Tam Bağımsızlık İş İster, Eylem İster / Prof. Dr. Cihan DURA

Tam Bağımsızlık İş İster, Eylem İster / Prof. Dr. Cihan DURA

İletigönderen Türk-Kan » Pzr Şub 19, 2012 18:46

Tam Bağımsızlık İş İster, Eylem İster

Türkiye Devleti’nin bağımsızlığı kutsaldır.

O sonsuza kadar güvenlikte olmalı ve korunmalı.


Mustafa Kemâl ATATÜRK

Atatürkçülüğün on ilkesi Bilimcilik, Sosyal Ahlâk, Millî Egemenlik, Tam Bağımsızlık, Cumhuriyetçilik, Laiklik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik ve Devrimcilik’tir. Bir Atatürkçü bu ilkelerin her birini, amaçlarını ve işlevlerini, aralarındaki ilişkileri en iyi şekilde bilmelidir. Böyle bir çaba da ilkelerin analizini gerektirir.

Örneğin Tam Bağımsızlık ilkesi ve onun analizi deyince karşımıza bazı alt kavramlar çıkar, bazı sorular akla gelir. Öte yandan, Tam Bağımsızlık İlkesi’nin kimi yönleri vardır, biri uygulama yönüdür. Yazımda bu uygulama yönünün içerdiği kavramlarla soruların bazıları üzerinde duracağım.

***
Önce Tam Bağımsızlık İlkesi’nin “uygulama” yönünü Atatürk’ün dilinden özetlemekte fayda görüyorum:

1) Ey Atatürkçü!... Tam bağımsızlık ülküsü kafandan, yüreğinden taşıp işe dönüşsün, eyleme dönüşsün. Bunun için:

- Ekonomik, malî, siyasal, adlî, askerî ve benzeri hiçbir kapitülasyona hayat hakkı tanıma!

- Geçmiş ve günümüzdeki hükümetlerin bağımsızlığımızı zedeleyen ya da ortadan kaldıran hiçbir karar ve antlaşmasını kabul etme!

- Ulusal sınırlarımız içinde tam bağımsız, yani kapitülasyonsuz bir Türkiye için çalış!

2) Halkımızın bağımsızlık ve özgürlüğün mahiyetini, yüksek değerini kavraması için bütün imkânlarını seferber et. Bağımsızlık ve özgürlüklerin güvence altında olması için var gücünle çalış...

Her ne pahasına olursa olsun, bağımsızlık ve özgürlüklerin ihlaline, herhangi bir koşula bağlanmasına izin verme, verdirme. Türk milletini tutsak etmek isteyen herhangi bir milletin ya da gücün de, bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanı ol.

Eğer bu uğurda halkınla el ele her fedakârlığı yapmaya hazırsan, bütün dünya, bütün insanlık saygıyla eğilecektir önünde.

3) Türk vatanına ve bağımsızlığına göz dikenlere karşı hem askerî bakımdan, hem de onların her ümidini kıracak şekilde ekonomi, siyaset ve idare bakımından kuvvetli olmak lazımdır. Ey Türk genci, işte bir görevin de budur: Ömrün boyunca, devletimizin her bakımdan kuvvetli olması için çalış.

4) Türk Bayrağı kutsaldır, milletimizin bağımsızlık simgesidir çünkü. Onu sev, kimseyi dokundurma ona, gerektiğinde canını ver onun için.

***
Tam Bağımsızlığın “uygulama” yönü kapsamında karşımıza çıkan temel kavramlardan dördü şunlardır: Tam bağımsızlık ülküsü, kapitülasyon, imkân seferberliği, her bakımdan kuvvetli olmak. Bu kavramları ne kadar iyi öğrenirsek, anlamlarını ne kadar iyi sindirir ve unutmazsak, Atatürkçülüğü o kadar kolay anlar, anlatır, açıklar, o kadar verimli işleriz, geliştiririz. Ve ancak bu takdirde “Ben Atatürkçüyüm” dediğimiz zaman doğru konuşmuş oluruz.

a) İlk kavram “tam bağımsızlık ülküsü”dür.

Bir Atatürkçü için, Atatürkçülüğün 10 ilkesinin her birinin gerçekleşmesi, uygulanması, hayata geçirilmesi aynı zamanda birer hedeftir, ülküdür. Bilim ülküsü, sosyal ahlak ülküsü, milli egemenlik, cumhuriyetçilik ülküsü gibi… Tam bağımsızlık ilkesi de öyledir, onun gerçekleşmesi, düşünce ve eylem olarak hayatın bir parçası haline gelmesi de bir ülküdür. Çünkü bir ilkenin belirlenmesi, ifade edilmesi, öğrenilmesi tek başına yeterli değildir. Onun kafalara, yüreklere yerleşmesi, ellerde eyleme dönüşmesi, yaşanması, canı pahasına savunulması gerekir. İşte birey düzleminde ve millet olarak böyle bir duruma ulaşma düşüncesi, tam bağımsızlık ülküsüdür.

Tarihî bakımdan bu ülkünün gerçekleştiği tek bir dönemimiz var: Atatürk dönemi (1923-1938)… Ne acıdır ki onun aramızdan ayrılmasından sonra, Türkiye; Tam bağımsız bir devlet olmaktan da, Tam Bağımsızlık ülküsünden de gittikçe hızlanarak uzaklaşmıştır.

Tam bağımsızlık ülküsünün genç beyinlere bugün yeniden işlenmesi gerekmektedir. Gerçek Atatürkçüler dernekler kurarak, platformlar oluşturarak, toplantılar ve yayınlar yaparak, konferanslar düzenleyerek bu görevi yerine getirmek zorundadır. Bir Atatürkçünün vicdanı ancak bu tür görevlerini yerine getirdiği ölçüde rahat olabilir.

b) Kavramlardan ikincisi “kapitülasyon” kavramıdır.

Tam bağımsızlığın ihlali, yabancı bir güce ödün verme, ayrıcalık tanıma şeklinde gerçekleşir. Her ihlal, yabancı oluşum (ülke, ülkeler topluluğu, kuruluş,…) için bir kazançtır, o oluşuma Millet’e ait bir hakkın devredilmesidir. İşte yabancının kazandığı bu hakka “kapitülasyon” diyoruz. Kapitülasyon bağımlılığın ürünüdür, tam bağımsızlığın zedelenmiş olduğunun göstergesi ve kanıtıdır.

Osmanlı Devleti, bu şekilde, Avrupa devletlerine ödün vere vere, sonunda ekonomik, malî ve politik bağımsızlığını yitirmiş, Avrupa devletleri önünde kapitülasyon zincirleri ile diz çökmüş bir devlet haline gelmişti.

Atatürk’ten dinleyelim:

    -Bir devlet düşünün ki kendi uyruğuna koyduğu bir vergiyi yabancılara koyamaz; gümrük işlemlerini, resimlerini ülkenin ve milletin ihtiyaçlarına göre düzenlemesi engellenmiştir; bir devlet ki bunların da ötesinde yabancılar üzerinde yargı yetkisini uygulamaktan men edilmiştir. işte böyledir bağımsızlığından yoksun olan bir devlet!…

    -Osmanlı’da devletin ve milletin yaşamına yapılan müdahaleler bu saydıklarımdan ibaret değildi, daha fazla idi. Doğrudan doğruya milletin yaşamsal ihtiyaçlarından olan, örneğin demiryolu yapmak için, fabrika yapmak için devlet serbest değildi; mutlaka dış müdahale vardı. Bu şekilde hayatını teminden menettirilen bir devlet bağımsız olabilir mi? Gerçekte Osmanlı Devleti bağımsızlığını çoktan kaybetmişti. Osmanlı ülkesi yabancıların serbest bir sömürgesinden başka bir şey değildi; Osmanlı içindeki Türk milleti de tamamen tutsak durumuna getirilmişti. Bu sonuç milletin kendi iradesine ve kendi egemenliğine sahip bulunamamasından, bu irade ve egemenliğin şunun bunun elinde kullanılagelmiş olmasından kaynaklanıyordu.

    -Ben bu haksızlığa karşı çıktım. Milletimin başına geçerek İstiklal Savaşımızı başlattım. Milletimin gasp edilmiş haklarını geri aldım. Ülkemi tam bağımsız kıldım.

c) Üçüncü kavram “imkân seferberliği”dir.

“İmkân seferberliği” birey, bir topluluk veya millet için söz konusu olabilir. Şöyle tanımlayabilirim: Bir ideal uğruna, o idealin, ülkünün gerçekleşmesi için bütün benliğiyle, her türlü kaynağı ile çalışma, gayret gösterme, mücadele etme azmidir.

Atatürk ilkeleri, örneğin Bağımsızlık İlkesi uğrunda imkân seferberliğinin şekillerine şu örnekleri verebilirim:

-Çalışmak, gece gündüz demeden On İlke’yi öğrenmek, bu alanda derinleşmek, öğrendiklerini başkalarına aktarmak, onları da bu yola teşvik etmek, mümkün olduğu kadar insanımızı Atatürkçülüğe, onun ilkelerine kazandırmaya çalışmak;

-Bilgisini, yeteneklerini ve her türlü kaynağını Atatürkçülük için kullanmak.

Atatürk’ün hayatının özellikle 1919-1938 dönemi “imkân seferberliği”ne görkemli bir örnektir. Onun dava arkadaşlarının çalışma ve fedakârlıklarını da örnekler arasına katabiliriz.

d) Son kavram “her bakımdan kuvvetli olmak”tır.

Sadece fizikî güç ve sayı bakımından değil bilim, teknik, ahlak, ekonomi, kültür, sanat, siyaset, örgütlenme,… bakımlarından güçlü olmak...

Bu durum hem birey, hem bir topluluk ve Millet bakımından söz konusudur.

Birey ve toplum olarak yukarda saydığım alanlarda olabildiğince birikimli olmayı, olabildiğince ilerlemeyi, zirveye ulaşmayı hedeflemeliyiz. Bunu ne ölçüde başarırsak, bağımsızlığımızı da o ölçüde güvence altına almış oluruz.

Birey olarak kuvvetli olmak örneğin şunların gerçekleşmesine bağlıdır: Sağlıklı bir beden, akıl ve iyi bir muhakeme, bilimsel birikim, geniş kültür, iyi bir tahsil, yüksek ahlak, iyi bir meslek, yiğitlik, sosyallik, örgütlenme yeteneği…
***
Şimdi akla gelebilecek bazı soruları yanıtlayalım:

1) Geçmiş ve günümüzdeki hükümetler tam bağımsızlığımızı zedeleyen ya da ortadan kaldıran kararlar almış, antlaşmalar yapmış mıdır?

Yanıtım “evet”tir. Bunlara birkaç örnek vereyim:

- İsmet Paşa döneminde, 1940’ların sonunda ABD ile yapılan İkili Antlaşmalar.

- IMF ile ilişkiler çerçevesinde alınan kararlar.

- 1995 Gümrük Birliği Antlaşması,

- Avrupa Birliği ile ilişkiler çerçevesinde kabul edilen bazı yasa ve yönergeler.

2) Halkımızın bağımsızlık ve özgürlüğün mahiyetini, yüksek değerini kavramış olduğuna inanıyor musun, neden?

-Ne yazık ki buna inanmak zor. Temel sebebi, Tam Bağımsızlık bilincinin, halkımıza sürekli ve yeterli şekilde aşılanmamış, bunun bir eğitim konusu olarak görülmemiş olmasıdır. Okumuşlarımızda, aydın olarak nitelediğimiz birçok kimselerde bile Tam Bağımsızlık bilinci ya yoktur, ya da zayıftır. Üstelik bu ihmal giderek artmıştır. Günümüzde ise -ne yazık ki- Tam Bağımsızlık ülküsü unutulma yolundadır. Bunda, küreselleşme propagandasının da etkili olduğu bir gerçektir.

3) Günümüzde Türk milletini tutsak etmek isteyen millet ya da güçler var mıdır? Varsa hangileridir, bu emellerini hangi davranışlarından anlıyoruz?

Dünyada Emperyalizm olduğu sürece Türk milletini tutsak etmek isteyen milletler ve güçler de olacaktır. Öyleyse onlar bugün de vardır ve Türkiye de bu güçlerin etkisi altındadır. Başta ABD gelmektedir, onu İngiltere, Fransa ve Almanya takip ediyor. Bu sömürgeci ülkeler AB şemsiyesi altında ortak hareket ediyor. Ve asıl olarak Derin Merkez’in güdümünde olan ülkelerdir. Demek ki Türk milletini tutsak etmek isteyen, perde arkasında olan güç, Derin Merkez’dir.

4) Dünya, Tam Bağımsızlığı üzerinde titreyen bir milletin önünde neden saygıyla eğilir?

Çünkü o millet başkalarında saygı uyandıran niteliklere sahiptir: Başı diktir, onurludur, özgürdür. Kimseye boyun eğmez, el açmaz. Başkalarına güven verir. Üyeleri tam anlamıyla insan olmanın özelliklerine sahiptir. Ekonomisi güçlüdür, diğer ülkelerle onurlu ilişkiler kurmuştur. Bu sebeple gıpta da edilir.

5) Atatürk’ün, diğer milletlerin bayrağına da saygılı olmamızı istemesinin sebebi ne olabilir? O bu duygusunu, hayatında somut bir örnek vererek de göstermiştir. Bu yaşanmış olayı anlatır mısın?

Bayraklar milletleri simgeler, onların bağımsızlığını temsil eder. Sömürgeciliği, işgalleri yapanlar, savaşları çıkaranlar; milletlerin zenginleri ile yönetici sınıflarıdır. Bunlara bakarak milletleri suçlamak, onları temsil eden simgeleri aşağılamak yanlıştır. Atatürk’ün bayrak saygısı bu sebepten ileri gelebilir. İkinci bir sebep de Atatürk’ün bağımsızlık olgusuna duyduğu engin tutkunluk olabilir.

Atatürk’ün bayrak saygısına bir değil birkaç örnek verilebilir. Bunlardan ikisini aşağı alıyorum.

Birincisi:

“Mustafa Kemal Paşa o sabah savaş meydanını geziyordu. Yerde parçalanmış bir bayrak, bir düşman bayrağı gördü. Birden durdu, yanındakilere seslendi:

“Bu bayrağı kaldırınız” dedi, “mağlup bir düşmanın bayrağı da olsa, o bir milleti, bir orduyu temsil ediyor, yerde kalması doğru değildir.”


İkincisi:

Atatürk Karşıyaka’da İplikçizade Köşkü’nde konaklayacaktı. Şimdilerde Karşıyaka Evlendirme Dairesinin karşısında, Yalı’daki 380 Numaralı Çağlayan Apartmanı’nın olduğu yerde bulunan bu köşkün güzelliği dillere destandı. Girişte kadınlı, erkekli muazzam bir topluluk birikmişti. Atatürk onları selamlayarak köşke yöneldiğinde yüzü asıldı. Kaşlarını çattı. Çünkü geçeceği yere boylu boyunca bir Yunan Bayrağı serilmişti. Karşılayıcılara bunun nedenini sordu. Onlar da, “Yunan Kralı Konstantin’in 1921 yılında İzmir’e geldiğinde bu köşkte ağırlandığını, yere serilen Türk Bayrağını çiğneyerek içeri girdiğini” anlattılar.

Atatürk’ün yanıtı kısa ve kesindi: “Yunan Kralı hata etmiş. Çünkü bayrak bir milletin onurudur. Ben bu hatayı tekrarlamam” diyerek yerdeki bayrağı kaldırttı. Köşkün beyaz mermerlerinde ilerleyerek, içeri girdi.”


6) Türk genci, neden dolayı ömrü boyunca devletimizin her bakımdan kuvvetli olmasının kaygısını duymalıdır?

Çünkü Tam Bağımsızlık devletimizin yalnız askerî veya başka bir bakımdan değil, her bakımdan, -altını çiziyorum- her bakımdan güçlü olmasıyla mümkün olabilir. Eğer tam bağımsızlık istiyorsan, başka güçlerin gözünü yıldıracak derecede güçlü olacaksın. Yoksul olan, cahil olan, zayıf olan, bağımsız olamaz. Herhangi istisnai bir sebeple bağımsız bile olsa, bunu uzun süre devam ettiremez.

Ne hazindir ki böyle bir ülkeye verilecek örnekler arasına son yılların Türkiye’sini de katmak durumundayız.

Prof. Dr. Cihan DURA
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Şu dizine dön: Cihan DURA

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x