Ey insanlar! Biz sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi şuubev ve gabaile/soylara ve milletlere ayırdık. Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, sakınılması gereken şeylerden en çok sakınanınızdır. Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır. (Hucurat,13)
ŞUÛB: Şa'bın çoğulu; KABÂİL: Kabilenin çoğuludur. Araplar, topluluk taksimini insan bedeninin yaratılışını esas alarak yapmışlardır. Şöyle ki: İnsanın kafatasını meydana getiren kemiklerden her birine kabile ve hepsine kabâil denir ve bu baş kemiklerinin birbirine kavuşup bitiştiği eke de şa'b denilir (Elmalılı Hamdi Yazır). İnsan kafatası yapısı bir kimsenin hangi soydan olduğunu gösterir (Antropoloji). Dolayısıyla ayette geçen kabile kelimesinin bugünkü karşılığı “soy”dur. Şa’b ise soyların bir araya gelerek oluşturduğu topluluktur.
Kur’an’ın indiği dönemdeki toplumsal yapı bugün için bir modeldir. Bu model yapı aydınlandığında bugünkü birçok sorunumuza da çözüm olacak niteliktedir. Mekke ve Medine’de hatta Arap yarımadasında bir devlet yapılanması yoktu. Mekke’de en belirgin kabileler/soylar Kinane ve Kureyş kabileleri idi. Daha bunlar gibi Arap yarımadası onlarca yüzlerce kabileden/soydan oluşmakta idi. Her kabilenin kendi içinde işleyen bir hukuku vardı. Güç ve otorite, ceza ve ödül mekanizmasını kabilenin/soyun başında olan kişi elinde tutuyordu. Kur’an’ın inmesiyle soylara dayanan bu etnik yapıya büyük bir darbe indi. Ve Medine’de kurulan şehir devleti ile birlikte kabilelerde/soylarda olan güç ve otorite, kanunlarla ve kurallarla yönetilen devlete ve devlet başkanına geçti. Bu durumda şu ya da bu kabileden/soydan olmak önemini yitirerek çeşitli kabilelerden/soylardan insanlar Müslim devlet çatısı altında bir araya geldi. Can alıcı nokta şurada kendini gösteriyor. Müslim devleti oluşturan bireyleri bir araya getiren ne idi?
1400 yıldır İslam ve iman adı altında üretilen ham düşünce ve zannlarla devletler kurulmuştur. Hala da insanlar iman ile bir araya getirilmeye çalışılmaktadır. Çokça belirttiğimiz üzere iman bireye ilişkindir ve Allah ile kul arasındadır. Medine’deki Müslim devlet çatısı altına girenleri birleştiren de iman değil, akıl ve bilimdir. Hukuk kuralları ve kanunlardır. 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin harcı da akıl ve bilimdir. Akıl ve bilim ekseninde kurulan Türkiye Cumhuriyeti de tıpkı 1400 yıl evvel Mekke’de olduğu gibi soy ayrılıklarını bir kenara itmiş ve milletleşmiştir. İlkeler ve kanunlar çerçevesinde bütün vatandaşlarına eşit mesafede bir devlet kurulmuştur. Hiç kimseye soyu dolayısıyla bir ayrıcalık tanınmamıştır. Kuruluş kanunları böyle olduğuna kanıttır. Eğer bir ülkede farklı soylardan insanlar varsa bir arada yaşamanın yolu ülkeyi soylara göre bölerek cahiliyeyi yaşamak değil, yurt kardeşliği ile bu soylar arasında kardeşlik bağları kurmak ve her vatandaşı eşit haklara sahip kılmaktır.
Şimdi aşağıdaki ayetlere bakalım:
Çevrenizdeki Bedevî araplardan münafıklar var. Ehlil medineti da münafıklığa iyice alışmış olanlar var. Sen bilmezsin onları. Ama biz biliriz onları. İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da çok büyük bir azaba itilecekler. (Tevbe, 101)
Liehlil medineti ve çevrelerindeki Bedevî araplara, Allah resulünden geri kalmaları ve onu bırakıp da kendi canlarının derdine düşmeleri yakışmaz… (Tevbe, 120)
“Ehli medineti” tamlaması Medine halkı olarak çevrilmektedir.
Bugün “Medine” olarak bildiğimiz kentin adı o vakit “Yesrib” idi. Ayette geçen “Medine” kelimesi sonradan “Yesrib” şehrinin ismi olmuştur. Ayetin kullandığı “Medine” kelimesinin asıl anlamı “şehir”dir. Müfredatta e-h-l kelimesi ise şöyle tanımlanır: “adamın ehli, kişiyi başkasıyla bir araya getiren soy, din ya da onlar gibi bir işlev gören sanat, ev, şehir gibi şeylerdir. Asıl itibariyle kişinin ehli, bir meskenin kendisini ve onları birleştirdiği kişilerdir. Sonra bu anlam genişletil-miş ve kendilerini bir soyun birleştirdiği kişiler için adamın ehli adı verilmiştir”. Kısaca e-h-l kelimesi bir araya getiren şeydir. Toplumsal düzende insanları bir araya getiren olumlu bir şey olabileceği gibi (bilgi, düzelticilik gibi) olumsuz bir şey dahi olabilir (bilgisizlik, bozgunculuk gibi). Yukarıdaki ayet kapsamında “Ehli Medine” şehir bilgisi etrafında toplananlar, demektir. Yani soy faklılığı da dahil her çeşit farklılığı bir kenara iterek Müslimlik/Düzelticilik esasında bir araya gelenler, demektir. O günkü Mekke-Medine’nin toplumsal yapısının model olduğunu belirtmiştik. O günkü Medine Şehir Devleti, bugünün ülkeleridir, devletleridir. O halde bugün için “Ehli medine”, din, dil, ırk gibi farklılıklarını bir kenara bırakarak, ortak bir irade ile Düzeltici ilke, kanun ve kurallar etrafında birleşmiş insan topluluğu demektir. Bu hususu kitabımızda ayrıntısıyla açıkladık. Ancak akıl ve bilim ekseninde Düzeltici İlkeler etrafında toplanabilmenin de bir şartı var. Şimdi onu yazalım:
Kavim, aynı dili kullanan insanlardan oluşan topluluktur.
Biz, görevlendirdiğimiz her resulü ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara açık-seçik beyanda bulunsun. Bunun ardından, Allah dilediğini saptırır, dilediğini de iyiye ve güzele kılavuzlar. Azîz'dir, Hakîm'dir O! (İbrahim, 4)
Biz onu; senin dilinle kolaylaştırdık ki, sakınanları onunla müjdeleyesin, inatçı bir kavmi de onunla uyarasın. (Meryem, 97)
Kur’an’daki kavim kelimesinin bugünkü karşılığı millettir. Ayetlerden de anlaşılacağı üzere kavmi kavim yapan/milleti millet yapan şey dil birliğidir. Bu, farklı dillerin yurt içinde kullanılamayacağı anlamına gelmez. Burada bahsedilen eğitim ve öğretimde dil birliğidir. Nitekim Peygamberler kavimlerine geldiklerinde onlara öğrendiklerini aktarmak için kendi kavimlerinin dilini kullanmak mecburiyetindedir. Aksi taktirde bir eğitim öğretimden bahsedilemez. Kur’an, “Kavim” kelimesini çokça kullanarak dil birliğine önemli bir vurgu yapar:
"Ey toplumum! Bana kafa tutmanız, sakın sizi Nûh kavminin yahut Hûd kavminin yahut Sâlih kavminin başlarına gelen musibetle yüzyüze getirmesin. Lût kavmi de sizden pek uzak değil." (Hud, 89)
İbrahim'in kavmi de Lût'un kavmi de. (Hac, 43)
Nûh kavmi de hak elçileri yalanladı. (Şuara, 105)
Lût kavmi de hak elçilerini yalanladı. (Şuara, 160)
Nuh dedi: Ey kavmim!.. (Araf, 61)
Hud dedi: Ey kavmim!.. (Araf, 67)
Semud'a da kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim!.. (Araf, 73)
Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Şöyle dedi: "Ey kavmim!.. (Araf, 85)
Mûsa dedi ki: "Ey kavmim!.. (Yunus, 84)
...Lût dedi ki: "Ey kavmim!.. (Hud, 78)
Ayetlerde de görüldüğü üzere Peygamberler eğitim öğretim için kavmine kendi diliyle hitap etmiştir. Bu itibarla Dil birliği eğitim öğretimin olmaz ise olmaz koşuludur.
Kısaca toparlarsak; soy farklılıklarını bir kenara atarak eğitim ve öğretimde dil birliği sağlamak Kur’an’ın emridir. Dil birliği sağlanamazsa kavimleşilmez/milletleşilmez ve akıl bilim ekseninde bir araya gelinemez. Akıl ve bilim ekseninde tek bir millet olmak açısından, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran irade ile Kur’an ilkeleri örtüşmektedir, bir zıtlık ya da uyuşmazlık söz konusu değildir.