Şehitlerimizin Kanını İçenlerMeyyal UYGURGül ve Erdoğan’a ilk “teşekkür”, ilk kutlama kimlerden geldi biliyor musunuz; Barzani ve ekibinden…Barzani, “Öteden bu yana sorunun silahla çözülemeyeceğini ve barışçı yöntemlere yönelinmesi gerektiğini söylüyorduk. Bu konuda her zaman üzerimize düşeni yapmaya hazırız” derken, Kültür Bakanı Kakeyi, “Kuzey Kürtlerinin bu barışçıl girişimini sıcak bir şekilde karşıladığını” vurgulayıp, Gül ve Erdoğan’a, “Türkiye’de Kürt meselesini çözme çabalarından dolayı teşekkür etti”.
Aylardır Başbakan Erdoğan’dan, “açılımın içini doldurmasını” isteyen muhalefet, “PKK şovu” üzerine “açılım küpü”nün çoktan dolup da taşmaya başladığını görünce, “Teslim olmaya değil, teslim almaya geldiler…PKK, AKP’yi teslim aldı” diye tepki gösterdi. Bir kere “teslim alma veya teslim olma”da zorlama vardır. Siz günlerdir yaşadıklarımızda hiç bir “zorlama” emaresi gördünüz mü? Her şey gönüllü, güle-oynaya, memnuniyet içinde gidiyor…İkinci yanlış şu; PKK, hatta ağa babaları, kişileri, kurumları, hatta tüm devleti teslim alabilir veya onlar teslim olabilir, ama Türkiye’yi teslim almak, Türkiye’yi teslim etmek…Orda durun, o kadar da değil!..Daha ölmedik!..
Madem ağlanacak halimize gülüyoruz, öyleyse ben de bu yoldan gideyim. Hani gazetelerin bulmaca ekinde, “Aşağıdaki resimde gizlenen hançerleri bulun” şeklinde bir bölüm olur. Size aşağıda bazı yazılı fotoğraflar sunacağım, bakalım bunlarda gizlenen “hançerleri” bulabilecek misiniz!..
Önce tarihten notlar, bakalım geçmişin 19 Ekim’lerinde neler olmuş: Osmanlı Padişahı II. Murat Kosova Zaferi’ni kazanmış…Anadolu ve Trakya Rumları ile Yunanistan’daki Müslümanların mübadelesini düzenleyen Mübadele Komisyonu görevini tamamlamış…İngiltere, IRA üyeleriyle yapılan röportajların yayınlanmasını yasaklamış.
Tarihte 20 Ekim’lerde yaşanan bazı önemli olaylar da şöyle: İngiliz, Fransız, Rus Birleşik filosu Navarin’de Osmanlı donanmasını yakması, bu facia neticesinde Yunanistan kısa süre içinde bağımsızlığını kazanması var…Prof. Dr. Bedri Karafakioğlu öldürülmesi ve katillerinin hala bulunamaması var…Milli Güvenlik Konseyi’nin, Devlet Başkanı Kenan Evren’in anayasayla ilgili konuşmalarının eleştirilmesini yasaklaması var…Ve Ergenekon mahkemelerinin başlaması var.
21 Ekim’lere ait olaylardan ise şunları seçtim: Alman gazeteci ve yazar Günter Wallraff’ın Türk işçisi kılığına girerek yaşadıklarını anlattığı ‘En Alttakiler’ adlı kitap yayınlandı…Öğretim üyesi, gazeteci, yazar Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı öldürüldü…PKK Dağlıca saldırısını yaptı…Ve halkımız Cumhurbaşkanının kendisi tarafından seçilmesine yüzde 70 oyla ‘Evet’ dedi.
Bir de 1927 yılının 15-20 Ekimi’nde yaşanan önemli bir hadise var. Atatürk’ün Nutuk’u okuması. Hani, “…memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hiyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler…” uyarısının yer aldığı Gençliğe Hitap’la son bulan o Nutuk!..
Geldik 2009’un 19-20-21 Ekim’ine…Yaşananlara hep birlikte tanık oluyoruz. İşte bunlardan seçtiğim kareler: PKK’nın “Şov”lu dönüşü, polislerin sabah baskınlarıyla gözaltına aldığı gazeteci, yazar, asker ve bilim adamlarının “tutuklu” yargılandığı Ergenekon mahkemelerinin 1. yılının dolmasına bir gün kala gerçekleşti. İçişleri Bakanı Atalay’ın, DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’e, “Merak etmeyin, gelenler tutuklanmayacak” garantisi verdiği ortaya çıktı. Terör örgütü yönetiminin “kurye” yaptığı, yıllardır Kandil’de eli silahlı dolaşan militanlar, ayaklarına gönderilen seyyar savcı ve hakimlerin üç sorudan ibaret sorgularıyla serbest kaldı. 1 yıldan fazla zamandır neyle suçlandığını bilmeden Silivri’de tutulan, eline silah almamış, ahret sorgulamalarına tabi tutulanların yargılanması sürdü. Ama haksızlık etmeyelim, her duruşmada mahkeme heyetine, “Ne olur beni kışın tahliye etmeyin. Kalacak yerim yok” diye yalvaran çaycı Erol Ölmez, PKK’lılarla hemen hemen aynı saatlerde tahliye edildi.
İmralı’daki bölücübaşı, 2000’den beri G. Afrika’dakine benzer bir “Hakikatleri Araştırma ve Yüzleşme Komisyonu” kurulmasını istiyor, biz de Ergenekon davasıyla aslında bu şartın yerine getirildiğini iddia ediyorduk. En nihayet Soros’un Türkiye temsilcilerinden Mensur Akgün, PKK’lıların dönüşüyle birlikte, “Unutmamamız gereken bir başka değişken de Ergenekon davasının Güney Afrika’dakine benzer bir tür Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu işlevi görmüş olmasıdır” itirafında bulundu.
Başbakan Erdoğan’la, KKTC Cumhurbaşkanı Talat arasındaki bir telefon görüşmesini yayınlayan Aydınlık Dergisi ve Ulusal Kanal, mahkeme kararı olmaksızın Ergenekon Savcılarının talimatıyla arandı. Arama gerekçesinde, “Telefon görüşmelerinin Ergenekon Terör Örgütü tarafından tespit ve servis edildiği” yazılıydı. 2007’den beri herkesin telefonlarının izinli, izinsiz, gizli dinlendiği, Ergenekon iddianamelerinin tamamen bu görüşmelerle oluşturulduğu, bunların gazetelere servis edildiği unutuldu, Aydınlık’ın yayınladığı haber için, “Yasa dışı dinleme…Aydınlık’ta şok ses kayıtları…” başlıkları atıldı. O sırada Başbakan Erdoğan da, CHP Lideri Baykal’ın “kameralı görüşelim” teklifine, “ahlaksızlık” diyordu.
Mahkeme kararına rağmen, Savcı ve yandaş medya, “Ergenekon Terör Örgütü” demeyi sürdürdü. Buna karşılık baş patron ABD’nin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Kelly bile göstermelik de olsa, “PKK’yı terörist örgüt olarak görüyoruz” dediği halde, necip medyamız “dönüş şovu” haberlerinde, “PKK terör örgütü” yerine özenle “PKK’lılar” ifadesini kullandı. “Kürt Açılımı”nın en önemli aktörlerinden Cengiz Çandar da açıkça, “Artık PKK’ya terör örgütü denmesin, PeKeKe densin” buyurdu!..
Silivri’de kimi insanlar ölüme yattı, kimileri kafayı yedi. Yaşı 70’in üzerindeki insanların sağlık durumuyla “Gata’kulli” diye alay edildi. İtirafçı iddialarıyla gazete manşetlerinden infazı yapılan gazilerimizden intihar edenler oldu. Öğrendik ki, Sağlık Bakanlığı Kandil’den gönderilenler için psikolog dahil, gerekli tüm tedbirleri almış.
Ahmet Türk, PKK ve dahi “kuryeler”, gelişin bir “teslim veya etkin pişmanlıktan yararlanma” olmadığını gözümüze soktu. PKK’lıların gelişinin ertesi günü bir basın toplantısı düzenleyen İçişleri Bakanı Atalay da, her sözcüğü seçerek kullandı, “Teslim olanlar, dağdan inenler, etkin pişmanlıktan yararlananlar gibi kavramları kullanmaktan özenle kaçındı, eve dönüş demeyi tercih etti”. “Eve dönüşün, planın bir parçası olduğunu” söyleyen Atalay, Kandil’deki sözde lider kadrosunun “üçüncü bir ülkeye gönderilmesi” için çalışıldığı sinyalini de verdi. Atalay’ın bu “özeni”ni görünce, her taşın altından çıkan David L. Phillips’in Amerikan Ulusal Dış Politika Komitesi adına hazırladığı o meşhur 15 Ekim 2007 ve eski CIA’cı Henry Barkey’in, Obama’ya sunduğu Mart 2009 tarihli “planları” bir kez daha hatırlatmak farz oldu. Hani Başbakan Erdoğan’ın, “ABD’nin bir projesi diye dolaşıyorlar. Bunu ispat ederlerse, biz her şeye varız. Ama edemezlerse alçaktırlar, namussuzdurlar” dediği raporlar…
Phillips raporunda, PKK’nın “barış” için uğraşmasını, “genel af” yerine, “topluma kazandırma”nın kullanılmasını önermiş, PKK’nın sözde lider kadrosu için, “Şu anda ikamet ettikleri ülkeye sığınma başvurusunda bulunabilirler. Talabani de lider kadrosunun Irak’a yerleşmesini kabul ediyor” çözümünü yazmıştı. Başbakan Erdoğan da rapordan 8 gün sonra, “Buradaki terör örgütü mensuplarının Avrupa’ya gönderilmesi gibi çok değişik teklifinde bulunuldu” demişti.
Barkey’in raporunda ise “PKK’lıların bir kısmının Barzani peşmergelerine katılması, kalanının Türkiye’ye dönmesi, sözde lider kadrosunun da Avrupa ülkelerinde ‘misafir’ edilmesi” vardı. Hemen ardından Talabani ile Barzani’nin Dış İlişkiler Sorumlusu Sefin Dizayi, “Çok sayıda Avrupa ve İskandinav ülkesinin, PKK liderlerini kabul edeceğini” duyurmuştu.
Bunların hepsi bir yana ABD Dışişleri Sözcüsü Ian Kelly’nin, “kurye şov” üzerine, “Türkiye’ye, ülkedeki Kürt nüfusla, onlara daha fazla kültürel ve dilsel hak tanınmasına olanak veren bir diyalog başlatması çağrısında bulunduk. Türk hükümeti de bunu yapıyor” demesi, bu planların resmi kabul ve ispatı değil mi? “İspat ederlerse biz her şeye varız” şeklinde meydan okuyan Erdoğan’a takdim olunur!..
Başbakan Erdoğan Ağrı’da “açılıma” destek ararken, “Nice anneler telefonlarının başında oğullarının ölüm haberini aldı ve adeta Ağrı Dağı gibi oldukları yere yığılıp kaldılar” gibi bir benzetme yaptı. Nice cenaze töreninde gördük, anneler, eşler, yavuklular, çocuklar hepsi dimdik, “Vatan sağ olsun” dedi, PKK’yı sevindirmemek için gözyaşını içine akıttı. Yani analar o günlerde yıkılmadı. Ama sadece analar da değil, tüm Türk milleti Silopi’deki “açılım” görüntülerden sonra hakikaten “Ağrı Dağı gibi yıkıldı”…Gül ve Erdoğan’a ilk “teşekkür”, ilk kutlama kimlerden geldi biliyor musunuz; Barzani ve ekibinden…Barzani, “Öteden bu yana sorunun silahla çözülemeyeceğini ve barışçı yöntemlere yönelinmesi gerektiğini söylüyorduk. Bu konuda her zaman üzerimize düşeni yapmaya hazırız” derken, Kültür Bakanı Kakeyi, “Kuzey Kürtlerinin bu barışçıl girişimini sıcak bir şekilde karşıladığını” vurgulayıp, Gül ve Erdoğan’a, “Türkiye’de Kürt meselesini çözme çabalarından dolayı teşekkür etti”.
Ve Başbakan Erdoğan, o görüntüler için sözüm ona DTP’ye kızarken, “Herkesi sorumlu, sağduyulu, samimi davranmaya” çağırdı. Acaba bir Allah’ın kulu çıkıp da, “Teröristlerin ayağına savcı, hakim, müsteşar, polis, psikolog göndermek, yolları trafiğe kapatmak, oranın miting alanına çevrilmesine izin vermek, onlarla askerin arasına polisi dizmek hangi devletin kitabında yazıyor? Bu nasıl iktidar sorumluluğudur?” demez mi? Erdoğan’ın DTP’ye tepkisi göstermelik, zira hemen arkasından, “Bunlara kulak asılmamasını” istedi, yetmedi, o görüntüleri “Anlamlı manzara, umutlarımızı artıran bir gelişme” sözleriyle adeta kutsadı. Milletin dalga dalga büyüyen tepkisini bastırmak için de yine “provokasyona gelmeyin” silahına sarıldı.
Neyi Örtüyorlar? Ahmet Türk, bu gelişin sadece ilk etapta “askeri operasyonları” durdurma amaçlı olduğunu, yani Başbakan ve İçişleri Bakanı’nın “adım adım” dediği her gelişte, bir tavizin isteneceğini peşinen söylüyor. Keza Kandil’deki iki numara Cemil Bayık açık açık, “Barış gruplarına olumlu yaklaşılması PKK’nın dağdan inmesine yol açmaz. Kürt halkının kimlik sorunu, dil sorunu, kültür sorunu, özgürce kendi kimliğiyle örgütlenip, kendisini ifade etme, siyaset yapma sorunu var. Eğer bunlar garantiye alınırsa PKK dağdan iner” diyor. Hal böyleyken, iktidar ve medyanın etekleri acaba neden zil çalıyor, neden “PKK’yı bitirdik” havasındalar? David L. Phillips’in de, Barkey’in de, “ABD’nin önceliği Barzani yönetiminin tanınması olmalıdır” planını örtmek için olabilir mi?
Baksanıza, Başbakan Erdoğan, son Bağdat ziyaretinde Erbil’e de gidecekmiş, ancak sonra “sessizce” iptal etmiş. Etmiş ama, Bağdat-Ankara yolunda, bir kez daha Erbil’e başkonsolosluk açılacağını duyurdu, dahası bazı bakanlarını önümüzdeki günlerde Erbil’e göndereceğini açıkladı. Başkonsolosluğu da Erbil’e giderek bizzat Dışişleri Bakanı Davutoğlu açacakmış. Bunun anlamı “Barzani Kürdistan’ı”nın resmen tanınmasıdır. Kimsenin kılı kıpırdadı mı, kıpırdıyor mu, bunu konuşan var mı?
Polonya, İspanya ve ABD’de OlanlarÇankaya Köşkü’ndeki Gül’e göre, “dünya dengeleri ve konjonktür” değiştiğinden, ülkemizde sadece bölücülük değil, artık PKK terörü de hüsn-ü kabul görüyor.
Aybaşında Polonya Parlamentosu alt kanadı Seym’in, Ceza Kanunu’nu değiştirip, Nazizm’in yanı sıra esamesi okunmayan komünizmin propagandasını da yasakladığını ve 2 yıl hapis cezası getirdiğini duydunuz mu?
Veya şunlardan haberiniz oldu mu? Silopi’deki “şov”dan sadece 4 gün önce İspanya’da, ETA’nın siyasi kolu olduğu gerekçesiyle kapatılan Batasuna partisini yeniden kurma girişiminde bulunan 10 kişi gözaltına alındı, bunlardan 5’i tutuklandı, diğerleri de 10 biner avro kefaletle serbest bırakıldı…İspanya Ulusal Mahkeme Başkanı, tutuklanan kişilerden birisinin “ETA’dan talimat aldığı, terör örgütünün sadece Bask bölgesinde geçerli olmak üzere ateşkes elde etmesini sağlamak için gizlice görüşmelerde bulunduğuna ilişkin ellerinde bilgi bulunduğunu” açıkladı…
ABD’de de ilginç bir hadise yaşandı. Başta Pentagon, çeşitli devlet kurumlarında çalışan bir bilim adamı, sanki ayrı, gayrıları varmış gibi, İsrail için casusluk yaptığı gerekçesiyle tutuklandı. Benim ülkemde, alenen “casusluk” yapanlar değil, Türkiye lehine çalışmaya çalışan Türkler tutuklanıyor ya, ondan ilginç geldi!..Duyun, görün, Ankara’daki AB Temsilcileri şimdi de Trabzon’a, Sümela’ya doğru “açılım” yapıyor. “Kolbastı” oynayacaklarmış!..
Herhalde bu karelerdeki “hançerleri” bulmuşsunuzdur!..Ya kendi elimizde, yüreğimizde, beynimizde duran “hançerleri”?..25 yıldır “Şehitlerin kanı yerde kalmayacak” masalına inandık, ”Şehitler ölmez” diye kendimizi avuttuk!..Yıllarca ülkemizi “Navarin Donanması” gibi yaktılar, başımızı devekuşu misali toprağa gömdük. Değil şehitlerimizin kanının yerde kalması, artık o kanı “içmeye, içirtmeye” başladılar!..
Anlatmaya çalıştığımı Başbakan Erdoğan Ağrı’da çok güzel formüle etti, dedi ki;
“Türkiye’yi, şehitlerden ve gazilerden emanet aldık…Milletim uyanık olsun. Kimin nerede durduğuna, ne dediğine, ne yapmak istediğine, gerçek emelinin ne olduğuna, kimin samimi, kimin gayri samimi olduğuna lütfen dikkat edin…”
Evet, hakikaten milletin gayrı “uyanma, kimin nerede durduğuna, ne yapmak istediğine, gerçek eleminin ne olduğuna, kimin samimi, kimin gayrı samimi olduğuna” karar verme zamanıdır.
Yok, böyle devam edecekse de; hiç kızmayın, kınamayın, bırakın Başbakan Erdoğan 29 Ekim’de Obama’nın yanında olsun!..Biz o gün neyi, hangi yüzle kutlayacağız ki?!..Koy verin, gitsin!..
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8291