Türk İslamcılığının Talibanlaşması
Ateşler içinde yanıyordu. Küçük çocuk olsa annesi soğuk suyun altına sokardı. O ise tersini yaptı. Başından ayakucuna örten kıyafetini giydi. Dünyayı kumaştan bir ızgaranın ardından gördüğü örtüyle yüzünü örttü. Doktora gitti. İyileşsin diye yazılan reçeteyi ise eşine verdi. Kocası “geçmiş olsun” demek yerine ona vurdu. Çünkü reçetenin üzerinde karısının adı yazıyordu. İnancına göre kadının yabancı bir erkeğe ismini söylemesi günahtı.
20. yüzyılda Doğu modernleşmesinin simgesi olan iki ülkeden bugün kadın çığlıkları yükseliyor. Birinde kadının adı bile yok. Afganistan’dakiler bu nedenle “Adım Nerede” diye kampanya yapıyor. Türkiye’de ise neyse ki, belki de ne yazık ki, kadınların sadece “adı” var. Kimi zaman Özgecan Aslan kimi zaman Emine Bulut kimi zaman Pınar Gültekin... Kadınlar katledilen hemcinslerinin ismini söyleyerek sokağa çıkıyor. Devleti yöneten zihniyetin erkek olduğunu bir kez de üniformalı şiddet onlara hatırlatıyor.
Talibanlaşmak bir siyasi model olabilir mi? “Öğrenciler” anlamına geliyor. Medreselerde eğitim alanlar öğrendikleri dini günden güne katılaştırarak ülkeyi felç ediyor. Heykel yıkıyor, kâkül kesiyor. Kadın doktorların kalp ameliyatı yaptığı düzeni, kadının doktora adını söyleyemediği hale getiriyor. Su damlatan musluğu sürekli daha da sıkarak sonunda açamamak gibi. Dini siyasallaştıranlar, parçası oldukları düzenin sorunlarıyla yüzleşmek yerine, dini daha da siyasallaştırarak işin içinden çıkmaya çalışıyor. Bir tarikat yurdundaki toplu istismar ya da sobalı bir evdeki kadın katli damlaların sesini yeniden duymamızı sağlıyor.
Başından sonuna AKP ve Erdoğan var
Musluk, bu kez İstanbul Sözleşmesi’ni yırtarak sıkılmaya çalışılıyor.
Hatırlayın, adı nereden geliyor? 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında Türkiye’nin öncülüğünde imzaya açılmıştı. İlk imzalayan dönemin AKP hükümetiydi.
Bu konuda bir kafa karşıklığı var. Sözleşme, Avrupa Birliği’nin veya onun siyasi kanadı Avrupa Parlamentosu’nun değil. 1949’dan itibaren Türkiye’nin bizzat kurucu üye olduğu Avrupa Konseyi’nin.
Dahası...
Sözleşmenin imzalandığı gün Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin Başkanı kimdi dersiniz? Bugünkü hükümetin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu. Sözleşmenin imzalandığı gün Avrupa Konseyi’nin dönem başkanlığını da Türkiye yürütüyordu.
İlk imzacı Türkiye, bütün Avrupa’ya, kadına yönelik şiddetin ve ayrımcılığın son bulması için sözleşmeyi imzalama ve iç hukukunu buna göre düzenleme çağrısı yaptı.
Sözleşme yine AKP hükümeti tarafından 11 Kasım 2011’de Meclis’e sunuldu. En üstteki imza dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a aitti.
Bugün AKP Gaziantep Belediye Başkanı olan, dönemin Aile Bakanı Fatma Şahin hızlandırmak için çalıştı.
AKP milletvekili Azize Sibel Gönül başkanlığındaki Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, 22 Kasım 2011’de oybirliği ile teklifi kabul etti. Gönül, daha sonra AKP Kadın Kolları başkanlığı yaptı. Son seçimde de partisinin İzmit Belediyesi başkan adayıydı.
24 Kasım 2011 tarihinde ise AKP milletvekili Volkan Bozkır başkanlığındaki Dışişleri Komisyonu tasarıyı oybirliği ile kabul etti. Bozkır’ın bugün hükümetin desteğiyle Birleşmiş Milletler 75. Genel Kurul Başkanı seçildiğini hatırlatalım.
Sözleşmeyi aynı gün genel kurula getiren Meclis Başkanı Cemil Çiçek’ti. Bugün Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi olan Çiçek, o gün Fatma Şahin’i aramış ve “Bana düşen ne varsa sonuna kadar destek vermeye hazırım” demişti.
Bu çabukluğun nedeni bir denkleşmeydi. 23 Kasım’da Meclis’te söz alan AKP vekili Azize Sibel Gönül, “Bu uluslararası anlaşmanın hayırlı olmasını diliyorum, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü münasebetiyle başlattığımız, Sayın Başbakanımızın da imzaladığı ‘biz de varız’ imza kampanyasını buradan sizlere duyuruyor ve hepinizin desteğini bekliyoruz” demişti.
Sözleşmenin yazım sürecinde bile Türk fikir insanları vardı. Erdoğan ailesinin desteklediği KADEM de propagandasını yapıyordu..
‘Bu onur bize ait’
24 Kasım saat 22.50’de Meclis’te görüşme başladı. AKP’nin teklifine muhalefetin tamamı da (CHP, MHP, BDP) destek verdi. AKP adına Nurettin Canikli konuştu. Halen vekil olan Canikli, “Sözleşmeyi parlamentosundan geçiren, yasalaştıran ilk ülke olma onuru da inşallah bize ait olacak biraz sonra; hepimize ait olacak, bütün milletvekillerimize, bütün gruplarımıza ve Türkiye’ye ait olacak. Bu gurur gerçekten çok tarihi bir anın da aynı zamanda yansımasını ifade ediyor” demişti.
Bugün Cumhur İttifakı’nın parçası olan MHP adına konuşan Mehmet Şandır da sözleşmenin kabulüne destek vermiş, hatta ötesinde adımlar atılmasını istemişti.
Tutanaklarda eleştirel sadece iki konuşma görülüyor. Biri CHP’li Mahmut Tanal’ın öteki MHP’li Sinan Oğan’ın. İkisi de sözleşmeyi değil, çevirisindeki hataları eleştirmiş.
Saat 23.16’da oturum bittiğinde Meclis’teki 247 vekilden 246’sı sözleşmeye kabul oyu verdi. Sadece 1 vekil çekimser kaldı. O bile “hayır” demedi.
Yıllar sonra neden tartışılıyor?
10 Şubat 2012 tarihinde yine AKP hükümetinin Bakanlar Kurulu tarafından imzalanan, 8 Mart 2012’de Resmi Gazete’de yayımlanan, 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe giren sözleşme neden yıllar sonra tartışma konusu oldu?
Komplo teorilerine bakmayın. Zahmet edip 81 maddelik sözleşmeyi okursanız, içinde ne ailenin yıkılması ne de bir yaşam tarzının dayatılması var. Metnin tamamı savaşta ya da barışta kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olduğu, şiddete sıfır toleransın gösterildiği bir çerçeve çiziyor.
Asıl mesele başka...
Siyaset boşluk tanımaz derler. Türkiye, FETÖ belası ile hesaplaşırken yerine aday olan güç ilişkileri varlığını yeniden tanımlıyor. Kendisinden kopan sağ unsurların muhalefetine karşı daha da sağlaşan iktidar, Türk İslamcılığını Talibanlaştıran zihniyetle bir araya geliyor. Türkiye’yi dünyadan kopartarak yalnızlaştırmayı bir kazanım olarak gören odaklar da bu ateşe benzin döküyor.
Bir zamanlar “demokrasi” diyerek iktidarı fethedenlere şimdi diktikleri kıyafet bol geliyor. Damlayan musluk günden güne sıkılırken kâh Ayasofya’da kâh İstanbul Sözleşmesi’nde ülke yokuş aşağı yuvarlanıyor.
Türkiye’nin 9 yıl önce başını çektiği sözleşmeyi bugüne kadar 46 ülke imzaladı, 34’ü meclisinde onayladı. İçeriğini değiştirmek mümkün olmadığına göre, Türkiyenin çekilmesi “Biz artık kadına şiddet ve ayrımcılık konusunda başka bir yerdeyiz” anlamına gelecek. Devlet ciddiyeti ile de medeni ilişkilerle de ilgisi olmayan böyle bir adım hepimizi daha da geriye götürecek.
Acil sorumuz şu: Türkiye’nin Taliban zihniyetine mahkûm oluşunu izleyecek miyiz?
Barış TERKOĞLU, 23 Temmuz 2020