“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….(16)Dinler Arası Diyalog Projesi’nin saçtığı tohumlar, Eşbaşbakan Erdoğan tarafından öyle cömertçe gübrelenmiştir ki, baldıranın zehirli kökleri Sümela Manastırı’nda duvarlara tutunmaya başlamıştır. Hem öylesine bir tutunuş ki, bu zehirli bitkiyi oradan söküp atmak artık çok zordur.
15 Ağustos’ta Sümela’da yapılan ayinle bir hortlak diriltilmiş, Pontus Rum Devleti, turizmin getireceği para uğruna ayağa kaldırılmıştır. Onların anlayışına göre söz konusu paraysa vatanın adı geçmez. Vatan teferruattır… Hatta teferruatın bile ötesindedir.
15 Ağustos… Bu tarihin özelliği ve önemi nedir? 15 Ağustos 1461'de Trabzon Rum Pontus İmparatorluğu, Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilmiş, Bizans’ın varlığının devamı sayılan bu devlet tarihin sayfalarına gömülmüştür. Bu bir !…
PKK’nın eylemlerinin başlangıcı olarak kabul edilen tarihtir 15 Ağustos… 15 Ağustos ta Siirt’in Eruh, Hakkâri’nin Şemdinli ilçesini basan PKK’lı teröristler, karakollara ve askeri lojmanlara saldırarak, bir askeri şehit etmiştir. Bu iki !…
15 Ağustos’ta gün farkı ile PKK sözde ” Ateşkes” ilanı ise 12 Eylül’de yapılacak “FEDERANDUM”a açık bir destek vermiştir. İktidara ve işbirlikçilere uzatılan yardım elidir bu ateşkes. Bu “ateşkes” tıpkı AB’nin bizim şu meşhur STK’lara yaptığı karşılıksız hibelerin bir kopyasıdır ve altından bir çapanoğlu mutlaka çıkacaktır.
Anayasa’mızın değiştirilemez ve değiştirilmesi bile teklif edilemez 2. Maddesi’ni yok sayan bu anayasa taslağını desteklemek Öcalan’ın verdiği ev ödevidir. Bu ödev kusursuzca yapılmış ve “Büyük Abi”den yıldızlı pekiyi almıştır. Güneydoğu’da çok yüksek oranda çıkan “evet” oylarının hikmeti sebebi bu ev ödevinin yanı sıra PKK-BDP-AKP-ABD işbirliğinin eseridir.
Öcalan’ın yandaşlarına verdiği bu ödev ise doğrudan, doğruya “Büyük Abi” ve yamağı tarafından AB’nin, bölücü başının avukatları vasıtasıyla İmralı hükümlüsüne ulaşan talimatlarının gereğidir. Öcalan da onları dinlemek zorundadır. Çünkü A. Öcalan’ın boynuna geçirilmesi gereken urganın ucu halen bu iki gücün ellerindedir. Referandum’da bu taslak kabul edilmiş ve işleve konulmuş, sıra Devlet’in, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü koruyan ilk üç maddeye gelmiştir. Bu nedenle AKP-BDP, değişik nedenlerle Cumhuriyet’e karşı oldukları içindir ki, şüphesiz aynı saftadır. PKK’nın ise şer biraderlerine “Ateşkes” kararı ile hizmet etmesi son derece doğaldır.
Sümela’da yapılan ayin iktidarın açtığı şer yolunun başlangıç adımıdır. Bu adım bizi dönemin ABD Başkanı W. Wilson’un içinde Rum Pontus Devleti’nin de sınırlarının çizildiği, haritasını gerçeğe dönüştüren günlere götürecektir.
Bu parçalanmışlığa giden yolu sonlandırmanın tek yolu “Büyük Abi”nin emirlerine direnmek ve bu direnişle “Büyük Abi”ye ve tüm işbirlikçilerine açıkça meydan okumaktır. Türk milleti, ABD-AB-AKP-BDP anayasa taslağını veto etmek gücüne sahipken, aldatılarak “Büyük Abi”nin ve onun işbirlikçilerinin tuzağına düşmüştür. Ulusumuz, A.Gül gibi bir nevi noterlik görevine zorlanmıştır.
Ancak, Vahdettin’in kaçarak ardında bıraktığı bu topraklar, milletin malıdır. Anadolu bizim son yurdumuz, yıkılmak istenen Cumhuriyet onurumuz, parçalanmak istenen vatan ise namusumuzdur. Üstelik bu ülke “Noter senedi” ile de satışa çıkarılamaz. Bu ülkenin tapusu Türk milletine aittir. Lozan Anlaşması bu tapunun tescilidir. Üstelik bu toprakların taksimi gayrı kabildir. Yani bölünmesi mümkün değildir.
“Büyük Abi”nin emir ve talimatnameleri halen devam etmekte, Sn. Erdoğan’da ABD’nin dost ve müttefik olduğundan dem vurarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yapılan açık ve tüm dünyanın tanık olduğu müdahalenin üzerini örtmek istemektedir.
İngiliz Financial Times gazetesinin “ABD, silah anlaşması konusunda, Türkiye’ye ultimatom veriyor” manşeti ile çıkan haberde, Obama’nın Erdoğan’a, İsrail ve İran konusundaki politikalarını değiştirmediği takdirde, Amerika’dan satın almak istediği silahları edinme şansının çok az olduğu”nu söylediği iddia edilmiştir.
Türkiye’nin satın almak istediği silahlar, namluları bir buçuk milyon Iraklı Müslüman’ın kanları ile damgalanmış silahlardır. Financial Times gazetesinin iddiasına göre Türkiye, ABD’nin 2011 yılında Irak’tan çekildikten sonra, terör örgütüne karşı kullanmak üzere ” Amerikan artığı” bu silahları satın almak istemiştir. Hani şu Erdoğan’ın ” Amerikan askerlerinin zaferi için dua ediyorum” dediği namlusundan Irak’ın Müslüman sivil halkına ölüm saçan silahları…
“
Irak’ta savaşan ABD’li kahraman bay ve bayan askerlere, ülkelerine en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz.” 31 Mart 2003 tarihli The Wall Street Journal Gazetesi…
Başbakan’ın sağlık ve esenlikle yurtlarına dönmeleri için dua ettiği Amerikan askerleri Irak’ta en az bir buçuk milyon sivili hunharca katletmiştir. Irak bugün kardeşin, kardeşi öldürdüğü, Sünni’nin Şii’ye silah çektiği, Şii’nin camileri bombaladığı bir ülkedir. Kanlı parmakların her cesedin yanına attığı tek imza vardır. “Büyük Abi”
Obama’nın ” G20 Zirvesi”nde, Türk basınına aksettirilenlerin tam aksine, Erdoğan’la ABD Başkanı arasında yapılan konuşmanın hiç de dostane olmadığı, üstelik “Büyük Abi”nin emirlerini şantajla güçlendirerek tekrarladığı görülmüştür. Erdoğan’a verdiği ültimatomun Financial Times gazetesinde yayımlanmasından bir kaç gün önce de, Washington’da ” Türkiye Politikası”nın gözden geçirildiği önemli bir üst düzey toplantı yapılmıştır. ABD Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan toplantıya Bakan Hillary Clinton’da katılmış ve işin en ilginç yanı, toplantıdan bir gün sonra Dışişleri’ne bağlı Genel Denetim Bürosu, ABD’nin Türkiye’deki ABD misyonu hakkında 110 sayfalık bir rapor yayımlamıştır. Bu raporun içeriği hakkında basına bir bilgi sızdırılmamıştır. Ancak ABD’li diplomatlara bir takım görevlerin verildiği de aşikârdır.
Şimdi “Büyük Abi”nin, kendisini başarıya götüreceğine inandığı bir oyunu daha sahnedir. PKK Henri Barkey’in talimatlarına aynen uymuş, BOP’nin yolundaki son engelleri de kaldırmıştır. ” Ateşkes” ilan ederek, 12 Eylül oylaması için AKP’ye “kardeşlik” elini uzatan PKK ve Meclis’teki siyasi uzantıları arsız iştahlarını 2011 seçimlerinden sonra Erdoğan’ın “Değiştireceğiz…” dediği ülkemizin bölünmez bütünlüğünü hedef alan yeni anayasa taslağına saklamaktadır.
Her ne kadar üzeri kapatılmak isteniyorsa da, devlet PKK ile aynı masaya oturmuş ve anlaşmıştır.
BDP ise bu anlaşmanın ardından el altından desteklediği, “Türkiye’nin bölünmesini hızlandıracak hukuki tuzaklarla dolu anayasa paketine, elbette destek vermiştir.
” Türkiye özerk idari yapıya sahip olmalıdır. Bu BDP’nin resmi projesidir… Bu proje hayata geçecektir. Türkiye imzalamış, hayata geçirmek zorundadır. Şimdi çıkmışlar sanki çok büyük bir gaf yapılmış gibi, sanki bölücülük yapılmış gibi, bu demokratik özerklik talebini çarpıtmaya, kafaları bulandırmaya çalışıyorlar.”
Bu paragraf BDP Genel Bşk’nı Nurettin Demirtaş’ın PKK’laşmış BDP mitinglerinde sık, sık kullandığı söylemdir.
Bir vatandaş olarak soruyorum. BDP’nin resmi projesi olan özerklik projesi ne zaman ve hangi hakla Türkiye tarafından imzalanmıştır? Açıklayın…
İktidar şunu çok iyi bilmelidir ki ” Büyük Abi”nin icazeti ile oturdukları koltukları ve kazandıkları rantları korumak için Türkiye’yi bölme planına Türk milleti asla izin vermeyecektir.
PKK ile masaya oturan, Öcalan’la anlaşan iktidardır, devlet değil. Devletin tüm kurumlarını elinde tutan ve kullanan iktidar, Büyük Abi’nin emirlerine kayıtsız ve şartsız uymak zorundadır. Aksi takdirde tüm kullanılmışlar gibi miadı dolunca çöpe atılacaktır.
Figen ÖZEN01 Aralık 2010
[img]http://www.birikimhaber.com/image/haber/2010/09/21/Resim_1285057065.jpg[/img]
“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….(17)Değerli bir dostum bana, “Büyük Abi”nin oyunlarını yazmaya bir ömür yetmez” demiştir. Bu sevgili dostumun ne kadar haklı olduğunu 12 Eylül halk oylaması sürecinde bir kez daha gördük, Oynanan oyunlara şahit olduk, meydanlarda siyasi parti genel başkanlarının oylamayı gerçek anlamından, işaret ettiği büyük tehlikeden çok uzaklaşarak zafiyete uğrattıklarını, referandumu siyasi parti şovuna ve iktidar kavgasına dönüştürdüklerini izledik.
Bu süreçte çalınması gereken hiç bir kapı çalınmamıştır, dağıtılan broşürler ve salonlarda yapılan konferanslarla, halkın asla katılım sağlamadığı etkinliklerle süreç, çalışır gibi görünen demokratik kitle örgütlerinin kaprislerine kurban edilmiştir.
Referandum öncesi, Türkiye’nin en büyük demokratik kitle örgütü, yayımladığı genelge ile tarafsızlığını ilan etmiş, hatta üyelerine bile bu konuda çalışmayı yasak etmiştir.
Bu genelge Türkiye’de büyük fırtınalar koparmış, çığ gibi büyüyen tepkiler karşısında dernek geri adım atarak, dostlar alışverişte görsün örneği bir takım salon çalışmaları yapmıştır. Ancak sizin de takdir edeceğiniz gibi bel kemiği kırılan hastanın tekrar yürümesi mümkün değildir.
12 Eylül’de alınan neticenin sonucunda, ne yazık ki Türk Yargısı artık “üstekilerin hukuku”na, kısacası “İktidarın hukuku”na dönüştürülmüştür.
Üstelik şimdiden 2011 seçimlerinin ardından Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez ilk üç maddesinin hedef alınacağı yeni ve sivil bir
anayasa modelinin gündeme getirileceği de Sn. Başbakan tarafından (!) müjdelenmiştir.
Elbette bu anayasa taslağında
AKP Grup Başkan Vekili Ayşenur Bahçekapılı’nın kendi söylemiyle ” vicdanını rahatlatacak ve geceleri rahat uyumasına neden olacak” bir değişiklik yapılacak ve Türklük kavramı Anayasa’dan çıkarılacaktır.
Erdoğan’ın “Benim Kürdüm, benim ….., benim ..….” diyerek Türkiyelik gibi düzmece ve ayrılıkçı bir kavramın şemsiyesi altında toplanmaya çalışan Türk milleti ve Türklük kavramı yok edilmeye çalışılacaktır.
Tüm ayrılıkçılara, işbirlikçilere ve emperyalizme uşaklık ederek bu milletin devleti ve ülkesi ile bölünmez bütünlüğüne göz dikenlere, gözleri Cumhuriyet’in aydınlığı ve Kemalizm’in ışığı ile gözleri yarasa misali kamaşanlara müjdeler olsun.
“Büyük Abi“nin yemyeşil dolarlarla oluşturduğu meralarda otlananlar, yemleri kesilmedikçe emperyal patronlarına hizmet etmekte birbirleri ile yarışmaktadır.
“ Sivil Denetim” stratejisi ile devlet kurum ve kuruluşlarının denetlenmesi ve hedeflenen gizli bilgilere ulaşılması için yapılan ve yapılacak her şey mübahtır.”
“Yapılacak her şey mübahtır.”
“2011 Türkiye İç Savaş Raporu” ön görüldüğü şekilde yoluna devam etmektedir.
Ülkemizde ” hedeflenen gizli bilgilere” ulaşılmadığını iddia etmemiz mümkün değildir. Onlarca “mübah” olan her şey, kitabına uydurularak yapılmıştır.
Dünyada bir ilk Türkiye’de gerçekleştirilmiş, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin mahremiyetine girilmiş, “Kozmik Oda” tarumar edilmiştir. Kimin “TARAF”ı olduğu belli olan, “SABAH”ları simsiyah manşetleri ile karartan gazeteler, kendilerine ulaştığını iddia ettikleri bilgileri sahte görüntü ve belgelerle montajlayarak yayımlamışlardır.
“Balyoz” başlıklı sahte belgeler ordunun denetlenme yolunun açılması için atılan adımlarının en önemlisidir.
Sahte belgeler ve ses kayıtları ile Türk ordusu küçük düşürülmeye çalışılmış, hatta YAŞ öncesi alınan gözaltı ve tutuklama kararları ile Kemalist subayların terfileri engellenmiş, emir-komuta zinciri kırılmaya çalışılmıştır.
İktidar bununla da yetinmemiş, yargıya başvurarak haklarını arayan üç generali açığa almıştır.
Gerçekleştirilenler ve yapılacak olanlar, “2011 Türkiye İç Savaş Raporu“nda öngörüldüğü gibi, NGO’ların baskı grubu olarak kullanılması ile gerçekleştirilmiştir.
Bu arada “Büyük Abi”nin “sivil itaatsizlik” çağrıları da hızını kesmeden devam etmiştir. Özellikle BDP’nin kullanıldığı alanlarda, devlet otoritesi aleyhine başkaldırı refleksinin oluşturulmasında oldukça başarılı olunmuştur.
Bir çok devlet kurumu değişime uğramış ve çıkarılan bölücü yasalarla bu değişim hızlandırılmıştır. Böylece ” Sivil Denetim Stratejisi” ile, devlet kurumlarının bir bakıma denetlenmesi sağlanmıştır.
İşte tam bu sırada karşımıza “Fethullahçı Gladyo” çıkmaktadır.
” Şimdi sessiz ve sakin olunuz. Ta ki devlet kurumlarındaki önemli görevlere gelene kadar bekleyiniz.”
ABD vatandaşı, Papa’nın yol arkadaşı Utah’tan “mezardaki ölüleri bile referandumda oy vermeye çağıran” Fethullah Gülen’in bu söylemini vaktiyle göz ardı edenlerin, emperyal tehlikeyi yok sayanların artık bölünmekten, ellerine aldıkları baltalarla birbirlerinin kafalarını koparmaktan vazgeçmeleri kaçınılmazdır.
Vatan tehlikededir. Cumhuriyet dönüştürülmektedir.
“Büyük Abi” keyifle Türk milletinin ve Türkiye’nin içine düştüğü durumu seyretmektedir.
Sn. Sefa Yürükel’in açıkladığı “2011 Türkiye İç Savaş Raporu”nda öngörüldüğü gibi bilinen bazı bilgilerin yeniden sızdırılıp, gündemin değiştirilmesi “Büyük Abi”nin emirleri doğrultusundadır.
Şu çok iyi bilinmelidir ki, sanal dünya zaten ABD’nin denetimi altındadır. Amerika’nın bilgisi olmadan hiç bir bilgi sızdırılamamaktadır.
Şimdi bu gerçeğin ışığı altında WikiLeas belgelerinin yayılma nedenini aklımıza takılan iki açıdan irdelemeye çalışalım.
1- Erdoğan’a ve iktidar partisine, ” Biz “Büyük Abi”yiz. Sizi istediğimiz zaman bitiririz” mesajı verilmiştir.
2- Tüm ulus devletlerin ortak düşmanı ABD’yi Erdoğan’a düşman (!) göstererek, Graham Fuller’in referansı ile CFR’nin memorandumunu tüzükleştirerek kurulan AKP’ye “milli parti” imajı verilmeye çalışılmıştır.
Bana kalırsa genel seçimler böylesine yakınken, ikinci şık yani bir imaj tamiri akla daha yakındır.
Ama her şeye rağmen 1. şıkkı göz ardı etmeden de bir durum analizi yapmamız gerekmektedir. Eğer WikiLeas belgelerinin yayılış sebebi Erdoğan’a göz dağı vermekse, bunun da semeresi alınmıştır.
WikiLeas belgelerinde adı geçen tüm ülkelerde, konuyu araştırmak üzere komisyonlar kurulmasına rağmen, Türkiye bu konuda sessiz kalmayı tercih etmiştir. Ayrıca iddia edildiği gibi Clinton, Davutoğlu’ndan özür dilememiş sadece “üzgün” olduğunu belirtmiştir.
Hakındaki yolsuzluk konuları ve “İsviçre’deki bankalarda 8 hesap ” iddiaları Erdoğan’ı hayli rahatsız etmiştir. Bu konunun üzerine gidenleri” Benim 1 milyar dolarım olduğunu iddia edenler bugün Silivri’de” söylemiyle açıkça tehdit etmiştir.
Bunun yanı sıra İsrail’e yangın uçaklarını göndermesi de,Yahudi’lere uyguladığı politikada atılan geri adımın açık bir göstergesidir. Netenyahu’nun ” Özür dilememesine ve tazminat ödemeyi reddetmesine” rağmen bu yardımın altında yatan gerçek, “Korku dağları bekler.” düşüncesidir. Çünkü AKP içersinde WikiLeas belgelerinin İsrail tarafından sızdırıldığı ve devamının geleceği endişesi hakimdir.
Gönderilen yangın uçakları elbette insani bir davranıştır. Ancak aynı insani davranışı “Büyük Abi”nin silahları ile öldürülen milyonlarca Iraklı Müslüman’a göstermeyen, hatta ABD’li askerlerin muzaffer olması ve evlerine sağ, salim dönmeleri için dua eden Erdoğan’ın söz konusu ABD’nin biraderi Yahudiler olunca böyle hassas davranması akla bir takım olasıları getirmektedir.
Dikkati çeken en önemli noktalardan biri de, bu belgelerde diğer liderlerin aksine, Erdoğan için sözcüklerin altında gizlenen övgülerin sızdırılmasıdır.
İkinci şıkka gelince… İşte tam burada durup, konuyu bir kez daha gözden geçirmemiz gerekmektedir.
Konuya girmeden önce bilineni bir kez daha tekrarlayalım. AKP, CFR’nin memorandumunu tüzükleştiren, ABD’nin icazeti ile kurulmuş bir partidir. CFR’nin kuruluş ve işleyiş amacı ise “Büyük Abi”nin başka ülkelerdeki çıkarlarını koruyacak parti ve kişileri seçerek, iktidara getirmektir.
Erdoğan İstanbul Ana kent Belediye Belediye Bşk’nı iken Mehmet Metiner’e hazırlattığı Kürt Raporu ile 1993 yılında CFR’nin dikkatini çekmiştir. Graham Fuller tarafından CFR’nin önünde görücüye çıkarılan Erdoğan dönüştürülecek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin lideri olarak atanır.
Bu hakikati hiç göz ardı etmeden yolumuza devam edelim.
WikiLeas başlangıçta Türkiye ve iktidar ile ilgili dedikoduya dayalı, kolayca ret edilebilecek nitelikte belgeler yayımlamıştır. Ana muhalefet ise mal bulmuş mağribi örneği bu bilgilerin üzerine atlamış “Büyük Abi”nin tuzağına düşmüş, ana maddeyi gözden kaçırmıştır.
ABD’yi, AKP’nin düşmanı olarak ve “Büyük Abi” ile işbirliği tescillenen, iktidar partisini bir “Milli Parti” ve Türkiye’nin ulusal arenada çıkarlarını savunan iktidar olarak göstermek bu sızıntının ana amacıdır.
AKP Türk milleti önünde aklanmak istenmektedir. Hedef 2011 seçimlerinde AKP’yi tekrar iktidar koltuğuna oturtmaktır.
Bunun yanı sıra “Daha güçlü belgeler yayımlarız.” tehdidi ile şantaj yapılmakta, “Büyük Abi”nin gırtlağımıza doladığı ilmek daha sıkılmaktadır.
Bunlar yeni gündem yaratmak ve Türk milletini uyutmak için - hoş, zaten toprağın üstünde derin uykulardayız.- gelişi güzel serptirilmiş kökeni internet olan belgelerdir. Hiç biri de gizli değildir. Sadece malumun ilanıdır.
Sorarım size bu yayımlananların içinde “Kripto” özelliğini taşıyacak, gerçeğe dayanan bilgiler var mı?… Örneğin bir gizli antlaşma veya Erdoğan- Büyükanıt Dolmabahçe Görüşmesi… Hadi onu da bir kenara bırakınız, ordudan ” Balyoz” planını sızdırdığı iddia edilen şu meşhur demokrat yüzbaşının adı..
” Büyük Abi”nin tuzağına düşüp sazan gibi oltaya takılmanın ne yer ne de zamanıdır. ABD, AKP’nin gösterilmek istendiği gibi düşmanı değil, büyük biraderidir.
Figen ÖZEN08 Aralık 2010
“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….(18)“
Burada önünüzde, şimdiye kadar tabiiyetinde bulunduğum her türlü devlet ve tabiiyeti ve egemenliği reddettiğime; bundan böyle ABD Anayasası’nı ve yasalarını iç ve dış düşmanlara karşı savunacağıma; kanunun gerektirdiği hallerde ABD ordusuna hizmet vereceğime; kanunun gerektirdiği durumda sivil yönetim altında, ulusal önemi olan işlerde çalışacağıma ve yükümlükleri özgür bir şekilde akıl sağlığım yerinde ve samimi olarak üstleneceğime yemin ederim. TANRI YARDIMCIM OLSUN !
Ben FETHULLAH GÜLEN.
ABD Ulusal Şarkısı’nda belirtildiği gibi, Amerikan vatandaşı olmayı ayrıcalıklı bir şans gören ve ABD’nin çıkarlarını her türlü çıkarın ( Örneğin bir zamanlar ekmeğini yediği, doğup büyüdüğü Türkiye’nin çıkarlarının bile) üzerinde görmek üzere yemin eden ve Tanrı’dan yardım dilenen Fethullah Gülen’in vatandaşlık yemini, “Dini alet ederek ecnebilerle işbirliği yapan” bir mürtecinin iç yüzünün açığa çıkışıdır.
“Büyük Abi” öyle her önüne geleni kolayca vatandaşlığına almamaktadır. Her şeyden önce o kişinin ABD’nin çıkarlarına kayıtsız, şartsız hizmet etmesi gerekmektedir.
Fethullah Gülen için çok sayıda üst düzey görevlerde bulunmuş Amerikalı, vatandaşlığa alınması konusunda referans mektubu vermiştir. Ancak emekli yirmi altı CIA mensubunun referans vermesi üzerinde dikkatle durulması gereken bir noktadır.
“Türkiye’de cemaat yapılanmasını tamamlamış olan Gülen’in ABD’ye katkıları tartışılamayacak kadar çoktur. Dolayısı ile kendisinin ABD vatandaşlığına alınmasında hiç bir sakınca bulunmadığı gibi aksine bu bir gerekliliktir.”
Bu satırlar emekli bir CIA mensubunun referans mektubundan alınmıştır.
GEREKLİLİKTİR. Bu sözcük aslında uzun, uzun yazmayı hatta üzerinde konuşmayı bile gölgede bırakan bir ihanetin ve işbirliğinin tek bir sözcükle ifadesidir.
Zaten bilinen bir gerçek, Gülen’in ve cemaatinin ABD’nin çıkarlarına hizmet ettiği gerçeği bu sözcükle tescillenmiştir.
Fethulah Gülen “Yeni Dünya Düzeni” denilen emperyalist planın şişirdiği bir balon ve çakma bir dini liderlik heveslisidir. Kendini o hurafelerle doldurulmuş beyniyle Papa ve benzeri dini liderlerle aynı konumda göstermek istemektedir.
Gülen aslında bugünkü varlığını ve gücünü 12 Eylül Evrenizm’ine borçludur. 12 Eylül sürecinde Anti-Kemalist düşünce güç kazanmış ve gerçek Kemalistler bugün olduğu gibi “statükocu” olarak nitelendirilmiştir. Anti-Kemalizm ve ikinci cumhuriyetçilik çağdaşlık göstergesi olarak kabul edilmiştir. Tıpkı PKK gibi, Gülenizm de bu devrin ürünüdür.
Bir garip gerçek ise Gülen’in Atatürkçü geçinen kesimden de destek görmesidir.
“Sn. Gülen’in Türkiye Müslümanlığı yaklaşımı benimde yıllardır savunduğum bir yaklaşımdır.”
Toktamış Ateş’in bu söylemi, bizim Atatürkçü geçinenlerin Gülen’e düzdükleri methiyelerin ne ilkidir ne de sonuncusu olacaktır.
Saidi Nursi’nin kurduğu Nurculuk, Gülen’in attığı adımlarla sözde ılımlaştırılmış ve gerçek amacını gizleyerek, ABD’nin katkıları ile Cumhuriyet’in kurumlarını sinsice işgal sürecini sürdürmektedir.
“Bu manada inanmış bir insanın Batı karşısında, Amerika’yla entegrasyon karşısında olması katiyen düşünülemez.” 4 Eylül 1977 ZAMAN Gazetesi
Gülen’in gerçek amacı bu cümle ile ifade edilmektedir. Amerika ile entegrasyon. Yani ABD’nin potasında erimek, “Büyük Abi”nin emirlerine itaat edip Kızılderililere, dünyanın en büyük soykırımını yapan, Irak’ın eli kanlı celladı Amerika’ya teslim olmak…
Gülen, 1.Paylaşım Savaşı’nın ardından “Geleceklerini yabancıların nasihatlerine göre şekillendirmek isteyen” bağımsızlık anlayışından yoksun, köle ruhlu Amerikan Mandacıları’nın günümüzdeki hortlayan ruhunun yansımasıdır.
Gülen’in ılımlı İslam anlayışı, Dünya’daki tüm egemen güçlere ve özellikle vatandaşı olmayı ayrıcalıklı bir şans olarak kabul ettiği Amerika’ya kayıtsız şartsız biattır.
Dünyanın her yerinde okullar açan F. Gülen böylesine milyarlarca dolar finansman gerektiren dev bir organizasyonu yönetme yetisine ve becerisine sahip midir?
Bu okullar kimin okullarıdır?
Fethulahçı olarak bilinen okulların Türkiye’de ve yurt dışındaki sayıları insanı dehşete düşürmekte ve bu okulların, yurtların, dershanelerin kurucu gücünün gerçek amacının ne olduğu sorusunu aklımıza getirmektedir.
Kendini Gülen tarikatının ardına gizleyen bu kurucu gücün, Türkiye’de 103 okul, 460 dershane, 500 yurt; Orta Asya cumhuriyetlerinde 126 lise, Azerbaycan, Moğolistan, Gürcistan, Kazakistan, Dağıstan ve Türkistan’da birer üniversitesi bulunmaktadır.
Afrika, Kanada, Uzak Doğu ve Orta Avrupa bu okulların kapsama alanı içine alınmıştır.
Bu okullarda İstiklal Marşı öğretilmekte ve Atatürk köşesi kurulmaktadır. Bu misyoner okulların üzerindeki başka bir örtüdür.
Gülen’in iddiasına göre bu okullar yurt dışında bir nevi misyoner görevinini üstlenmiştir. Ancak bu misyonerlik ne İslam ne de Hristiyan misyonerliğidir. Hele Türkçülükle yakından, uzaktan ilgisi yoktur.
Fettullah Gülen’in okulları “Yeni Dünya Düzeni”nin, tüm dünyaya hükmedecek “Büyük Abi”nin dünyasının misyonerliğini yapmaktadır.
Fethulah Gülen okulları arkasındaki gerçek kurucu güç ve büyük patron Amerika mıdır?
“Bu okullar Amerkan menfaati için kurulmuş okullardır.”
“Açık söylemek gerekirse Gülen cemaatinden Amerikan, Yahudi lobisinin beklentileri vardı. İlk vekaleti onlar verdi.”“Fethullah Hoca okulları vasıtasıyla bir nevi emperyalistlerin misyoner gönderip, arkasından gitmesi gibi Türk okulları,Türk İslam okulları perdesi altında aynı zamanda İngilizce öğreten, Amerikan misyonerliği de yapan okullar açılsın. Fetullah Hoca da bir Sünni lider olarak o hareketin başında itibar görsün.
Ama tabi Fethullah Hoca kendisine bu şekilde vekalet verildiğinin farkında olmadan eh biraz nefes aldık diye desteklendi, genişledi.
“Ama bu okullar Amerikan menfaati için kurulmuş okullardı, göstermelik olarak İstiklal Marşı ezberletmekle filanla da onlar da bilinçsiz olarak Türk milli menfaatlerine hizmet ettiklerini zannederek bir slogan uyduruldu. Türkiye’de bu zokayı yutanlar çok oldu.”
Yukarıda tırnak içine alınmış sözler kendini İslam bağımlısı ve gerçek bir Müslüman olarak tanımlayan hukukçu Prof. Dr. Hüseyin Hatemi‘ye aittir. Hatemi bu düşüncelerini 29 Eylül 2010'da haberx sitesinde yayımlanan bir söyleşide ifade etmiştir.
Bu okullarda ABD pasaportlu kişilerin öğretmenlik ve idarecilik yaptığı da bir gerçektir.
Samanyolu televizyonunun boynu bükük yıldızı, kolayca ağlayabilen, gerçek niyetlerini hoş görünün arkasında ustaca maskeleyen Fethullah Gülen, bu okullar için sadece vitrindeki bir markadır.
Gülen’in Papa’yı ziyareti ve bu ziyaretin günlerce iç ve dış basında yer alması ise olayın bir başka boyutudur. Bilindiği gibi İslam dininde ruhban sınıfı yoktur. Şeyhler, hoca efendiler sadece ve sadece birer safsatadır. Allah’la kulu arasına hiç kimse giremez.
Gülen’in en büyük sıkıntısı da budur. Gülen aslında var olmayan ” Hocaefendilik” makamını Türkiye’deki, hatta dünyadaki tüm Müslümanları avucunun içine alacak ve ülkeyi yönetecek bir makam olarak istemektedir.
Gülen’in Papa ile buluşması, “Büyük Abi” tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Hatta CIA uzmanı Graham Fuller, Zaman gazetesinde yayımlanan söyleşisinde Gülen’e övgüler düzmüştür.“
Batı, Fethullah Gülen gibi örnekleri görünce çok umutlanıyor. Çünkü Gülen, modern devlet ve toplumda İslamın nasıl bir rol oynaması konusunda geniş bir vizyonu temsil ediyor.”
Gülen’in temsil ettiği vizyon ılımlı İslamiyet denilen, emperyal patronun “Dinler Arası Diyaloğ” vasıtasıyla ortaya attığı teslimiyetçi bir görüşten başka bir şey değildir. Bu da elbette “Büyük Abi”nin ve Batı’nın işine gelmektedir. Çünkü Ilımlı İslamiyet projesinin tek amacı, Osmanlı Milletler Topluluğu denilen zırvayı şırınga edip, Büyük İsrail’in yolunu açmaktır.
Gülen ve Papa buluşması için en büyük çabayı ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abromowitz harcamıştır. Hatta Gülen Vatikan’a hareketinden önce ” Bir kaç ay önce Abromowitz cenaplarının yardımıyla bu buluşma gerçekleşti” söylemiyle sonsuz teşekkür ve minnetlerini(!) bildirmiştir.
Bunun yanı sıra ABD eski Savunma Bakanı Yardımcısı Richard Perle (Karanlıklar Prensi), FBI ve MOSSAD’ın yan kuruluşu “Ayrımcılıkla Mücadele Birliği (Anti-Defamation League/ADL) ve Moon tarikatı da bu buluşmayı gerçekleştirmek için çaba harcayanların arasında yer almıştır.
Belkide Fethulah Gülen’in Müslümanlığın olmazsa olmaz şartı Kelime-i Tevhid’de Hz. Muhammed’i öteleyişi hatta inkar edişi bu ziyaretin amaçlarının en önemlisidir.
Müslümanlığın liderliğine soyunmak heveslisi olan bir kişinin Hz. Muhammed’i dolaylı olsa da inkar etme hevesi ve Kelime-i Tevhid’ten çıkarma çabası gözardı edilemez.
“Ben samimi inancı olan Müslüman’ım” diyen her kişinin de Gülen’in göz yaşlarının arkasına gizlediği gerçek niyetini görmezden gelmesi mümkün değildir.
1960'lı yıllardan bu yana Nurculuğun yeni versiyonun sözcüsü olarak ortalarda dolaşan “ sabırla, sessizce” bugünleri bekleyen, devlet kurumlarını istila eden Gülen,12 Eylül karşı devrim hareketi ile birlikte büyümüş ve ABD’nin GDO’lu bir ürünü olarak görevine devam etmektedir.
Gülen’i tek bir yazıya sığdırmak mümkün değildir. “Büyük Abi Emretti” 19 da devam etmemiz gerekmektedir.
Ancak emperyalizm ve onun işbirlikçilerine rağmen Cumhuriyet’in omurgasının halen sağlam ve ayakta durduğu gerçeğini de göz ardı etmemiz de mümkün değildir.
Kaynakça:
SAİDİ NURSİ- FETHULLAH GÜLEN ve “LAİK” SEMPATİZANLARI
Alpaslan Işıklı- Kaynak Yayınları
Figen ÖZEN10 Aralık 2010