13 Haziran 2007 tarihinde Wastington'da, Hudson Enstitüsü tarafından düzenlenen toplantıya katılan bütün paşalar tutuklandı
13 Haziran 2007 tarihinde Wastington'da, Hudson Enstitüsü tarafından 'dehşet senaryosu' adı verilen toplantıya katılan iki paşa da Balyoz soruşturması kapsamında tutuklandı.
4 yıl önceki toplantıya katılan Tuğgeneral Süha Tanyeri, ilk Balyoz soruşturması kapsamında gözaltına alınırken, önce gün ise toplantının diğer TSK mensubu Tuğgeneral Bertan Nogaylaroğlu da tutuklanarak cezaevine gönderildi.
'Hudson Toplatısı'nda dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu'ya suikast düzenlendikten sonra TSK'nın Kuzey Irak'a girmesi üzerine bir senaryo tartışılmıştı ve büyük yankı uyandırmıştı. Toplantıdaki bir diğer tartışyma konusu ize PKK lideri Murat Karayılan'ın yakalanarak Türkiye'ye gönderilmesi de tartışılmış ve iddialara göre Nogaylaroğlu 'Bu durum hükümetin işine yarar' diyerek böyle bir gelişmeyi desteklememişti.
İSTİFA ETTİ
Balyoz darbe planının ikinci iddanamesinde gözlatına alınan Nogaylaroğlu'nun birinci Balyoz darbe planlarında da adı geçmişti. Balyoz darbe planı çerçevesinde, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Cumhur Asparuk'un nasıl gözaltına alınacağına ilişkin talimatta Nogaylaroğlu'nun adı geçiyordu. Bu belgeler yüzünden Balyoz savcısına ifade veren Nogaylaroğlu'nun hakkında takipsizlik kararı çıkmıştı. Bu kararın çıkmasından kısa süre sonra Nogaylaroğlu'nun adı, ikinci Balyoz iddinamesinin temelini oluşturan Gölcük'te yapılan aramalarda ele geçerilen belgelerde tespit edildi.Bu iddiaların basında yer almasıyla birlikte de Nogaylaroğlu TSK'dan Ocak 2011'de istifa etti. 2009 yılında tümgeneralliğe terfi eden ve 3 yıl daha görev süresi bulunan Bertan Nogaylaroğlu, Genelkurmay Başkanlığı'nda önemli bir makam olan Dış İlişkiler ve Güvenlik İşleri Daire Başkanlığı'nı yürütüyordu.
- İm (Kod): Tümünü seç
http://www.internethaber.com/o-toplantiya-katilan-her-pasa-tutuklandi-357237h.htm
AKP senaristlerle kol kola bulunuyordu
HUDSON ENSTİTÜSÜ ve FELAKET SENARYOSU
Hudson Enstitüsü’nde yapılan son toplantıda,
“Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu’ya bir suikast düzenlenmesi.
İstanbul’da Beyoğlu’nda en az ‘50 kişinin ölümü’ ile sonuçlanan bir bombalı saldırı gerçekleştirilmesi.
Sokaklara dökülen milyonlarca kişinin orduyu PKK’ya nihai darbe vurmaya çağırması. Tepkiler karşısında ‘sıkışan’ hükümetin TBMM’den yetki kararı çıkartması üzerine sınırda bekleyen TSK’nın hemen K.Irak’a girmesi.” şeklinde bir senaryoya kafa yormaları istenmiş katılımcılardan.
Fikirler üretilirken, TSK’nın Kuzey Irak’a girmesinin bir sonucu olarak PKK ele başılarının yakalanarak Türkiye’ye teslim edilme ihtimali dillendirilmiş katılımcıların bir kaçı tarafından.
1999 seçimleri öncesi Apo itinin yakalanışının DSP’ye yaradığı gerçeğinden hareketle oradaki birkaç kişide “Bu AKP’nin işine yarar” diye itiraz etmiş.
Bunlar ABD’de görev yapan ve ABD çıkarları doğrultusunda çalışan bir strateji kuruluşunun varsayımları iken, sanki ortada bir gerçeklik varmış gibi AKP’den üç farklı yorum geliyor.
Egemen Bağış, PKK elebaşılarının Türkiye’ye teslimi konusunda AKP’ye puan kazandırmamak için karşı çıkanları “Vatan hainliği” ile suçluyor.
RTE, sanki bugüne kadar ABD’nin Ortadoğu üzerindeki hiçbir senaryosuna izin vermemiş gibi “Bu senaryolara izin vermeyeceğiz” diyor. En son Anafartalar eylemi veya ondan evvel ki Hrant Dink suikasti bu senaryolardan değilmiş gibi birilerinin zekası ile alay edercesine veriyor bu beyanatı.
ABDullah Gül ise “Asker o toplantıyı terk etmeliydi” diyor. Askerin bulunması gereken en elzem yer neresidir tartışılır. Asker ta en başta bir Amerikan strateji kuruluşuna Türkiye üzerindeki senaryoların görüşüleceğini bilerek gitmesi gereklimi idi? Ayrı bir araştırma mevzuudur. Ama Türk Askeri çoğu zaman terk etmesi gerekli olan toplantıları terk ettiğini ABD’li yetkililerin yeni Ortadoğu haritasını masaya koydukları vakit ki tavırlarından biliyoruz. Oradaki askerlerin iyi niyetli olduğu varsayımı ile toplantının sonucunu öğrenmek adına orada kaldıklarını kabulleniyoruz.
Dikkat çekmek istediğim asıl nokta şudur;
Yıllardır biliriz ki Amerika’da görev yapan bu tip strateji kuruluşları dünyanın çeşitli bölgelerinde Amerikan Emperyalizmini hakim kılmak ve Amerikan menfaatlerini kollamak adına bu tip senaryolar üreterek uygulamaya koyarlar.
Hudson Enstitüsü de bu tip kuruluşlardan biridir.
RTE, partisini kurmadan evvel ABD’den izin(!) almak için Washington’a gönderdiği danışmanları bu kuruluş ile bağlantıya geçmişlerdi.
Şimdi bu kuruluşun dünyanın pek çok bölgesi için belli periyotlarla yaptığı bir toplantının basına sızdırılması ve bunun üzerine Türkiye’de ki siyasal iktidarın balıklama atlaması ne ile izah edilebilir?
Son aylarda artan PKK saldırılarında derin devlet parmağı olması iddiaları, bütün bu karanlık uygulamaların ardında yatan gerçeğin sadece ve sadece AKP’nin seçim öncesi elini güçlendirme çabaları olabilirliği üzerinde kanaatler uyandırıyor.
Süphan TÜRKOĞLU
suphanturkoglu@gmail.com
Hudson Toplantısı Köstebeği : Henri Barkey
Ankara’daki aktörler şunlardır: Genel Kurmay, AKP ve İslamcı yazarlar (Fehmi Koru vs.)
Washington Askeri Ateşeliği ne yazık ki son iki yıldır son drece sorunlu bir yapı haline gelmiştir. Ateşeliğin verdiği bilgiler üzerine Genelkurmay Başkanlığı Hudson toplantısına katılımı uygun görmüştür. SAREM`den Tuğgeneral Süha Tanyeli ve Askeri Ateşe Tuğgeneral Bertan Nogaylaroğlu katılmıştır. Ne yazık ki bu son derece kötü bir karar olmuştur. Nedeni ise Zeyno Baran gibi ciddiye alınmayan ve Türkiye konusunda temel verilerden habersiz birinin toplantısına bu derece üst düzeyde katılımın sağlanmış olmasıdır. Nitekim toplantı sonrasındaki haberlerden TSK ciddi şekilde yara almıştır. Genelkurmay açıklaması da tutarsız bilgilerle doludur.
Hudson Enstitüsü’nde yapılan toplantı Türkiye’deki siyasi fay hatlarını yeniden canlandırdı. Toplantının amacı bu olmamakla beraber, “sızdırılması” ve daha sonra Türkiye’deki siyasi cepheler tarafından kullanılmasının ciddi şekilde incelenmesi lazım.
Bu toplantıda konuşulanların “sızdırılması” ve bir kısmının uydurulması” ile Türkiye’deki kurumlar arasındaki uyuşmazlığın bilinçli şekilde kullanılması hedeflenmiştir.
Kısacası “böl ve yönet” politikası izlenirken bundan en kârlı Irak’daki Kürt oluşumu çıkmıştır. AKP hükümeti ve Türk kamuoyu önünde askerin konumu sarsılmak istenmiş ve bence büyük ölçüde de başarılı olunmuştur. Toplantının amacı bu olmamakla beraber bunun kullanılma şekli son derece bilinçli ve planlı olmuştur.
Burada “oynanan” oyunu daha iyi anlamak için bu toplantının şekillendiği iki “savaş alanını” (Washington ve Ankara) ve bu iki alandaki aktörleri kimlikleri, hedefleri ve bağlantıları açısından incelemek zorundayız.
Washington’da üç aktör bu tartışmalarda yer almıştır.
1) Hudson Enstitüsü Turkiye bölümü sorumlusu Zeyno Baran,
2) Bu toplantıyı dışarı sızdıran CIA ile derin bağlantıları olan Henri Barkey,
3) Henri Barkey’nin “sızdırma ve uydurmaları” üzerinden hareket eden Washington’un Milliyet gazetesi temsilcisi Yasemin Çongar.
Çongar’ın “askerliğini yapan” Ömer Taşpınar (Radikal’de zaman zaman yazıyor) ve Zaman gazetesi Washington temsilcisi Ali Aslan.
Ankara’da ise askeri yıpratmak isteyen ve Büyükanıt’ın açıklamasının yalan olduğunu sürekli dillendiren Yeni Şafak köşe yazarı Fehmi Koru ve diğer İslamcı basın var.
Yine Ankara’da bu tartışmalar üzerinden “askere gol atma çabasında olan” kimi AKP önderlerini de unutmamak gerekir.
Bu yazıda bu aktörleri teker teker ele alıp incelerken bunların durdukları zemini değerlendireceğiz. Asıl üzerinde düşünülmesi gereken nokta şu: hükümet ve asker arasında sorun yaratma çabalarından kim nasıl yarar bekledi ve yararlandı?
Türk kamuoyunda son derece tartışmalı bir kişiliğe sahip olan ve Türkiye’den her yönden nefret eden Henri Barkey’nin tek amacı burada PKK’ya karşı askeri operasyonu önlemek olmuştur.
Kurumlar arasındaki güvensizlikten Türkiye düşmanları -başta PKK ve PKK ekseninde bir söyleme sahip olan Henri Barkey- büyük ölçüde yararlanmış ve muhtemel bir askeri operasyonu önlemişlerdir.
Zeyno Baran
Hudson Enstitüsü, daha çok güvenlik ve terör üzerine yoğunlaşmış ve oldukça aşırı sağda yer alan küçük ama önemli bir düşünce merkezidir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu kurumla temasta olması normal ve belki de yararlıdır. Asıl sorun, bu kurumda Türkiye bölümünden sorumlu olan Zeyno Baran’dır.
Standford Üniversitesi’nden lisans ve yüksek lisans diploması olan Baran uzun yıllar The Center for Strategic and International Studies’de (CSIS) Bülent Ali Rıza’nın yanında çalışmıştır.
Nixon Center’a geçmeden önce CSIS’den Bülent Ali Rıza ile “kanlı-bıçaklı” biçimde ayrılan Baran, Ali Rıza hakkında çok olumsuz bir kampanya yürütmüş ve Ali Rıza’nın “Rumlarla ortak çalıştığını” sürekli dile getirmiştir.
Daha sonra Nixon Center’da enerji kaynakları ve sorunları üzerine yazılar yazan Baran, kendisini “Gürcistan” uzmanı olarak pazarlamıştır.
Analitik düşünme açısından “son derece sınırlı” olan Baran 11 Eylül sonrasında hemen “İslam uzmanı” olmuş ve Washington’da aşırı sağcıların duymak istedikleri “saldırgan İslam”ı anlatan bir “Müslüman kadın” olarak kendine yer bulmuştur.
Kamran Buhari’nin çalışmalarından kaynak vermeden “aşırarak”
“Hizbut-Tahrir: Islam`s Political Insurgency”
başlıklı yüzeysel bir çalışma yayınlamıştır.
AKP’nin iktidara gelmesi sonrasında sürekli olarak AKP’nin “İslamcı siyasi bir programa” sahip olduğunu savunan Baran, her zaman AKP aleyhine çalışmıştır.
AKP’ye düşmanlığının asıl nedeni “İslam karşıtlığı” ve Washington’daki sağcı çevrelerde yer almak için bu söylemi uygun bulmasıdır.
Türkiye ve İslam hakkında en temel bilgilerden mahrum olan Baran’ın Washington Askeri Ateşeliği ile içli-dışlı olması son derece sorunludur. Türkiye konusunda çalışan hiçbir akademisyen tarafından ciddiye alınmayan ve tamamen kadınlığın pozitif ayrımcılığı ve İslam düşmanlığı üzerinden prim yapmak isteyen Baran bu krizin ne yazık ki ortasındadır.
Baran’ın “akılsızlığı yüzünden” Türk Silahlı Kuvvetleri büyük bir yıpratılma kampanyasına maruz kalmıştır.
Henri Barkey
Türkiye’de son derece tartışmalı bir isim olan Barkey, tanınmış bir TSK düşmanı ve büyük bir PKK sempatizanıdır.
Türkiye’de Başbakan Erdoğan’ın etrafında yeralan Egemen Bağış, Ömer Çelik ve Cüneyt Zapsu ile “yakın temasta” olduğunu sürekli dile getiren Barkey hakkında en sağlıklı bilgileri uzun yıllardır Washington’da gazetecilik yapan ve şu an Cumhuriyet gazetesi Washington muhabiri olan Yilmaz Polat şu şekilde veriyor:
“İstanbul`da doğup büyüyen Barkey, Lehigh Üniversitesi`nde ders veriyor. Türkiye`de CIA istasyon şefliği yapan ve "ılımlı İslam modelini" savunan Graham Fuller`in yakın çalışma arkadaşı olan Barkey, Fuller`le birlikte PKK lideri Abdullah Öcalan`la İtalya`dayken görüşmek için Roma`ya gitmişti. Barkey, PKK`nın ABD`deki temsilcisi Kani Gulam`a ABD`de kalması için referans mektubu da yazmıştı. Bir süre ABD Dışişleri Bakanlığı’nda çalışan Barkey, CIA ve Pentagon için Türkiye raporları yazarken eşi Elen Barkey de CIA`de görev yaptı. Barkey, AKP`ye yakınlığı ve "ılımlı İslam"a desteğiyle tanınıyor.”
Barkey sürekli olarak kendisini gündemde tutmak için her zaman
“tartışmalı bir kişiliğe sahip oldu".
Uzun yıllar en yakın arkadaşı olduğu Bülent Ali Rıza ile ters düştü ve Ali Rıza hakkında Washington’da büyük bir kampanya yürüttü.
Daha sonra “arkadaşım” dediği Utah Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. M. Hakan Yavuz hakkında kampanya yürüttü ve Yavuz’un kendisinin kimi açıklamalarını basına aktarmasından çok rahatsız oldu.
Akademisyenden çok ajan olan Barkey, Amerika’da Türkiye üzerine çalışan akademisyenlerin ciddiye almadığı biri.
Barkey’nin hiçbir ciddi yayınevinden bir çalışması çıkmadı. Akademik toplantılardan çok “istihbarat toplantılarının müdavimi” olan Barkey AKP iktidarı döneminde asker düşmanlığını kullanarak prim yapma çabasında.
Yaptığı yayınlar genelde “istihbarat raporu” niteliğini koruduğu için Amerika’da hiçbir ciddi üniversiteye çok istemesine rağmen alınmadı.
Hakan Yavuz’a (ve belli oranda Bülent Ali Rıza’ya) ters düşmesinin nedeni Yavuz’un akademik olarak Barkey’den daha güçlü olmasıdır. Ayrıca, hem Ali Rıza hem de Yavuz’un Türkiye’deki iktidarlar konusunda eleştirel olmalarına rağmen Türkiye’nin milli davaları lehinde tavır almaları Barkey’i son derece rahatsız etmiştir.
Kısacası, Barkey, Hudson toplantısında konuşulanları kendi kimliğine ve hedeflerine uygun şekilde “sızdırmakla” kalmadı bu olayı kullanarak AKP nezdinde konumunu güçlendirmeye çalıştı.
Barkey’nin asıl hedefinin TSK’yı yıpratmak olduğu çok açık. Özellikle Kuzey Irak’taki PKK lehine tavır aldığı dikkatlerden kaçmamalı. Hudson toplantısı sırasında Washington’da olan Egemen Bagış’ı toplantı hakkında ilk bilgilendiren Henri Barkey oldu.
Hatta Bağış, basın toplantısında Hasan Mesur Hazar’ın sorusu üzerine çok detaylı bilgiler vermiş ve basın toplantısında bulunan Cumhuriyet gazetesi Washington temsilcisi Yilmaz Polat, Egemen Bağış’a “bu kadar detayı nereden biliyorsunuz” diye sormuştur.
Yasemin Çongar
Milliyet gazetesi Washington muhabiri olmaktan çok Washington’un Milliyet muhabiri olan Çongar tamamen ABD çıkarları doğrultusunda düşünen, yazan ve belli yerlere istihbarat veren bir kaleme sahiptir.
Çongar, Barkey ve Baran’dan çok daha akıllı biridir.
Aşırı sol çevrelerden gelen Çongar’ın temel özelliği Ankara’ya “haddini bildirmek isteyenlerin kalemi” olmasıdır.
Kalemini her zaman Amerika’nın endişe ve çıkarları için kullanan Çongar yeri geldiğinde “Amerikalı bir üst düzey yetkilisine göre” diyerek kendi haber üretmiş ve bu konu, Radikal gazetesi yazarı emekli büyükelçi Gündüz Aktan’ın yazılarında da eleştiri konusu olmuştur.
Kalemini ABD lehine kullanma konusunda Çongar’ın en büyük rakibi ise Cengiz Çandar’dır.
Çongar Washington’daki “derin devletin” güvenini kazandığı için onun etrafında yeralan “en önemli askerlerinden biri Ömer Taşpınar, diğeri ise Ali Aslan’dır.”
Ömer Taşpınar, Ankara’da rehberlik yaptığı sırada Ermeni propagandası yaptığı için polis tarafindan gözaltına alınmış ve daha sonra Washington’da kimi Türk gazetecileri tarafından Ömer “Taşçıyan” ismiyle çağrılmıştır.
Kendine güveni olmayan, tamamen başkalarının gölgesinde kalmak isteyen Taşpınar, Büyükanıt’ın Washington ziyareti sırasında Türk Büyükelçiliği’nde verilen resepsiyonda “hain, işbirlikçi, Türk askeri dusmanı” seklinde bir dizi ithama maruz bırakılmıştır.
Daha sonra Taşpınar bunu elçilikteki yakın arkadaşlarına iletmiş ve konu kısa zamanda kapanmıştır.
Bir rivayete göre Taşpınar’ın Türk Büyükelçiliğinde beraber çalıştığı iki önemli memur var ve bu iki memur askeri ateşeliğe gelip gidenler hakkında Taşpınar’a bilgi aktarıyor.
Taşpınar, hem Henri Barkey, hem de Çandar’ın Washington’daki “çömezi” olarak tanınıyor ve akademik olarak son derece “sınırlı” bir hafizaya sahip olduğu belirtiliyor.
Hudson toplantısı sonrası Radikal’de yorum köşesine bir değerlendirme yazan Taşpınar askere saldırmayı birinci hedef yaparak Barkey’nin verileri ışığında çalışmıştır.
Ali Aslan (Zaman gazetesi)
28 Şubat sonrası Amerika’ya “hicret eden” Fethullah Gülen’in çevresindeki “cemaat”in Amerika’da tutunmak için “Washington ile beraber hareket etme” eğilimi nedeniyle yeniden yapılandığı değerlendiriliyor.
Washington’dan başlayarak Ankara’ya, oradan Moskova’ya ve Pekin’e kadar uzanan Yorumlara göre “cemaat”, Türkiye eksenli hareket olmaktan çok Washington’un önceliklerine göre hareket eden bir topluluk olmaya doğru yön almıştır.
Ankara’daki güçlü kanaate göre Gülen hareketi Amerika’nın Türkiye’deki en büyük gücünü oluşturuyor. Bu çevreler, Amerika’nın son yıllarda Türkiye’ye “yön verme” veya Türkiye’yi terbiye etme” konularında “cemaat”ten son derece iyi yararlandığını düşünüyorlar.
Hem Rusya hem de Çin, Gülen cemaatinin Amerikan istihbaratı ile olan bağlarından son derece rahatsız oldukları için hareketin faaliyetlerini kısıtladıklarını açıkça dile getiriyorlar.
Gülen hareketindeki diğer bir gelişme ise hareketin Amerika’da önde gelen “abilerinin” giderek Kürtçüleşmesi olarak gösteriliyor.
Bir diğer suçlama da Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanlığını önleyemeyen Gülen hareketinin Washington’da ve diğer ülkelerde Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhine büyük bir kampanya yürüttüğüdür. Bu cemaatin mensupları, Washington’da düzenli olarak senatör ve milletvekilleri ziyaret etmektedirler.
Ziyaret ettikleri çevrelerden alınan bilgilere göre cemaatin üyeleri her ortamda asker aleyhine bir çalışma sürdürmektedir.
Bir uzmana göre, “Gülen hareketini asker aleyhine çeviren asıl sebep hareketin Amerika’da kimi Türkiye düşmanı ve asker düşmanı kişilerce yönlendirilmesidir. Bunların başında Henri Barkey geliyor”.
Ksacası, Zaman gazetesinin Hudson haberinin üzerine atlaması ve Barkey’nin “sızdırmalarına” sayfalarını açmasının asıl nedeni Gülen hareketinin Büyükanıt konusundaki olumsuz bakışıyla yakından ilişkilidir.
Ankara’daki aktörler şunlardır: Genel Kurmay, AKP ve İslamcı yazarlar (Fehmi Koru vs.)
Washington Askeri Ateşeliği ne yazık ki son iki yıldır son drece sorunlu bir yapı haline gelmiştir. Ateşeliğin verdiği bilgiler üzerine Genelkurmay Başkanlığı Hudson toplantısına katılımı uygun görmüştür. SAREM`den Tuğgeneral Süha Tanyeli ve Askeri Ateşe Tuğgeneral Bertan Nogaylaroğlu katılmıştır. Ne yazık ki bu son derece kötü bir karar olmuştur. Nedeni ise Zeyno Baran gibi ciddiye alınmayan ve Türkiye konusunda temel verilerden habersiz birinin toplantısına bu derece üst düzeyde katılımın sağlanmış olmasıdır. Nitekim toplantı sonrasındaki haberlerden TSK ciddi şekilde yara almıştır. Genelkurmay açıklaması da tutarsız bilgilerle doludur.
Asıl burada üzerinde durmamız gereken bazı AKP’lilerin ve özellikle de AKP’nin yayın organı Yeni Şafak gazetesinin takındığı tutumdur.
Bu olayı tamamen Henri Barkey’nin istediği şekilde “haberleştiren” Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru, kendisinden zerre kadar hoşlanmayan Henri Barkey ile aynı safta yeralmıştır.
Nedeni ise her ikisinin de TSK’ya olan antipatileridir. Barkey her zaman Koru’nun “büyük komplocu” olduğunu ve “anti Amerikancı ve anti-semitik” olduğunu vurgular. Bu iki azılı düşmanı TSK karşıtlığı biraraya getirebilmiştir.
Sonuç
Türkiye, cumhuriyet tarihininn en önemli krizlerinden birini yaşıyor.
Cumhurbaşkanını seçememiş;
demokrasi anlayışını “350 mi, yoksa 220 mi büyük” söylemi üzerine kuran bir başbakan; güvenlik konularında asker ile hükümet arasında ciddi görüş ayrılıklarının olduğu bir siyasi yapı ne yazık ki seçimler sonrasında krizi iyice derinleştirebilir.
Özellikle kurumlar
arasındaki güven sorununu kimi dış güçlerin kullanma çabaları çok büyük sorunları beraberinde getirebilir.
En son Hudson hadisesi ne yazık ki, Henri Barkey gibi öteden beri Türkiye düşmanlığı yapan kişilere büyük fırsatlar sunmaktadır.
Türkiye kurumlar arasındaki güven sorununu gidermeli; özellikle TSK daha bilinçli ve duyarlı hareket ederek Baran gibi “içeriksiz propagandist ve sorun yaratan” yapılardan uzak durmalıdır.
Hükümet ise Barkey gibilerin “uydurmalarıyla” hemen askerle bağlarını germemelidir.
Tüm kurumların Barkey’e dikkat etmesi ve mümkünse Barkey’den her yerde ve şartta uzak durulması gerekiyor.
Washington’da bugün en sorunlu adamların başında Barkey geliyor ve Türk yetkilileri bu adamdan uzak durmalıdır.
Ayrıca, Barkey ile yakın “işbirliği” içinde olan kimi gazeteci ve o gazetecilerin temasta olduğu Türk “elçiliği mensuplarının” daha dikkatli olması gerekiyor.
Barkey şimdiye kadar “arkadaşım” dedigi herkesi “kazıklamış” ve sorun adam haline gelmiştir.
Canan T. Sarıgül
26.06.2007
ABD’deki “İsrail Lobisinin” en önemli kuruluşu olan Hudson Enstitüsü’nde Türkiye uzmanı olarak görev yapan Zeyno Baran’ın otel faturasının AKP kasasından ödendiği ortaya çıktı. Baran’ın adı Hudson Enstitüsünde tartışılan ‘’Türkiye’deki felaket senaryosu’’ toplantısında sıkça geçmişti.
Gazeteport
HUDSON SENARYOSU VE AKP FİYASKOSU
AKP senaristlerle kol kola bulunuyordu
AKP senaristlerle kol kola bulunuyordu
ABD'deki düşünce kuruluşlarında Türkiye hakkında birbiri ardına korkunç senaryolar üretilirken, AKP yönetiminin aynı düşünce kuruluşlarını mesken tutmaya devam etmesi garip bir çelişkiyi ortaya koyuyor. AKP iktidarı, Siyonist kaynaklı senaryolara tepki göstermek yerine ABD'nin taleplerini yerine getirmenin telaşı içinde çırpınıyor. Son olarak AKP Hükümeti, 23 Haziran'da dolan ABD'nin İncirlik Üssü'nü kullanım süresini uzatmak üzere harekete geçtiği biliniyor.
Son olarak Hudson Enstitüsü'nde Türkiye'yi büyük bir kaosa sürükleyecek korkunç senaryoların üretildiği günlerde, Egemen Bağış, Reha Denemeç ve Mevlüt Çavuşoğlu'ndan oluşan bir AKP heyeti ABD'deydi.
Türkiye'nin 22 Temmuz genel seçimlerine odaklandığı bir dönemde AKP'den bir heyetin Türkiye yerine ABD'de çalışma yapması, "AKP seçim çalışmalarını ABD'den başlattı" değerlendirmelerine neden oldu.
AKP heyeti yaklaşık bir hafta boyunca Washington ve New York merkezli önemli think thank kuruluşlarıyla bir araya geldi. 22 Temmuz seçimlerinin hemen öncesine denk gelmesi nedeniyle ayrıca ilgi çeken bu ziyarette AKP heyeti, Brooking Institute, Atlantic Council, Ulusal Demokrasi Enstitüsü (NDI), Uluslar arası Etüdler Merkezi (CSIS) gibi kuruluşların yetkilileriyle özel toplantılar gerçekleştirdi. Bu kuruluşların bazıları, turuncu devrimlerle gündeme gelen ve ülkelerin ekonomi politikalarına yönelik spekülasyonları nedeniyle adı para sihirbazına çıkan Soros gibi isimlerle bağlantılarıyla tanınıyor.
Türkiye Kobay Yerine Konuluyordu
Olayı biliyorsunuz. ABD'de HUDSON'da, yapılan bir toplantıda, bizden askeri sıfatı olan kişilerin de çağrıldığı bir FORUM düzenleniyor. Konu Türkiye'yi savaşa sokmak için proje üretmek.
Önce eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Tülay Tuğcu'ya suikast yapılacak. Sonra Taksim meydanında kırk elli kişi kurşunlanacak ve sonra Türkiye 50 bin askerle Kuzey Irak'a saldırıya geçecek.
Üstelik bu planlama taslağı, açıkça dünya kamuoyuna ilan ediliyor.
Böyle bir yaklaşım, her şeyden önce devletimize ve milletimize karşı bir saygısızlık ve bir aşağılamadır.
Gerçi bazı politikacılar ve ABD'yi her kırdığı potta savunmak isteyen bazı köşe yazarları, olayı önemsiz sayıyor, mazur göstermeye çalışıyorlar.
ABD'den ziyade ABD'ci olanların bu görüşleri yanlıştır.
Meselâ Fransa'ya, Almanya'ya veya İngiltere'ye karşı böyle bir davranışa teşebbüs edilse bile hareket hafife alınabilir mi? Ya da ABD ile bu devletler arasında ciddi gerginlikler çıkmaz mı?
Maalesef ABD'yi yönetenler, Türkiye'yi bir kobay gibi görüyorlar. Bu ciddiyetsizliğin ve laubaliliğin hesabı sorulmalıdır.
Bu harekette, aynı zamanda bir tehdid gizlidir. Yani bize göre Türkiye üzerinde istediğimiz şekilde operasyonel provaları yapabileceğimiz bir ülkedir Türkiye. Bizim ilgi alanımızdır. Diğer Ortadoğu ülkelerinde nasıl istediğimiz senaryoyu üretip uygulayabiliyorsak, Türkiye üzerinde de aynı şekilde keyfi olarak hareket edebiliriz diyorlar.
Bazı yorumcular, "ABD'de, sayısız Tink-Tank kuruluşları var. Bunlar özel sektör niteliğindedirler. Ücret mukabili çalışır, senaryolar üretirler, Hudson raporunun pek o kadar ciddiye alınmaması icab eder" diyorlar. Ama bunların, ABD'nin gizli Derin Devleti olan Siyonist Yahudi Lobilerinin güdümünde olduğunu gizliyorlar.
Zira ABD'de devlet politikaları Avrupa ülkelerinde olduğu gibi doğrudan devlet kuruluşlarınca üretilmez. Dış politika ve askerî stratejiler bile ABD'de önce bu işlerle uğraşan sivil ve Siyonist vakıf ve derneklere ihale edilir. Bize çözüm üretin denir. Her ting-teng kuruluşu raporunu hazırlar, konu ordu ile ilgili ise Pentagon bunları inceler, maksadına uygun gördüğü senaryoyu kabul ederek uygulamaya koyar.
Ama üretilerek kesinlik kazanan ve uygulamaya konulan senaryolara karşı, efendim bunlar özel sektörün hazırladığı önemsiz senaryolardır. Biz bunları pek ciddiye alamayız diye bu projeleri gözardı etmek yanlıştır. Yanıltıcıdır. Komplo teorisi diyerek, yabana atılacak belgelerden değildir.
Meselâ, Morton Abromowitz'in başında bulunduğu, Carnegie-Endowmend Vakfı'nın düzenlediği senaryo, diğer öneriler karşısında isabetli bulunmuş, ABD'nin Ortadoğu ülkelerindeki siyasi ve askerî aksiyon ve operasyonları, kılıkılınabu senaryoya uygulanarak hayata geçirilmiştir. Hatta Birinci ve İkinci Körfez Savaşları, Irak'ın işgal edilmesi ve Kuzey Irak'ta Barzani ve Talabani aşiretlerine bir kukla devlet kurdurulması, bu senaryo uygulanarak gerçekleştirilmiştir.
Şakir Süter tutarlı tahliller yapıyordu:
ABD'deki Senaryo!
Bir süre bekledik; çünkü ayakları yere sağlam basmayan, içinde bir dizi tuhaflığı barındıran haberdi.
"Sızdırıldığı" kesindi de...
İçinde "kasıt unsurları" da dikkatli gözlerden kaçmıyordu.
24 saat geçmeden, AKP cephesi düğün bayram etmeye başladı haber üzerine.
"Alçaklıktır, vatana ihanettir" gibi laflar pazara düşmüştü.
"Yargısız infaz" yapılıyordu.
Sözde tepki vardı ama özde "sevindirik" olmuştu AKP.
Pekiyi neydi AKP'yi bu kadar sevindiren?
Hudson Enstitüsü'nde yapılan bir toplantıda konuşulanlar, kimi çevrelerce ciddiye alınmamış, kimileri de çok ciddiye almıştı; son tahlilde Türkiye karışmıştı.
Toplantıda seslendirilen "senaryonun" gereği olarak...
Taksim'de 50 kişinin "öldürülmesi..."
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'ndan emekli olan Tülay Tuğcu'nun bir suikasta kurban gitmesi...
Türk ordusunun Kuzey Irak'a girmesi...
Buraya kadar tepki yok AKP'den!
Ya?
PKK'ya yönelik elde edilecek bir başarının "AKP'ye yarayacağı" ihtimali üzerine "senaryodan vazgeçildiği" lafları üzerine tepki veriyor iktidar sözcüleri!
Toplantıya iki üst düzey Türk subayının katılmasına da...
Senaryonun "AKP'nin işine yarayacaksa vazgeçelim", bölümüne subayların sessiz kalmasına da tepki var.
AKP yanlısı medya, güzel güzel köpürtüyordu konuyu.. Önceki gün bazı açıklamalar yapıldı.
Örneğin, toplantının baş rollerindeki Zeyno Baran'dan yalanlama geldi ama inanıyoruz ki bu yalanlama "yalan" bulunacaktır AKP'liler tarafından!
Yalanlıyor, kınıyor, sert biçimde eleştiriyorlar.
Ama konuşulmasını, yazılıp çizilmesini de çok istedikleri belli!
Bu noktada, toplantıya katıldığı belirtilen iki Türk subayına çok önemli görev düşüyor.
Evet, toplantının suyu çıktı, konu ayağa düştü ama...
Birileri bu haberi "tepe tepe kullanmayı" orduyu küçültme politikasının yeni unsuru gibi kullanmaya başlamışsa...
O iki Türk subayı çıkacak ve o toplantıda ne konuşulduysa açıklayacak...
Bir yanlışa ortak olmuşlarsa "özür dileyecekler" ve Türk Silahlı Kuvvetleri gereğini yerine getirecek.
Hayır, ülke çıkarlarına ters, üniformalarının onuruna aykırı hiçbir şey yapmamışlarsa da...
"Yalancılar" diye haykıracaklar; başka yolu yok.[1]
Yeni Şafak'tan Derin ABD'nin yerli avukatı Ali Bayramoğlu, bu olayı saptırmak için şunları ortaya atıyordu:
Düşünelim ve soralım:
1. Türk Silahlı Kuvvetleri teröre destek verdikleri gerekçesiyle Barzani ve Talabani'yle görüşmeyi siyasetçiye ve Türkiye'ye adeta men eden bir tavır takınmamışlar mıydı? Bu durumda Talabani'nin yakını ile iki tuğgeneralin aynı masada oturup, üstelik inanılmaz şiddet senaryoları tartışması ne demektir, nasıl açıklanır?
2. Bu Türk askerinin dolaylı olarak Talabani'yle görüştüğü anlamına mı gelmektedir? Türk Silahlı Kuvvetleri bu konuda bir açıklama yapacak mıdır?
3. Nasıl olur da resmi görevliler, askerler, senaryo bile olsa, seçimleri dizayn edecek, siyasi iktidarı hedef alan bir tartışmanın içinde olurlar?
4. Nasıl olur da iki general AK Parti'ye yarayacak diye PKK'lı yöneticilerin teslim edilmesine itirazı onaylarlar? Terörün AK Parti'nin zayıflamasıyla ilişkilendiren en hafif tabiriyle akıl almaz bu durumun anlamı nedir?
5. Asker kimi gerginlik ve kriz politikaları yürütmekte ve bunu ABD'li kimi resmi aktörlerle mi tartışıp, planlamaktadır?
6. Bu toplantının dışarıya sızması ve sızdırılması, toplantının kendisi kadar önemlidir. Zira soru şudur: Askerle dirsek teması halinde olan bir Amerika ile bu temas ve düzeni bozmak isteyen diğer Amerika karşı karşıya mı gelmiştir?
Yarın ne olacak sorusu hepimizin...
Siyasi belirsizlik ortada...
Ülkede bir askeri müdahale süreci başlamış halde...
O zaman yukarıdaki sorular ciddidir.
Yanıtlanmalı ve eğer varsa bir oyun, bozulmalıdır..."[2]
Aynı Gazetenin aynı günkü nüshasında, aynı yerden talimat almışçasına İbrahim Karagül'de şunları soruyordu:
1- Bu çevrelerin birkaç yıldır hükümete karşı başlattıkları savaş Türkiye'den mi yönetiliyor? Karşılığında neler veriliyor?
2- "Türkiye'ye İslamcı Cumhurbaşkanı!" ya da "Türkiye şeriata mı gidiyor" şeklindeki yazıları kim yazdırdı?
3- Zeyno Baran'ın Newsweek dergisindeki darbe senaryosu Türkiye'de mi çizildi?
4- Neocon ve İsrail aşırı sağına mensup isimler aslında daha çok Türkiye'de bir yerlere mi çalışıyor?
5- Bu ortaklığın niteliği nedir ve söz konusu işbirliği ile Orgeneral Büyükanıt'ın güvenlik değerlendirmelerini birlikte değerlendirince nasıl bir sonuca ulaşacağız?
6- 28 Şubat, neocon/İsrail aşırı sağının yönettiği bir müdahaleydi. İslamcılar üzerinden bir sistem revizyonu yapıldı. Aynı çevreler, bu sefer Kürt milliyetçiliği üzerinden yeniden bir sistem revizyonu mu yapıyor?
7- Türkiye, ABD tarafından Kuzey Irak yönetimiyle masaya oturtuldu da biz mi duymadık? [3]
Siyonist Güçlere fikri mahkumiyet ve fiili esaret tuzağına ve aşağılık kompleksine kapılmış Mahir kaynak gibileri Türkiye'de Milli ve haysiyetli bir hareket olmayacağına inanıyor ve şunları söylüyordu:
Gerçekte bakış açınız temeldeki bir sorunun da cevabı olacaktır. Dünyadaki olaylar aşağıdan yukarıya doğru mu belirlenmektedir? Yani bireysel davranışlar üst üste toplanarak genel gidişi mi belirlemektedir yoksa olaylar yukarıdan aşağıya doğru mu gerçekleşmektedir? Yani bireysel davranışlar genel eğilimin bir yansımasından mı ibarettir? Bireyler, buna her düzeydeki politikacıları da dahil edebilirsiniz, belirleyen değil belirlenen midir?
Benim modelim yukarıdan aşağıya doğrudur. Mesela seçim sonuçlarını tahmin etmek için otobüslerle halkın nabzını yoklayan medya mensuplarını çok yararsız bulurum. Seçim sonuçlarını tahmin etmek için ‘ Nasıl bir sonuç öngörülüyor? ‘ Sorusuna cevap ararım.
Ders verdiğim yıllarda, yirmi yıla yakın bir süre önce, öğrencilerime ‘ Güçlü, büyük ve müreffeh bir Türkiye'de yaşayacaksınız, keyfini sürün ama bunu biz yaptık demeyin. Çünkü ülkemizde bunu hayal eden bile yok' Derdim. Aynı şeyi düşünüyorum.[4]
Ama Genelkurmay'ın basın açıklaması bunların suratlarına şamar gibi patlıyordu:
13 Haziran 2007 tarihinde ABD'de, bir düşünce kuruluşunda yapılan bir çalışmada ortaya konulduğu iddia edilen bir senaryo, ülkemizde geniş şekilde tartışılmakta, toplantıda TSK personelinin de bulunmuş olması öne çıkarılarak, senaryonun TSK ile ilişkilendirilmeye çalışıldığı ibretle ve üzüntüyle izlenmektedir.
Genelkurmay Başkanlığınca, bu tartışmaların boyutlarını ayrıntılı olarak saptamak ve yaratılan bu ortamın arkasındaki aktörlerin gerçek yüzlerini ve niyetlerini ortaya çıkarmak maksadıyla, özellikle başlangıçta bir açıklama yapılmamış, beklenilmiş ve olayın yeteri kadar tartışıldığı sonucuna varılarak bir açıklama yapılmasına karar verilmiştir.
Konu tüm ayrıntıları ile araştırılmış ve aşağıdaki sonuçlara varılmıştır:
1. 04 Haziran 2001 tarihinde kurulmuş olan Genelkurmay Stratejik Araştırmalar ve Etüd Merkezi (SAREM) Başkanı, diğer ülkelerdeki benzerlerinin yaptığı gibi bazı düşünce kuruluşlarının yapısı ve çalışma yöntemleriyle ilgili bilgi alışverişinde bulunmak amaçlı olarak, çok daha önceden planlı bir ziyaret çerçevesinde 11-16 Haziran 2007 tarihleri arasında ABD'de bulunmuştur. Bu ülkedeki beş ayrı düşünce kuruluşunu ziyaret kapsamında, anılan düşünce kuruluşu da ziyaret edilmiştir. Ancak bu ziyaret kesinlikle yapılan toplantı ile ilgili değildir. Önemli bir gazetenin ABD muhabirliğini yapan ve bu konuda yeterli tecrübesi olması gereken bir muhabirin bu olayı saptırır tarzda haberler yapması, TV kanallarında yanlış yorumlarda bulunması maksatlı bir girişim olarak görülmüştür. ABD'yi ziyaret eden SAREM Heyeti, diğer düşünce kuruluşlarına yaptığı planlı ziyaretler nedeniyle, anılan kuruluşa öğle yemeğine yakın bir zamanda gidebilmişler ve söz konusu toplantının yemekten önceki son kısmına çok kısa süreli olarak ve izlemek amacıyla katılabilmişlerdir. Bu süre içinde, habere konu olan senaryo ile ilgili hiçbir konuşma olmamış ve ziyaretçi durumunda olan SAREM üyeleri hiçbir yorumda bulunmamışlardır. Daha sonra yemeğe geçilmiş, yemek ve sonrasında iki düşünce kuruluşunun çalışma şekilleri üzerinde bilgi alışverişinde bulunulmuştur.
SAREM Heyetinin ABD'ye yapacağı ziyaret kapsamında diğer düşünce kuruluşlarıyla olduğu gibi bu kuruluşla da temas kurularak genel anlamda ziyaret programı üzerinde mutabakat sağlanmış, ancak hiçbir şekilde söz konusu toplantı için, senaryoyu da içeren bir davet alınmamıştır.
Ayrıca anılan toplantıda bir Kürt grubun liderinin oğlunun da bulunması tamamen bir tesadüf olup, SAREM Heyetinin bu kişiyle hiçbir şekilde teması olmamıştır.
2. Washington Silahlı Kuvvetler Ataşesi, yapılan toplantıya şifahi bir şekilde davet edilmiştir. Ataşeliğe toplantı öncesi senaryo ile hiçbir bilgi ve belge verilmemiştir. Ataşe bu toplantıya Genelkurmay Başkanlığının izni ile katılmıştır. Bu katılım, ataşelerin doğal görevlerinden biridir ve toplantı sonuçları Genelkurmay Başkanlığına raporla bildirilmiştir.
3. Toplantının asıl tartışılacak kısmı olan; "Irak'a Yapılacak Müdahaleye Muhtemel Tepkiler" konulu çalışma iki saat süre ile devam etmiş, bu süre boyunca askeri ataşemiz, Türkiye'nin Irak'a yönelik bilinen görüşleri dışında hiçbir ifade kullanmamıştır. Toplantıyı gündeme taşıyan basın mensubu tarafından iddia edilen: "Türkiye'ye teslim edilmesi düşünülen teröristlerle ilgili haber" tamamen hayal ürünü olup, yalanı yalanla örtme ve hedef saptırarak kurumları karalama amacını taşımaktadır. O nedenle bu konu, söz konusu gazetecinin açıklık getirmesi gereken bir husus olarak görülmektedir.
4. Yukarıda özetlenen gelişmeler, Hudson Düşünce Kuruluşu yetkilileri tarafından yapılan müteaddit açıklamalarla da doğrulanmıştır. Ancak, toplantıda ele alınan asıl konunun değil de söz konusu hayali senaryonun geniş şekilde tartışılması, bu olayın bazı odaklar tarafından bilinçli olarak tırmandırıldığı izlenimini vermektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından da kabul edilmesi mümkün olmayacak böyle bir senaryodan yola çıkılarak yapılan açıklama ve yorumların hangi amaca hizmet ettiği, üzerinde düşünülmesi gereken bir husus olarak değerlendirilmektedir.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
Hudson-Ümraniye Hattı:
Muzaffer Tekin'in ilginç bağlantısı kafa karıştırıyordu
Akın Birdal'ı vuran Semih Tufan Gülaltay'ın yolu, emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin ile kesişti. Tekin ile Gülaltay'ın bazı planlar yaptıkları telefon dinlemelerinde ortaya çıktı.
İnsan Hakları Derneği eski Başkanı Akın Birdal'ı vuran Semih Tufan Gülaltay'ın yolunun, emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin ile kesiştiği ortaya çıktı. Gülaltay ve Tekin'in sık sık bir araya gelerek birtakım planlar yaptıkları operasyon çerçevesinde yapılan telefon dinlemelerine takıldı.
Kod adı 'komutan'
Gazeteport'un haberine göre, Gülaltay hakkında hazırlanan soruşturmada müşteki olarak ifade veren Feride Esra Gökçimen, ikilinin geçmişe dayanan ilişkileri hakkında çarpıcı bilgiler verdi. Gökçimen, Gülaltay'ın Tekin'e 'Komutan' diye hitap ettiklerini belirterek şu ifadeyi verdi: "Danıştay saldırısının olduğu gün, Veli Kılıç beni arayarak, 'Söyleyeceğim isimleri not al ve bunları http://www.ulusalbirlikkomitesi.com isimli siteden sil. Bu acil bir durum. Bunları bu gece mutlaka sil' dedi. Bu isimler Muzaffer Tekin, Savaşhan Tosunoğlu ve Mahmut Aydın'dı." Örgütün telefonlarını dinleyen polis, ikili görüşmelerde kanlı eylemlerden bahsedildiğini ve hedefteki kişinin Başbakan Erdoğan ile önemli 5 kişi olduğu bilgisine ulaştı. Gülaltay, telefon görüşmesinde, Başbakan'a suikast girişiminden vazgeçilmesi üzerine, ‘Önemli bir hedefe gidiyorum, bu arkadaşlarla konuş. Erteleme kelimeleriyle karşılaşmak istemiyorum. Bu işte kelleyi koltuğa almış adamım. Yolumuzu ayırırsak intikam alırım, herkese tetik keserim" diyor.Soruşturmada, Gülaltay'ın bazı emekli paşalarla da telefon görüşmesi yaptığı ortaya çıktı.
MİT bağlantılı emekli yüzbaşı, Teğmen Hıristiyan olmuştu!?
Danıştay baskınında "kilit isim" işaret etmekle görevli olan Zekeriya Öztürk, Ümraniye'de ele geçirilen patlayıcılarla ilgili olarak gözaltına alındı. MİT bağlantılı Öztürk, Teğmen iken Hıristiyan oldu. Yüzbaşı rütbesindeyken de paranoyak tavırları ve davranış bozuklukları nedeniyle TSK'dan istifaya zorlanarak emekli olması sağlandı.
20 Haziran günü Ümraniye Çakmak Mahallesi Güngör Sokak'taki bir gecekonduda ele geçirilen 27 adet el bombası, TNT kalıpları ve fünyelere ilişkin soruşturma kapsamında son olarak bir isim gözaltına alındı. Bu kişi daha önce de Danıştay baskını soruşturmasından sıkça ismini duyduğumuz emekli Yüzbaşı M. Zekeriya Öztürk'tü.
Danıştay tertibi ve Ümraniye'de ele geçen patlayıcılar... Bu iki olayın ortak özelliği de eski Özel Kuvvetler Komutanlığı mensupları üzerinden Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yönelik karalama kampanyası. Peki yüzbaşı olmasına rağmen kendisini binbaşı olarak tanıtan Zekeriya Öztürk kim?
İşçi Partisi genel başkanı Doğu Perinçek 1 Haziran 2006 günü yaptığı basın toplantısında Zekeriya Öztürk'ün teğmenken Hıristiyan olduğunu açıklamış ve Danıştay saldırısındaki rolünü açığa çıkarmıştı.
Danıştay'dan Ümraniye'ye MİT bağlantısı
Danıştay saldırısında "kilit isim" olarak sunulan Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin, Danıştay baskınının akşamı Fenerbahçe Orduevi'nde İsmail Paker, Zekeriya Öztürk ve devre arkadaşı Rafet Aslan'la yemekte iken, eşinden gelen telefonla arandığını öğrenir. Tekin teslim olmak ister ancak Öztürk ve İsmail onun çevresini sarmalarlar ve teslim olmasına izin vermezler. Hatta Öztürk, Muzaffer Tekin'in kimlik kartını alır, gerekçesi ise Avukat Ertaç Giray'a vekâletname çıkartmak. Av. Giray teslim olması gerektiğini söyler, Öztürk ve Paker de Tekin'i esrarengiz bir kaçak durumuna düşürmek. Dikkat çekici bir durum ise Ertaç Giray'ın Eski MİT Kontrterör Dairesi Başkan Vekili iken istifa ederek ABD'ye kaçan ve halen Princess Otellerinin güvenlik sorumlusu olan Mehmet Eymür'ün avukatı olması. Ayrıca Giray, Zekeriya Öztürk'ün de avukatıdır.
Teğmen iken Hıristiyan oldu
Yüzbaşı rütbesindeyken paranoyak tavırları ve davranış bozuklukları nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri'nden istifaya zorlanan Zekeriya Öztürk'ün MİT bağlantısı oldukça eskilere dayanıyor. Öztürk, Teğmen iken Hıristiyan oluyor, kiliseye gidiyor, haç dahi takıyor. Ya da Hıristiyan olma görevi alıyor. Öztürk, bunu da misyoner faaliyetlerini araştırmak için yaptığını söylüyor.
MİT, çuval olayından sonra Öztürk'ü Ulusal Kanal'a gönderdi
Öztürk, Süleymaniye'deki çuval olayının ardından MİT tarafından Ulusal Kanal'a gönderiliyor. Önce bazı uydurma bilgiler getiriyor ve birkaç kez Doğu Perinçek'i ziyaret edip danışmanı olmak istediğini vurguluyor. Partide yüksek görevler almak için adeta çırpınıyor. Üzerinde MİT, İran ve Barzani yönetimine ve çeşitli gizli örgütlere ait 10'a yakın sahte kimlik taşıyor. Zekeriya Öztürk bu süre içerisinde ilişki kurduğu şahsiyetlere Doğu Perinçek'in yakının da bir kişi olduğu havasını yaratmaya çalışıyor. Ulusal Kanal Haber Merkezi'nde bir süre görev yapan Öztürk, televizyona silahla girmeye çalışıyor. Kanal yönetimi bir süre sonra zararlı olabileceği ve tertiplerde kullanılabileceği nedeniyle Zekeriya Oztürk'ü Ulusal Kanal'dan atıyor. Bunun üzerine Öztürk, 2005 yılında İstanbul MİT bölge Müdürlüğü'ne giderek İşçi Partisi ve Ulusal Kanal hakkında üç buçuk saatlik bir band dolduruyor.
Öztürk, Danıştay baskının ardından Vatan gazetesine verdiği bir demecinde de 'Şemdinli olaylarından Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sorumlu olduğu' imasını içeren beyanda da bulunmuştu.[5]
Senaryolar Hudson'da mı Ümraniye'de mi yazılıyor?
Hudson adlı think-tank kuruluşunda çeşitli senaryolar üzerinden Türkiye-ABD ilişkileri "B Planı" çerçevesinde tartışılıyor.
Türk askerlerinin de katıldığı toplantıyla ilgili birkaç gün aradan sonra Genelkurmay bir açıklama yaptı ve haberi duyuran gazeteci Yasemin Çongar'ı yalanlıyor.
Ümraniye'de bir gecekonduda 18 adet MKE yapımı el bombası, el bombalarına ait kutu içinde 18 adet fünye, DM41 NATO standardı tabir edilen 7 adet el bombası ve iki adet Alman el bombası ele geçiriliyor. Gazetelere göre, Ümraniye'deki gecekonduyla irtibatlandırılan emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin'in evinde yapılan incelemede de TSK'da 2003'ten bu yana yapılan atamaların listesi bulunuyor. Tekin'in, "Son olaylar ve AK Parti" başlığı altında yaptığı çalışmaları, TSK'da bir komutana gönderdiği iddia ediliyor. "Master plan ön çalışması" adlı bir rapor da ele geçiriliyor. Raporun amacı, "tam bağımsız, milli devleti yeniden yapılandırmak"! (Acaba Türkiye'de emperyalizme karşı oluşan Milli ve haysiyetli cephe, böylesi kirli şebekelerle yozlaştırılmak ve imajı bozulmak mı isteniyordu?)
El konulan bilgisayar ve dökümanlardan çıkan bilgilere göre, Tekin ve arkadaşları AKP aleyhinde dosyalar hazırlıyor, "fişleme" yapıyorlar. Ayrıca, dökümanlar içinde birilerine servis yapıldığı izlenimi veren belgelere de rastlanıyor.
Tekin ve birkaç emekli subay tutuklanıyor. Ümraniye'de bulunan bombalar, Danıştay cinayetiyle irtibatlandırılıyor.
Hudson'da ve Ümraniye'de bunlar olurken; hemen her gün şehit cenazeleri kaldırılıyor, MGK toplanıyor, Başbakan ve Dışişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı'nı ziyaret ediyorlar, ABD Büyükelçisi de Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'i ziyaret ediyor, ardından Şener Cumhurbaşkanı'na gidiyor.
Şener hem büyükelçi, hem de Cumhurbaşkanlığı ziyaretinin Başbakan'ın bilgisi dışında gerçekleştiğini söylüyor. O zaman da insan sormadan edemiyor: "Bu ne biçim hükümet?"[6]
[1] 19.06.2007 / Yeni şafak
[2] 19.06.2007 / Yeni Şafak
[3] 19.06.2007 / Yeni Şafak
[4] 19.06.2007 / Star
[5] 24 Haziran 2007 / Aydınlık
[6] 24.06.2007 / Cüneyt Ülsever / Hürriyet
Osman ERAYDIN
Ağustos-2007
Örtüsüz Faşizm - "Türkiye'ye Balyoz"- Darbe yalanı
"TSK'ya Suikast"ın Perde Arkası