TRUMP’IN GÜMRÜK VERGİLERİ (3)
Trump’ın gümrük vergilerini artırmasının sadece ekonomik değil ama sosyal sonuçlarını değerlendirmeden önce, ‘neden’leri üzerine birkaç söz edilebilir.
ABD’nin geçen yüzyılda, herkesin bildiği bir ‘askerî sanayi kompeks’ (complexe miltaro-industriel) ve Avrupa’nın da, deyim yerinde ise, ‘barışçıl bir sanayi’ kurduğu söylenmekte idi, ki bir ölçüde doğrudur.
Ancak öyle görünüyor ki, bugün askerî bakımdan geri olan Avrupa’nın bu barışçıl sanayiyi, kısa sürede savaşçıl bir sanayiye dönüştürmesi olanaklı iken, ABD’nin bu olanağı çok daha kısıtlıdır.
İşte Trump’ın sözde ‘yeni korumacılık’ı ya da ‘millî ekonomi’ye dönmek istemesinin temel nedenlerinden biri de bu ‘istek’tir.
Öte yandan Amerikan üniversitelerinde kotarılıp dünyaya ihraç edilen ‘çok kültürlülük’ kavramı da, ABD’de ya ‘iflas’ etmiş ya da zaten bunu kendileri için değil ama dış dünya için üretmişlerdir.
Gerçekten de, Trump’dan da önce, ABD’de eğitim sistemi ‘ırk’ olmasa bile ‘soy’a (genre: tür, cins) dayandırılmakta idi.
Yani ‘Amerika Amerikalılarındır’ sözündeki ‘Amerikalı’, köken olarak nereden gelmiş olursa olsun insanların ‘Amerikan yaşam biçimi’ni benimsemiş olanlarını ve sadece ‘Amerikan ekonomisine’ katkı yapanları kapsamaktadır.
Demokrasi konusunda ise, geçen yüzyılda ‘Amerikan demokrasisi’ diye dünyaya pazarlanan yönetim biçimi, Avrupa’da gözlemlenen ‘demokrasiden sapma’ya paralel olarak ABD’de de yeniden belli bir ‘oligarklar yönetimi’ne geçiş olarak görülebilir.
Nitekim, Brexit’le birlikte nasıl ‘İngiliz demokrasisi’ kendi içine kapandıysa, Trump’la birlikte ABD de, politik olarak ‘kendine özgü’ yeni bir yönetim biçimine geçiş uygulanmaktadır.
Rezerv para olarak Dolar’ın fiyatının ( nominal değer-valeur faciale) belirlenmesi ise yine her ne kadar borsa-morsada yapılıyor görünmesine karşın beli bir merkezden ‘düzenlenmektedir’ (réglementer et réguler).
Yani ‘ekonomik’ değil ama ‘politik’ bir yöntemle belirlenmektedir.
Bu ‘politika’lar da, ister istemez yönetime egemen olan ‘oligark’ların istek ve amaçlarına uygun olacaktır.
Bu durumda, Trump’ın ‘millî ekonomisi’nde ‘millet’in ne bir katkısı ve ne de yararı sözkonusu olmayacak demektir.
İşte burada ‘korumacılık’ (protectionisme) ile ‘müdahalecilik’ (interventionisme) arasındaki ayırıma gelmiş bulunuyoruz.
ABD’de, 1850’lerden 1950’lere kadar süren yüzyıllık dönemdeki ‘korumacılık’tan, 1970’lerden sonra gelen ‘müdahalecilik’ politikalarının Trump’la zirvesine çıktığını görüyoruz.
Bu da Amerikan korumacılığının babası sayılan Henry Charles Carey’in, toplumu yaratan insan değil ama insanı yaratan toplumdur (c'est la société qui fait l'humain, pas l'humain qui fait la société) sözünün tersine, Trump’la birlikte belli bir Amerikan oligark grubunun ‘Yeniden ve büyük Amerika’ toplumu yaratmaya yöneldiği anlamına gelmektedir.
Burada, yine benzer tarihsel süreç içinde oluşup gelişen ‘ulusalcılık düşüncesi’yle çelişen paradoksal bir durum akla gelebilir.
Değil mi ki, ‘ulusalcılık’ da belli bir ‘entelektüel kesim’in üretimidir demiştik.
İşte ‘oligark’ların kurmak istediği ‘toplum’la, hümanist entelektüellerin kurmak istediği ‘ulus’ arasındaki ‘fark’, tam da burada ortaya çıkmaktadır.
Ve yine, Carey’den devam edilecek olursa, ne olduğu belli olmayan (amorphe) ve ekonomist ve siyasetçilerin dillerinden düşürmedikleri ‘üretici’ ve ‘tüketici’ terimleri yerine, ‘işçi’, ‘köylü’, ‘kapitalist’ ve ‘siyasetçi’ terimlerinin ad ve niteliklerini birbirlerinden ayırarak kullanmak gerektiğinin altını çizelim.
Bu yazı dizisini sonlandırırken, Türkiye üzerine üzerine büyük büyük stratejik ve jeopolitik değerlendirmelere girmeden, şu ‘Kürt sorunu’ üzerine de bir sonuç çıkarmış olalım:
Türkiye’nin bir bütün olarak ve ‘ulus’ kavramı bağlamında, belli bir ‘islamo-faşist kesim’ tarafından, o çokca dillendirilen ‘Kürtlerin hakkı’ ne ise onun verilmesi durumunda, Van ve Hakkari’deki işçi ve köylülere Edirne ya da Muğla’daki işçi ve köylülerden daha fazla ‘ne’ verilmiş olacaktır?
Çok istenirse onu da söyleyebilirim; sadece ve yalnızca ‘Kürt politikacılar’a da ‘Türk politikacılar’ınki kadar bir hak verilmiş olacaktır.
Açlık, sefalet ve aşağılanmada ise, Türkiye halkı bir bütün olarak ‘eşitlenmiş’ olacaktır.
İşte DEM ve daha önceki ‘Kürtçü parti’ yöneticilerinin, Türkiye halkı bir uyanış ve direnişe geçmişken, biz onlarınkinden daha ‘büyük işler’ peşindeyiz demelerinin ‘öz’ü bundan başkası değildir.
Trump ile DEM’ciler de böylece ‘eşitlenmektedir’ denilebilir.