Taraflar yeniden mevzileniyor - Nazım GÜVENÇ

Taraflar yeniden mevzileniyor - Nazım GÜVENÇ

İletigönderen Oğuz Kağan » Çrş Ara 16, 2009 17:49

Taraflar yeniden mevzileniyor

Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi kapatma kararının ardından gelişmelere ve girilen sürece derinlemesine bir bakalım. “Derinlemesine bakalım”, zira yüzeyde görünenler yanıltıcı olabilir.

Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin kapatma kararında en çok tepki çeken yan: partinin sadece en ılımlı iki ismi, Ahmet Türk ile Aysel Tığlı’nın milletvekilliği düşürülerek cezalandırılırken, başta Emine Ayna gibi -“şahin” dersek hak etmedikleri bir iltifat olur- “silahlı propaganda” yanlılarının “serbest” kalmaları oldu. Keza aynı meşrepten Osman Baydemir ve benzerleri de bu kapatma kararına rağmen yıkıcı faaliyetlerini sürdürebilecekler. Bu görüntüye bakan bazıları neden sadece “ılımlı” kabul edilen bu iki kişinin “cezalandırıldığını” soruyor ve bu görüntüden hareketle buna karşı çıkıyor.

Yargı kararının hukuksal açıklamalarına takılacak değiliz. Her zaman, her kararın mutlaka iyi kötü bir “hukuksal gerekçesi” olur. Bununki de birkaç güne açıklanacak. Geçelim. Ve görünüşün arka planına, olayın siyasal ve dolayısıyla aslı belirleyici yanına eğilelim.

Olayı sadece son fotoğraf karesinden değil de başından başlayarak “açılım filmi”nin bütününden değerlendirelim, çözümlemesini yapalım.

Çok kısaca söyleyecek olursak, bu “açılım” ABD’nin sıkıştırmasıyla “acele” tezgâhlandı bu doğru; lakin nicedir, ta Turgut Özal zamanından beri devletin elinin altında bir “çözüm tasarısı” vardı. Cumhurbaşkanı Özal’ın Başbakan Demirel’e ilettiği ama bir türlü hayata geçirilemeyen (burada bunun nedenlerine ve bu tasarının içeriğine girmeyeceğiz) tasarı sonradan çok eksik ve sakıncalı bir biçimde Mehmet Ağar’ın seçim söylemine malzeme oldu. Herhalde unutuldu, biz hatırlatalım: Ağar da aynen Erdoğan gibi “analar ağlamasın” edebiyatı yapıyor ve eşkıyayı dağdan düz ovaya indirmenin faydalarından dem vuruyordu!

Erdoğan (AKP), DP – ANAP birleşmesini son anda ANAP’ın zıpır genel başkanını bir şekilde kullanarak (şantaj veya rüşvetle ikna ederek) Ağar’ı engelledi. Çünkü Ağar’ın dilindeki “devlet projesi”ni kendisi kullanmak istiyordu. DP – ANAP birleşmesi son anda torpillenince her iki parti de baraj altında kalmakla kalmadı; Ağar’ın eksik ve sakıncalı şekilde sahiplendiği söz konusu proje de (Irak’la, Suriye ile vizenin kaldırılması vs. dahil) hemen her şeyiyle AKP’ye kaldı.

Onun için Başvekil bu “devlet projesi”dir diyor. Diyor ama gerçekte bu esas olarak Ağar’ın da dahil olduğu bir kısım devletin projesi. Dizaynını askeriye dışındaki sivil kurumların yaptıkları ve altyapısını (PKK ile temasları) hazırladıkları bir proje. Bir başka deyişle, hazırlaması da, sorumluluğu da Devlet’in tam mutabakatına dayanmayan, esas olarak sivil bir kurum üzerinden kotarılan ve yürütülen bir proje. (Hatırlarsanız, Ağar da bu “Analar ağlamasın” söylemini ilk dile getirdiği, “açılımı” ilk açıkladığı konuşmasına orduya ağır şekilde sataşarak başlamıştı.)

AKP’nin bu “sivil derin devlet projesi”ne katkısı, onu hem baştankara ve acemice, hem de kendi “ümmetçi”, tüm 1923 Cumhuriyeti düşmanı “bilinçaltını” dışa vuran bir söylem eşliğinde, Obama’nın da acele ettirmesiyle el yordamıyla, tam neresinden başlayıp, neresinden tutacağını da bilemeden yalpa yapa yapa uygulamaya koymaya çalışmak oldu.

Bu “sivil derin devlet projesi”nin adeta genetik yanlışı şuradaydı: Hem önce İmralı’daki caniyi gizlice doğrudan temaslarla, hem de avukatları üzerinden muhatap almak; onunla fiilen mütareke ve müzakere yapmak; hem de diğer yandan T.S.K.’nin ve (AKP tabanının en az yarısı dahil) Türk milletinin ağır baskısı altında Barzani ve Talabani ile “PKK’nın tasfiyesini” müzakere etmek. Oysa bu ikisi birbiri ile çelişen şeylerdi. En başta da İmralı’daki terörist elebaşısının çıkarları açısından.

Nitekim İmralı’daki elebaşı açılımın giderek kendi denetiminden çıktığını; altından halının çekilmekte olduğunu, bu gidişle çok geçmeden sürecin kendisinin dışında götürüleceğini fark etti, hissetti. AKP’nin gönlünden geçen içten arzusu, tercihi böyle olmasa da kamuoyu baskısı karşısında böyle bir şeritten gitmeye yöneldiğini kavradı.

Önce Erdoğan’a şantaj yaptı: Ben bu işten çıkar sağlamazsam, beni yok sayarsanız, süreci baltalarım. Ben kaybedersem sizi de kaybettiririm, ordu kazanır mesajları gönderdi.

İmralı’daki caniyi bu şantajında iliklerine kadar Ordu ve Atatürk düşmanı hain takım başta Taraf gazetesi ve diğer medya organlarındaki günümüz Ali Kemal’leri desteklediler. Ordu düşmanlığına, Ergenekon tertiplerine hız vererek. Lice’de Ceylan kızın havaya uçması trajedisinin ve hemen ardından başlatılan yaygın TSK karşıtı kampanyanın bir PKK tertibi olduğu şimdi çok daha iyi anlaşılıyor.

Kısacası bir yandan, orduya ve ulusalcılara yönelik karalama ve baskı kampanyası açarak, psikolojik savaş yürüterek hükümete Açılım’ı Öcalan’la koordineli bir şekilde götürmekte (buna direniş odaklarını sindirmekte) destek çıkılıyor; diğer yandan da şehir eşkıyasının eylemleriyle hükümete (Erdoğan’a) şantaj yapılıyordu. Bu süreçte, bilindiği gibi, DTP de kendisini silerek “muhatap Öcalan’dır”; “yoksa dağa çıkarız” söylemiyle Erdoğan üzerindeki baskıyı arttırdı ve İmralı canisinin şantaj planında kendisine düşen görevi yerine getirdi.

Sonuç olarak, süreci baltalayan asla T.S.K. ve muhalefet olmadı. Onlar sadece bu sürecin yanlışlığına ısrarla dikkati çektiler ve Türkiye Cumhuriyeti için intihar demek olan bu plana destek vermeyi haklı olarak reddettiler. Süreç kendi doğal akışı içinde açıla saçıla, sağa sola savrula yalpalaya devam ederken İmralı’daki caniyi ipleri tamamen kopartma noktasına getiren bir “son dakika hamlesi” gündeme geldi: Osman Öcalan’ın “barış elçisi bir güvercin” kimliği ve söylemiyle devreye girmesi! Abdullah, bir de bu olursa kendisinin sonunun kesin geleceğine kanaat getirerek derhal adamlarına sokak eşkıyalığına geçmeleri emrini verdi.

Bu yetmezdi. Onun için tam da Erdoğan, ABD’de Obama ile görüşürken her ikisine de “beni dışlayamazsınız, tasfiye edemezsiniz” mesajı olarak Tokat pususunu kurdurttu. Özellikle Tokat gibi yıllardır terörün dışında bir yer seçilmişti ki mesaj iyi anlaşılsın, çatışma bölgesinde askerle karşılaşıldı da vuruşuldu gibi yorumlanmasın diye.

Bundan Kandil’in de haberi yoktu. Emir doğruca o’ndan gitmişti, Onun için Kandil saldırıyı üstlenmekte duraksadı ve sonra İmralı’dan zılgıtı yiyince bilinen açıklamayı yaparak eylemi kabullenmek durumunda kaldı.

Bu süreçte hain takımının PKK’yı aklamak ve orduyu suçlamak için gösterdiği yoğun çaba ibret vericidir. Gerçekte T.S.K. henüz bu sürecin aktif bir izleyeni ve bekleyeni durumundadır. O saatini beklemektedir. Hain takımı da bunu bildiği için ne yapacağını şaşırmış durumda. Bir yandan orduya saldırıyor; bir yandan DTP’ye yükleniyor; bir yandan Anayasa Mahkemesi’ne bozuk çalıyor. Panikteler …

Çünkü:

* bu “sivil derin devlet projesi” saçıldı ve dışlanma paniğindeki İmralı’nın eliyle / emriyle bitirildi. Bundan sonra asla iflah olmaz.

* PKK’yı düz ovaya çekmenin bu sütunlarda ve kitabımızda vurguladığımız üzere timsahı karaya çekmekten farkı olmadığı uygulamada ortaya çıktı.

* PKK’nın sivil siyasal kolu olarak faaliyet gösteren DTP kapatıldı. Türk ve Tığlı kenara alınırlarken, sırtlanlar ortada, “serbest” kaldı.

Bu ne demektir biliyor musunuz?

Bu, Devlet’in ama bu kez Asker’iyle ve Millet’iyle Devlet’in İmralı’daki caniye, Kürtçülere restini gördüm haydi sıkıysa elinden geleni ardına koyma demesidir!

PKK’nın şehir eşkıyaları daha ne kadar saldırılarını sürdürebilirler? Her saldırı, her kuduruklukları onları sonlarına daha hızla yaklaştırıyor. Türk Devleti muz cumhuriyeti mi? Türk Ordusu’nu Ergenekon’la, Taraf’ın ve diğer hainlerin saldırılarıyla bitirebildiler mi, sindirebildiler mi?

Kara Kuvvetleri’nin internet sitesine ordunun görev tanımının yeniden konduğunu duymayanınız var mı?

Tarzan zor durumda o kesin. Şimdi iki ateş arasında… Kendi düşen ağlamaz .. Anaların güleceği günler de gelecek… Önce şehirleri PKK şehir eşkıyasından temizlemekle işe başlamak gerekiyor. “Açılım” nasıl olurmuş o zaman görsünler …


Nazım GÜVENÇ, 15 Aralık 2009
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x