Tarihten Dersler Işığında Yeni Komuta Yapısı
15 Temmuz ihaneti Türk ordusunun tarihindeki en büyük ihanetidir. Sadece Atlantikçi kanlı bir darbe olmaktan öte, binlerce yıllık Türk ordusunun halkın gönlündeki manevi değerine büyük zarar vermiştir. Balkan Harbi sonrası Türk Subayı İstiklal Caddesinde yürüyemezdi. Halk Çatalca’ya kadar gelmiş ve Bulgar Ordusundan büyük bozgun yemiş ordunun subaylarını affetmemişti. Benzer şekilde aynı savaşta Boğaz Önü ve Doğu Ege Adalarını Averof kruvazörü ile birer birer işgal eden Yunanistan’a karşı Ege’de hiç bir varlık gösteremeyen Osmanlı Donanmasına da halk çok kırgın ve kızgındı.
Balkan Harbinde neden bu duruma düşmüştük?
Sanayisiz ve bilimsiz Osmanlı bir de ordusu ve donanmasında siyasal çekişmelerin tuzağına düşmüştü. 31 Mart sonrası büyük tasfiyeler yapılmıştı. Donanma zaten askeri bir etki yaratabilecek durumda değildi. 20’nci yüzyıla zaten donanmasız girilmişti Orduda erken terhisler yaşanmış ve subaylar arasında İttihatçılar ile Hürriyet ve İtilaf Partililer arasında çekişme had safhadaydı. Emir komuta birliği yoktu. Harbiye Nezareti son anda müşterek bir karargah kurmuş ancak bu karargâhta ordular ve bahriye nazırlığı ile tam eşgüdüm ve iş birliği sağlanamamıştı. Tarihten ders almak gibi klişe bir giriş yapmayacağım. Ancak bugüne kadar yazdığım pek çok makalede vurguladığım bir hususu tekrar edeceğim. Siyaset adamlarımız ve devlet adamlarımız tarih ve strateji okumalıdır. Tarih, özellikle siyasi tarih, jeopolitik ve strateji bilinmeden bir ülkenin kaderini çizemezsiniz.
Türkiye bir gecede alınan karaların zararlarını yıllarca çekti.
1952’de NATO’ya girişte komuta kontrol sahaları dağıtılırken Atlantik sistem bize sadece Karadeniz’i verdi. Ege ile Akdeniz’i Yunanistan’a bıraktı. 70’li yılların ortalarına kadar farkına varmadık. Kıbrıs ve kıta sahanlığı olayları başlayınca durumsal farkındalık oluştu. Aynı yıl FIR (Uçuş Malumat Bölgesi) sorumluluğu paylaşılırken Ege’de karasularımıza kadar dayanan hattı Yunanistan’ın ilerde egemenlik hakkı olarak kullanabileceğini kimse öngöremedi ve Atina, bu hattı Ege’yi sahiplenmek için kullandı. Kullanmaya devam ediyor. 1985 yılında Akdeniz Arama Kurtarma sahası çizilirken hattın güneyini Kıbrıs’ın bölünmüşlüğüne göre çizen büyüklerimiz neden Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığımızın güney sınırını hesaba katmadılar. 1980’de NATO’ya geri dönen Yunanistan’dan Evren Hükümeti karşılığında ne aldı? Ege’deki komuta kontrol sorunları lehimizde çözülemedi. 1990 sonrası güneydoğu Anadolu’muzu ipotek altına koyacak Provide Comfort (Çekiç Güç) Harekâtına destek veren hükümetlerimiz ve genelkurmayımız bu silahın bir gün bize de ödeneceğini hiç mi düşünmedi? FETÖ 1980’lerden sonra damarlarımıza kadar girmeye başlarken, 4 Temmuz 2003 Çuval skandalı sonrası Kara Kuvvetlerindeki Atatürkçü, milli çıkar odaklı general ve subayları budayan ya da terfi ettirmeyen yüksek komutanlık, kumpas davalara uzanan sürecin kapısını açmadı mı? 15 Temmuz saldırısının alt yapısına hizmet ettiklerinin farkına varamadılar mı? Neticede 15 Temmuza gelen yolların parke taşları Atlantikçilerden daha Atlantikçi generaller /amiraller ve askeri vesayeti kaldırmalıyız vizyonu içindeki muhalefet dahil her kesimden siyasetçinin taşıdığı taşlar ile döşendi. Bu yapı 15 Temmuzda Atlantikçi patronları için Türk halkına ateş etti. Bu ateş sadece yaşayan nesillere değildi. Sadece Cumhuriyete de değildi. Tarihimize ateş ettiler. Plevne’ye, Silistre’ye Gelibolu’ya Conkbayırı’na, Sakarya’ya, Dumlupınar’a, Kıbrıs’a da ateş ettiler.
Komuta Yapısı Gözden Geçirilmelidir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu duruma gelmesinde aşırı merkeziyetçi ve kara ağırlıklı komuta yapısının rolünün olduğunu söylemek hata olmayacaktır. Yüksek Askeri Şurada oy çokluğunun karacı orgenerallerin tekelinde (14’te 10) olması mevcut yapının ve güç sisteminin korunmasını sağlamıştır. Öyle ki soğuk savaş sonrası tüm dünya savunmadan güvenliğe, topyekun harpten kriz menejmanına geçerken Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvetler geleneksel soğuk savaş komuta yapısından yeni düzene geçmeye çalışmadı. Örneğin pek çok gelişmiş ülke askeri gücünü savaşan ve destekleyen unsurlar olarak ayırıp, yüksek hazırlıklı muharip birlikleri müşterek komutanlıklar kurarak icranın emrine verirken, savaşa hazırlayan birlikleri ayrı bir yapılanma içinde tuttu. Bu ülkeler Genelkurmay Başkanlığı görevini müştereklik kavramı içinde değerlendirip her üç kuvvet mensupları arasında nitelik ve liyakate dayalı bir rotasyon bazında donatırken, Genelkurmayımız Başkanlık ve İkinci Başkanlık dahil tüm önemli başkanlıkları kara kuvvetleri tekelinde tutmaya devam etti. Bu durum aşırı merkeziyetçilikle birleşince silahlı kuvvetler üzerindeki siyaset denetimini de asgaride tuttu. Silahlı Kuvvetler içinde bir kontrol ve denge sistemi yaratılamadı. FETÖ’nün en az emniyette olduğu gibi TSK içinde yuvalanması ile general ve amirallerinin son 6 yılda yarısının FETÖ militanı olmasını bu yapı önleyemedi. Bırakalım bir işlem yapılmasını “Silahlı Kuvvetler FETÖ kuşatması altında” diyen emekli subaylar ve kumpas mağdurları orduevlerine bile sokulmadı. Diğer taraftan hükümetin kendini koruma refleksi ile kuvvetleri Milli Savunma Bakanlığına bağlaması süreci sadece ordunun siyasallaşması kapsamına indirgenmemelidir. Bu konu ayrı bir inceleme ve tartışma konusudur. Çok önemlidir. Ancak Hükümetin aldığı bu kararın yüksek harbe hazırlık ve dinamik/süratli bir komuta kontrol yapısına geçişin de tartışılmasına fırsat sağlaması gerekir. Bu konular aceleye gelmez. Tarih rehberimiz olmaya devam etmelidir.
Cem GÜRDENİZ, 8 Ağustos 2016