TERÖRÜN KÜRESELLEŞMESİ, İŞİD VE ULUS DEVLET!

Genel & Güncel Konular

TERÖRÜN KÜRESELLEŞMESİ, İŞİD VE ULUS DEVLET!

İletigönderen İlteriş Kağan » Pzr Eyl 27, 2020 4:11

TERÖRÜN KÜRESELLEŞMESİ, İŞİD VE ULUS DEVLET!
Küreselleşmenin İdeolojik Boyutu
Küresel Kraliyetçiler yahut Küreselleşmenin yönetmenleri, nihai hedeflerine ulaşmak yani yeryüzünü tümüyle bir açık Pazar haline getirmek ve bunun için de tek bir dünya devleti oluşturmak maksadına yönelik olarak çok yönlü ve çok ayrıntılı programlar geliştirdiler. İnsan hayatının hemen hiçbir faaliyet alanını ihmal etmeyecek ölçüde kapsayıcı ve kuşatıcı olan bu büyük projenin ayakları üzerinde tek tek durursak haritanın bütününü okumak ve tablonun tamamını görmek imkanı daha kolay bulunabilir:

1- Küreselleşmenin ideolojik boyutu: Yukarıda bahis konusu ettiğimiz, küreselleşme rüzgarlarının sağ ve sol ideolojiler üzerindeki sarsıcı, çarpıtıcı ve yıkıcı etkilerinin Türkiye özelindeki yankılarını ve yansımalarını hatırlatarak şunları da ayrıca eklememiz gerekir: Küreselleşme ideologlarının en önce “İdeolojilerin Sonu!” diye kitaplar yazmış olmaları hiç de boşuna ve tesadüfi değildir. Aynı sebeple 1990’lı yıllardan başlayarak bütün ideolojiler tu kaka (ilan) edilmiş, özellikle de milliyetçilik ve (ulusal) solculuk Küresel Kraliyetçilerin en yoğun saldırılarına hedef olmuştur. Söz gelimi ideolojik duruşunda direngen kalan kesimleri ve bu kesimlere mensup yazarları aşağılamak için “Dinozor” tabiri işte bu yıllarda uydurulmuş ve piyasaya sürülmüştür. Peki neden? Türkiye’de Soğuk Savaş döneminin siyah/beyaz mantığını hala aşamamış olanlara şu noktayı özellikle belirtmemiz gerekir ki; öteden beri Amerikan jargonunda sol hareketler anti-emparyalist karakterli olduğu ölçüde milliyetçi, bağımsız milliyetçi hareketler de benzer karakterlerinden ötürü "sol" sayılmışlardır. Burada sizin ideolojik duruşunuzu belirleyici olan ölçüt, Amerikan çıkarlarına karşı kendi ulusunuzun/ülkenizin çıkarlarını savunuyor olup olmadığınızdır. Yine aynı sebepledir ki ulusalcılık akımı veyahut ulusal sol akımlar, Emperyalizmin güdümünde olduğu besbelli kesimler tarafından –sağ, sol, orta- çapraz ateş altına alınmışlardır. Adına kasıtlı olarak Ergenekon adı verilen davalardan ötürü tutuklanıp yargılananların ortak paydasının ne olduğuna bakarsanız eğer, meselenin esası anlaşılabilir.

Küreselleşmecilerin dışarıdan, elleri altındaki güdümlü görsel-duyusal, yazılı-resimli basın-yayın organları üzerinden açtıkları sürekli yaylım ateşi haricinde, özellikle tehdit ve tehlike potansiyeli gördükleri ideolojiler üzerindeki operasyonlarının asıl can alıcı ve sonuç getirici olanı, adına “içerden konuşmak” dedikleri, ideolojileri dönüştürme, onların içini ve içeriğini boşaltma, "iddiasızlaştırma ve iktidarsızlaştırma" yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. Aynı sebepledir ki bütün biriktirdiklerini ve "Birikim"lerini emperyalizmin hizmetine sunan, beyinleri resetlenmiş solcu eskileri sola yeni gömlekler, kaftanlar dikmeye koyulurken; kıbleleri birer birer yıkılmış solun erken bunamış gencecik yazarları da 12 Eylül’ün hemen sonrasında “Eylülist romanlar” yazmaya koyuldular. Bu tabir Yalçın Küçük’e aittir ve doğrudur, hazan mevsimi gelmiştir ve bütün ideolojiler hem dışarıdan çok şiddetle estirilen Küreselleşme rüzgarlarıyla sallanmakta, hem de içeriden Emperyalist odaklarla işbirliğine yönelmiş ve özel yerleştirilmiş Truva atlarınca silkelenmektedir. “Var olmanın Dayanılmaz Hafifliği” gibi, bir anda best-seller yapılan ama hiçbir edebi değeri bulunmayan ucuz ve iğrenç (Kitsch) romanların benzerleri Türkiye’de de pıtrak gibi bitmeye ve çoğalmaya başlamıştır.

Maksat, anti-emperyalist ideolojik duruşları önce aşağılamak, sonra mahkum ve daha sonra da tümüyle yok etmektir!

Şu aşağıdaki yazıyı da 2. Körfez Savaşı devam ederken savaşın tam ortalarında yazmıştım, 2003 yılı Mart ayı sonu veya Nisan ayı başlarında:
KÜRTLERLE DANS EDEN ADAM!
Hanifi Altaş
Kevin Costner'in başrolünü oynadığı Amerikan yapımı bir filmin adıdır, "Kurtlarla Dans Eden Adam". O filmde, Kuzey-Güney savaşının kahraman subaylarından birinin, iç savaşın bitmesi üzerine Kızılderililerin yaşadıkları toprakların hemen sınırında yeralan bir karakola atanması ile gelişir olaylar. Kahramanımız bu yeni görev yerinde yapayalnızdır ve vahşi doğanın ortasında yalnızlığını ona unutturacak tek uğraşı da kurtlarla oynaşmaktır. O sebeple de, onun bu tuhaf yalnızlığını uzaktan uzağa gözleyen Kızılderililer kendisine "Kurtlarla Dans Eden Adam" adını takarlar.

Filmi izleyeli neredeyse on yıl kadar oluyor. Fakat o günden beri ne zaman Kuzey Irak konusu açılsa bu film aklıma gelir ve artık Türk dilinin zengin çağrışımlar yaratmaya çok yatkın olan yapısından mıdır nedir bilmiyorum, filmin adını bu kez "Kürtlerle Dans Eden Adam" olarak değiştiririm.

Tabii Amerikalılardan önce bir de "Kürtlerle Dans Eden Madam" vardı: Madam Mitterand! Fakat Madam ve onun şahsında Fransa'nın rolü çoktandır ikinci üçüncü sıraya düştüğü için şimdi bizi ve bütün dünyayı ilgilendiren baş aktör Amerika'dır. Amerika on iki yıldır bu bölgede "Kürtlerle dans eden adam"ı oynamaktadır. Ne var ki, bu, her iki taraf açısından da çok tehlikeli bir danstır.
***
Amerika bu rolü oynamaya devam ettiği sürece, bu durumdan en çok rahatsızlık duyacak ülkenin Türkiye olacağı besbelli birşeydir. Türkiye'nin, Kürt kartını pek matah birşey zanneden ve bunu sürekli bir biçimde gözüne sokan Amerika ile arasındaki "stratejik müttefik"lik ilişkisinin aslında kocaman bir palavradan başka birşey olmadığını görmemesine, bunu fark etmemesine imkan yoktur. Amerika'nın Türkiye üzerinden kuzey cephesini açamamış olmasının gerisinde yatan en temel etkenlerden biri işte budur. Türkiye on iki yıldan bu yana sürekli olarak Kürtlerle yatıp kalkan Amerika'ya güvenmemiştir ve güvenmemekte de yerden göğe kadar haklıdır. Demek ki, bu tehlikeli dansı bundan sonra da sürdürmenin Amerika'ya maliyeti Türkiye'yi temelli kaybetmek noktasına kadar varabilir. Türkiye çoktandır bunun farkındadır ve maliyet hesaplarını bu ihtimale göre yapmakta olduğunda da hiç kuşku yoktur.

Kürtlerin Kuzey Irak'ta Amerikan bayrağının ve askeri varlığının gölgesi altında "Musul ve Kerkük"ü işgal ile buradaki petroller üzerinden pay kaparak bağımsız bir Kürt Devleti kurmalarına Türkiye asla seyirci kalamaz ve kalmayacaktır. Bu duruma seyirci kalmayacak olan yalnızca Türkiye de değildir. İran ve Suriye de böyle bir emrivakiyi asla kabullenmeyecektir. Şu anda Kürtlerin bölge üzerindeki çok iyi bilinen emellerinden ötürü, Kuzey Irak'taki Türkmenler ise bugüne kadar Saddam'ın zulmüne en çok maruz kalanlar kendileri oldukları halde, Kürtlerle Saddam arasında bir tercih söz konusu olduğu zaman Saddam'ı tercih etmekte hiç tereddüt etmeyeceklerdir. Güneydeki Şii olanları da dahil olmak üzere, Irak'taki ve hatta o bölgedeki bütün Arapların gözünde Kürtler yegane hain durumuna düşeceklerdir. Sonuç ise bölgede Amerika'nın ve Irak'ta Kürtlerin yalnızlaşmasıdır. Amerika ne bölgede, ne de Irak'ta Kürtlerden başka dans edecek "partner" bulamayacaktır.

Bu tehlikeli dansın bölgede Türkiye, İran ve Suriye'yi birbirine yaklaştırması ve hatta birlikte hareket etmeye sevketmesi hiç de uzak bir ihtimal olarak görülemez. Yalnızca şu üç ülkenin ittifak yaparak Amerika'nın bütün planlarını bozması işten bile değildir. Tabii böyle bir ittifaka bölgedeki diğer Arap ülkelerinin destek verecek oldukları da muhakkaktır. Amerika, İngiltere ve diğer yancılarının bu bölgedeki değirmenlerini taşıma suyla döndürmelerine ise asla imkan ve ihtimal yoktur. Fakat değirmen dönse de, dönmese de arada un ufak olacakların Kuzey Irak'taki Kürtler olacağı kuşkusuzdur.

Amerikalıların "yığınakta yaptıkları hata" sonuna kadar gidecek ve kendi kaderleri üzerinde belirleyici olmaya devam edecektir. Tamamen kendi gücüne dayanmak yerine Irak'ın güneyinde Şii'lerin, kuzeyinde Kürtlerin gölgesine sığınmak hülyasıyla hareket eden Amerika'nın güneydeki hayali çölün serabına gömüldüğü gibi, Kuzeydeki Kürtlerin de Amerika'ya bir hayrının dokunamayacağı çok geçmeden anlaşılacaktır. Aşık Veysel'in dillendirdiği şu yalın ve bilgece gerçeğin Amerikalılar geç de olsa farkına varacaklardır ve fakat o zaman da iş işten geçmiş olacaktır:

"Tilki gölgesine arslan gizlenmez
Yiğidin gölgesi kendinden olur"

Yığınaktaki hata "sığınaktaki hata"ya dönüşmüştür. Amerika da; Kürtler de birbirlerinin gölgesine sığınmaya çalışan zavallılar konumuna düşmüşlerdir.
Amerika yarın birgün bu hatayı daha fazla devam ettirmenin yalnızca Orta Doğu'da değil, dünyanın geri kalan bütün bölgelerindeki varlığını ve etkinliğini çok ciddi bir biçimde tehdit ettiğini algılayarak, yaptığı hatadan mümkün olduğunca çabuk dönmeyi düşünebilir. Düşünmese bile bu bölgede kalıcı olamayacağı gün gibi aşikardır. Dolayısıyla Amerika'nın bu bölgeden şöyle veya böyle bir gün yolcu edileceği muhakkaktır. Peki ama bölgedeki bütün devletleri ve bütün bir Arap dünyasını karşısına almak pahasına "Amerika'nın en stratejik(!) müttefiki" payesini elde eden Kuzey Irak'taki Kürtler o takdirde nereye "yollanacaklarını" düşünüyorlar? Türkiye'de kendilerine kucak açacak bir Özal da bulamayacaklarına göre nereye?

Yine Guam adasına mı, yoksa bu kez CIA Peşmergeleri de dahil olmak üzere toptan "cüzzamlılar adası"na mı?
Aklı Başında Bir Toplum Her 5 Yılda bir Meclisi Ve Yönetimi yenileyen Toplumlardır.
Bir hamalın yükü geçicidir; fakat sahtekâr bir politikacının yükü kalıcıdır çünkü onun dolandırıcılıklarının muazzam yükünü her daim akılsız toplumlar taşımaktadır.
Üçkâğıtçı politikacılar tarafından sürekli olarak kandırılan, tekrar tekrar aldatılan bir millet için hangi sıfat kullanılabilir? Şaşkın? Çok hafif! Ahmak? Yeterli değil! Beyinsiz? Evet, işte tam da sıfat budur! Aptal kalabalıklar, sahtekâr politikacıların en büyük servetidir!
Kullanıcı küçük betizi
İlteriş Kağan
Üye
Üye
 
İletiler: 2126
Kayıt: Cmt Şub 08, 2020 18:53

Şu dizine dön: Genel - Güncel Konular

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

cron

x