TÜRBAN
Örtünmenin kolaylıkla bir anlam kazanabileceği iklim kuşağının kutuplar, toplumun da Eskimolar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak tek Tanrılı bir peygamber henüz bu topluma ulaşamamıştır.
Bu toplumun üyeleri hala Animizm Şamanizm arası bir inanç sistemine sahiptir ve kendilerine kitle iletişim araçlarıyla ulaşabilen teknolojik toplumun dinini benimsemeye de eğilimli gözükmemektedirler.
Öte yandan örtünmenin neredeyse hiç şansı olmadığı toplumlar sıcak ve nemli iklim kuşağında yer alan, Amazon, Afrika ve Hint-Pasifik ekvatoral ekseni üzerindeki ormanlarda yaşayan yerlilerdir. Bu avcı-toplayıcı orman adamlarının örtünmesi tamamen hijyen gerekçesiyle ön ve arka deliklerin uygun bir araçla örtülmesinden ibarettir. İklim koşulları gereği bu bölge insanlarında kıl gelişimi sadece saçlarda kalmıştır. Üriner bölgede ve koltuk altlarında kıl gelişimi söz konusu değildir.
Yani insanın doğal örtüsü olan kılları bile yoktur bu insanların. Bu toplumun üretim biçimleri sanayi toplumu ile karşılaşmasına değin toplum bireyleri milyonlarca yıllık örtünme biçimlerini hiç değiştirmeden sürdüreceklerdir. Yaşam ortamları gereği en iyi örtünme biçimi toprak ve bitkilerden elde ettikleri karışımları vücutlarına sürerek böceklere karşı bir direnç sağlamaktan ibarettir. Bu toplumu avcı-toplayıcı özelliğini değiştirmeden örtmek mümkün değildir.
Nitekim 16 yüzyıldan itibaren buralara yayılan Hıristiyan misyonerler bu iklim ve dinsel gereklilikler çatışması ile en çok karşılaşanlardı. Sonuç ise ortalıkta nerdeyse cıs cıbıl gezen animist-Hıristiyan yerliler oldu. Ormanlarda yaşayanlar özgür ve animist kalırlarken, misyonerlerin çevresindekiler animist-Hıristiyanlar olarak beyaz efendilerin hizmetine girdiler ve Kıtalarının yağmalanmasında en önemli rolü oynadılar. Bu devşirmeler olmadan o Kıtaların yeraltı ve yerüstü kaynakları bu kadar kolay yağmalanamazdı.
Buradan hiç uzatmadan kritik bir soruyla doğrudan konumuza sıçramak istiyorum;
Havva tesettürlü müydü?
Öyle ya madem türban ya da başörtüsü Tanrısal bir yaptırım ve sonuçta dinsel bir gereklilik, o zaman Tanrı isteklerinin Evrenselliği ilkesi gereği zamandan ve mekandan bağımsız olmalıydı. Tüm tasvirlerde Havva ve Ademin cinsel bölgeleri bir incir yaprağı ile örtülür. Acaba gerçek böyle miydi? Konu ile pek ilgisi olmasa da Havva ile Adem yine tüm tasvirlerde beyazdır. İnsanların yeryüzüne yayılımını dikkate aldığımızda akla uygun olan yaklaşım Adem ve Havvanın birer Zenci olarak tasvir edilmeleridir. Beyaz olarak tasvir edilmesi ise tamamen ırkçılık kokan bir yaklaşımdır. Kimse Zenci Ademden gelmek istemiyor. Hele bu dinlerin ortaya çıktığı dönemde zenciler halen beyaz ırkın köleleri iken.
Örtünme temel olarak insanın değişen iklim koşullarına uyum sağlayabilme çabasının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Daha sonra saldırılardan korunma, hijyenik gerekçeler ve kamuflaj vesaire devreye girmiştir ardından da görsel estetik. En son dinsel argümanlar ve soyluluk örtünme olgusunun içine girmiştir. Kimi köktendinciler örtünme eyleminin insanlık tarihinin başlangıcından beri var olduğunu iddia etmektedirler.
Bunun tüm bilimsel verilerle çatıştığı apaçık olması yüzünden bu kişiler mevcut çarpıklığı aşabilmek için insanlık tarihi 6000 yıldan ibarettir diyen dini savlara sarılmaktadırlar. Bunlara göre insanlık primat atadan değil göksel Adem ve Havvadan gelmektedir ki bunun geçmişi de yaklaşık 6000 yıl öncesine dayanmaktadır. Hatta içlerinde Ademoğlunun primatlardan evrimleşerek gelen insanımsılarla birleşmesi yüzünden insan neslinin bozulduğunu iddia edenler de vardır. Bilimsel gerçeklerle uzlaşma çabası diyelim buna ya da tipik bir din bezirganı çarpıtması.
Buradan konumuza geri dönmek gerekirse söz konusu sava göre Ademoğlunda utanma duygusu Ademden bu yana her zaman var olageldi ve bu nedenle de cinsel temelli örtünme biçimi ilk insan ve ilk peygamber olan Ademle birlikte Tanrının bir emri olarak indirilmişti.
Dikkatinizi çekmek istediğim nokta dinsel savların hep bilimin ulaştığı noktanın bir adım ötesinde alaca karanlık kuşağı diyebileceğim bilinmeyen-bilinen arasındaki geçiş bölgesinde konumlanarak iddialarda bulunmasıdır. Din aslında alaca karanlık kuşağında konumlanıp aydınlıktan aldığı bilgilerle karanlık bölgeye projeksiyonlar tutarak (çoğunlukla uydurma yorumlarla) karanlıktan beslenir. Korku ve tehdit ise dinin kullandığı neredeyse vazgeçilmez psikolojik baskı enstrümanlarıdır. Bilgi ve akıl temelinden uzaklaşıldıkça korku ve tehdit temelli toplum kontrol mekanizmaları egemenlerce devreye alınır.
Gücün egemenliğine dayalı sistemlerde ki modern toplumlarda buna açık biçimde dahildirler, kitlelerin ezilmesini en şiddetli yaşayan sürekli kadın olmuştur. Kadın bütün bir toplum ile birlikte ezilirken, yetmiyormuş gibi erkek tarafından da sürekli ezilmektedir. Hatta erkek kendi ezilmişliğinin acısını da kadına şiddet ve baskı uygulayarak çıkartmaktadır. Bu durum ataerkil erkek egemen toplumda doruklarına ulaşmıştır.
Türban da erkek egemen toplum düzeninin yansıma alanlarından biridir. Erkek kendi cinsel bakışının nesnesi haline getirdiği kadını kendi kötü bakışlarından gizlenmesini emrederek sorunun kaynağı kendisi olduğu halde kadını suçlu ve potansiyel günah kaynağı olarak tanımlamayı seçmiştir. Oysa ortada bir günah varsa o da erkek beynindedir. Kadın da burada olayın mağdur tarafı iken suçlu muamelesi görmektedir. Çünkü suçlu aynı zamanda kural koyucudur. Tesettür kadına haksız yere yapılan suçlu muamelesinin sayısız örneğinden sadece biridir.
Nitekim tesettür ya da türbanı bir özgürlük sorunu olarak görenler, bunların kaynağı olan cinselliği neden özgürlük sorunu olarak görmezler, bu bir ikiyüzlülük değil midir? Madem tüm yasaklar kaldırmalı türbana yol açan yasağın kaldırılması cinsel özgürlük içinde çözümlenebileceğine göre neden cinsel özgürlük tanınmıyor, diye sormak gerek.
Anlaşılan tarihsel olarak erkek, cinsel özgürlüğün getireceği sakıncaları aşabilmek için kadını hapsetmeyi seçmiştir. Tesettür bir bakıma kadına gözümün önünden kaybol! demektir. Gerçi, cevap da peşinen hazırdır; Tanrısal bir yasağı insan kaldıramaz. Örtünme emri tanrısaldır, bu emre konan yasak ise beşeridir diyeceklerdir. Ondan sonrada sizi Tanrının emrinin her şeyden üstün olduğu paradigmasıyla sıkıştırmaya çalışacaklardır.
Tuncay Temiz
Aralık 2007
-----------------------------
Türban:
İsrail Oğulları kavmi Asurlularla bazen komşu, genelde savaş halinde bazen de iç içe yaşarlardı, hatta İsrail'den atıldıklarında Asur'da yaşamaya başlarlar ve Asur adetleri aralarındaki kültürel etkileşim sonucu Eski Ahit'te de yerini alır. Tevrat'ta yüz elliden fazla yerde Asur adı geçmektedir. Ayıp, utanma, giyim yoluyla kutsallık ve fahişelik kavramlarını referans noktası olarak alıp ilgili ayetleri inceleyelim. Konu dışı olduğu için sayısız çelişkili (kendi içlerinde bile) ayetin çelişkileri üzerinde durmayacağım.
Eski Ahit'ten (Tevrat) devam ediyoruz;
YARATILIŞ KİTABI:
Yar.2: 25 Adem de karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir bilmiyorlardı.
YARATILIŞ KİTABI:
Yar.3: 7 İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.
YARATILIŞ KİTABI:
Yar.3: 21 RAB Tanrı Adem'le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi.
YARATILIŞ KİTABI:
Yar.3: 10 Adem, "Bahçede sesini duyunca korktum. Çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim" dedi.
2. SAMUEL:
2.Sa.13: 18 Uşak Tamar'ı dışarı çıkarıp ardından kapıyı sürgüledi. Tamar uzun kollu bir giysi giymişti. Kralın erden kızları böyle giyinirlerdi.
YARATILIŞ KİTABI:
Yar.38: 15 Yahuda onu görünce fahişe sandı. Çünkü yüzü örtülüydü.
YARATILIŞ KİTABI:
Yar.9: 23 Sam'la Yafet bir giysi alıp omuzlarına attılar, geri geri yürüyerek çıplak babalarını örttüler. Babalarını çıplak görmemek için yüzlerini öbür yana çevirdiler.
YARATILIŞ KİTABI:
Yar.38: 14 Tamar üzerindeki dul giysilerini çıkardı. Peçesini örttü, sarınıp Timna yolu üzerindeki Enayim Kapısı'nda oturdu. Çünkü Şela büyüdüğü halde onunla evlenmesine izin verilmediğini görmüştü.
YARATILIŞ KİTABI:
Yar.38: 19 Gidip peçesini çıkardı, yine dul giysilerini giydi.
2. SAMUEL:
2.Sa.15: 30 Davut ağlaya ağlaya Zeytin Dağı'na çıkıyordu. Başı örtülüydü, yalınayak yürüyordu. Yanındaki herkesin başı örtülüydü ve ağlayarak dağa çıkıyorlardı.
EYÜP:
Eyüp.24: 15 Zina edenin gözü alaca karanlıktadır,'Beni kimse görmez diye düşünür,Yüzünü örtüyle gizler.
YEREMYA:
Yer.14: 3 Soylular uşaklarını suya gönderiyorlar. Sarnıçlara gidiyor, ama su bulamıyor, Kapları boş dönüyorlar. Aşağılanmış, utanç içinde, Başlarını örtüyorlar.
EZGİLER EZGİSİ:
Ezg.1: 7 Ey sevgilim, söyle bana, sürünü nerede otlatıyorsun, Öğleyin nerede yatırıyorsun? Neden arkadaşlarının sürüleri yanında yüzünü örten bir kadın durumuna düşeyim.
MISIRDAN ÇIKIŞ:
Çık.28: 2 Ağabeyin Harun'a görkem ve saygınlık kazandırmak için kutsal giysiler yap.
MISIRDAN ÇIKIŞ:
Çık.28: 3 Bilgelik verdiğim becerikli adamlara söyle, Harun'a giysi yapsınlar. Öyle ki, bana kâhinlik etmek için kutsal kılınmış olsun.
MISIRDAN ÇIKIŞ:
Çık.28: 4 Yapacakları giysiler şunlardır: Göğüslük, efod, kaftan,nakışlı mintan, sarık, kuşak. Bana kâhinlik etmeleri için ağabeyin Harun'a ve oğullarına bu kutsal giysileri yapacaklar.
YEŞAYA:
Yşa.3: 18-23 O gün Rab güzel halhalları, alın çatkılarını, hilalleri,küpeleri, bilezikleri, peçeleri, başlıkları, ayak zincirlerini,kuşakları, koku şişelerini, muskaları, yüzükleri, burun halkalarını, bayramlık giysileri, pelerinleri, şalları, keseleri,el aynalarını, keten giysileri, baş sargılarını, tülbentleri ortadan kaldıracak.
Burada giysi ve kutsallık bağlantısını, giysi ile sıradan halktan ayrılma eylemini gösterebilmek için özellikle alıntıladım. Yani ruhbanların halktan giysi yoluyla ayırt edilmesi. Çünkü geleneksel örtünme biçimleri halen hazırda var iken, türban denen farklı ve özel bir baş bağlama biçiminin bir tür kutsallık arayışı, gelenekten farklılaşmış olmanın dışavurumu çabası olduğunu düşünüyorum.
Geleneksel ve herkesin giydiği giysiler ve baş bağlama biçimleri dinsel kutsallığı ve özerkliği sıradan halkın içerisinde ifade edebilecek nitelikte görülmemişti. Türban bir moda akımı olarak değil de radikal dinci unsurlar tarafından ilk çıkarıldığı ve namus, iffet ve imanı dışa vuran bu kavramları sembolize etme iddiasıyla öne sürüldüğü başlangıç dönemini anımsatmak isterim.
Gelin örtünme kavramının fahişelikle özdeşleştiği Yahuda ile Tamar'ın öyküsünü ayrıntısıyla okuyalım.
Yahuda'yla Tamar BÖLÜM 38 Yaratilis.38: 1/30
O sıralarda Yahuda kardeşlerinden ayrılarak Adullamlı Hira adında bir adamın yanına gitti. Orada Kenanlı bir kızla karşılaştı. Kızın babasının adı Şua'ydı. Yahuda kızla evlendi.Kadın hamile kaldı ve bir erkek çocuk doğurdu.
Yahuda ona Er adını verdi. Kadın yine hamile kaldı, bir erkek çocuk daha doğurdu, adını Onan koydu. Yine bir erkek çocuk doğurdu, adını Şela koydu. Şela doğduğu zaman Yahuda Keziv'deydi. Yahuda ilk oğlu Er için bir kadın aldı. Kadının adı Tamar'dı. Yahuda'nın ilk oğlu Er, RAB'bin gözünde kötüydü. Bu yüzden RAB onu öldürdü. Yahuda Onan'a, 'Kardeşinin karısıyla evlen' dedi, 'Kayınbiraderlik görevini yap. Kardeşinin soyunu sürdür.' Ama Onan doğacak çocukların kendisine ait olmayacağını biliyordu. Bu yüzden ne zaman kardeşinin karısıyla yatsa, kardeşine soy yetiştirmemek için menisini yere boşaltıyordu.
Bu yaptığı RAB'bin gözünde kötüydü. Bu yüzden RAB onu da öldürdü. Bunun üzerine Yahuda, gelini Tamar'a, 'Babanın evine dön' dedi, 'Oğlum Şela büyüyünceye kadar orada dul olarak yaşa.' Yahuda, 'Şela da kardeşleri gibi ölebilir' diye düşünüyordu. Böylece Tamar babasının evine döndü. Uzun süre sonra Şua'nın kızı olan Yahuda'nın karısı öldü.Yahuda yası bittikten sonra arkadaşı Adullamlı Hira'yla birlikte Timna'ya, sürüsünü kırkanların yanına gitti. Tamar'a, 'Kayınbaban sürüsünü kırkmak için Timna'ya gidiyor' diye haber verdiler.
Tamar üzerindeki dul giysilerini çıkardı. Peçesini örttü, sarınıp Timna yolu üzerindeki Enayim Kapısı'nda oturdu. Çünkü Şela büyüdüğü halde onunla evlenmesine izin verilmediğini görmüştü. Yahuda onu görünce fahişe sandı. Çünkü yüzü örtülüydü. Yolun kenarına, ona doğru seğirterek, kendi gelini olduğunu bilmeden, 'Hadi gel, seninle yatmak istiyorum' dedi. Tamar, 'Seninle yatarsam, bana ne vereceksin ?' diye sordu. Yahuda, 'Sürümden sana bir oğlak göndereyim' dedi. Tamar, 'Oğlağı gönderinceye kadar rehin olarak bana bir şey verebilir misin?' dedi. Yahuda, 'Ne vereyim?' diye sordu. Tamar, 'Mührünü, kaytanını ve elindeki değneği' diye yanıtladı. Yahuda bunları verip onunla yattı. Tamar hamile kaldı.
Gidip peçesini çıkardı, yine dul giysilerini giydi.
Bu arada Yahuda rehin bıraktığı eşyaları geri almak için Adullamlı arkadaşıyla kadına bir oğlak gönderdi. Ne var ki arkadaşı kadını bulamadı. O çevrede yaşayanlara, 'Enayim'de, yol kenarında bir fahişe vardı, nerede o?' diye sordu. 'Burada öyle bir kadın yok' diye karşılık verdiler. Bunun üzerine Yahuda'nın yanına dönerek, 'Kadını bulamadım' dedi, 'O çevrede yaşayanlar da 'Burada fahişe yok' dediler.' Yahuda, 'Varsın eşyalar onun olsun' dedi, 'Kimseyi kendimize güldürmeyelim. Ben oğlağı gönderdim, ama sen kadını bulamadın.'
Yaklaşık üç ay sonra Yahuda'ya, 'Gelinin Tamar zina etmiş, şu anda hamile' diye haber verdiler. Yahuda, 'Onu dışarıya çıkarıp yakın' dedi. Tamar dışarı çıkarılınca, kayınbabasına, 'Ben bu eşyaların sahibinden hamile kaldım' diye haber gönderdi, 'Lütfen şunlara bak. Bu mühür, kaytan, değnek kime ait?' Yahuda eşyaları tanıdı. 'O benden daha doğru bir kişi' dedi, 'Çünkü onu oğlum Şela'ya almadım.' Bir daha onunla yatmadı. Doğum vakti gelince Tamar'ın rahminde ikiz olduğu anlaşıldı.
Görüldüğü üzere olay aynen ÇIĞ'ın belirttiği gibi tarihsel bir devamlılık arz ediyor. Mitolojik bilgi de gitgide dinsel bir bilgiye dönüşüyor. Yaptırımı da kaçınılmaz biçimde ayetlerle arkasından gelecek.
Yahudi dini İslamiyet'i Hıristiyanlıktan kat kat fazla etkilemiştir. Hatta Sabilik bile Müslümanlık üzerinde Hıristiyanlıktan daha fazla etkiye sahiptir.
İncil'den İlgili Ayetler
Pavlus'tan KORİNTLİLER'E BİRİNCİ MEKTUP:
1.Ko.11: 6 Kadın başını açarsa, saçını kestirsin. Ama kadının saçını kestirmesi ya da tıraş etmesi ayıpsa, başını örtsün.
Pavlus'tan KORİNTLİLER'E BİRİNCİ MEKTUP:
1.Ko.11: 14-15 Doğanın kendisi bile size erkeğin uzun saçlı olmasının kendisini küçük düşürdüğünü, kadının uzun saçlı olmasının ise kendisini yücelttiğini öğretmiyor mu? Çünkü saç kadına örtü olarak verilmiştir.
Pavlus'tan TİMOTEOS'A BİRİNCİ MEKTUP:
1.Ti.2: 9-10 Kadınların da saç örgüleriyle, altınlarla, incilerle ya da pahalı giysilerle değil, sade giyimle, edepli ve ölçülü tutumla, Tanrı yolunda yürüdüklerini ileri süren kadınlara yaraşır biçimde, iyi işlerle süslenmelerini isterim.
MATTA:
Mat.5: 28 Ama ben size diyorum ki, bir kadına şehvetle bakan her adam, yüreğinde o kadınla zina etmiş olur.
VAHİY:
Va.16: 15 "İşte hırsız gibi geliyorum! Çıplak dolaşmamak ve utanç içinde kalmamak için uyanık durup giysilerini üstünde bulundurana ne mutlu!"
VAHİY:
Va.3: 18 Zengin olmak için benden ateşte arıtılmış altın, giyinip çıplaklığının ayıbını örtmek için beyaz giysiler, görmek için gözlerine sürmek üzere merhem satın almanı salık veriyorum.
Türban'ın Kuran'da yer almadığını rahibe kıyafet ve St. Pauli tarafından İncil'e sokulmuştur diyor ilahiyatçı Y. Nuri Öztürk. Yıllardır çok iyi bilinen bu gerçeği dile getirince büyük bir tepki aldı. Forumlarda küfrün bini bir paraydı Hoca'ya karşı. Kendilerine gelince hoşgörüden ve özgürlükten söz edenler bilgisizlikleri bir yana Yaşar Nuri Öztürk gibi bir din adamına hakaret edebilecek kadar densizleşiyorlardı.
Kuran ve islamiyette ve Müslüman Ülkelerdeki Türbani, Tesettür Konusunu yazı dizimizin en sonunda ele almayı düşünüyorum. Tarihsel gelişim ve Türban tartışmaları iç içe olduğundan bunu böyle yapmanın daha uygun olacağını düşündüm. Böylelikle tartışmaları da yazı akışına uygun biçimde en sona ekleyebiliriz.
Aslında burada kişisel görüşüm türbanın "taç takma" kavramıyla bir koşutluğu olduğuna ilişkin. Yani başa gösterişli bir nesne iliştirme herhangi bir biçimde bir elitizm ve hükümranlığa sahip olan kişi ve onun maiyetinde olanların diğer sıradan insanlardan yani avamdan, avam içerisindeyken "seçilebilme/seçkinleşme" ihtiyaçlarının karşılığı olarak ortaya çıkması. Tarih boyunca soylular, soyluluk derecelerine göre soyluluklarını en çok başa taktıkları nesnelerle göstermişlerdir.
İlkel kabilelerin şeflerinden tutun, kralların taçlarına, oradan padişahların kavuklarına, hatta soyluların peruklarına değin. İlkel kabilelerin büyücülerinden, Şamanlara, oradan hahamlara, rahiplere ve hocalara değin. Üniversitelerde diploma töreninin aynı zamanda bir kep takma seremonisi olduğunu unutmayalım.
Türbanı şeklen düşündüğümüzde geleneksel başörtüsünden, yaşma, yazma, ferace gibi örtünmelerden ayrıldığını görüyoruz. Başın üzerindeki bezin altına bir nesne konularak başın üstü yükseltilir, altta sanki bir taç varmış gibi bir görüntü verilir. Uzun saç bu tacımsı nesnenin içine toplanır. Omuzlara salınmaz. Bu eylemi türbanlıların bir tür kendilerini ahlak ve iffetin taşıyıcısı olarak kutsallaştırma çabasının dışavurumu olarak görüyorum. Onca sağlığa aykırılığına karşın sıradan kadın bu iffet ve namus sembolü olarak ifade edilen "türban tacı"nı takarak özerklik kazanmakta ve yükselen dinsel ortamda bu eyleminden nemalanmaktadır.
Öyle ya neden geleneksel başörtüsü değil de ille de türban? Yazma, yaşma, ferace, kara çarşaf, peçe veya burka değil de türban? Bunun yanıtı bir tür "soyluluk arayışıdır", farklılaşma ya da bir tür farklılığı yansıtma isteğidir. Tıpkı binlerce yıl önce Sümer tapınaklarındaki öğretici kadınlar da olduğu gibi halktan, yani genelden ayrılma isteğidir. İşte tam da burada türbanın kendisinin bir ötekileşme ve diğerlerini ötekileştirme aracı olduğunu söylüyoruz. Yoksa neyine yetmedi ananın başörtüsü sorusu sorulabilir?
Özetle türbanın kökleri Sümerlilerde belirgin bir ruhbansal şekle bürünmüş gibi gözükse de siyasi ve sosyolojik olarak konuyu soyluluk giysileri bazında ele aldığımızda bu kökler özellikle soyluluk bağlamında daha da eskilere gitmektedir. Türbanın tarihi bu bağlamda kürklere, bitkilere, yapraklara, dallara kadar bile gidebilir.
Tuncay Temiz
Aralık 2007