Tek Parti ve Demokrasi
Dün 23 Nisan'dı.
Yani, bazı tabuları tartışmanın ve de yıkmanın tam zamanı!
"Ulusal egemenlik" demokrasinin ön koşuludur. Demokrasinin ön koşulu ise "yasal muhalefet"in bulunmasıdır.
"Atatürk dönemi diktatörlüktür" savlarına karşı çıktığımda... ve tarihsel belge ve bilgilerle bunu kanıtladığımda... bazı gençler -haklı olarak- soruyorlar:
- Tek parti yönetimi ile demokrasi bağdaşır mı?
Aslında soruyu şöyle sormak daha doğru:
- Yasal muhalefetin bulunmadığı bir demokrasi olur mu?
Elbette olmaz!
* * *
Atatürk'ün "tek parti"si, ne Lenin'in ne de Mussolini'nin tek partileri gibiydi. Çünkü, "resmi ideoloji"nin doğal sonucu değildi.
Atatürk tek partili bir yönetim kurma düşüncesi ile yola çıkmamıştı. Tel parti modeli, olayların gelişimi içinde, kendiliğinden ortay çıkmıştı.
Ne diyordu Atatürk?
"Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk, on yaşını doldururken, demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nde birbirini denetleyen partilerin doğacağına şüphe yoktur..."
Ve bu sözlere hangi düşünceyi ekliyordu?
"Demokrasi prensibinin, en asri ve mantıki tatbikini temin eden hükümet şekli Cumhuriyettir."
Bu düşüncelerden "tek parti" çıkmayacağı açıktır. Öyleyse tek parti nereden çıktı?
* * *
Eski silah arkadaşları Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurarken, Atatürk'ten izin almadılar. Çünkü böyle bir şeye gerek yoktu.
Daha sonraları Serbest Fırka'nın kuruluşunu özendiren ise, bizzat Atatürk'ün kendisi olmuştu. İnsanlara güven gelmesi için, kendi kız kardeşini bile o partiye sokmuştu.
Her iki parti de kapandı ya da kapanmaya zorlandı.
Niçin?
Daha çok demokrasi istedikleri için mi? Ülkeyi çağa taşıma savaşımını daha hızlandırmak istedikleri için mi?
Hayır, tam tersine!.. Karşı devrimci bir odağa dönüştükleri için. Yani ülkeyi yeniden geriye götürecek bir kavganın öncülüğüne soyundukları için...
En demokratik sayılan ülkelerde bile parti kapatılıyor. Biz de en son RP'yi kapattık.
Bir partinin kapatılmasının demokratik mi, yoksa antidemokratik mi olduğunu belirleyen tek bir öğe vardır. O da kapatılmanın "gerekçesi"dir.
Demokrasiyi korumak için konmuş kuralları çiğneyenlere göz yummak "demokratlık" olmaz... Aymazlık olur, hatta demokrasinin kendisine "hıyanet" olur!
* * *
İkinci muhalefet partisinin de tarihe karışmasından sonra, Atatürk üzgündür.
Kendi partisi içinde özgür tartışma vardır. Toplumda var olmayan çoğulculuk, Cumhuriyet Halk Partisi içinde yeşermektedir... Ama Atatürk, gene de muhalefet olmadan demokrasinin olamayacağının, doğruları bulmanın zorlaşacağının bilincindedir.
22.4.1931 tarihinde, partisinin "ikinci derece" seçmenlerine bir genelge yayımlar. Partinin bazı seçim çevrelerinde "eksik aday" gösterme kararını hatırlatır. Amaç, parti dışından "bağımsız" milletvekillerinin seçilmesine olanak vermektir.
Atatürk, bu genelgede şöyle der:
"... Partimizin ulusa sunduğu esas noktalar dahilinde çalışma ve etkinliklerin, bugün fikrimize ve görüşümüze katılmayan milletvekilleri tarafından tahlil ve tenkit edilmesini bekliyoruz. Bunda özellikle beklediğimiz yarar, partimizin candan yurtsever çabalarının iyice anlaşılmasını kolaylaştırmaktır. Yaptığını bilen ve hizmet yolunda aldığı önlemlere inanan idealistler olarak, kendimizi eleştiriye muhatap kılmayı gerekli görüyoruz."
Ve ekler:
"Bu sebepledir ki, sizden bizim programımıza taraftar olmayan adaylara oy vermeniz gibi ağır bir özveri istedim... Açık bıraktığım yerler için hiçbir şahsiyet lehinde veya aleyhinde herhangi bir telkinim yoktur ve olmayacaktır. AÇık yerlere adaylıklarını koyacaklar hakkında, vicdani kanaatinize göre oy vermenizi özellikle rica ediyorum."
* * *
1931 seçimleri ile, Meclis'te bağımsız bir grup oluştu. Ve muhalefet görevini gereği gibi yerine getirdi. Ama bundan rahatsız olanlar da vardı.
1935 seçimlerine gidilirken, Başbakan İsmet İnönü ile CHP Genel Sekreteri Recep Peker Çankaya'ya çıktılar. Bağımsızlardan Halil Menteşe ile Sırrı Bellioğlu'nun yeniden milletvekili olmamasını istediler. Bu iki ismin yaptıkları "sert muhalefet"ten yakındılar.
Atatürk şu yanıtı verdi:
"Elbette konuşacaklar, elbette eleştirilecekler. Biz bu arkadaşların Meclis'e girmelerini neden destekledik? Bir oyun olsun diye mi? Yoksa kendinizden emin değil misiniz? İcraatınızda savunamayacağınız noktalar mı var?"
İşte tarih!.. İşte gerçekler!..
Gerisi "laf-ı güzaf"tır!..
Bırakın numaracı cumhuriyetçileri!.. Cumhuriyet'e ve kurucusuna olan kinlerini kusmayı, bırakın da birtakım -"özel" ya da kamusal- üniversitelerde sürdürsünler!
Yalanın "kıymet-i harbiye"si ne ola ki!
Prof. Dr. Ahmet Taner KIŞLALI, 24 Nisan 1998, Cumhuriyet