
- Filmde Atatürkün Meclisi, 23 Nisan 1920de birçok dini değeri kullanarak açtığı söylendikten sonra deniyor ki: Dayandığı bu güçlerle ileride hesaplaşacaktı. Böyle mi oldu gerçekten?
- Meclisi açarken o dönemin kurumlarından, eğilimlerinden yararlanmaktan daha doğal ne olabilir? 600 yıllık bir düzene karşı çıkılacaktı. TBMM bir ihtilal kuruluşudur. Ama Atatürk ve Cumhuriyet, ileride, din ile değil, irtica ile, ortaçağ ile, yobazlıkla, bunlara kucak açanlarla hesaplaştı. Altını çize çize söylüyorum, Atatürkün de, Cumhuriyetin de dinle, dindarla bir sorunu olmamıştır. Birçok olaylar uydurarak tersini iddia edenler, Atatürk karşıtı dincilerdir. Şimdi bu iddiayı paylaşan forması başka Atatürk karşıtları da vardır. Doğru tarihi bilselerdi, hiçbiri Atatürk karşıtı olmazdı. Sahte tarihler ve maksatlı söylentilerle yetiştiler. Bu yüzden Atatürke karşılar. İnanıyorum ki bir gün doğru tarihi öğrenecekler ve bu yapma, tehlikeli ikilik bitecek. Can Dündar bu yanlış, haksız, sonradan uydurma iddiaların izinde görünüyor. Umarım daha fazla yürümeden durur ve düşünür.

Vahidettinle vedalaşma
- Vahidettinle vedalaşması sahnesi için ne diyorsunuz?
- Bu sahneyi anlatan kim?
- Sahi kim?
- Atatürkün kendi. Mütareke dönemi anılarını Falih Rıfkı Ataya, Mahmut Soydana ve Yunus Nadiye anlatıyor, bu anılar aynı günlerde yayımlanıyor. Atatürk, veda sırasında Vahidettinin şöyle dediğini aktarıyor: Paşa, Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların artık hepsi bu kitaba girmiştir. Tarihe geçmiştir. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa, devleti kurtarabilirsin!
Mustafa filminde bu sözler yer alıyor ama arkası gelmiyor. Oysa Atatürk, Vahidettinin bu cümlesini bir amaçla aktarıyor. Aktardıktan sonra, bu sözün gerçek anlamını yorumluyor, açıyor; Vahidettinin bencilliğini, acizliğini, ufuksuzluğunu, Milli Mücadele ile hiç ilgisinin olmadığını anlatıyor. Mustafa filminde Atatürkün anıları, dincilerin istedikleri gibi kullanılıyor. Bu iyi niyetle de, bilinçle de, belgeselcilik ahlakıyla da bağdaşır bir tutum değil.
Tek kelimeyle ayıp!
Bu konuyu uzatmaya gerek yok. Meraklısı Atatürkün Hatıralarını okuyabilir. (F R.Atay, s. 122-124, T. İş Bankası Y. , 1965; yeni yayını: İsmet Görgülü, Atatürkün Anıları, s. 219-222, Bilgi Y., 1997 ) Ayrıca benim, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele adlı kitabıma bakılabilir. Bu kitapta Vahidettin ve Atatürk ile ilgili bütün iddialar, yanlışlar, yalanlar ve doğruları yer alıyor, tabii bu veda sahnesi de. ( s. 232- 285)
Okurlarımın affına sığınarak bir hususu belirtmeyi gerekli görüyorum: Söz konusu kitabım, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele hakkındaki bütün yalanların, yanlışların ve yutturmacaların derlendiği, sağlam belgelerle doğrularının açıklandığı 780 sayfalık bir çalışmadır. Bu çalışmaya bakmadan yakın tarihimizi anlatmaya çalışanların çoğu, yalan, yanlış ve yutturmaca tuzaklarına yakalanıyorlar.
Dinciler, o cümleyi, Atatürkün açıklamasını vermeden, yani hokkabazlık yaparak Vahidettini aklamak, Milli Mücadeleyi planlamış gibi göstermek için kullanırlar. Bu hayali kanıtlamak için bin dereden su getiriyor ve gülünç oluyorlar. Hem tarihe, hem okuyucularına, hem sağduyuya saygısızlık ediyorlar.
Can Dündar, bir belgeselci olarak ya bu sahneyi Atatürkün yorumu ile tamamlamalıydı ya da bu sahneye hiç yer vermemeliydi. Tamamlamadığı için tarihi tersine çevirmek için çabalayan yutturmacılar kafilesi içinde yer almış oluyor.
32. Günde şöyle bir açıklama yaptı: Bu sahneden sonra İngilizlerin Atatürkün geri çağrılmasını istedikleri, Vahidettinin de İngilizlerin bu isteğini yerine getirdiği veriliyor. Bu bilgi, Vahidettinin Milli Mücadeleyi planlamadığını belirtiyormuş.
Belirtmiyor oğlum!
Ne kendini kandır, ne bizi oyala. Düzelt o sahneyi!
Onu kıyıdan köşeden, yatağından, sofrasından didiklemeye çalışmak insanca yaklaşmak değildir
Atatürkü yanlış anlatanlar çok
- Can Dündar soruyor: Biz yeri asla dolmayacak, dogmalaştırılmış bir kutsal önder peşinde miyiz, herkesin onun gibi olmasını isteyeceği bir örnek kişilik mi? Ne diyorsunuz?
- Atatürkü dogmalaştıranlar, abartılı anlatımlarla uçuranlar var. Fakat bunların sayısı yok denecek kadar az. Üstelik bu yaklaşım geçmişte kaldı. Atatürke haksızlık edenler, onu çocuklara, gençlere, bin türlü yalan söyleyerek yanlış tanıtanlar ise hayli çok. Sahte tarihler, ansiklopediler insanın midesini bulandırıyor. Bu iki ucun arasında, Atatürke minnet ve saygı duyan, gerekli saygının gösterilmesini isteyen vefalı, kadirbilir, vicdanlı, sağduyulu, sağlıklı milyonlar var.
Bu milyonlar için Atatürk dogma değil, ilah da değil. Ama çok değerli bir insan. Atatürkü dogma gibi gösteren, benzersiz, eşsiz olması. Değerine, büyüklüğüne yaklaşan kimse yok. Keşke benzerleri, ona yaklaşanlar olsa. Sorunlarımızı çözse, onurumuzu tazelese, dik durmamızı sağlasa, bizi yeniden yekpare bir millet yapsa. Süpermen de değil elbette ama onu eleştirenlerle karşılaştırınca insanın gözüne süpermenden de daha güçlü, daha büyük ve harika görünüyor. 32. Gün çekiminin yapıldığı gün, kendim dahil, katılanlara baktım: Atatürkün yanında nokta bile değildik ve Atatürkü tartışıyorduk.

Rahmetli Atatürkü kıyısından köşesinden, sofrasından yatağından didiklemeye yeltenmek, insanca yaklaşmak, insanca anlatmak değildir. Bu palavraya, ucuzluğa, basitliğe bir son verelim.
Atatürkün örnek alınacak, saygı duyulacak, imrenilecek birçok niteliği var. Okul kitaplarını bilirim. Üç yıldır da okul okul geziyorum. Okul kitaplarında Atatürke ait şu güzel, insanca nitelikler anlatılıyor:
Doğaya saygısı, bir çınar ağacının bir dalının kesilmemesi için kendisi için Yalovada yapılan evi raylar üzerinde kaydırtarak o tek dalı kurtarması, çocuk sevgisi, hayvan sevgisi, okumaya merakı, yurt sevgisi, kurtarıcılığı, insanlara, milletine, annesine, kadınlara saygısı vb. Hiçbir kitapta Atatürk ulaşılmaz, erişilmez bir insan olarak anlatılmıyor. Ama elbette saygıyla, sevgiyle, övülerek, gururla anılıyor.
Can Dündara soruyorum:
Oğlum, Mustafa filmi ile Atatürkü, herkesin onun gibi olmasını isteyeceği bir örnek kişilik olarak mı işledin? Bize böyle bir Atatürk mü sunuyorsun?
Bir düşün, iyi düşün, çok iyi düşün!
LATİFE HANIMIN ATATÜRKÜ KÖŞKÜNE DAVET ETTİĞİ YANLIŞ
- Latife Hanımın Atatürkü köşküne davet ettiği söyleniyor. Bunun yanlış olduğunu sanıyorum.
- Haklısın, yanlış. Yüzbaşı Armstrongun uydurmalarından biri de bu. Masala bayıldığımız için birçok kitabımızda bu masal yer alıyor. Filmde de yer almış. İzmir yangını dolayısıyla kalınabilecek evler gezilirken Uşakizadelerin beyaz köşküne de bakılır. Atatürk ve Latife Hanım ilk kez bu vesile ile karşılaşmışlardır.
Kürtlere özerklik vaat etmedi
- Atatürk 1923 yılında İzmitte bazı gazetecilerle yaptığı toplantıda bir soru üzerine Kürtlük sorununa değinerek bilgi vermiştir. Filmde yer alan Atatürkün açıklaması tartışma yarattı.
- Evet, çünkü Atatürkün açıklaması iyi özetlenmemiş. Özetten salt Kürtlere yerel özerklik verildiği anlamı çıkıyor. Atatürk Kürtlere özerklik vaat etmiyor. Kürtlük adına bir sınır çizmenin mümkün olmadığını söylüyor. Sonra da TBMMce kabul edilmiş olan 1921 Anayasasının 11. maddesine değiniyor. Bu maddeye göre illerin ve nahiyelerin tüzelkişilikleri ve yerel konular bakımından özerklikleri var.
Atatürk bunu belirttikten sonra Türklerin de, Kürtlerin de, öteki unsurların da bazı yerel konularda illerini, nahiyelerini özerk olarak yöneteceklerini söylüyor. (Suna Kili, Ş. Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, s. 106-107; M. Kemal, Eskişehir - İzmit Konuşmaları, s. 105 (eksiksiz metin), Kaynak Y. 1998; Prof. Dr. Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3. Kitap, 1. Bölüm, s. 109 vd.) Mustafa filminde Atatürkün açıklaması, tartışmalara, yanlış anlamalara, kuşkulara yer bırakmayacak biçimde aktarılmalıydı. Bu da düzeltilmesi gereken sahnelerden biri.
SÜRECEK
