Kısaca celladına aşık olmak diye de tanımlayabiliriz.
Tüm olumsuzluklara, tüm yanlışlara rağmen, kendisine bunları yaşatan kişiye veya olguya duygusal olarak bağlanma da denebilir.
Evet Türkiye 2002 yılından itibaren İslamcı bir anlayış ve İslamcı bir hükümet tarafından yönetilmektedir. 20 yıl gibi bir süre hiç de azımsanmayacak bir süredir.
O gün doğan çocuklar bugün 20 yaşına geldiler ve bu İslamcılardan başka bir hükümet görmediler.
Bu uzun süreçte ülke yavaş yavaş değişime uğradı. Bunu yaparken de suda ısınan kurbağa taktiğini uyguladılar, başarılı da oldular ve günümüze geldik.
Zammın adı fiyat ayarlaması oldu.
Ülke topraklarında yaşayan insanların hayat standartları düşürüldü.
İnsanlar fakirleştirilip muhtaç hale getirildiler.
Ülke toprakları ve ülke değerleri (fabrikalar, sanayi kuruluşları, yollar, köprüler, otoyollar vb) yabancıya peşkeş çekildi ve çekilmeye de devam ediyor.
Ülke Rant Ekonomisine ve Mafyalaşanlara teslim edildi.
Devletin ülke sınırları dışında dostu, bir saygınlığı ve etkisi kalmadı.
Ülkenin yarısı asgari ücretle geçinmeye çalışıyor bugün alabildiğini yarın aynı fiyattan alamıyor.
Nüfusun çoğu yardımlarla (para yardımı, gıda yardımı, sağlık desteği (yeşil kart), kömür yardımı ile) ayakta kalmaya çalışıyor.
Kendi kendine yeten bir ülkeden, ekmeklik buğdayı ve hatta samanı bile ithal eden duruma düştük.
Ülkede artık başını sokacak bir ev veya araba almak bile bir hayal oldu.
Mülk sahipleri açgözlülüğe teslim oldular.
Ev kira fiyatları astronomik düzeylere erişmekle birlikte insanların ceplerindeki paralarda bir artış olmadı aksine eksilme oldu.
Yılın son çeyreğinde Enflasyon ülkeyi silindir gibi ezdi.
Tüm bunlar olurken insanların tepkileri ne oldu?
Cellatlarına aşık olduklarından ve duygusal olarak bağlandıklarından, biat ettiklerinden, hiçbir şey olmadı.
İnsanlar kabullendiler ve yaşamlarına iyi veya kötü devam ettiler.
2022 ne getirecek, ne değişiklik olabilir?
Bizim bir atasözümüz var gelen gideni aratır. Görünen maalesef olumlu güzel şeyler olmayacak.
Çünkü biz üreten bir ekonomiden 20 yılda sadece tüketen bir ekonomiye geçiş yaptık.
Tüketen ekonomiler de paraları olduğu sürece karınlarını doyurabilirler.
Ama maalesef kasa boş, ülkede kişi başına düşen GSYH da yerlerde sürünüyor.
Eskiden ilk 20 büyük dünya ekonomisi içerisinde 18’ci iken bugün 21’ciliğe düşerek 3 kademe geriledik.
Yani artık ilk yirmi içerisinde değiliz.
Ülkenin ana muhalefet partisi lideri, TÜİK (Yalancılık Kurumu) ve Milli Eğitim Bakanlığına görüşmeye gittiğinde demir kapılar zincirlenerek içeri alınmadı. Rezalet ve kepazelik diz boyu.
Bu oluşan son gelişmeler ise, bize yönetimin Otokrasiden ve Plütokrasiden (zenginlerin egemenliği) ilaveten Faşizan uygulamalara geçtiğini gösterdi.
Parti ve polis devletinin artık açık açık istediğini yapmaya, kimseyi takmadan, yasalara uymadan egemenliğini ilan ettiğini gösteriyor. Yasa, kural artık hikâye.
Fakat ülkede yaşayanlar halen görmüyor ve duymuyorlar.
Aynı 1. ve 2. Dünya savaşındaki Almanya gibi.
Almanya’da o zaman toplama kamplarında olan bitenler, soykırımlar gazla ve yakarak yok etmeler Almanlarca hesapta bilinmiyordu. Savaşın son günlerinde bile halen büyük Almanya hayalleri görüyorlardı. Ta ki Ruslar Berlin’e girene kadar.
Bizde farklı mı?
Değil,
bazıları büyük Türkiye, kıskanılan ülke hayalleri görüyor, her şeyi dış güçlere bağlıyor.
Sonra da evine ekmek almak için gidip ekmek kuyruğuna giriyor.
Ama diğer yandan İstanbul’da Kuruçeşme Arenada Novıkov isimli bir restaurantta 12,600 lira bir yemeğe verilebiliyor. Evet yanlış okumuyorsunuz bir yemeğe 12,600 lira veya bir kemere 10 bin lira yada bir saate 600 bin lira gibi meblağlar ödeyebilen mutlu bir azınlık mevcut. Bu mutlu azınlığı sizler yarattınız.
O ödenen yemek bedeline bir asgari ücretli 3 ay çalışıyor.
İşte adaletsiz ve eşit olmayan düzen ülkeyi artık bu duruma getirdi.
Bu yüzden ben artık 2022’den bir şey beklemiyorum.
Son söz Hayaldi gerçek oldu…
Zafer ATUN
31 Aralık 2021
zaferatun.wordpress.com
Genel bilgi; Stockholm Sendromu nedir.
İnsanın kendisini zora sokan ve üzen koşulları kabullenmesi, savunması, sıkıntıya sokan koşulların nedenlerini görmemesi, ezilmesine rağmen ezenin yanında yer alması, hatta ezen kişiye karşı minnet duyması olarak da tanımlanabilen Stockholm Sendromu; rehinelerin, kendilerini esir alanların duygularını anlama durumuna gelmeleri ve daha sonrasında suçlulara yardımcı olmaya çalışmaları ve sonunda özdeşim kurmaları hali olarak tanımlanır. Stockholm sendromu, tam olarak, rehinenin kendisini rehin alan kişiyle olası diyalog sürecinde oluşan, duygusal anlamda sempati ve empati oluşması olarak özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan bir terimdir.
Stockholm Sendromu’na göre kurban/ezilen durumunda olan topluluk, kendilerini tehditle, şiddet yoluyla ve özgürlüklerini kısıtlamakla yoğun strese sokan kişilerin bakış açısını benimseyebilir. Bu durumda artık kendi bakış açılarına göre bir “kurban/ezilen” durumunda değildirler. İçinde bulundukları durum bir anda meşru ve doğru bir duruma, kendilerini ezen insan da aslında yanlış anlaşılmış bir kişiye, hatta bir tür kahramana dönüşür.
ADINI STOCKHOLM’DEKİ BANKA SOYGUNUNDAN ALDI
İlk kez Psikiyatr Nils Bejerot tarafından tanımlanan sendrom, ismini 1973 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşanan bir olaydan alır.