev kadın...
Figen ÖZEN, 27 Mart 2012