Tekel işçilerine ve tüm halka soru: Önce vatan ve bayrak mı, yoksa işiniz ve maaşınız mı?
Ali Özsoy, Türksolu, 266,
Gerçek satıcılar kim?Kamuoyu son günlerde Tekel işçisinin onurlu direnişini yakından takip ediyor. Gerçekten de AKP'nin karşısında kimse duramazken, herkes teslim olurken, kim olursa olsun birilerinin sokağa çıkması, Ankara'da direnmesi, AKP'ye başkaldırması halkı sevindiriyor.
Tekel işçisinin her sloganı yüreklere su serpiyor, insanların desteğini kazanıyor. Çünkü insanlar sokakta AKP'nin polisleri ve açılım şımarığı bölücülerini görmekten bıktı. Türk işçisinin elinde taşıdığı ay yıldızlı bayrağı yükseltmesi bile Türk halkı için önemli bir moral kaynağıdır.
Bu yüzden her yerde bayrak yakan, otobüsleri ateşe veren, insanları öldüren bölücülere çiçek ve çikolata veren AKP polisleri, Türk işçisine kudurmuş gibi saldırıyor. Bayraklar yine yerlerde sürünüyor. Çünkü AKP sokakta kendisine ve açılımlarına karşı tek bir ses istemiyor.
Ancak bir noktadan sonra her direniş faşist baskıyla ve hezimetle sonuçlanıyor. Tekel işçileri ilk değil. Halka umut veren her eylem sonunda yenilgi ve moral bozukluğuyla sonuçlanıyor.
AKP'nin 7 yılını düşünün. AKP fabrikaları, toprakları, vatanı ve emekçileri hep sattı. Telekom işçileri, Tekel işçileri, SEKA işçileri, fındık üreticileri ve daha niceleri direndi. Hepsinin başına aynı şey geldi. Direndiler ancak yalnız kaldılar. Ve en sonunda sendikaları bile onları sattı. Her şey daha kötüye gitti. Zaten bu yüzden Tayyip işçilere karşı en küçük bir saygı kırıntısı göstermeden, onları "tembellik ve yiyicilik" ile suçlamadı mı? Yaptıkları her şeyin yanlarına kâr kalacağını düşünüyorlar.
Aslında Cumhuriyet Mitinglerinin bile akıbeti bu olmadı mı?
AKP tüm bu toplumsal hareketleri nasıl bastırıyor?
İnsanlar gittikçe umutsuzluğa kapılıyor. AKP acaba yenilmez bir canavar mı?
Oysa teşhis doğru konmalı. AKP vatanı satıyor. Ancak bunu bu kadar kolay yapmasının nedeni çok güçlü ve kurnaz olması değil. Aslında vatanı ve emekçileri kendi örgütleri satıyor.
Türk milleti olarak sırtımızda kaç hançer var saymak mümkün mü?
Hiç bitmeyen satış hikâyeleri
Tekel işçileri örneğini ele alalım. İşçiler direniyor. Neden? İş güvencesi için... Yıllarca verdikleri emeğe rağmen kapı önüne konmamak için... Sendika binasında sabahlıyorlar. Onun önünde coplanıyorlar, yerlerde sürükleniyorlar.
Ancak işçileri ilk satan işte o sendika zaten. Tekel özelleştiriliyorken Türk-İş tek bir eylem yaptı mı?
Eğri oturup doğru konuşacağız. Siz zaten kaybedilmiş bir dava için direnişin ne kadar mümkün olduğunu sanıyorsunuz?
Açıkça soruyoruz: Türk-İş ve Tek-Gıda-İş, özelleştirme sürecinde neredeydiniz?
Bu Cumhuriyet, Fransızların tütün rejisini yıktı. Türk işçisi ve köylüsünün gözbebeği, ata yadigarı Tekel'i kurdu.
Kaç şehit verildi biliyor musunuz bunun için?
Kaç kuşak bu sayede yabancı çizmesi yalamaktan kurtuldu?
Kaç milyon çocuk okutuldu, eve geldiğinde ekmek buldu?
Siz bir tek iş güvencesi için sattınız Tekel'i. Şimdi de Türk bayrağını işçinin eline verip, AKP zebanilerinin önüne sürüyorsunuz.
Neredeydiniz ey sendika ağaları?
Aynısı Telekom için söz konusu değil mi?
Tek bir eylem, tek bir uyarı grevi yapılmadan bu ülkenin en büyük ekonomik değeri, kaç Cumhuriyet kuşağının alınteriyle kurulmuş Telekom, İsrail sermayesine peşkeş çekildi.
Her seferinde Türk-İş pazarlık masasına aynı kirli teklifle oturdu: "İş güvencesi verirseniz, özelleştirmeye hayır demeyiz."
Üç beş kuruş maaş, sendika aidatı için kendinizi kurtardınız.
Biraz düşünmediniz mi çocuklarınız nerede çalışacak?
Veya üyelerinin yüzde doksanı kamuda çalışan Türk-İş on yıl sonra tek bir işçi bulabilecek mi örgütleyecek?
Nitekim Telekom'un sahipleri on yıl bile beklemedi. Özelleştirmeden bir yıl sonra Telekom işçisi sokağa atılmaya başlandı. Atar tabii. Adam okyanus ötesinden milyar dolar getirmiş, oraya yatırmış. Soyup soğana çevirmeden karnı doyar mı?
Ama sokaklarda ne görüyoruz Telekom işçisi direnişe geçmiş. Afişlerde Kurtuluş Savaşı'nın kahraman "Telgrafçı Hamdi"sine göndermeler. Yine bol bol Türk bayrakları...
Yok beyefendi o kadar ucuz değil.
Telgrafçı Hamdi vatanı kurtarmak için hayatını tehlikeye attı.
Sizden değil vatanı, şu vatanın Telekom'unu savunmanızı beklerdik. Ancak sendika ağaları İstanbul Meclis-i Mebusan'ındaki vekil beyler gibi... Vatanı iki kuruşa sattılar, sonra başları sıkışınca bayrağa sarıldılar.
Sendikalar oyuncak
Ya Paşabahçe işçisinin başına gelenler...
Kristal-İş yöneticileri (hem de ÖDP'li "sosyalistlerimiz") çoktan İş Bankası'yla anlaşmış. İşçi tepki gösterince üç ay boyunca işçiyi fabrikaya kapattılar. Sözde sendika direniyor, işyeri işgal ediliyor. Bütün Beykoz ayağa kalktı, esnafı öğrencisi, çoluğu çocuğu Ata'sından, dedesinden yadigar fabrikanın önünde barikat kurdu.
Meğersem anlaşma çoktan yapılmış. Sendika buraya lüks otel yapılacağını zaten biliyormuş. İşçilerin kimine Eskişehir'de kimine bilmem nerede iş ayarlanmış. Giden gitsin. Beykoz'u da, fabrikasını da, vatanını da para babalarına, AKP'nin yeni türemiş zenginlerine zevk ve sefa mekânı olarak bıraksın.
Sendikaların gerekçesi hep aynı... "Zaten dirensek de kazanamazdık, bari iş güvencesini elde edelim dedik."
Yalan!
Birkaç ay olmadan herkes ayarlanan yeni işinden atılmaya başlar. Zaten özel sektör kimseye iş vermek zorunda değildir. O devletçi-halkçı kamu ekonomisinde olur. Ama sendikalarımızın hepsi piyasa ekonomisine, liberal demokratik düzene sonuna kadar bağlıdır. Bir tek başları sıkışınca Atatürk'ü hatırlarlar.
Peki, bu bir tek Türk-İş'e mi has? Olur mu? Eskiden kızıl derlerdi şimdi AB bayrağının mavisine bürünmüş bir DİSK'imiz var. AB'den yüzbinlerce euro para alan bu kuruluş, işçi hakları için tek bir icraatta bulunmazken, aynı zamanda devrimci mirasa ihanetin anıtı haline geldi.
2002'den itibaren AKP'ye karşı tek bir eylem yapmadılar. Yaptıkları tek bir eylem var. Onu da ABD büyükelçisi, TÜSİAD ve AKP ile birlikte Hrant Dink için yaptılar.
Hak-İş'i zaten biliyoruz. Faşist partinin işçi örgütü...
Peki, Türk-İş'in son günlerdeki "direnişine" ne demeli?
Türk-İş'in son kongrede başına davulla zurnayla AKP'li bir genel başkan gelmedi mi?
Nasıl oluyor da bu Türk-İş şimdi muhalif oluyor?
Sizce mümkün mü?
Tekel işçisini kandırdılar. Özelleştirmeye hayır demeyin size iş güvencesi sağlayacağız dediler. Şimdi işçi ihanetin farkına varınca görüntüyü kurtarmak istiyorlar. Hepsi bu.
Hiçbir sendikaya inanmayın. Çünkü bu ülkede aslında örgütlenme hakkı yok. Kurulan bir sendika pazarlık ve sözleşme yetkisi için işkolunun yüzde 10'unu örgütlemek zorundadır. Ve aslında sendikaların hepsi bu barajı ancak ölüleri ve işsizleri üye göstererek geçebiliyor. Bal gibi hepsi biliyor ki, AKP üç tane iş müfettişi gönderse hepsinin gerçek üye sayısı ortaya çıkacak ve yetkilerini kaybedecekler.
Ordu kışlalarını bile basan AKP'li bürokrasi tetikçileri sizce neden sendikalara hiç dokunmuyor?
Bu gerçeği Türkiye'de herkes biliyor. AKP de, MESS de, Türk-İş de, DİSK de... Ancak tek bir sendika da çıkıp yüzde 10 barajını kaldırın demiyor.
Derler mi? O zaman belki devrimciler yeni sendikalar kurar. Yeni devrimci sendikalar yeni üyeler kazanır. Eyleme geçer. Ağalarımızın ve patronlarımızın rahatı bozulur. AKP bu yüzden ağalara, ağalar da AKP'ye hiç ses çıkarmıyor. İşte Türkiye'nin düzeni bu...
Peki ya halk ve işçi suçsuz mu?
Peki, halk neden hep kandırılıyor neden bu kadar saf diye sorabilirsiniz.
İşte orada duracağız. Kimse aslında bu kadar saf ve masum değil. Herkes kendi konumunu düşünsün.
Bir şekilde ABD ve AKP hepimizi satın almıyor mu?
Atatürkçü milyonlar Cumhuriyet Mitinglerinde toplandı. Ama AKP çok rahattı: "Önümüz yaz. Atatürkçüler de yazlığa gider. Mitingler biter. Ben de seçime giderim."
Evet, düzen kimisini yazlıkla arabayla satın almış. Kimisini AKP daha ucuza kapatıyor.
Kamu emekçisi yıllarca Atatürk'ün kurduğu devlet sektöründe emeğinin karşılığını nispeten daha iyi bir maaşla almış. Kimisi lojmanda oturmuş. Çocuğunu parasız devlet okuluna göndermiş.
Ancak devletçilik yıkılınca, her şey piyasaya teslim edilince, ilk düşündüğü fabrikasını savunmak değil, kendini kurtarmak olmuş. Oysa vatanının ve çocuklarının geleceğini bir iş güvencesine satıyor. Sendikanın o kirli teklifini kabul ediyor.
AKP insanları satın alıyor. Böylelikle vatanı da babalar gibi satıyorlar.
Daha aşağıda da hepimizin kızdığı vasıfsız emekçiler ve işsizler. Onlar her ay 250 liralık yardım paketlerine veya belediyedeki AKP'li yakınının ayarladığı asgari ücretli geçici işe oyunu satıyor. Tabii günah keçisi onlar.
AKP'ye oy vermeyen ama bir şekilde kendini satışa çıkaran diğer bilinçli vatandaşlar oyunu satan bu cahillere hep küfrediyor.
Tayyip'in matematiği
Ve böylelikle Türkiye yok oluyor. Herkes kendini kurtardığını sanıyor. Ama bu da yalan. Esaretin çıplak gerçeğiyle er ya da geç tüm kesimler karşılaşıyor. Yanında kimseyi bulamayınca da halkın diğer kesimlerini suçluyor.
Tayyip ise adım adım ilerliyor. Biliyor ki ayda 1500 lira maaş alan Tekel işçisini sokağa atınca belki ailesiyle birlikte 5 oy kaybedecek. Ancak bu 1500 lirayla 6 adet işsize belediyelerinden 250 liralık torba hazırlar. Patates, makarna... Hem kendi mağazalarına para kazandırır hem de 30 tane oy satın alır.
İşte faşizmin ekonomi politiği bu kadar basit...
Ve Tayyip işçilere "yiyici" deyince, sokakta gerçekten dilenci konumuna düşenler "doğru ya, adamlar ayda 2500 lira alıyormuş" diyor.
İş güvencesi karşılığında vatanın fabrikalarını istilacıya satılmasına susan işçi ise zannediyor ki bu hareketle sendikası onu sokaktaki dilenci kitlenin arasına karışmaktan kurtarmış oldu. Oysa kendi çocukları çoktan işsiz ordusuna dâhil oldular. Onlar da AKP'nin dilencisi artık.
Kamu ekonomisinin yıkılmasıyla birlikte faşizmin temeli atılıyor. Çünkü kamu çalışanı kendisini işe alan partiye oy vermek zorunda değildir. Nasıl olsa iş güvencesi vardır. Bir kere verir, öbür sefer kızar vermez. Ama sadaka ekonomisinde her ay köpek gibi yardım kuyruğuna görmek zorundasın. Oylar AKP'ye tapulanmıştır.
Diğer yandan ulus parçalanıyor. Sermaye, işletmeler ve topraklar yabancıların eline geçiyor. PKK'lı teröristler de sokağa salınıyor, milletin başına değnekçi gibi dikiliyor. İşte sömürgeleşen ve parçalanan Türkiye...
Aranızda tek devrimci var mı?
Türkiye'nin tek sorunu var. İnsanlar ve kurumlar devrimci değil.
Tüm devlet işletmeleri satıldı. Sendikalar ve kitle örgütleri tek bir ses çıkarmadı. Çünkü hepsi Devletçi-Halkçı düzene ihanet içindeydi. Hepsi piyasacıydı. Yıllarca devletçiliğin kaymağını yediler. Sonra ilk onlar ihanet etti. Özelleştirme kaçınılmaz, paçayı sıyırmaya bakalım dediler.
Sıyırabildiler mi?
Herkes AKP'yle uzlaşmaya baktı. Ama hiç kimse bu işten kârlı çıkabildi mi?
Sonunda insanlar tutuklanmaya başladı. Hatta en büyük sendikanın ve derneğin genel başkanları bile. Yine çıt yok.
Her şey için bahane hazır.
Kıbrıs satıldı. İtidal...
PKK Türkiye'yi ele geçiriyor. Aman kardeşlik...
Teröre karşı savaşan komutanlar tutuklanıyor. Diğer komutanlar suskun.
Hukukun üstünlüğü...
Atatürkçü halkı suçluyor, halk birbirini...
Asker millet neden susuyor diye kızıyor, millet asker neden susuyor diye kızıyor.
Sonunda birileri pompalı tüfekle mermi kusuyor. Neden? Çünkü iş en son raddeye gelmiş. Malına ve canına saldırmışlar.
İyi ama biz hayvan mıyız?
Bir tek canımız tehlikeye düşünce mi ayıyoruz?
Türk milletini böyle aptal yerine koymaya ne kadar devam edecekler?
İşçiyi dayanak alsan iş derdinde...
Varoştakine gitsen AKP'ye satılmış...
Köylü tarlasını ekmeden IMF parası almanın keyfinde...
Asker lojmanda...
Aydın sitede tv izliyor...
Tam Marks'ın dediği gibi, herkes maddi çıkarına göre bir bilinç geliştirmiş. Ancak bütün bilinçler teslimiyete ve yıkıma çıkıyor.
Tarihte bazı toplumlar bazı anlarda böyle bir durağanlık, çürümüşlük ve çaresizlik içinde kendilerini bulurlar. Sendikası, meslek odası, derneği, ziraat birliği hiçbiri dayanak olamaz. Hepsi ayak bağıdır. İnsanına sarılsan elde kalır.
Aslında o toplumun bağrından bir devrim volkanı patlamak üzeredir. Çünkü teslimiyet ve çürümüşlük kendini tüketmiştir. Tek ihtiyaç olan şey devrimciliktir... Yani var olanın tam tersi.
"Önce ben ve ailem, sonra vatan" diyen insan gidecek yerine "önce vatan ve halkım, sonra ve çok sonra ben ve ailem" diyenler gelecek.
İşte o zaman direniş öyküleri hezimetle değil, zaferle sonuçlanmaya başlayacak.
Bizim tek kaldıracımız, toplumu silkeleyecek ve sarsacak sillemiz devrimcilik. Bu ise ancak insanlara "dışarıdan taşınacak bir bilinç" ile mümkün.
Kısacası her yol Parti'ye çıkıyor.
--------------
Kaynak:
Ali Özsoy, Türksolu, Sayı 266