TENCERE ve DEĞİŞİM
‘Siyaset bilimci’lerimiz yeni bir buluşa imza attıklarını ileri sürdüler.
Meğer bu güne değin neredeyse bir ‘yasa’ olarak ileri sürülen ‘boş tencere iktidar devirir’ kuralı, şu son seçimde işlememiş.
Belki de aynı bağlamda söylenilen ‘devalüasyonlar iktidar değiştirir’ sözü de meğer doğru değilmiş.
Biraz kaba kaçsa da ‘aç köpek fırın duvarı deler’ sözümüzü de anımsamak gerekebilir.
Demek ki, ‘zaman değişmiş’ ve bizim köpek duvar delmek yerine, fırının kapısında kuyruk sallamakla yetinmeye başlamış.
Yani o da değişmiş.
Öyleyse ‘değişmeyen tek şey değişimin kendisidir’ sözündeki ‘doğruluk payı’ henüz değişmemiş(miş).
Gerçekten de, yukarıdan beri sayılan ‘boş tencere’, ‘devalüasyon’ ya da ‘ekmek davası’ gibi adlarla anılsa da, son çözümlemede ‘kapitalist sömürü’ sürecinin bir ürünü olarak tanımlanan ‘proletarya’ kavramı da ‘değişmiş’ gibi durmaktadır.
Nitekim Gramsci ve Ernesto Laclau (1935-2014) gibi çağdaş düşünürler ‘proletarya’ kavramı yerine ‘bağımlı kesimler’ (subalterne) tanımını getirmektedirler ki, kimi yerde Türkçe’ye ‘alt sınıflar’ olarak çevrildiğini sanıyorum.
Dolayısıyla Kemal Kılıçdaroğlu’nun Anadolu’da CHP oy vermekten sakınan kesimleri ‘Köylü’ler olarak tanımlaması doğru olmadığı gibi, buna Dr Recep ile Bahçeli’nin hemen üstüne atlayarak ‘vay efendim milletimizin efendisi köylümüz’e hakaret ediliyor diye viyaklamaları da doğru değildir.
Çünkü ‘devalüsasyon’lar sonucu traktörüne mazot, gübre ve ilaç alamayan köylü ayaktadır, ürününü değerinden ucuza sattığı için tenceresi boştur ve fırın duvarını delmek yerine fırın önünde traktörünü yakacak kadar öfkelidir.
Ancak onu örgütleyecek, haklı davasında onun önünde yürüyecek bir ‘önder’i yoktur.
Bununla birlikte, Anadolu’nun iç kesimlerinde ‘adalet’, ‘eşitlik’, ‘demokrasi’ ve ‘saygınlık’ gibi taleplere kulak tıkayan ve ‘bağımlı medya’nın yedi gün yirmidört saat bombardımanı altında kalarak ‘köylülük’ten, ‘yurttaşlıktan’ ve giderek ‘insanlıktan’ çıkartılan kesimler yok mudur?
İşte, yıllar boyunca ‘bağımlı’ hale getirilmeleri için devletin tüm olanaklarını kullanan AKP, sonuçta doğrudan kendisine bağımlı bir ‘subalterne’ seçmen yaratmış bulunmaktadır.
Yine Gramsci’nin, ekonomik, kültürel, dinsel, seksüel ve sembolik argümanlarla ‘hegemonya’ altına alınmış olduğunu ileri sürdüğü bu kesimler, ya seslerini çıkaramamakta ya da sesleri duyulmayacak kadar zayıf çıkmaktadır.
Kuşkusuz şehit için kılınan cenaze namazında Atatürk’ün adının anılmasını istemeyecek kadar ‘kendinden geçmiş’, Kılıçdaroğlu’nu fatiha bilmez diyerek protesto edecek akadar ‘azmış’ ve duyup öğrenemediğimiz sapkınlıklara imza atan nice ‘satılmış’ birey ve gruplar da vardır ki, bunlar ‘bağımlı’ değil ama doğrudan ‘bağlanmış’ kesimler olarak tanımlanabilirler ve ayrıca ele alınmaları gerekmektedir.
Toparlayacak olursak, bilinen ve apaçık ortada bulunan ‘işçi sınıfı’na ek olarak bir ‘bağımlı sınıf’ yaratılmış ve ‘lümpen proletarya’ya ek olarak da bir ‘bağlanmış kesim’ yaratılmış bulunmaktadır.
Geçimini tarla ve hayvancılıktan sağlayan bir ‘Köylü sınıfı’nın yanısıra bir ‘bağımlı köylü’ ve bir de gerçekten azgın ‘bağlanmış köylü’ kesimleri yaratılmış bulunmaktadır.
Ve gerek işçi sınıfı ve gerekse köylülük hem ‘devalüasyon’lardan ve hem de giderek ‘boş tencere’den, başından buyana değişmeyen bir kural olarak olağanüstü bir biçimde etkilenmeketedir.
Ancak gerek ‘subalterne’ denilen ‘bağımlılaştırılmış’ kesimler ile doğrudan ‘bağlanmış’ kesimler, boş tencereyle değil kafalarına tava ile vurulsa bağımlılıklarından vazgeçirilemez durumdadırlar.
Şimdilik bu kesimlerin bağımlılıklarının da bir sonu olduğunu söyleyerek bu yazıyı sonlandıralım.
Bunların haydan gelen ‘ekmek’leri kesildiğinde fırın duvarını delecek ilkler olacağından kimsenin kuşkusu olmamalıdır.