TÜM VATANDAŞLARIMIZ
“Dikkat! Dikkat!”
Caminin hoparlöründen (ses yükseltici aygıtından) geliyor bu uyarı: “Dikkat! Dikkat!” Herkes dikkat kesiliyor:
“... Anma programı vesilesiyle bugün öğle namazını müteakip ilçe Merkez Camii’nde mevlidi şerif okunacaktır. Tüm vatandaşlarımız davetlidir.”
“... için etkinlikler programı tertip edilecektir. Bütün vatandaşlarımızın bu etkinliğe katılmaları rica olunur. Program dolayısıyla köy meydanından ücretsiz servis kalkacaktır.”
“ Kaymakamlık makamından bildirilmiştir:
Bu akşam saat sekizdeki, ... etkinlikleri programına bütün halkımızın katılması önemle ve ilanen duyurulur.”
“Bütün vatandaşlarımızın bu etkinliğe katılması, vatandaşlarımızın köy meydanına teşrif etmeleri önemle duyurulur. Vasıta köy meydanında beklemektedir.”
“K. makamından duyurulur:
Bu akşam saat yirmide ilçe otoparkında, ... anma programı yapılacaktır. Programa bütün vatandaşlarımızı davet ediyor, herkese sevgi ve saygılar sunuyorum.”
“... anma programı, bu akşam saat yirmide belediye otopark alanında yapılacaktır. Tüm vatandaşlarımız bu programa davetlidir.”
*
Dün 30 Ağustos’tu.
Bağımsız bir devlet kurmamızı sağlayan, Kurtuluş Savaşı’nı sona erdiren büyük Zafer’in yıldönümü:
30 Ağustos Zafer Bayramı.
Son kalan düşmanı (Yunan’ı) yendiğimiz, İzmir’e dek kovalamaya başladığımız, vatanı düşman boyunduruğundan, yayılmasından, yağmasından, saldırısından kurtardığımız büyük gün. Türk’ün Türk vatanında yeniden dirildiği gün.
Yukarıdaki duyurular, bir köy camisinden yapılan kutlama duyuruları. Önce şehitlere mevlit okutuluyor, sonra gün içinde tam yedi kez, düzenlenen etkinliğe çağrı yapılıyor. Tatlı-sert, ”Gelin, programa katılın, ayağınıza araç gönderiyoruz, meydanda sizi bekliyoruz, bu gün çok önemlidir, gelin birlikte kutlayalım.” deniyor.
Ne zaman, ne için mi deniyor?
Bunlar dünkü bayram çağrıları olmalı, diyorsunuzdur, önce şehitlerimize mevlit çağrısı, sonra araçlarla taşınmalı kutlama töreni çağrısı. Nereden? Köy camisinden. Kimin çağrısı? Yörenin yani ilçenin en büyük devlet yetkilisinden.
Benim duyabildiğim tam yedi kez yineleniyor duyuru az çok sözleri değiştirilerek.
Tahmininizde yanıldınız. Bu sözler, bu duyurular 30 Ağustos’ta yapılmadı. Bu duyurular geçen ay 15 Temmuz’da yalnızca bir küçücük köyden yapılan duyurular.
*
Dün 30 Ağustos’tu.
Her bayram olduğu gibi iki elimiz kanda da olsa, hasta da usta da olsak, ulusal bayramlarımıza katılırız. Neredeysek, oradaki, en yakındaki veya en görkemli kutlanacağına inandığımız yerdeki bayrama, görevdeki öğretmenler gibi hazırlanır, giyinir, gideriz.
Sabah gün doğmadan kalktık, hazırlandık. Akşam bilgisayardan bakmıştım, Antalya valiliğinin bayram duyurusunda, törenler 9. 30’da diye yazıyordu. Atatürk anıtlarına çelenk konacak önce. Doğal olarak İstiklal Marşı dinlenecek, Atatürk ve silah arkadaşlarına, Kurtuluş Savaşı’nda can veren atalarımıza saygı duruşunda bulunulacak. İster istemez gözyaşlarımızı tutamayacak, saygı duruşunda duygulanacağız, içimiz karmaşık duygularla dolacak.
Köyden çıkıyoruz. Önceleri yadırgadığımız ama artık alıştığımız görüntüler... Gün, her gün gibi. Vatandaş işinde gücünde. Yolda arabaya aldığımız gencin bayramdan haberi bile yok, elinde durmadan çalan cebi, dalgasında.
Köy evleri bayraksız. Muhtarlıklar öyle. İlçeye girişte yolda sol yanda büyükçe bir duyuru levhası: “15 Temmuz Destanı”.
Başka tek bir duyuru, bu bayrama ait bir resim, afiş yok. Sıra sıra dizilen sözüm ona lüks apartmanlarda bayrak görene aşkolsun... İlçenin giriş caddesinde iplere gerili, üstte dalgalanan bayrakları arıyor gözümüz: Yok. Tek tük dükkan, sayısı ikiyi üçü geçmez bayrak asmış. Otogar meydanı boş, geçen “19 Mayıs” Gençlik ve Spor Bayramı orada kutlanmıştı. Caddenin ta sonuna doğru belediyenin önündeki Atatürk Anıtı’nda ufak boy bayraklar iplere dizilip asılmış. Birden yüzümüz gülüyor. “Bayram var, tören yapılacak, işte orada...”
İyi de yollar bomboş, kimseler yok, ne koşuşturan çocuklar, gençler, kadınlar, erkekler... Ne bir müzik yayını, marşlar, türküler... Gün sanki herhangi bir gün... Saat dokuzu geçiyor, demek ki dokuz buçukta değil de tören daha geç başlayacak... Bu arada, hemen, Atatürk resmi vereceğini duyuran gazelerden (Sözcü, Korkusuz) bitmeden alıyoruz.
Koşturarak bayrakların asıldığı meydana varıyorum. Meydanın köşesinde pastanenin önündeki masalarda, oturanlar, bir şeyler yiyenler var. Meydan boş. Atatürk Anıtı’nın önüne üç tane renkli tenekeden, ayaklı, çiçeksiz çelenk konmuş. Kimlerin çelengi yaklaşıp bakmadım bile. Hemen meydanın belediye tarafında kümelenmiş bir küçük topluluğa yöneldim. Bir kısmı kravatlı iyi giyinmiş adamlar kendi aralarında konuşuyorlar. Soruyorum:
“Bayram nerede kutlanıyor, kutlama ne zaman başlayacak, biliyor musunuz?”
Biri hemen yanıtlıyor:
“Bayram kutlandı, bitti.”
“Ne, ne zaman?”
“Az önce törenle çelenk kondu, konuşuldu, bitti.”
“Ne!” Neden bayram töreni yapılmadı, nerede halk, nerede halk oyunları oynayan gençler, nerede askerlerimiz?”
Burada bir güzel dersimi alıyorum:
“Bu bayram, 19 Mayıs, 23 Nisan bayramları gibi değildir. Kutlanmaz!”
Daha dersimi vermeye devam ediyor, neler neler anlatacak bunu diyen ama ben ters yüz geriye koşturuyorum. Gömleği bayraklı genç bir kadına soruyorum, siz de bayrama mı geldiniz? Bayram yokmuş...”
Bir dokun bir ah işit derler ya, “Seral Hanım” anlatıyor da anlatıyor:
“ Ben gibi bir kaç kişi vardı çelenk töreninde. On - on beş dakikada bitti. Halk yoktu. Eğer camilerden duyursalardı, selalar verselerdi, bir de yemek verselerdi, yiyecek içecek dağıtılsaydı, üstüne de bir popçu konser verecek deselerdi, hele hele bu, o adı bir tuhaf ergen şarkıcı “Aleyna Tilki” olsaydı görürdük biz o zaman kalabalığı..."
Boynumuz bükük dönüldü eve. Genç bir gemici sormuş daha sonra gün içinde, köyde:
“ Hocam ne bu giyim kuşam, ne var bugün?”
“Bugün günlerden ne? Tarihi bir söyle!”
Genç gemici yardımcısı düşüne görsün, oradaki küçük kız atılmış:
“30 Ağustos!”
“Ne oldu 30 Ağustos’ta? Ne bayramı bugün?”
Kız, bir çırpıda yanıtlamış:
“Zafer Bayramı!”
*
Az önce yine camiden duyuruldu: “Yarın sabah bayram namazı saat yediyi on geçe kılınacaktır. İlanen duyurulur.”
30 Ağustos’u anımsamayan yetkililer, bayram namazını ne güzel bildiriyorlar. Ne olup bittiği daha tam bilinemeyen, yargılanmaları süren, “olağanüstü hal ilanı”na yol açarak bir yılı aşkındır ülkemizi kararnamelerle yönettiren sürecin başlangıcı geçen yılın 15 Temmuz’u ise yıldönümünde yukarıda yazdığım gibi en az yedi kez cami duyurusuyla anımsatılmıştı. Anımsatıldı ne demek, özel servis araçları ayarlandı halkı ilçe merkezine taşımak, “günün anlam ve önemini” anlatmak, öğretmek için.
26 Ağustos 1922’de başlatılan “Büyük Taarruz” es geçildi, aynı gündeki Malazgirt Savaşı (1071) anmalarında iktidar partisinin başkanının söylediği şu sözler gazetelere geçti:
"Sultan Alparslan, Sultan Kılıçarslan kimlerle mücadele etmişse biz de 15 Temmuz'da onlarla mücadele ettik. Oyun aynı, hedef aynı, sadece senaryo farklı, figüranlar farklı.”
30 Ağustos resepsiyonundaki konuşmada da neden, nasıl gerektiyse yine “15 Temmuz” bilinmeyenine değiniliyor, “... En son 15 Temmuz’da, sokaklara dökülen milyonlarca kişiyle bu hakikat bir kez daha görülüp yaşandı.” deniyor.
*
Kısaca yinelersek, benim çevremdeki iki turistik ilçede de - son anda bunlar toplanmadı, yerlerine başkası konmadıysa- bu büyük bayramda 30 Ağustos Zaferi’nin 95. yıldönümünde ilçe girişlerinde tek bir duyuru levhası vardı:
Üstü, “15 Temmuz Destanı” yazan kocaman duyurular.
30 Ağustos’la büyük zafer kazanan, devlet kuran ordumuz, çok tartışılan bu afişlerde, ellerini başına kaldırmış, şaşkın, korkak gösterilen bir asker resmiyle dolaylı olarak aşağılanıyordu.
Burada, bayram duyurusu yapılmamıştı.
İşyerleri ve evler bayraksızdı.
İşyerleri açıktı, herkes işinde gücündeydi, bayramdan sanki habersizdi.
İlçedeki çelenk koyma töreninin yapıldığı alanın bir iki metre ötesinde işçiler yer düzenleme çalışması yapıyorlardı. “Zafer Bayramı” neyime der gibiydiler. Belediye işçileri ellerinde kazma kürek çalışıyorlardı.
Ertesi günü, 31 Ağustos’ta ise gazetelerde, bayramın coşkuyla kutlandığı yazılıydı. Askerler geçit törenleri yapmadan, alanlarda toplanılmadan, marşlar çalınmadan, askerin tören alanlarındaki nefes kesen gösterileri olmadan nasıl coşulduysa...
Unutturulan bayram nasıl kutlandıysa...
15 Temmuz’da duyuru üstüne duyuru yaptıranlar, varlıklarını borçlu oldukları 30 Ağustos’ta suskundular.
Suskunduk...
Suskunuz...
Kimse masal anlatmasın...
“Tüm vatandaşlarımız,” kendilerini, çılgıncasına, ısmarlama tatil havasına kaptırmış; geçmeyen, bulaşıcı bir unutma hastalığına yakalanmışlar anlaşılan...
Feza Tiryaki, 31 Ağustos 2017