TEMELSİZ SEZAİ
Önce şu kanımı dillendirerek başlamak isterim : Son yerel seçimlerde yaşanan hukuksuzluklar ve o arada seçilmiş belediye başkanları yerine atanan kayyumlar konusu, çoğu kişi için olduğu gibi, beni de olağanüstü bir tepki duymaya, deyim yerinde ise ‘isyan’a yönlendirdi.
Bülent Arınç gibi olmasa da, Kürt yurttaşlarımızın dağa çıkmasını istemedim değil.
Şu anlamda ki; gerçek bir ‘toplumsal muhalefet’ ve hatta ‘sivil itaatsizlik’ göstermedikleri için de, kendimce eleştirdim.
Demem o ki, Türkiye’de varolduğu söylenen ‘Kürt Siyaseti’nin, son dönemlerde yaşananlar ışığında ve dillerinden düşürmedikleri ‘demokrasi’ bağlamında, gerçek bir ‘muhalefet’in bileşenlerinden biri olmasını bekledim.
Şu anda izlemekte olduğum, HDP eşbaşkanı Sezai Temelli’den de, benim bu beklentim yönünde açıklamalar yapmasını isterdim.
Heyhat ki ne heyhat!
Sezai Temelli’nin ‘demokrasi’ anlayışı da, ‘demokratik yerel yönetim’ anlayışı da, gelip gidip ‘anadilde eğitim’e bağlanmanın ötesine geçmedi.
Bütün ‘devrimcilik’, ‘solculuk, ‘sosyalizm’ anlayışı, ‘Kürtçenin resmî dillerden biri olaması’ üzerine temellendirilmiş.
‘Çokkültürlülük’ filan.
Şimdi bu ‘çoğulculuk’ ve ‘çokkültürlülük’ ‘ideolojisini açmanın gereği yok.
Ya da ‘bilimsel’ olmadığını yinelemenin yeri burası değil.
Şu kadarını belirteyim ki, dünyanın kimi kesimlerinde ve o arada Türkiye’de güya ‘demokrasi’nin vazgeçilmezlerinden sayılan ‘Anadilde eğitim’ konusunda, daha önce kimi yazılarımda ve özellikle ‘Dillerin Dili’ başlıklı yazı dizimde, her yerde bulunamayacak ‘bilgi’ler vermiştim.
Örnek olsun, Fransız Devrimi’nin ilk dönemlerinde, ülke genelinde Fransızca konuşulmuyordu.
O nedenle, insanlık tarihinin tanıdığı ilk ‘devrimci’ler, başlangıçta Devrimi Fransızlara anlatmak için her bölgenin diline göre, ayrı ayrı dillerde ‘bildiri’ yazmayı bile düşündüler.
Yasa ve yönetmelikler dahil..
Ancak, sonunda, sadece ve yalnızca ‘Fransızca’ yazılmasına, ve Fransızca bilmeyenlerin de ‘Fransızca öğrenmek zorunluluğu’nda karar kıldılar.
Ve bunun, ‘Fransız Ulusu’nun ‘kuruluş’unun ‘temeli’ olduğunu Tarih kanıtladı.
Oysa, bizim ‘Kürt Devrimciler’imiz (!) başından buyana ‘anadilde eğitim’i kendi ‘siyaset’lerinin temeli olarak görmekteler.
Henüz ‘bilinç’ sahibi olmayan ‘çocuk’ bile, buradan ayrı bir ‘Ulus’ çıkacağını bilir.
‘Halk’ başka ‘Ulus’ başka çünkü.
Böyle olunca, ‘Halkların kardeşliği’, ‘Kürt halkı’ türü söylemler ise, benzetmek gibi olmasın ama ‘takiye’ olmak durumundadır.
Bir ileriki aşama ise ‘Kürt Ulusu’, ve ilah olacaktır.
Nitekim, ‘Kürt Ulusu’ olmak isteyen ve onun ‘Devleti’ni kurmak isteyenler bilinmektetir.
Bizim onlarla ilgimiz yok, biz ‘Türkiyenin bütünlüğünden yanayız’ türü söylemlerin ise, gerçekte veya en azından ‘samimi’ olmadığı söylenebilir.
Demem o ki, Kürtçe ifade (langage)’ye, şarkı-türküye ve hatta Kürdoloji enstitülerinin kurulmasına karşı olmak gibi aymazlığa düşecek değilim.
Buna aklıbaşında kimsenin karşı çıkacağını da sanmam.
Şimdi devir değişti, Kürt halkı da ‘bilinç’lendi diyenler olacaktır.
Madem ‘bilinç’ dedik, ve son yazımızda Spinoza’dan hareketle, ‘düşünce özgürlüğü’ yerine ‘bilinç özgürlüğü’nden sözettik, o zaman konuyu biraz açalım.
Bu ‘kendi bilincinde olmak’, sadece ‘insan’a özgü bir nitelik (attribut) değildir.
K.R. Popper, [Objective knowledge, London, Oxford Universty Press] ve J.C.Eccles kimi büyük maymunlarda da bu tür bir ‘bilinç’in olduğunu söylüyorlar.
Hatta Amerika’daki bozayıların, avcıların kendisini izlemelerine yol açacak izler bırakmamak ‘bilinç’inde olduğunu söylüyorlar.
Ne var ki, bu ‘ilkel’ mi desek ‘ilk’ mi desek bilemiyorum, kendini koruma ve kollama bilinci başka hayvanlarda da görülüyor.
Oysa ‘insan’ın o ‘özgürlük’ istenen ‘bilinç’i, bir ‘toplumsal bilinç’tir.
Ancak, bu ‘toplumsal bilinci’ götürüp, herhangi bir halkın, sadece ve yalnızca ‘korunup kollanması’na bağlamak, tümce öyle geldiği için yazıyorum, onu ‘hayvanî bilinç’ düzeyine indirgemek olmaz da ne olur?
‘Kürt halkının hakları’, ‘dili, kültürü’, ‘Kürtçe eğitim’i, toplusal sözleşmenin birincil önceliği olarak ileri sürmek, demek ki, herşeyden önce ‘devrimci’ bir tutum değildir.
Çünkü böylece ‘Türk Devrimi’nin önünde engel olmaktan başka bir şey olamaz.
Kaldı ki, Sezai Temelli dahil, bu çevre, Atatürk’ü es geçmeyi, Ulusal Kurtluş mücadelesini pas geçmeyi ‘ileri devrimcilik’ sanıyorlar.
Türk Ulusu’nun ‘kuruluş’unu küçümsemekte üzerlerine yok.
‘İttihat’ denilince, kan başlarına sıçrıyor.
Sonra da “biz Türklerle ittihattan (birlikten) yanayız” diyebiliyorlar.
İşte, Sezai Temelli’yi izlerken, bu görüşlerin, ilk ağızdan ‘yinelenmesi’ni gördüm ve üzüldüm.
Bu ‘Temelsiz’ görüşleri, gelin tartışalım diyecek değilim.
Ancak, eğer Türkiye’de bir ‘atılım’ yapılacak ise, öncelikle Kürt kardeşlerimizin kendi ‘bilinç düzeylerini’ sorgulamaları gerekecek diyorum.
Bir ‘Toplumsal bilinç’ten mi yana olacaklardır yoksa, haydi ‘kısmî’ diyelim, ‘kendilerini koruyup kollama bilinci’nden yana mı?
Sorunun ‘temeli’ tam da burada..