TEKALİF-İ MİLLİYE
Bir süredir izliyorum, acaba şu ‘Tekalif-i milliye’ terimini doğru dürüst anlamış kimse var mı diye..
Yok.
Aptalın biri ortaya attı diye, her önüne gelen ‘ahkâm’ kesiyor, ama anlamamış.
‘Ararpça değil mi, uydur uydur söyle’ sözünün tam yeri işte tam da burası.
Ve yine, Türkçe’ye çevrilen onca sözcük, terim, deyim ve kavramın ayırdında olmadan kullanılmasının en somut örneklerinden biri ile karşı karşıyayız.
Sözcük sözcük çevrildiğinde, daha doğrusu Türkçe anlaşılmak istendiğinde, ‘ulusal teklifler’ denilebilir, ama bu durumda hiçbir şey anlaşılmamış olur.
Ne teklifi, kim teklif ediyor?
Oysa ortada, sonu ‘vatan hainliği’ne varabilecek bir ‘zorunluluk’ var.
‘Yasal zorunluluk’.
Üstelik, ‘savaş koşullarında’, ‘olağanüstü hal’ koşullarında çıkarılmış bir ‘yasa’.
Bir ‘Emir’.
‘Devlet Başkanı’ ve ‘Başkomutan’ emri.
Uymayanlara ne yapılacak?
‘Kurtuluş Mahkemeleri’nde yargılanacaklar.
Çünkü varolma/yokolma savaşımı içinde ülke.
Şimdi dönüp, bu ‘Tekalif-i Milliye’ teriminin ne anlama geldiğini açıklayabiliriz.
Terimin tam karşılığı ‘Ulusal Sorumluluk’, ‘Ulusal Yükümlülük’ demek.
Ve bir adım daha ileri giderek, ‘Ulus olma’ yolunda, yani gerçek anlamda ‘Millet’ olma yolunda atılmış bir adım olduğunu söyleyebiliriz.
Demek ki, öyle ileri-geri ‘Millet’, ‘Ulus’ demek pek yerinde değildir.
‘Millet’ yani ‘Ulus’ olmak da, öyle kendilğinden gelişen bir ‘duygu’, bir ‘heves’ değil, ama bir ‘zorunluluk’muş.
‘Birlikte varolma’yı gerektiren, bunu ‘zorunlu’ kılan bir durumla karşı karşıya olmak gerekiyormuş.
Deyim yerinde ise, Hegel’ci bir ‘İde’nin devinimi sonunda ‘oluşan’ bir şey hiç değilmiş.
‘Maddî yaşam’ın dayattığı bir ‘gerekirlik’, bir ‘zorunluluk’muş.
Maddî koşullar, bir bölge insanının toptan, topyekûn, ortadan kaldırılması tehlikesini içeriyormuş.
İşte ‘Ulusal Üzgürlük’ kavramı da buradan türemiş.
Ve, geliyoruz, burada önceliğin nerede olduğuna..
Burada önce bir ‘Devlet’ var, Osamalı İmparatorluğu değil ama.
Çünkü bu sonuncusu ‘yıkılmış’.
Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi ‘Hükûmet’i kurulmuş.
Bu ‘Hükûmet’, daha sonra Lozan’da ‘Devlet’ olarak tanınacakmış.
Demek ki, önce ‘Devlet’ kurulmuş olacak ve o ülke insanlarını ‘Millet’ olarak örgütleyecekmiş.
Ve ona ‘Devlet-Ulus’ demek gerekecekmiş.
Hani bu ‘oluşum’ sürecinin biraz da iç-içe olduğu söylenebilir.
Ancak ve ne var ki, ‘Ulus’ olmayı ‘zorlayacak’, denildiği üzere ‘Zor tekel’ini elinde bulunduracak bir ‘Güç’ gerekmekteymiş.
Bu çözümleme derinleştirilebilir.
Ancak, ‘Tarihin cilvesi’ midir nedir bilinmez, bu ‘Tekalf-i Milliye’ emirleri yayımlandığında, bu ‘emirler’e uymayan, dahası uyulmaması için elinden gelini artlarına koymayanların torunları çıkmış bugün ‘Tekalif-i Milliye’ diyebiliyorlarmış.
Bunların ‘Milliyetçi’ olduğunu düşünmek bile abestir.
Tarihsel gerçekliğe aykırı çünkü.
Heyhat ki ne heyhat, bugün ‘Sayın Bilmemneyim’ diye artlarında dolananlar az mı desek, hayır bolca var.
Deyim yerinde ise, değirmen gitmiş biz hâlâ ‘şakşak’ını arıyoruz.