TERÖRLE MÜCADELEDE “HATTI MÜDAFAA VE SATHI MÜDAFAA”
Emperyalizm, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Ortadoğu’da Türk topraklarını ele geçirerek sömürgeleştirmiş; ancak nihai darbe olan Sevr’i hayata geçirememişti. Bu açıdan Sevr, emperyalist devletlerin masasında yalnızca bir proje olarak kaldı fakat tamamen iptal edilmedi.
Günümüzde, Ermeni Meselesini Türk ulusuna karşı kullanan ve Güneydoğu’yu milli misaktan koparıp, emperyalizm denetiminde bir Kürt devleti kurma planını, Sevr’in devamı olarak görmek ve analiz etmek hayati bir önem taşımaktadır. Emperyalizm dün “Sevr” dediğine günümüzde Büyük Ortadoğu Projesi adını veriyor. BOP’un temel hamleleri 2003’ten sonra ana hatlarıyla ortaya çıkmış ve ilerleyen süreçte ABD’nin Irak, Suriye, İran ve Türkiye’ye yönelik “sınırları yeniden belirleme” yönünde açık – örtülü operasyonlarında ayrıntılarıyla görülmeye başlamıştır.
150 yıl geri çekilen ve toprak kaybeden Türk Ordusu, bu geri çekilmeyi Sakarya Taarruzu ile sonlandırmış ve emperyalizmi Anadolu yaylasına gömmüştü. Şimdi İkinci Sevr olarak karşımıza çıkarak toprak bütünlüğümüzü tehdit eden BOP’a son vermek ve milli bağımsızlığımızı yeniden tesis etmek; ancak doğru bir strateji ile belirlenmiş İkinci Bir Sakarya Meydan Savaşı ile mümkün hale gelmiştir.
A - ABD'nin Irak'ı İşgali ve Birinci Kürt Devletini Oluşturması
Türk ordusu 1952’de NATO’ya bağımlı olduğu süreçten günümüze, kendi milli askeri stratejisini üretemez bir duruma getirildi. Buna vereceğimiz en yakın örnek 2003 yılında ABD'nin Irak'ı işgaliyle başlayan süreçtir. ABD’nin Irak işgali, yalnız Irak’a yönelik bir saldırı değil, ABD'nin BOP çerçevesinde Ortadoğu’yu kendine göre dizayn etme( tasarlama), Ortadoğu’da 4 parçadan oluşan Kürt devletçikleri kurma ve Türkiye’yi tamamen kuşatıp, içeriden teslim alma yönündeki stratejisinin önemli bir parçasıydı.
Bunun için Irak 2003’te işgal edilmiş, Irak’ın kuzeyinde Musul ve Kerkük’ü de kapsayan ABD denetiminde bir Kürt Özerk yapı oluşturulmuştur.
İkinci adım Türkiye’nin bölgedeki hakimiyetine son vermeye yönelikti. Süleymaniye’de, 4 Temmuz 2003’te Türk Özel Timi’ne yönelik ABD – Peşmerge ortak saldırısı sonucunda Türkiye’nin sürekli devlet politikası olan “kırmızı çizgi”miz silinmiş ve Türkiye’nin doğal sınırlarına dahil olan Musul ve Kerkük’teki kısmi egemenliğimiz de ortadan kaldırılmıştır.
ABD, 1952’den bu yana “stratejik müttefik” olarak görüldüğü için resmi sınırlarımız dışında, ancak doğal sınırlarımızı içeren Musul ve Kerkük’te yeterli askeri tedbirin alınmaması, bölgede bir Kürt otonom bölgesinin oluşmasına sessiz kalınması, bölücü terör örgütü PKK’nın güçlü bir cephe gerisi alan oluşturmasına zemin hazırlamıştır.
Türkiye, burada ilk hatayı ABD’nin stratejisini anlayamamak veya anlamak istememekle yapmıştır. Başka bir ifadeyle, ABD’yi 60 yıllık “müttefik” olarak görmek, onun Ortadoğu ve Türkiye’ye dönük parçalayıcı planlarının görülmesine engel olmuştur.
Diplomatik ve siyasal anlamda yapılan bu hata, askeri anlamda Türkiye’nin geri çekilmesine neden olduğu gibi, Ortadoğu’da etkin bir güç olma özelliğini de kaybetmesine yol açmıştır.
Türkiye doğru bir milli strateji ile ABD’nin Ortadoğu’daki hedefini tespit edip; buna uygun bir askeri savunma stratejisi geliştirse idi hem bölgede bir Kürt Devletçiğinin oluşumunu engelleyecek, hem de bölücü terör örgütünün geniş bir cephe gerisi alan yaratmasına engel olmuş olacaktı. Başka bir ifade ile Musul ve Kerkük’te doğru bir askeri strateji ile alacağımız güvenlik önlemi, Diyarbakır, Hakkari, Şırnak’ta da iç güvenliğimizi doğrudan etkileyecek güvenlikçi tedbirleri güçlendirecekti.
B - Suriye’ye Karşı Batı Müdahalesi ve Politik İktidarın “Stratejik Derinliği”
Irak örneğinde, doğru bir politik analiz ve bu analiz sonucunda belirlenecek doğru bir askeri yöntemle “sınır ötesinden” başlatılacak güvenlik – savunma önlemlerini alamayışımızın durumunu ortaya koyduk. Irak’ta jeopolitik avantajımızın kullanılması ve diplomasi ile askeri stratejinin ön plana çıkması gerekirken, ABD’ye yönelik yanlış politik yaklaşım neticesinde askeri önlemlerin tamamen arka plana itilmesi, günümüzde hala iç güvenlik sorunlarına neden olmakta ve bu durum milli güvenliğimizi olumsuz etkilemektedir.
Suriye’de, ABD’nin Irak müdahalesi ile başlayan Fas, Tunus, Libya ile devam eden Ortadoğu ve Afrika’ya yönelik içeriden müdahale ve kontrollü istikrarsızlık yaratma sürecinin devamını görmekteyiz.
Irak gibi sınır komşusu olan Suriye’ye karşı, Türkiye, diplomasiyi tercih etmesi gerekirken ABD’nin belirlediği siyasi strateji doğrultusunda askeri seçeneği öncelikli kılmıştır.
Suriye’den Türkiye’ye yönelik 1999’dan bu yana bir mili güvenlik tehdidi olmadığı gibi, 1999 – 2011 arasındaki süreçte ekonomik, siyasi, kültürel ilişkilerimiz istikrarlı bir çizgi izlerken; 2011’den sonra politik iktidar 180 derece ters dönmüş ve dün “aile dostum” dediği Esad’a karşı “Zalim Esed” demeye başlamıştır.
Bununla da kalınmamış, ABD ve diğer Batı ülkelerinin Suriye’ye yönelik terör ihracında, Türkiye bir koridor vazifesi üstlenmiştir. Bu durum terörü Suriye’den Türkiye’ye taşımış ve Türkiye’nin milli güvenliğini doğrudan etkileyen bir durum yaratmıştır.
Buna verilecek en açık örnek, Suriye rejiminin bölgede kimlik dahi vermediği Kürtlerin Suriye’nin kuzeyinde statü kazanması, ABD’nin Irak’ın kuzeyinden Suriye’nin kuzeyine ve Doğu Akdeniz’i de kapsayan bir alanda “Kürt Koridoru” oluşturma zeminini güçlendirmiş olmasıdır.
Türkiye’deki politik iktidar Irak’ta yanlış POLİTİK strateji izleyerek sınırımızın hemen dibinde bir Kürt bölgesi yaratılmasına neden olurken; Suriye’de ise yanlış bir ASKERİ strateji izleyerek aynı hatayı ikinci kez, ancak bu kez tersinden, tekrar etmiştir/etmektedir.
Sınır ötesinde yapılan bu hatalar, bu gün sınırlarımız dahilindeki illerimizde iç güvenlik – terör tehditleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Irak’ta düşmana karşı askeri seçeneği kullanmamız gerekirken, yumuşak ve uyumlu diplomasiyi; Suriye’de komşumuza karşı diplomasi seçeneğini kullanmamız gerekirken Batı çıkarları doğrultusunda örtülü operasyon ( askeri ) seçeneğini kullanmamız, en başta ulusal güvenliğimizi sarsmaktadır.
C – Ne Yapmalı?
Çok net olarak şunu ortaya koymak lazım: Türkiye’nin toprak bütünlüğünü isteyenler, Irak ve Suriye’de de toprak bütünlüğünü tesis etmek için uğraşmalıdırlar. Bu, kimi aklı evelerin iddia ettiği gibi “Esadcı” ya da “Rusçu” olmak değildir.
Politik iktidarın Irak kuzeyindeki Peşmerge liderine “devlet protokolü” seviyesinde muamele yapması; diğer taraftan meşru devlet başkanlarına “zalim” , “diktatör” suçlaması yaparak onları “halkına terör uygulamakla” suçlaması ise artık içi boş bir propaganda yöntemi haline gelmiştir.
Her iki yöntem de, peşmergeye “devlet” , devlet başkanlarına “terörist” yöntemiyle yaklaşmak, en başta Türkiye’nin milli güvenliğine zarar vermektedir.
2014’e kadar PYD/YPG terör örgütüne karşı destek vermeyen ama karşı da durmayan Suriye ve Rusya, özellikle 2015’ten sonra bu bölücü terör örgütüne açıktan destek verir konuma gelmiştir.
Suriye rejimine karşı Batı destekli savaş veren terör örgütleri ise tasfiye süreci yaşarken, bu tasfiye sürecindeki savaşı Türkiye’ye taşımış bulunmaktadırlar.
Bu açıdan Türkiye; ABD’nin açıktan “tercih ettiği” PYD/YPG/PKK’ya karşı sınırda ve iç bölgelerde, bir daha masaya oturmamak kaydı ile operasyonlarına devam etmelidir
Irak’ın kuzeyindeki Peşmerge yapı; her haliyle Türkiye’nin milli güvenliğine yönelik bir tehdittir. ABD’ye rağmen bu bölgeye askeri anlamda hakim olunmalı ve bölücü terör örgütünün cephe gerisi, deyim yerindeyse, tatbikat alanı haline getirilmelidir. ( askeri yöntem )
Diplomatik ve Askeri Yöntem
TSK Şırnak, Diyarbakır, Mardin, gibi bölgelerde hali hazırda bir iç güvenlik harekatı yürütmektedir. JÖH ve PÖH personeli tam anlamıyla bölgeye hakim olamadığı için; ancak Kara Kuvvetleri’ne bağlı zırhlı birliklerle alan hakimiyetini sağlamaya çalışmaktadır. Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da bir iç kalkışma girişimine karşı mücadele verilirken, hali hazırda bir iç savaş yaşayan Suriye’ye karşı, konvansiyonel ordularla başlatılacak bir harekat, cephe gerisini sağlama almayan bir ordu için büyük kayıplara yol açacaktır. Bu yüzden Suriye ile ilişkiler yeniden değerlendirilmeli, Suriye’ye karşı “ılımlı muhalefet” adı altında olsa dahi, terör örgütlerine verilen destek kesilmelidir. Bu vesile ile Suriye’nin kuzeyindeki bölücü örgüte karşı askeri seçenek, Suriye Devleti ile birlikte gündeme getirilmelidir. Suriye, eğer kendine kastı olan bir devlet değil ise, PYD/YPG’ye karşı yeniden dostluk ilişkileri kuracağı Türkiye’yi tercih edecektir.
Suriye ile geliştireceğimiz ilişkiler, Suriye’de yaşayan Türkmen soydaşlarımızla, Suriye devleti arasındaki ilişkileri de yeniden onaracaktır.
Irak’ın kuzeyinde cephe gerisini kaybeden terör örgütü, böylece Suriye’nin kuzeyinde de oluşturulan cephe gerisini kaybedecek; böylece TSK’nın iç güvenlik operasyonları daha güvenilir ve sonuç alıcı bir biçimde devam edecektir. Çünkü Suriye ve Rusya’nın desteğini kaybeden örgüt, ikmal ve dinlenme alanı bulamayacaktır. Sınır ötesinden güvenilir ve sürekli destek alamayan terör örgütünün Diyarbakır’da, Cizre’de, Silopi’de daha fazla direnmesi mümkün değildir.
Türkiye’nin terör örgütüne karşı bölge ülkeleriyle karşılıklı çıkar, toprak bütünlüğüne ve egemenliğe saygı esasında oluşturacağı ortak akıl; ABD’nin bölge ülkelerini ve dolayısıyla Ortadoğu’yu yeniden tasarlamasına en büyük engeli oluşturacaktır. Başka bir ifadeyle, bölgesel işbirliği ABD’nin sınırlarımızı ve topak bütünlüğümüzü ortadan kaldıracak Büyük Orta Doğu Projesine en büyük darbeyi indirecektir.
Sonuç Yerine
Ortadoğu’da terörle mücadele, aynı zamanda emperyalizme karşı verilecek bir mücadele ile kesin sonuç verecektir. Veya tam tersi, emperyalizme karşı verilen bağımsızlık ve egemenlik mücadelesi ile bölücü terör örgütüne karşı verilen mücadele bir birine bağlıdır.
Irak’ın kuzeyindeki “çadır devlet”e ( Uydu Barzani Devleti ) karşı diplomasi seçeneğinin; Suriye rejimini kendi iç dinamikleri ile değil, dışarıdan müdahale ile ortadan kaldırmaya çalışan askeri seçeneğin Türkiye’ye ait bir strateji olmadığını bilince çıkarmak esastır.
ABD, Irak’ta gerçekleştirdiği etnik parçalara ayrılmış federatif yapının farklı modellerini Suriye’ye, İran’a ve Türkiye’ye de dayatmaktadır. Irak’ta Barzani ( KDP ), Suriye ve Türkiye’de PYD/YPG/PKK, İran’da PJAK ABD’nin temel aktörleri olarak bölgede rol almaktadır. Bu devletlerin, bir terör örgütünü diğer devlete karşı kullanması hiçbir mantıkla doğru izah edilemez. Çünkü, başka bir devlete karşı desteklenen terör örgütü de karşı çıkılan terör örgütü de aynı kaynaktan, Batı emperyalizminden, beslenmektedir.
Bu açıdan Suriye’nin ve Rusya’nın PKK’yı Türkiye’ye karşı; Türkiye’nin de bir dönem PYD’yi Suriye’ye karşı desteklemesi en başta Türkiye’ye zarar vermiştir. Sonraki aşamada, bu karşılıklı destekten Suriye ve Rusya da zarar görecektir / görmektedir.
Bölge ülkeleri bütün terör örgütlerine karşı ortak bir mücadele stratejisi belirlemeli ve “iyi terörist”, “kötü terörist” ayrımına son vermelidirler.
ABD’nin bölgesel ve ulusal güvenliğimizi tehdit ettiği net olarak saptanmalı, bölge ülkeleri ile ortak bir karar alınarak ABD Ortadoğu’dan sökülüp atılmalıdır. Bu vesileyle ABD’den destek alan Irak’ın kuzeyindeki Uydu Devletçik de kolaylıkla dağılacaktır.
Bütün bunların yapılabilmesi mevcut iktidar ve işlevsizleşen, etkisizleştirilen kurumlarla tabi ki mümkün değildir. Yukarıda saydığımız çözüm yollarının bir kısmı belki mevcut durumda gerçekleşebilecek eylemlerdir. ( TSK’nın terörle mücadelesi buna örnektir .) Ancak köklü sorunlar, köklü çözümlerle ortadan kaldırabilir. Diğer türlü, yalnızca sorunları ertelemiş oluruz.
Ulusal Kurtuluş Savaşı fiilen başlamadan önce Türk topraklarının savunması, Irak – Musul, Suriye – Filistin, Hicaz cephelerinden başlamış ve Milli Mücadele kararı ile birlikte Sakarya önlerinde son bulmuştu. Dün, emperyalizmin dışarıdan kuşatıp içeriden teslim almaya çalıştığı Türk Ulusu, Atatürk önderliğinde birleşerek milli bağımsızlığını kazanmıştı.
Bu gün Türk vatanına yönelik saldırı hem sınırlarımızın yanı başındaki Musul- Kerkük ve Suriye’nin kuzeyinden başlamakta; Diyarbakır, Şırnak, Hakkari, Ankara’ya kadar uzanmaktadır. Yani tarih tekerrür etmektedir.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’ün “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.” emrini yerine getirmenin zamanı.
Bu yüzden Türk Devriminin yeniden rotasına oturtulması, partilerden bağımsız, tabandan gelen, halkın kendi öz gücüne dayanan Müdafaa i Hukuk birlikleri yeniden oluşturulmalı. “Olamaz” , “Mümkün değil.” diyenlere ise Artvin halkını örnek olarak göstermek yeterlidir sanırım.
Mithat Akar – Gaziantep