Türk-Kürt İlişkileri (1-3) / Metin AYDOĞAN

Türk-Kürt İlişkileri (1-3) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Haz 09, 2015 12:13

Türk-Kürt İlişkileri -1

Türk-Kürt ilişkilerinin kökeni, Abbasi Devleti’nin bölgede egemen olmasına dek gider. Gazneli Mahmut’tan (988-1030), Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucusu Tuğrul Bey’e, (990-1063), Alparslan’dan (1029-1072), Anadolu Selçuklularına ve Osmanlı döneminden geçerek günümüze dek gelir. Türk-Kürt birlikteliği, devlet görevlerinde yer almayla sınırlı kalmayan ve toplum düzeninin her alanına yayılmış kalıcı bir kaynaşmaya ulaşmıştır. Bu iki halkın insanları, etnik kökenine bakılmaksızın; tarımdan hayvancılığa, zanaatçılıktan tecime (ticarete), kent yaşamından göçerliğe dek yaşamın her alanında, eşit biçimde yer aldılar; benzer değer yargıları, ortak yönelişler ve aynı dinsel inanış içinde, çok uzun süre birlikte yaşadılar.

Gönüllü Birliktelik

Türk-Kürt ilişkileri; çok uzun süre birlikte yaşamanın, iç içe geçerek güce dayanmayan özümlemenin (asimilasyon), gönüllü bütünleşmenin ve ortak değerlere sahip olmanın tarihi gibidir. Halklar arasındaki her ilişki özgündür ancak her özgünlüğün aynı zamanda başkalarıyla benzerlikleri de vardır. Türk-Kürt birlikteliği kadar benzeri olmayan bir özgünlüğe, dünya halkları arasında herhalde rastlanamayacaktır.

Bilinmezliklerle dolu, binlerce yıllık ortak geçmişe sahip Türkler ve Kürtler, çok uzun dönemler boyunca, barışçı bir ortam içinde birlikte yaşayarak birbirleriyle kaynaşmışlardır. Türkleşen Kürtler, Kürtleşen Türkler vardır, pek çok konuda yaşam ve duygu birliği içindedirler. Çatışmasız geçen Osmanlı döneminden sonra, bugün aynı devletin eşit haklara sahip yurttaşlarıdırlar.

Türk-Kürt ilişkilerinde halka inen bir çatışma ve gerilim yaşanmamıştır. 12.yüzyıldaki birkaç çatışma sayılmazsa, 19.yüzyıla dek, yani dış kışkırtmanın başlatılmasına dek, 700 yıl barış içinde yaşamışlardır.

Bugün, hala tam olarak çözülmemiş olan ve çok eskiye giden, etnik köken birliktelikleri ya da ayrılıkları ne olursa olsun, Kürtler ve Türkler son bin yılı birlikte yaşamış ve aynı devletin yönetimi altında bütünleşmiştir. Anadolu’da yaşayan bu iki halk, birlikte yaşamak zorunda kalan iki yabancı unsur değil, aynı ulusu oluşturan iki iç unsur haline gelmişlerdir. Tarihin ve günümüzün yaşanan gerçeği budur.

Yöneten-Yönetilen

Türk-Kürt ilişkilerini; ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan inceleyip, bu ilişkileri tarihsel boyutuyla ortaya koymak, konunun uzmanlarınca yapılması gereken ve herhalde yapılacak olan bir iştir. Konu, yüzeysel de olsa, yönetim işleyişi açısından ele alınırsa, karşılaşılacak olan ilk gerçek; son bin yıl içinde, Türkler’in yöneten, Kürtler’in ise yönetilen konumda olmalarıdır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda merkezi yönetiminin tanıdığı özerklik hakkına bağlı olarak, Kürtler iç işlerinde serbest bırakılmıştır. Cumhuriyet döneminde ise, özerklik aşılarak yönetimin tümü herhangi bir sınır konmaksızın başka etnik kökenliler gibi Kürtlere de açılmıştır.

Kürtlerin Tarihi

Kürtler günümüzde, Türkiye, Irak, İran ve daha az olmak üzere Suriye ve eski Sovyetler Birliği topraklarında yaşayan bir halktır. Etnik kökenleri aynı olmasına karşın ekonomik ve kültürel olarak en gelişkin olanları, Cumhuriyet yönetiminin sağladığı olanaklar nedeniyle, Türkiye’de yaşayanlardır.

Kürtlerin tarihleriyle ilgili görüş birliği yoktur. M.Ö.1000 yıllarında Türklerle birlikte Orta Asya’dan geldikleri, Hint-Avrupa dil kümesine bağlı oldukları ya da yaşadıkları bölgenin yerleşik halkı olduklarını ileri süren görüşler bulunmaktadır.

Yöreden yöreye hatta köyden köye ayrılıklar gösteren dilleri; Arapça, Farsça, Türkçe ve Latin kökenli dillerin etkisi altında kalarak oluşan toplama bir dildir. Karmaşık bir dağılım içindedir. Kuzey lehçesi Kırmançi, İran ve Doğu Irak’ta konuşulan Sorani, bir İran ağzı olan Zazaca, Iraklı Kakaylar’ın Goranisi, Türkmenistan ve Azerbeycan Kürtçesi, Irak’ın Süleymanisi, Mikrisi, Kuzey Irak’ın Badinan’ı değişik ve çoğu kez birbirini anlamayan Kürt lehçeleridir. Çoğunluğunu Türkiye’de yaşayanların oluşturduğu bir kısım Kürt, fonetik Latin abecesini kabul ederken, Irak ve İran Kürtleri Arap harflerini, eski Sovyetler Birliği’ndeki Kürtler de Kiril abecesini benimsemiştir.

Kürt Dili

Kürt dilindeki çeşitliliğin nedeni, toplumsal düzenin uzun dönemler boyunca, ulusal duygunun gelişmediği aşiret ilişkilerine dayanması ve Kürt yaşam biçiminin bu ilişkilerce belirlenmiş olmasıdır. Dil birliğinin sağlanamaması, Kürt topluluklarının bir araya gelmesini ve Kürtler’in uluslaşmasını önlemiştir.

Alman toplumbilimci Prof.Max Weber (1864-1920), Kürtçe’nin kökenbilim (etimoloji) açısından; “birliği olmayan”, “daha çok Farsî kurallara yatkın”, “sözcük karışımı” bir dil olduğunu söyler. Prof.Fritz Neumark ise, Kürtçe’de fiilin ve fiil çekimlerinin bile oluşmadığını ileri sürer. Ona göre Kürtçede fiiller, daha çok isim olarak kullanılmıştır. 1 

Max Weber, Kürtler adlı yapıtında, Kürtçe için, “Kürt dili, bir diller karışımı değil, belki bir sözcükler karışımıdır. Bir millet dili olmaktan çok, göçlerin ve istilaların etkisi altında zaman içinde oluşmuş bir dildir” der. 2 

Petersburg Akademisi’nin 20.yüzyıl başında yayımladığı ve Ortadoğu dillerini içeren sözcüklerle derlenen 8307 sözcükten; 3080’i kök olarak Türkçe, 2000’i yeni Arapça, 1030’u yeni Farsça, 1240’ı eski Farsça (Zend), 370’i Pehlevi, 220’si Ermeni ve 108’i Keldani iken, yalnızca 30’u asıl ve eski Kürtçe’dir. 3 

Etnik Köken

Kürtler’in etnik kökenleri konusunda, tarihçiler arasında görüş birliği yoktur. Kürt adı Sümer yazıtlarındaki “kar-da-ka”, Asur tarihindeki (M.Ö.1000) “Kur-ti-e” gibi aşiret adlarıyla ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Antik Ege uygarlığındaki “Korduene”, Roma dönemindeki “Gordoya” gibi bölge adlarıyla bağlantılama çabaları da vardır. Kimi tarihçiler, Kürtlerin Karduklular’dan geldiğini söylemektedir.

Doğu bilimci Minorski, Kürtlerin İran asıllı olduklarını ve Urmiye Gölü çevresinden Güneye göç ettiklerini ileri sürmüş, bir başka Doğu bilimci N.J.Marr, Kürtler’in kökenini Gürcülere bağlamıştır. Bir küme tarihçi ise, Kürtler’in Orta Asya’dan Batıya göç etmiş bir Türk boyu olduğu görüşündedir. 4 

Kökenleriyle ilgili ayrımlı görüşlere koşut olarak, Kürtlerin tarihlerinin başlangıcına ilişkin çok az bilgi vardır. Son zamanlarda, emperyalist merkezlerin destek ve denetimi altında bulunan kimi “Kürt milliyetçileri”, Kürt tarihi konusunda abartılı ve dayanıksız görüşler ileri sürmektedirler. Çok sayıda basılıp halka ulaştırılan kitap ya da broşürlerde, “Kürtlerin acılı tarihi” Sümerler’e dek götürülmekte, Hurriler, Lulubiler, Urartular, Mitanniler hatta Med’ler bile, Kürtler’in ataları sayılmaktadır. 5 

Yazılı Tarih

Kürtler’e ait bilgiler, Arapların bölgeyi ele geçirdikleri 10.yüzyılda belirginleşmektedir. Mesudi, İstahri gibi yazarlar, Kürt aşiretleri, bunların yaşadıkları yerler ve yaşam biçimlerine ilişkin bilgi vermişlerdir.

7-10.yüzyıllar arasında genellikle karıştıkları olaylar nedeniyle adlarını duyuran Kürtler, o dönemde Mervaniler, Hasanveyhiler gibi derebeylikler oluşturmuşlardı. 11.yüzyıl göçleri sırasında Türkler, bu beylikleri ortadan kaldırdılar; onların yerini Türk hanedanlar aldı. Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmen devletlerinden sonra bölgede, kısa bir süre Safeviler (Şah İsmail) ve arkasından Osmanlılar (I.Selim-Yavuz) egemen oldu. 6 

Kürtler, Çaldıran Savaşı’ndan sonra (1514) ve kendi istekleriyle, Türklerle birlikte yaşamayı kabul etti. Kürt kökenli Osmanlı devlet adamı olan İdris Bitlisi’nin (?-1520) girişimleri sonucu bir araya gelen 25 büyük aşiret reisi, Osmanlı buyruğu altına girmeye karar verdi. Bitlisi, I.Selim’in (Yavuz) isteği doğrultusunda 40 bin Alevi öldürerek bölgeyi Türkmenlerden arındırdı, buna karşılık Padişah, yönetimi altına giren Kürt aşiretlerine, geniş haklar içeren özerklik verdi. Türk-Kürt ilişkileri, bu olaydan sonra yaklaşık 300 yıl süren, çatışmasız bir döneme girdi.

Erime Eritme

Türkler’le Kürtler arasında, uzun geçmişe dayanan ilişkiler, 11.yüzyıldan sonra yoğunlaşmaya başladı. 12. yüzyılda, yeni bir göç dalgasıyla Anadolu’ya yönelen Türkmenler, büyük kümeler halinde Musul, Rakka ve Urfa’ya yerleşmeye başladılar. Önlenemeyen göç ve yerleşimler, Anadolu Selçukluları’nı olduğu kadar, yörede yaşayan Kürtleri de rahatsız etti.

C.Cohen’in “genişleme içinde bunalım” 7  adını verdiği bu gelişme nedeniyle, Türkmen-Selçuklu çatışması yanında, oldukça yeğin bir Türkmen-Kürt çatışması daha ortaya çıktı. Prof.Faruk Sümer’in, “kartallarla leyleklerin savaşı”na 8  benzettiği çatışma (1185), kısa bir süre içinde, Musul ve Cizre’den Suriye, Malatya, hatta Azarbeycan’a dek yayıldı ve Kürtler’in yenilgisiyle sonuçlandı. Adlarını önderlerinin adından alan Rüstem Türkmenleri ile Kürtler arasındaki bu çatışma, ilk ve o boyuttaki tek büyük Türk-Kürt çatışmasıdır.

Tarihsel Köken

Türk-Kürt ilişkilerinin kökeni, Abbasi Devleti’nin bölgede egemen olmasına dek gider. Bu devletin yönetiminde, özellikle ordusunda belirleyici güç durumuna gelen Türkler, Doğan Avcıoğlu’na göre, “Türkler gibi savaşkanlıklarıyla tanınan” 9  Kürtler’le, çok önceden tanışmışlar ve onlara “iyi askerler” olarak “İslam ordularında” görev vermişlerdi.

Gazneli Mahmut (988-1030) ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucusu Tuğrul Bey (990-1063), ordularında “Kürt askerler kullanmıştı”. Alparslan (1029-1072), Anadolu’nun fethinde büyük önem taşıyan Malazgirt Savaşında “Kürtler’den önemli destek görmüştü.” Alparslan’dan sonra başa geçen Melik Şah (1055-1092), amcası Kavurd’la giriştiği yönetim savaşımında, Kürt askerlerin desteğini alarak başarıya ulaşmıştı. Selçuklu hükümdarlarının hizmetinde paralı askerlik yapan ve bir Kürt aileden gelen Selahaddin Eyyübi’nin (1137-1193) ordusu, Türkler’den oluşuyordu ancak bu orduda, önemli sayıda Kürt askeri de vardı. 10 

Büyük Selçuklular ve Karakoyunlular döneminde, yöredeki Kürt aşiretleri, bu iki Türk Devleti’yle uyumlu birliktelikler oluşturdular. Selçuklu ordusunda paralı asker olan ve Suriye’ye vali atanan Kürt kökenli Eyyüp bin Şadi (12.yüzyıl) (Selahaddin Eyyübi’nin babası), 3.Haçlı Seferinin başlamasıyla Haçlılar’a karşı Suriye’nin birliğini sağladı ve Eyyübi Devleti’ni kurdu.

Eyyüp bin Şadi, Selçuklu hükümdarlarının hizmetinde bulunmayı gelenek haline getiren bir Kürt ailedendi ve kurduğu devletin asker ve bürokrasisinin hemen tümü, Türkler’den oluşuyordu. Karakoyunlular; Câkirlu, Ayinlu, Süleymanî, Zırkî ve Mahmudî gibi Kürt aşiretlerini, toplumun asal unsuru saymış, devlet kadrolarını onlara açık tutmuştu. Aynı tutumu, Anadolu Selçukluları, Osmanlılar ve ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti de sürdürmüş; Türk-Kürt kaynaşmasını pekiştiren bu uygulama, sekiz yüz yıl süren bir gelenek halinde, devlet işleyişine yerleşmiştir.

Kalıcı Kaynaşma

Türk-Kürt birlikteliği, devlet görevlerinde yer almayla sınırlı kalmayan ve toplum düzeninin her alanına yayılmış kalıcı bir kaynaşmaya ulaşmıştır. Bu iki halkın insanları, etnik kökenine bakılmaksızın; tarımdan hayvancılığa, zanaatçılıktan tecime (ticarete), kent yaşamından göçerliğe dek yaşamın her alanında, eşit biçimde yer aldılar; benzer değer yargıları, ortak yönelişler ve aynı dinsel alışkanlıklar içinde, çok uzun süre birlikte yaşadılar.

Geçmişte, birçok Türk beyi, Kürtler’in çoğunlukta olduğu bölgelerde beylikler kurarak yöreyi Türkleştirdi. İlerki dönemlerde kimi Türkmen boyları Osmanlı baskısından kurtulmak için, Kürtçe öğrenip kendilerini Kürt gösterdiler. 11. ve 12.yüzyıllarda başlayan karşılıklı etkileşim, Anadolu’nun Türkleşme sürecine zarar vermedi, Kürtler’in rahatsız olacağı bir sonuç yaratmadı. Bugüne dek gelen uzun süreç içinde, Türkler’le Kürtler, bin yıllık beraberliğin yarattığı kaynaşma ile iç içe geçerek barışçı bir ortam içinde yaşadılar.

Kaynaşmanın Boyutu

Türk-Kürt kaynaşmasını gösteren çok sayıda örnek vardır. Üzerinde yeterince çalışılmamış olan bu konu, tarihçilerin ilgisini bekleyen işlenmemiş bir alan durumundadır. Türk-Kürt kaynaşmasına örnek olabilecek gelişmeler, yalnızca başlık olarak yazılsa bile, karşımıza uzun bir liste çıkar. Burada, okuyucuya konuyla ilgili genel bir yaklaşım sağlayacak birkaç örnek vermekle yetinilecektir.

Revadi Kürtleri’nden Tebriz egemeni Ahmedil, Selçuklu emiridir. Ölünce yerine özgürlüğünü geri verdiği (azatlığı) Türk kölesi Aksungur geçmiş ve oğullarıyla birlikte onun hanedanlığını sürdürmüştür. 11  Türkmen boylarından Saluroğulları, Kıfcakoğulları, Berçemoğulları ve Avşar Şumlaoğulları Kürtler’in yaşadığı bölgelerde beylik kuran Türk boylarıdır.

Türkmen Sungurluların Atabeyler Devleti, Kürtler ve Kürtler’e yakın Lur, Şul, Şabankare topluluklarıyla iç içedir. Erbil’de, Türk Beğ-tigin boyu, ünlü Gökbörü’nün hükümdarlığında güçlü bir beylik kurar. Bu beylik yerel halkla o denli bütünleşir ki, kimi Kürt tarihçileri, kesinlikle Türk olan Beğ-tigin beyliğini, aynı Berçemoğulları gibi Kürt sayarlar. Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da başka Türk beylikleri de kurulur. Mardin’de Hınıs-ı keyfa, Silvan’da Artukoğulları, Diyarbakır’da İnaloğulları, Harput ve Muş’ta Çubukoğulları, Bitlis’te Togan-Arslanoğulları ve Erzurum’da Saltukoğulları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da o dönemde kurulmuş Türk beylikleridir. 12 

Kürt tarihi Şerefname’ye göre (Şerefname’yi, Osmanlı Devleti’nin Bitlis emiri yaptığı, annesi Türk olan ve Safevi sarayında yetiştirilen Şeref Han (1543-1604) yazmıştır) 13 , Melkışî adı verilen Çemişkezek Kürt beyleri, Türk olan Erzurum Saltuklular’ın soyundandır. Bölgedeki Türk-Kürt kaynaşmasıyla ilgili çok sayıda örnek verilen Şerefname’de, Çemişkezek konusunda şunlar yazılıdır. “Çemişkezek beylerinin adları, onların Türkler’in çocuklarından ve torunlarından olduklarının bir başka kanıtıdır. Çünkü bu adların hiçbirinin Kürt ya da Arap adıyla bir ilgisi yoktur.” 14  Yine Şerefname’ye göre, Buldukanî diye anılan Eğil Kürt beyleri, Türk Emir Bulduk soyundan gelir. Palu ve Çermuk Kürt beyleri de Türk’tür. Gelbaği beyleri, bir Kürt reisine “damat olup onun yerine geçen”, Ustaçlu Türkleri’nden Abbas Aka’nın soyundan gelir. 15 

Selçuklular ve “Kürdistan” Tanımı

Türk kökenli Kürt beylikleri konusunda araştırmalar yapan Rus tarihçi B.Nikitin “Kürtler” adlı yapıtında; “Kürt yıllıkları karıştırıldığında, kullanılmış olan Türk ad ve unvanlarının sayısının çokluğu hayretle görülür” der. 16  “Kürtlerin yurdu” ya da “kürdistan” olarak anılan bir bölge adı, Selçuklu Sultanı Sancar’a dek, hiçbir kaynakta geçmez. Sancar, yeğeni Süleyman Şah için Hamedan bölgesinde bir eyalet oluşturur ve buraya “kürdistan” adını verir; ilk kez Sancar’ın getirdiği bu tanım, o günden sonra kullanılmaya başlanır. 17 

Arap tarihçiler; Kürtler için Ekrâd, Türkler için ise Etrâk sözcüklerini kullanırlar. Her iki sözcüğün de Araplar için anlamı, etnik köken anlatımından daha çok, göçebeliğe dayanan yaşam biçiminin tanımlanmasıdır. Sözcükler arasındaki benzerlik, aynı zamanda, etnik ayrılığı örten bir yakınlığı ifade eder. Arap düşününde Türk-Kürt ilişkisi konu edildiğinde, bu ilişki, sözcük benzerliğinin ötesine geçer.

Birlikteliğin Getirdikleri

Toplumlararası ilişkilerde karşılıklı etkileşim, tarihin her döneminde olduğu gibi günümüzde de süren ve yalnızca göçebe ilişkilerinde değil, tümüyle yerleşik duruma gelen toplumlarda da görülen, yadsınmaz bir gerçekliktir. İlişki içindeki toplumlar arasında, ilişkinin niteliğine uygun olarak, karışmalar, kaynaşmalar ve birbiri içinde erimeler in oluşması kaçınılmazdır. İlişkiler süreci içinde daha az gelişkin topluluklar, gelişkin olanın içinde erimeye başlar. Bu eriyiş, aynı zamanda bir eritiş sürecidir. Bu karmaşık süreç içinde, bir topluluk eski kimliğini tümüyle yitirse bile, eridiği topluma birçok yeni öğe katar.

Kendiliğinden oluşan bu kaynaşma, bir doğal özümleme (asimilasyon) olgusudur; zora dayanmadığı sürece, uygarlığın gelişim göstergesidir. Toplumlar bu gelişime bağlı olarak ve sürekli bir değişkenlik içinde, yenileşip olgunlaşırlar. Toplumsal birliğin çağdaş karşılığı olan uluslaşma, tarihsel dayanaklarını, ruh ve anlayış birlikteliği oluşturan bu olgunlaşma içinde bulur. Ulusa adını vererek üst kimliği, toplumsal kaynaşma içinde daha gelişkin ve güçlü olan unsur verir. Ancak bu biçimde oluşan ulus birliği; kan, ırk ya da din birliğinin öne çıktığı bir toplum biçimi değil; dil, toprak, kültür ve ekonomik çıkar birlikteliğine dayanan demokratik bir yapıdır.

Ulus Devlet Birlikteliği

Kürt-Türk birliği, günümüzde, somut karşılığını ulus-devlet örgütlenmesinde bulan, ileri bir düzeye ulaşmıştır. Ulus oluşumunda üst kimliği, doğal ve zorunlu olarak Türkler oluşturmuştur ancak bu oluşum, belki de başka hiçbir toplumda görülemeyecek denli, uzun geçmişli gönüllü birlikteliklere dayalıdır.

Birlikte yaşamanın yarattığı ortak duygu ve çıkar birliktelikleri, toplumsal alışkanlıklar, kalıcı bağdaşıklıklar ve akrabalık ilişkileriyle, Türk ve Kürt unsurlar, bugün o denli iç içe girmiştir ki; Batının büyük para ve çaba harcayarak sürdürdüğü yüz elli yıllık bölünme girişimi, bu birlikteliği hala çözebilmiş değildir.

Mustafa Kemal Atatürk, Türk-Kürt kaynaşması konusunda, değişik konuşma ve yazışmalarında görüşlerini açıklamıştır. Bu açıklamaların birinde, 16 Ocak 1923 tarihinde İzmit’te halka yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Bilindiği gibi, milli sınırlarımız içinde yaşayan Kürt unsurlar, o biçimde yerleşmişlerdir ki, pek az yerde çoğunluktadırlar. Çoğunluklarını yitire yitire ve Türk unsurunun içine gire gire öyle bir sınır oluşmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir. Sözgelimi, Erzurum’a kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar giden, Harput’a (Elazığ y.n.) kadar giden bir sınır aramak gerekir... Türkiye’nin halkı konu edilirken onları (Kürtleri y.n.) da ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman, bundan kendilerine sorun yaratmaları daima mümkündür. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtler’in hem de Türkler’in yetki sahibi milletvekillerinden oluşmuştur ve bu iki unsur bütün çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmiştir...” 18 

 1  “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1981, 3.Cilt, sf.213
 2  a.g.e. sf.213
 3  a.g.e. sf.213
 4  Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş. 20.Cilt, sf.132
 5  “Kürt Kökeni, Büyük Boylar” Welatê Torî-Nergıza Torî, Koral Yay., 1991
 6  Büyük Larousse, Gelişim Yay., 12.Cilt, sf.7285
 7  “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 5.Kitap, Tekin Yay., 1996, sf.1966
 8  a.g.e. sf.1966
 9  a.g.e. sf.2030
 10  a.g.e. sf.2030
 11  a.g.e. sf.2030
 12  a.g.e. sf.2031
 13  Büyük Larousse, Gelişim Yay., 18.Cilt, sf.11052
 14  “Şerefname” Bozarslan çevirisi, sf.208; ak. Doğan Avcıoğlu, “Türkler’in Tarihi” Tekin Yay., 1996, 5.Kitap, sf.2031
 15  a.g.e. sf.2031
 16  “Les Kurdes” B.Nikitine, sf. 183; ak. Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 5.Kitap 1996, sf.2032
 17  “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, Tekin Yay., 5.Kitap 1996, sf.2032
 18  “Mustafa Kemal Eskişehir-İzmit Konuşmaları” Kaynak Yay., 1993, sf.105


Metin AYDOĞAN, 7 Haziran 2015
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Türk-Kürt İlişkileri (1-3) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Cmt Haz 13, 2015 18:45

Türk-Kürt İlişkileri -2

Osmanlılar, Kürdistan adını verdikleri bölgede, devletin temel dayanağı olan tımar sistemini Kürtler’e uygulamadı. Bölgenin yönetimini, babadan oğula geçecek biçimde aşiretlere bırakıp bu aşiretlere, yalnızca Avrupa’daki sınır boylarında yaşayan kimi topluluklara verilen özel haklar tanıdı. Kürtler Müslüman olduğu için haraç ve cizye ödemiyor, tımar dışında bırakıldıkları için de aşar vermiyorlardı. Çevreleri koruma altında olduğu için, hiçbir dış tehdit altında değildiler. Bu koşullar, Kürtlerin tarihlerinin hiçbir döneminde ulaşamadıkları ayrıcalıklardı.

Selçuklu Döneminde Türk-Kürt İlişkisi

Selçuklular döneminde, Türk-Kürt karışması yoğunlaştı ve Kürtler arasında hızlı bir Türkleşme yaşandı. Selçuklular’ın bölgeye getirdiği ekonomik ve siyasi denge, uzun süredir Ermeni ve Arap baskısıyla uğraşmak zorunda kalan Kürtler için, istekle katılacakları, kendileri için uygun bir yönetim düzeni yaratmıştı.

Ekonomik canlanma, katılım ve karışmayı, karışma da Türkleşmeyi hızlandırıyordu. Kafkas dilleri üzerine yaptığı araştırmalarıyla tanınan ünlü dilbilimci, kazıbilimci ve etnograf Prof. Nikolay Marr (1865-1934), 12.yüzyıl karışması için, “Türk ve Kürt kanının Selçuklular döneminde kitlesel bir karışıma uğradığını” ileri sürer ve şunları söyler: “Anadolu Türkleri’nin, etnik ve kültürel yapılarının gelişiminde, toplumsal bakımdan onlara en yakın olan Kürtler’den etki almaları doğaldır.” 1 

12.yüzyıl Türk-Kürt karışması’na önem veren bir başka tarihçi Claude Cahen’dir. Cahen, Malatya bölgesinden Batıya göçen Germiyanoğulları’nın, bir “Türk-Kürt topluluğu” olduğunu, “topluluktaki Kürtler’in zamanla Türkleştiğini” ve Türkmen topluluklarıyla birlikte Azarbeycan’a giden Kürt oymakların “hayli kısa bir süre içinde” Türkleştiğini ileri sürer. 2 

Azerbaycan, Türkler’in yoğun olduğu bir bölgedir. Karakoyunlular, Akkayunlular daha sonra Safevi devletleri, Anadolu’daki Türkmenleri ülkesine çağırır ve bu çağrıya uyup kitle halinde göç eden Türkmenler yanında, bir kısım Kürt oymağı da gider; bunların tümü orada Türkleşir.

Türkler’in kurduğu Karakoyunlu Devleti, Kürtleri hiçbir ayırım gözetmeden eşit haklara sahip uyruğu sayar. Kimi tarihçiler, Karakoyunlu Devleti’ni, “Türkmen çoğunluğa karşın Türk-Kürt aşiretleri konfederasyonu” 3  sayar. Önemli sayıda Kürt, Karakoyunlu Devleti içinde Türkleşir. Erdebil’den Mugan’a dek uzanan geniş bölgeyi yurt tutmuş, Kürt kökenli Cakirlu topluluğu, 15.yüzyılda Türkleşir. 4  Safevi döneminde Karabağ’da yaşayan ve Kürt tarihi Şerefname’nin Kürt kökenli kabul ettiği, İgirmidört (Yirmidört) aşireti tümüyle Türkleşir. 5 

Doğan Avcıoğlu’na göre Anadolu’yu Selçuklular ve Osmanlılar, Türkleştirip İslamlaştırdılar. Ancak İslamlaşmada İranlılar ve Kürtler’in de katkısı vardır. Avcıoğlu, Türklerin Tarihi adlı yapıtında şunları söyler: “Hıristiyan Anadolu’da Selçuklular, daha sonra Osmanlılar, birer İslam devleti kurarak yeni bir toplum biçimi oluştururlar. Bu oluşumda İslam Kürt ögesinin katkısını belirtmek gerekir. Diyarbakır, Silvan, Ahlat vb. Selçuklu döneminin parlak İslam uygarlık merkezleridir. Selçuklular, bu kentlerin Kürt kökenli İslam bilginlerini hizmetlerine alırlar. Böylece Selçuklu hizmetinde yalnızca Kürt emirler ve savaşçılar değil, din bilginleri ve sivil yöneticiler de vardır. Anadolu’nun İslamlaşmasına Türkler’in yanı sıra, İranlılar gibi Kürtler de katkıda bulunmuşlardır.” 6 

“Kürt Alevisi” Olur Mu?

Selçuklu döneminde, Kürtler arasında yaygın ve hızlı bir Türkleşme yaşanırken, Osmanlı döneminde, özellikle de I.Selim’den (Yavuz) sonra güce dayanan ilginç bir ters süreç yaşanır. Büyümenin ağır yükünü çeken Türkmenler arasında hoşnutsuzluklar artar. Ayaklanmalara dönüşen hoşnutsuzluk, Osmanlı Devleti tarafından kanlı biçimde bastırır, çok sayıda Türkmen öldürür. Anadolu’daki gelişmeleri Osmanlı Devleti’ne karşı kullanan Safeviler, Anadolu Türkmenlerini ülkelerine çağırır.

Kendisi de Türk olan ve Türkçe’yi mükemmel biçimde kullanan Şah İsmail’in çağrısı, mezhep yakınlığıyla birleşince, Azarbaycan’a yoğun bir Türkmen göçü başlar ve Anadolu’da Türkmen nüfus, tehlikeli biçimde azalır. Özellikle Güneydoğu Anadolu’da, sayıları son derece azalan kimi Türkmenler, kıtımdan kurtulmak için Kürtleşirler. Prof.Faruk Sümer’e göre, “Güneydoğu Anadolu eğer Safevilerin elinde kalsaydı”, Türkçe, orada “Rakipsiz bir dil haline gelecek ve bölge tümüyle Türkleşecekti.” 7 

Osmanlılar, Safeviler’in tam tersini yaptı. Şah İsmail’in peşinde koştuğu Alevi Türkmenlere karşı Sunni Türkleri ve Şafi Kürt aşiretlerini destekledi; onları Alevilere karşı kullandı. Bu tutum, devlet politikası yapılarak Osmanlı Devleti yıkılana dek sürdürüldü.

Bugün, Batının desteğiyle ayrılıkçılığa yönelmiş olan kimi örgütlerin, yayınlarında bolca kullandıkları ve bilimsel bir dayanağı olmayan “Kürt Alevisi” gibi garip bir tanım ortaya çıktı. “Alevi Kürt” en az “Alevi Fransız” kadar bozuk ve yanlış bir tanımlamadır. Alevilik, Türklüğe özgü bir yaşam biçimidir. Türk inanç dizgelerinden birini oluşturan bir Orta Asya kavramıdır. Alevi olmak için Türk olmak ya da Türkleşmiş olmak gerekir.

Kürt Ayrıcalığı

Osmanlılar, Kürdistan adını verdikleri bölgede, devletin temel dayanağı olan tımar sistemini Kürtler’e uygulamadı. Bölgenin yönetimini, babadan oğula geçecek biçimde aşiretlere bırakıp bu aşiretlere, yalnızca Avrupa’daki sınır boylarında yaşayan kimi topluluklara verilen özel haklar tanıdı.

Kürtler Müslüman olduğu için haraç ve cizye ödemiyor, tımar dışında bırakıldıkları için de aşar vermiyorlardı; çevreleri koruma altında olduğu için, hiçbir dış tehdit altında değildiler. Bu koşullar, Kürtler’in tarihlerinin hiçbir döneminde ulaşamadıkları ayrıcalıklardı.

Kürtleşerek Gizlenme

Anadolu Türklüğü, bu uygulamalardan büyük zarar gördü. Gördükleri baskı sürekli artarak toplu öldürmelere varan Türkmenler, ya İran’a göçüyor ya da Kürtlere tanınan haklardan yararlanmak ve gerçek kimliğini gizleyebilmek için dağlara çekilip, Kürtçe öğreniyor ve kendilerini Kürt olarak gösteriyordu.

Kürt aşiretleri, özellikle dağlık bölgelerde olanlar, özerk yönetimleriyle Türkmenler için kırımdan korunabilecekleri sığınak yerleri olmuştu. Günümüzde Kürt olarak bilinen, Kürtçe ile Türkçe’yi birlikte kullanan Türkmen boyları, bu dönemin ürünleridir. 8 

I.Selim (Yavuz), Türkmen Kırımı ve Kürtleşme

I.Selim (Yavuz) Safevi seferine çıktığında, Sivas’a doğru gelirken, yolda 60 bin Türkmeni öldürtmüştü. Bunu duyan yöredeki Aleviler Dersim (Tunceli) ve Malatya Akçadağ başta olmak üzere dağlara kaçmışlar ya da Tokat, Aydın, Isparta yörelerine göçmüşlerdi.

Dağlarda gizlenerek, yabancı bir ortamda yaşamak zorunda kalan bu insanlar, toplumsal geleneklerini kendi içlerinde yaşatmışlar ancak dilleri ve milli duyguları, bu zorlama karşısında büyük zarar görmüştür. İlişkiye geçtikleri Kormanço, Zaza gibi aşiretlerin dillerini öğrenmişler, bu dilleri ana dilleri Türkçeyle karıştırarak kullanmışlardır. Yaşadıkları baskının şiddetini hiçbir zaman unutmamışlar, Türk kimliğini, bilinçli bir unutkanlık içine sokarak kendilerini ne Türk, ne Kürt, ne Arap ve ne de bir başka etnik kümeden saymışlar, yalnızca Alevi olduklarını bilmişlerdir. 9 

Akçadağ, Maraş, Zara, Gürün ve Dersim’e yerleşip Kırmançi ya da Zazacayı kullanmaya başlayan Türkmenler, bu dilleri Kürt boylarının anlayamayacağı hale getirmişlerdi. Bunların kullanmakta oldukları Zazacanın yüzde yetmiş beşi Türkçe’den oluşmaktadır. 10 

Zazaca ya da Kırmançiye çok sayıda Türkçe sözcük yerleşmiştir ancak koşulların zorunlu kıldığı bu olay, dağlara çekilen ve Oğuz Türkçesi konuşan Türkmenlerin dillerine, büyük zarar vermiştir. Çocuklarına iki dil birden öğretmişler ve ilginç bir durum olarak bu iki dili anadil konumunda yaşatmışlardır.

Orta Asya’dan getirdikleri tarihsel ve toplumsal geleneklerini sürdürmüşlerdir. Günlük yaşamda Zazaca ya da Kırmançi karışımı dil kullanıyorlar ancak dinsel törenlerini Türkçe yapıyorlardı. Örneğin, Bektaşilerin temel özelliği Gülbank ve Gülbank törenleri, deyiş, nefes ve cem ayinleri, edep-erkan usulleri her zaman Türkçe olarak yapılıyordu. 11 

IV. Murat

Sultan IV.Murat (1612-1640), Türk kimliğini öne çıkararak Alevilere yakınlık gösterdi. 1628’de Erzincan’a geldiğinde, Dersim’deki Türk aşiret reislerini huzuruna kabul ederek, aşiretlerini dağdan indirip, Doğu Anadolu yaylasının geniş ovalarına yerleşmelerini önerdi.

Bu öneri üzerine Tunceli’den (Dersim) ayrılan yirmi kadar Alevi aşireti; Hınıs, Varto, Tercan, Kiği, Bayburt, Erzincan, Erzurum, Sivas’ın ova ve dağ eteklerine yerleştiler. Kürtçe ve Zazaca öğrendikleri halde Kürtlüğü hiç düşünmediler; 17.yüzyıldan 19.yüzyıla dek göreceli olarak çatışmasız bir ortam içinde yaşadılar.

Yeniden Alevi Kırımı

Çatışmasız ortam, II.Abdulhamit döneminde (1876-1909) sona erdi. Abdulhamit, Ermeni ayaklanmalarına karşı bir önlem olarak Sunni Kürtler’den oluşan Hamidiye Alayları’nı kurdurdu. Alaylar’a asker verip katılan aşiret reislerine paşalık, kaymakamlık gibi resmi ünvanlar dağıttı.

Okuma yazma bile bilmeyen bu paşalardan, daha sonra devlet, büyük zararlar gördü ancak gerçek zararı, IV.Murat’ın önerisiyle ovalara inen Alevi Türkmenler gördü. Abdulhamit, Hamidiye Alayları’nı Ermenilere olduğu kadar “din dışı” saydığı “Alevi kızılbaşlara” karşı da kullandı. Köylere, kasabalara saldırıldı ve aralıksız sürdürülen bu saldırılarda çok sayıda Türkmen öldürüldü, malları yağmalandı. Saldırıya uğrayan bu insanlar bir kez daha kimliklerini gizlediler ve kimi Alevi aşireti “biz de Kürtüz” demek zorunda kaldılar. 12 

Şah İsmail, Türkmenler ve Kürtler

16.yüzyıl başlarında Osmanlı baskısından kaçarak Safeviler’e sığınan Anadolu Türkmenleri, Şah İsmail’in Yavuz’a yenilmesiyle, orada da güç duruma düştüler. Koruyucularını yitirmişler ve ortada kalmışlardı. Değişik yörelere dağıldılar ve gittikleri yerlerde dil ve kültürlerini korumaya çalıştılar.

Anadolu’ya dönenler, kendilerini daha da çok gizlemek zorunda kalmıştı. Bu kez dillerini de kullanmaktan çekiniyorlardı. Yaşananlar, Doğu ve özellikle Güneydoğu Anadolu’da etnik yapılanmayı, çözümü güç bir bilmece durumuna getirmişti. Türk, Kürt ve Arap unsurlar öylesine iç içe girmişti ki, kimi yerlerde insanların hangi etnik kökenden geldiği artık bilinemiyordu.

16.yüzyılda Urfa bölgesinde yaşayan büyük aşiretlerden biri olan ve Oğuzların 24 boyundan gelen Döğerlü aşireti, etnik kimliğini gizleyen Türk boylarından biridir. 13.yüzyılda Anadolu’ya gelmişler, Urfa ve Halep bölgesinde yerleşmiş, Halep’te, Arap Beni Kilap kabilelerini Türkleştirmişlerdi. 14.yüzyılda, etkili oldukları alanlarda Türkçe konuşuluyor, Orta Asya Türkleri gibi “igdiş ata biniyorlardı”, oysa bu yörede, iğdiş ata binilmezdi. 13 

Prof.Faruk Sümer’in “Kürtleşmiş bir Türkmen topluluğu olduğundan kuşku yoktur” dediği 14  Döğerlü aşireti, kimi tarihçi tarafından hala Kürt sanılır. Ancak aşiret üyeleri; Durmuş, Budak, Yağmur, Gündoğmuş, Kaya, Tanrıverdi, Satılmış gibi Türk adları taşırlar. 15 

Ünlü Türk toplumbilimcisi Kürt kökenli Ziya Gökalp (1876-1924), Diyarbakır’da Kürtler’le ilgili araştırmalarında, Kürt aşiretleri arasında çok sayıda Türk boyu saptar. Gökalp’e göre, Viranşehirdeki Karakeçililer, Batı Anadolu’daki Karakeçililer’in “Türkçe’yi unutmuş bir parçası” dır. Türkan aşireti Türktür ve bu aşiretin üyeleri Türk olduklarını genellikle bilirler. Mardin’deki Kiki, Dekuri, Milikebir aşiretlerinin Türk olma olasılığı yüksektir. 16 

Dr.Mahmut Rişvanoğlu’na göre, kendisinin de bağlı olduğu ve Kahramanmaraş-Gaziantep yöresinde yaşayan Rişvan aşireti, “birçok Türk oymağını içine alan bir tür konfederasyon”dur. 17  Güneydoğu Anadolu bölgesinde toplumbilim araştırmaları yapan Prof.Dr.M.Ersöz, Rişvanlar’dan “Pazarcık Kırmançları’nın, kendilerinin Türkmen kökenli olduklarını bildiklerini ve komşu aşiretlerin bu bilgiyi doğruladıklarını” söyler. 18  Rişvanlar içinde yer alan Çepniler, Avcıoğlu’na göre “hayli Kürtleşmiş Türkmenlerdir.” 19 

Mardin Sancağı’nın 16.yüzyılını inceleyen N.Göğüş, Osmanlı sayım defterlerine “Kürt toplulukları” diyerek kaydedilen topluluklar içinde birçok Türkmen beyliği saptar. 20  F.Kirzioğlu, 1518 yılı Diyarbakır Sancağı Tahrir Defteri’ndeki Kurmançlar arasında bir hayli Türkçe; köy, aşiret ve erkek adı bulur. 21 

Tunceli Zazaları içinde Türk kökenli olduklarını bilen aşiretler vardır. Hermek, Çarıklı ve Lolan aşiretleri bunu açıkça belirtmektedirler. 22  Varto Tarihi’ni yazan Şerif Fırat’a göre, Hermek yaşlıları Orta Asya Türk devleti Harizmşahlar’dan indiklerini söylerler. 23  Zazaca konuşan Tunceli Alevileri, cem törenlerinde “Türkçe söyleşirler”, “Türkçe şiir, nefes, mersiye, koşma ve deyiş okurlar.” 24 


 1  “Les Kurdes” B.Nikitine sf.183; ak.D.Avcıoğlu, Tekin Yay., 5.Kit. 1996, sf.2038
 2  a.g.e. sf.2038
 3  “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, Tekin Yay., 5.Kitap-1996, sf.2039
 4  “Safevi Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü” Prof. Faruk Sümer, sf.2; ak. Doğan Avcıoğlu a.g.e. sf.2040
 5  “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, Tekin Yay., 5.Kitap 1996, sf.2040
 6  a.g.e. sf.2043
 7  “Oğuzlar” Prof. Faruk Sümer, sf. 16; ak. D.Avcıoğlu, “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 5.Kitap 1996, sf.2041
 8  a.g.e. sf.2041
 9  “Kürtçe Konuşan Aleviler” Cem-Siyasi Haber Gazetesi Antalya, Ocak 2003, Sayı 73, sf.4
 10  a.g.g.sf.4
 11  a.g.g. sf.4
 12  a.g.g. sf.4
 13  “Kitab-ı Diyarbakrıyya” Lugal ve Sümer, 1.Cilt, sf.53; ak. Doğan Avcıoğlu, “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 5.Kitap-1996, sf.2041
 14  “Oğuzlar” Prof. Faruk Sümer, sf. 16; ak. D.Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 5.Kitap 1996, sf.2041
[anchor15 goto=l]15[/anchor] “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, Tekin Yay., 5.Kitap 1996, sf.2041
 16  “Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik İncelemeler” Ziya Gökalp sf. 64; ak. a.g.e. sf.2041
 17  “Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm” Dr. Mahmut Rişvanoğlu, sf. 186; ak. Doğan Avcıoğlu, a.g.e. sf.2042
 18  “Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm” M.Risvanoğlu sf. 186; ak. a.g.e. sf.2042
 19  “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, Tekin Yay., 5.Kitap 1996, sf.2042
 20  “16.Yüzyılda Mardin Sancağı” N.Göğünç; ak. a.g.e. sf.2042
 21  “Türk Dili Dergisi” Elim 1961, F.Kirzioğlu; ak. a.g.e. sf.2042
 22  “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, Tekin Yay., 5.Kitap 1996, sf.2042
 23  “Varto Tarihi” Şerif Fırat, sf. 88; ak. a.g.e. sf.2042
 24  a.g.e. sf.2042


Metin AYDOĞAN, 9 Haziran 2015
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Türk-Kürt İlişkileri (1-3) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Cmt Haz 13, 2015 18:57

Türk-Kürt İlişkileri -3

Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Kürtler, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni ya da Rumlar değildir. 20.yüzyıl başında, emperyalizmin oyununa gelen bu iki halk, yaşadıkları yerleri bırakıp gitmek zorunda kaldılar ve Türkiye Cumhuriyeti için önemli bir olumsuzluk yaratmadılar. Ancak, bugün ne Kürtler bir yere gidebilir ne Türkiye etnik ağırlıklı parçalara bölünebilir. Ne gidilecek bir yer ne de belirlenebilecek bir sınır vardır. Türkler ve Kürtler, Türk ulusunun asal unsurlarıdır; toplumsal ve kültürel kaynaşmayla iç içe geçerek Türkiye’nin her yerinde beraber yaşamaktadırlar. Doğu ya da Güneydoğu’da, biçimi ve adı ne olursa olsun, oluşacak ayrı bir yönetim birimi, Kürtler için daha geri bir konuma düşme, yani hak kaybına uğramaktan başka bir şey değildir.

Emperyalist Kışkırtma ve Kürtler

Türk-Kürt birlikteliği, yüzlerce yıllık ortak yaşamın getirdiği çok yönlü bir kaynaşma üzerine kuruludur. Kaynaşma’nın niteliğini görmek, gerçek boyutlarıyla kavramak ve buna göre davranmak; ulusal birliği koruyup geliştirmek ve özellikle Kürtler üzerinde yoğunlaşan etnik kışkırtmayı etkisiz kılmak için gereklidir. Böyle bir girişim, her şeyden önce, bilgili ve bilinçli olmayı, içinde yaşanan toplumu tanımayı gerektirir.

Ulus-devlet varlığının korunmasını dolaysız ilgilendiren bu girişim, yalnızca Türk ve Kürt kökenlileri ya da yalnızca devlet yetkilileriyle onlara karşı savaşım verenleri değil, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan herkesi ilgilendiren bir konudur. Anadolu’da Türk-Kürt ayrılığının olabilirliğini düşünmek, gerçekleşme olasılığı bulunmayan sanal erekler peşinde koşmak demektir. Bu iki halk, bin yıllık ortak geçmiş içinde o denli kaynaşmış, o denli iç içe girmiştir ki, bunları birbirinden ayırmaya çalışmak, üstelik bunu emperyalist destekli çatışma yoluyla yapmak, Türkiye Cumhuriyeti ve Türkler’e olduğu kadar ve kuşkusuz onlardan daha çok, Kürtler’e büyük zarar veren/verecek olan bir girişimdir. Bu tür girişimler, sonu felaket olan çıkmaz sokaklardır.

Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Kürtler, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni ya da Rumlar değildir. 20.yüzyıl başında, emperyalizmin oyununa gelen bu iki halk, yaşadıkları yerleri bırakıp gitmek zorunda kaldılar ve Türkiye Cumhuriyeti için önemli bir olumsuzluk yaratmadılar. Ancak, bugün ne Kürtler bir yere gidebilir ne Türkiye etnik ağırlıklı parçalara bölünebilir. Ne gidilecek bir yer ne de belirlenebilecek bir sınır vardır.

Anadolu’da Türk ve Kürt etle tırnak gibidir; her ikisi de Türk ulusunun asal unsurlarıdır; toplumsal ve kültürel kaynaşmayla iç içe geçerek Türkiye’nin her yerinde beraber yaşamaktadırlar. Ekonomiden siyasete toplumun her alanında ve her düzeyinde yer alan Kürt kökenlilerden İstanbul’da iki, İzmir’de bir milyon insan yaşamaktadır; ortak yaşam, hemen her kent ve hatta ilçe için geçerlidir. Bu insanları birbirinden ayırmak olanaksızdır. Doğu ya da Güneydoğu’da, biçimi ve adı ne olursa olsun, oluşacak ayrı bir yönetim birimi, Kürt kökenli yurttaşlar için daha geri bir konuma düşme, hak kaybına uğramaktan başka bir şey değildir.

ABD ve AB yönlendirmesindeki ayrılıkçı örgütler, para ve siyasi desteğin itici gücüyle, bugün henüz halka inmemiş olan, Türk-Kürt çatışmasını içeren bir yaymaca yürütüyor. Bunlar, sonu gelmeyen çatışmalarla dolu bir karmaşa ortamı yaratarak, bölgeye yönelik emperyalist politikaların uygulayıcılığını yapmaktadır. Bolca kullandıkları eşitlik, özgürlük gibi söylemlerin kuşkusuz hiçbir değeri yoktur. Anadolu’da bin yılda oluşmuş dengeleri bozma peşindedirler.

Kürt halkı, Türk-Kürt ayrımcılığı için çaba harcamanın, sonu acılarla dolu bir serüven olduğunu anlıyor. Yabancıların desteğiyle oluşan siyasi oluşumların kalıcı olamayacağını ve sorun yaratmaktan başka bir şeye yaramayacağını görüyor. Uzun bir geçmiş içinde oluşan, akrabalıklarla dolu birlikteliğin kök sağlamlığını ve bu sağlamlığın yarattığı tarihsel varsıllığı biliyor. Ancak, ülkenin tüm insanları gibi sahipsiz bırakılmış durumda. Batı Trakya ve Balkanlar’da yüz yıl öncesinde olduğu gibi, devlet bölgeden çekilmiş. Halk, ayrılıkçı örgütlerle baş başa bırakılmış. Herşeye karşın, Türk ve Kürt halkının nesnelliğe dayanan karşılıklı sahiplenmesi nedeniyle Türkiye, Sovyetler Birliği ya da Yugoslavya gibi olmuyor; Batılılar bunu bir türlü başaramıyor.

Geçmişten Gelen

Osmanlı döneminde, merkezî yönetime asker verilmesi karşılığında tanınmış olan özerklik hakları, Kürt aşiretlerince uzun süre serbestçe kullanıldı ve Kürtler, Araplar’dan sonra İmparatorluğun en ayrıcalıklı uyruğu olarak yaşadı. Bugün, emperyalist devletlerle uzlaşan kimi Kürt kümelerinin sürekli yineledikleri, “Kürtler Türkler tarafından yüzyıllardır ezilip sömürülüyor, etnik kimlikleri tanınmıyor” türündeki sözlerin gerçekle bir ilgisi yoktur. Osmanlı döneminde ezilmekten ya da baskı altına alınmaktan söz edilecekse, bunu herhalde Kürtlerin değil, Türkmenlerin dile getirmesi gerekir.

Gerileme dönemiyle başlayan yönetim bozulması, 19.yüzyılda yoğunlaşan dış karışmayla birleşince, toplumun her kesimini etkileyen sorunlar ortaya çıktı. Bu sorunlardan doğal olarak Kürt unsurlar da etkilendi. Büyük devletlerin, gizli-açık kışkırtma ve desteğinin etkisinde kalan, az sayıdaki Kürt aşireti, merkezî yönetime karşı, bu dönemde harekete geçti/geçirildi. Aynı dönemde, yine dış kışkırtmaya bağlı olarak Ermeniler de ayaklanmışlardı.

Cumhuriyet döneminde, uluslaşmanın zorunlu koşulu olarak etnik (ve dinsel) ayrılık ve ayrıcalıkların ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bu yöndeki girişimler, yüzyıllarca denetimsiz bir özerklik içinde yaşayan kimi aşiretleri, alışkanlıklarının değişecek olması nedeniyle rahatsız etti. Tutuculuğu temsil eden bu rahatsızlık, Batılılar tarafından ustaca kullanıldı ve ayrılıkçılık desteklendi. Kürt nüfusun küçük bir bölümünü içine çekebilen, ulus karşıtı ayaklanmalar bu dönemde gelişti.

Dış Karışma

Batı Avrupa sömürgeciliğinin kabuk değiştirdiği 19. yüzyıla dek, önemli bir Kürt-devlet çatışması yaşanmadı. Sanayi devriminin yol açtığı üretim artışı nedeniyle pazar edinme yarışına girişen Batılı büyük devletler, Ortadoğu’da sert bir çatışma içine girmişti. Osmanlı İmparatorluğu’nun başta petrol olmak üzere doğal varsıllığı bu çatışmanın gerekçesiydi. Ayrıca, bu topraklar, yeraltı-yerüstü varsıllığıyla, yalnızca değerli bir pazar değil, onunla birlikte, Doğu-Batı ticaret yollarının kavşak noktası ve enerji kaynaklarının merkeziydi.

Uzakdoğu’da sömürgesi olan İngiliz ve Fransızlar, pazar edinme peşindeki Almanlar ve Amerikalılar, sıcak denizlere inme peşindeki Ruslar, Osmanlı topraklarıyla yakından ilgileniyordu. Yürütülen politikaların yöneldiği ana amaç; Osmanlı Devleti’nin politikalarına yön vermek, bunun için işbirlikçi edinmek, misyoner okullarını, akçalı bağımlılıkları, etnik ve dinsel yapıları kullanmak ve daha sonra bu büyük ülkeyi paylaşmaktı. Gerileme döneminin çöküşe dönüşmesi, amaç sahiplerine bu olanağı veriyordu.

“Doğu sorunu” adı verilerek yürürlüğe sokulan, Batı politikasının merkezinde; ekonomik bağımlılığı sağlamak, din ve etnik köken ayrımlılıklarını, ayrılıkçı amaçlar için kullanmak vardır. Para ve siyasi destekle yürütülen kışkırtma, dizgeli ve sürekli bir dış karışma politikası durumuna getirildi. Bu politika, yoksullaşan halkın sorunlarına yanıt vermeyen kötü yönetimlerle birleşince, iç gerilimler ve ayrışmalar için uygun bir ortam oluştu; etnik ya da dinsel, ayrılıkçı devinimler ve çatışmalar ortaya çıktı.

Osmanlının Son Dönemi ve Kürtler

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaşanan olaylar, bu politikanın acılı sonuçlarıdır. 19.yüzyılın ikinci yarısında ve 20.yüzyıl başlarında; İngilizler Arap, Kürt ve Rumlarla; Fransız ve Amerikalılar Ermenilerle; Ruslar Ermeni ve Kürtlerle ilgilendiler ve bu ilginin sonucu, Ortadoğu kan gölüne döndü.

Ermeniler ve Rumlar, yüzlerce yıl Türklerle birlikte barış içinde yaşadıkları toprakları bırakıp başka yerlere gitti. Ancak, tüm kışkırtmalara karşın Kürtler Türklerle, halkı kapsayan bir çatışma içine girmedi. Kışkırtıcıların, misyonerlerin, arkeolog ve antropolog görünümlü görevlilerin yoğun çalışma yaptıkları, para ve ihanetin kol gezdiği bir ortamda ve tüm olumsuz koşullara karşın, Türk-Kürt birlikteliği, güçlüklere göğüs gerdi ve bugünlere geldi.

Kürtlerin Ermeni ve Rumlardan Ayrımı

Etnik ya da dinsel, yerel ayrımlara dayanan, kışkırtmaya yönelik Batı politikası, Türkiye’de, azalan artan yoğunluklarla iki yüz yıldır sürmektedir. 20.yüzyıl başlarında ve günümüzde, en yoğun dönemini yaşayan uygulamaların, bize gösterdiği açık sonuç; harcanan onca para ve çabaya karşın, Kürtlerle Türklerin düşmanlaştırılmasının tam olarak hala başarılamamış olmasıdır.

Yüzyıl başında Ermeni ve Rumlar üzerinde uygulanan, dün Yugoslavya’da kolayca sağlanan, halkları birbirine çatıştırma politikası; yüz yıllık uğraşıya karşın, Türkiye’de, şimdiye dek yürümedi. Türk ve Kürt kökenli insanlar, aynı devletin eşit konumlu yurttaşları olarak; yalnızca dış kışkırtmaya karşı değil, içteki kötü yönetime karşı da direniyor. Halk, ağır yoksulluk koşullarına karşın, içten ya da dıştan yapılan sözveri ve kışkırtmalara kanmıyor ve kana bulanan toplu bir çatışma içine çekilemiyor. Batının devlet yetkililerini şaşırtan bir sağduyuyla, yaşanan tüm olumsuzluklara karşın, halk hala oyuna gelmiyor; çıkar ve gelecek özlemlerinin, kurulmuş olan birlikten geçtiğini biliyor.

Hiçbir Şey Sonsuz Değildir

Yaşamda hiçbir olay ve olgu, sonsuza dek kalıcı değildir. Toplumsal ilişkilerde yaşayan değerler, ne denli köklü olursa olsun, eğer üzerinde durulup önemle korunmuyorsa varlıklarını sürdüremezler. Toplumun eğitilmesi ve sahip olunan değerlerin yaşatılıp geliştirilmesi için devletin bu işe öncülük etmesi ve kesin olarak toplumsal gönenci sağlaması gerekir. Bu yapılmadığında, toplumsal birliğin ve içindeki değerlerin yaşatılması kuşkusuz olanaklı değildir.

Türkiye, içine sokulduğu bağımlılık ve ona bağlı yoksulluk kıskacından kurtulamadığı sürece, yalnızca Türklerle Kürtler arasında değil, Türklerle Türkler ve Kürtlerle Kürtler arasında da ayrılıklar oluşacaktır. Yaratılacak ayrılıklar, üstelik etnik düzeyde kalmayacak, siyasi görünüm verilerek inanç alanlarını da kapsayacaktır. Bu konuda oldukça yol alınmış ve Türkiye, varlığını tehdit eden bir ayrılıklar sürecine sokulmuştur.

Geçmişte yaratılan birlikteliklerin, küreselleşme adına sahipsiz bırakılarak, dış karışmaya açık duruma getirilmesi, birlikteliği yitirmekten başka bir sonuç doğurmaz. Ekonomik gönencin olmadığı toplumlarda, her türlü çözülme ve dağılmanın kaçınılmaz olduğu unutulmamalıdır. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

İngiltere'nin Kürt Politikası

İngilizler, 19.yüzyıla girildiği yıllarda, Osmanlı topraklarında yaşayan Kürtlerle ilgilenmeye başladılar ve on yıllık bir ön çalışmadan sonra, sömürgecilikte uzmanlaşmış ünlü Doğu Hint Şirketi’nin bir şubesini, Bağdat’ta açtılar. Şirketin görünen amacı; bölgede “serbest ticareti” geliştirmek, yerel üreticinin ürünlerini “dünya pazarına açmak” ve “refahı arttırmak”tı.

Yasal güvenceye bağlanmış şirket çalışmaları; diplomat, misyoner, arkeolog ve antropolog görünümlü casuslarla iç içe geçmiş, geniş bir alanı kapsayan, tasarlanmış bir yaymaca eylemiydi. İngiliz diplomatlarıyla doğrudan ilişki içinde olan şirket “yetkilileri”, İngiltere’nin Ortadoğu’daki etkisini arttırmak için, Arap ve Kürt aşiretleri içinde çalışmalar yapıyor, para dağıtıyor ve “insan satınalıyor” du. Şirket temsilcisi James Richard, yanına yardımcısını alarak ilerlemiş yaşına karşın, Kürt aşiretlerini dolaşıyor, satın alınacakları saptıyor; bu arada, Babil kalıntılarından ele geçirdiği antik yapıtları, Britisch Museum’a yollamayı da unutmuyordu.

Paranın gücü ve emrindeki Hintli askerlerle, o denli güçlü ve özgürdü ki, vali başta olmak üzere, herkese buyruk veren bir derebeyi gibi davranıyordu. 1 

James Richard 1820’de öldüğünde, bölgedeki İngiliz siyaseti sağlam bir temele oturmuştu. Sonra gelenler, çalışmalarını onun bıraktığı yerden sürdürdüler; üstelik İran’ı da içine alacak biçimde genişlettiler. İngiltere ve Hindistan’dan gelen İngiliz subayları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, Kürtlerle Ermenilerin yaşadığı bölgeleri dolaşıyor, Irak ve İran’daki Kürt aşiretleriyle “görüşmeler” yapıyordu. Yaymaca ve örgütlemenin ana amacı, Osmanlı yönetimiydi. Ancak bölgede çalışma başlatan Ruslar da artık hedef alınıyordu.

1820’den sonra Londra’ya gönderilen yazanaklarda, niteliksel bir değişim göze çarpar. İngiltere’nin bugüne dek süren Kürt politikası, biçimlenmeye başlamıştır. Yazanaklarda; Kürt ve Ermeniler’in “Osmanlı yönetimine karşı” nasıl kullanılması gerektiği, “bölgeye yönelen Rus tehdidine karşı” ne gibi önlemler alınabileceği ve yönetime karşı silahlı savaşımın her an başlatılabileceği gibi konular yazılmaktadır.

1829 yılında, giderlerini Doğu Hint Şirketi’nin karşıladığı iki İngiliz subayı, Kuzey Irak’ta Kürtlere askeri eğitim veriyor ve Londra’ya gönderdikleri yazanaklarda: “Kürtler artık her an için, Britanya İmparatorluğu’nun politikaları uğruna istenilen hedefe yöneltilebilecek duruma getirilmiştir” diyorlardı. 2  Elli üç yıl sonra 1882 yılında, Fraizer imzasını taşıyan yazanakta da hemen aynı şeyler söyleniyordu: “Eğer kuvvetli bir destek verilirse, Kürtler yaka silktikleri bu yönetime (Osmanlı yönetimi y.n.) karşı, eyleme geçmeye hazır durumdadırlar.” 3 

Osmanlı’da Kürt Ayaklanmaları

Osmanlı yönetimine karşı ilk Kürt ayaklanması, İngilizlerin bölgeye geldikleri yıllarda, 1806’da ortaya çıktı. Kuzey Irak’ta, Süleymaniye çevresinde yaşayan, Babanlar aşireti reisi Babanzade Abdurrahman, İngilizler’in Bağdat’ta “şirket” açtığı yılın sonlarında ayaklandı. Ayaklanmanın nedenini kimi araştırmacılar, “Süleymaniye’ye yeni vali atanmasına tepki”, kimileri de “Kürt bağımsızlığını sağlama girişimi” olarak açıkladı. 4 

Gerekçesi ne olursa olsun, Babanzade Abdurrahman Ayaklanması’nın önemi; Osmanlı Devleti’ne karşı girişilen, ilk ciddi Kürt ayaklanması ve İngilizlerin bugün de sürmekte olan ikiyüz yıllık Kürt politikasının bu ayaklanmayla yürürlüğe sokulmuş olmasıydı.

1835-1837’deki Revanduz Ayaklanması’na da, “ilk Kürt bağımsızlık hareketi” hatta “Revanduz İhtilali” diyenler olmuştur. Oysa, bu ayaklanmanın bir öncekinden ve doğal ki sonrakilerden önemli bir ayrımı yoktur. Bölgedeki çalışmalarını genişleterek, Kürt politikasında yetkinleşen İngilizler, olayların hem başlatıcısı hem yönlendiricisiydiler. Bu yönlendirmeye bağlı olarak, “Selahattin Eyyübi’nin soyundan geldiğini” ileri süren Revanduz aşiretinin reisi Şeyh Mehmet, Zaho ve Amadiye aşiretlerinin desteğini alarak ayaklandı.

Ayaklanmanın ayrımlı yanı, bağımsızlık isteminin açıkça dile getirilmesiydi. Şeyh Mehmet, Osmanlı Devleti’ne kafa tutan ve İngilizler’in gözyummasıyla Mısır’ı ele geçiren Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya özenmiş ve İngiliz desteğiyle benzer bir yönetim birimi oluşturmak istemişti. Revanduz ayaklanması ve onu örnek alarak, 1842’de ortaya çıkan Bedirhan ayaklanması, kısa sürede bastırılmıştır.

Rus Karışması

Rusya, Kürt ve Ermenilerle 19.yüzyıl başlarında “ilgilenmeye” başladı. “İlgi”, 1820’den sonra yoğunlaştı ve Ruslar yaklaşmakta olan 1827-1829 Rus-Osmanlı savaşına “bir hazırlık olmak üzere” Kürt aşiretleri üzerindeki çalışmalarına hız verdiler. Savaşta kimi aşiretleri yanlarına çekmeye, kimilerini de yansızlaştırmaya çalıştılar.

Afriyanof adlı bir Rus subayı, yanındaki ekiple birlikte, Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Kuzey Irak’ta dolaşarak altın dağıtıyor, siyasi sözverilerde bulunuyordu Afriyanof, Moskova’ya gönderdiği yazanaklarda Kürt aşiretlere yaptığı önerileri şöyle açıklıyordu: “Kürt reisleri, aşiretleri üzerindeki (Osmanlı Devleti’nin tanıdığı y.n.) bütün hak ve imtiyazları koruyarak, kendilerine bağlı olanlarla birlikte, Rus vatandaşlığına geçmeyip göçebe gezmek isteyen aşiretlere hiçbir kısıtlama getirmeyecektir.” 5 

Daha çok Batıda gerçekleşen 1827-1829 savaşları, yalnızca Ruslarla yapılmadı ve Osmanlı İmparatorluğu’na büyük zarar verdi. Batı desteğiyle başlayan Yunan ayaklanması bastırılmak üzereyken; Rusya, İngiltere ve Fransa, Osmanlı donanmasını Navarin’de yok etti. 1829’da, Edirne’de yapılan anlaşmada, Yunanistan’a önce özerklik (1829), bir yıl sonra da bağımsızlık (1830) verildi. Aynı yıl, Fransızlar Cezayir’e girdi, Sırbistan özerk oldu. Doğu Güneydoğu Anadolu’dan bir Kürt aşireti Rus vatandaşlığına geçti. 6 

Rus vatandaşlığına geçen Kürtler, Dağlık Karabağ bölgesine yerleştirildi. Botan, Revanduz, Badinan ve Hakkari aşiretleri Osmanlı uyruğu olmalarına ve “devlete asker vermekle yükümlü” bulunmalarına karşın, asker vermediler ve “yansız” kaldılar. Böylesi bir tutum, geleneksel Osmanlı Kürt ilişkilerinde ilk kez yaşanıyordu. Aynı dönemde, Hasan Ağa yönetimindeki Yezidi Kürtler, Rus saflarında Osmanlı Devleti’ne karşı savaştılar. Bu tutum da bir başka ilk’di. 7 

1855 yılında, Yezdan İzzettin Şer Bitlis’te ayaklandı; Nasturi ve Mesihilerin desteğiyle Van’ı aldı ve ayaklanmayı, Bağdat’a dek geniş bir alana yaydı. 8  Tüm gücünü Kırım Savaşı’na (1853-1856) ayıran Osmanlı Devleti, ayaklanmayı güçlükle de olsa, 1855’te bastırdı.

Ayaklanmanın hazırlığında ve yürütülmesinde önemli payı olan Rus binbaşısı Lihotini, ayaklanmadan bir yıl önce (1854) Moskova’ya gönderdiği raporda şunları yazıyordu: “Osmanlı Hükümeti çeşitli unvan ve armağanlar ile bazı Kürt aşiret reislerini safına çekmeyi başardı. Ancak, ağır vergi yükü ve adaletsizlikler altında ezilen yoksul halkı kendisine tam olarak bağlayamadı. Bu nedenle biz, halk kesimini kendimize çekebiliriz. Osmanlıların aldığı vergilerden Kürtleri muaf tutacağımıza ve adaletli davranacağımıza onları inandırırsak, bu yoksul ve mazlum halk derhal bize dönecektir.” 9 

Rus binbaşının tanımıyla “yoksul Kürt halkı” ne o dönemde, ne de daha sonra Ruslar’dan yana “dönmedi”. Ancak Ruslar, sayıları az da olsa kimi aşiret reisini, para ve kandırmayla yokluk ve yoksulluk içinde savaşan Türk askerine karşı kullanmayı başardı.

Nakşibendi tarikatından Şeyh Ubeydullah bunlardan biriydi. Ubeydullah, çevresindeki aşiretlerle anlaşarak, 1878’de, Rusya’yla savaşan ve ciddi gıda sıkıntısı çeken Türk Ordusu’na erzak sattırmadı. Osmanlı Devleti, ulaşım yollarının yetersizliği nedeniyle ordusuna, kendi ülkesinde yiyecek bulamaz duruma düşmüş ve halkın “Doksanüç Harbi” adını verdiği 1878 savaşında Türk Ordusu “Ruslar’a değil, açlığa ve tifüse” yenilmişti. 10 

İstanbul’un Aymazlığı

Türk askerinin savaşta yaşadıkları, yöresel ihaneti olduğu kadar, İstanbul’un aymazlığını da ortaya koyan ve ders alınması gereken acılı olaylardır. Ordu, kendi kaderiyle başbaşa bırakılmıştı; her türlü hastalık ve sefalet askerler arasında kol geziyordu. Diyarbakır’daki Rus Konsolosu, 1878’de şunları yazıyordu: “Türk askerleri üç yıldır aylık alamıyor. Elbiseleri paçavraya dönmüş, başlarında birer keçe külah var ve çoğu yalınayak durumda. Bu nedenle savaş yeteneğini yitirmişler. Ordunun ileri gelen subaylarından birisinin, valinin karşısında ağlayarak, askerin birikmiş kırk aylık maaşlarına karşılık, hiç olmazsa ekmek ve tütün parası olarak beşer kuruş verilmesi için yalvarmasına tanık oldum.” 11 

Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisiyle sonuçlanan savaştan hemen sonra, 1880’de, Şeyh Ubeydullah 220 aşiret reisini Şemdinan‘da topladı ve başlatacağı ayaklanma için destek istedi. Ardından; Ermeniler’i, Keldanileri ve Nasturileri yanına çekmeye çalıştı. Rus Çarı, Mısır Hidivi ve Mekke Emiri’yle bağlantı kurarak onların da desteğini istedi. 12 

İngilizlerle iki yıldır, zaten ilişki içindeydi. Şeyhin etkili olduğu yerler İngiliz kışkırtıcılarının yoğun çalışma yaptıkları yerlerdi. Bir İngiliz görevlisi, Başkale’de Ubeydullah’ın yardımcısıyla görüştü, konsolos yardımcısı 1879’da, Şeyhi Hakkari’de ziyaret etti. Bu görüşmelerden sonra, kafileler halinde savaş malzemesi ve silah Şeyh’e gönderilmeye başlandı. İngiliz yetkililer İstanbul’a, “kıtlık bölgesine yiyecek gönderdiklerini” söylüyorlardı. 13 

1880’de başlayan ayaklanma; Osmanlı, Rus ve İran sınırları arasında, geniş bir Kürt devleti kurulmasını amaçlamıştı. İngilizler’in ilgi ve desteği bu nedenle yoğundur. Ubeydullah, “Kürt milleti için mücadeleye girdiğini” ileri sürüyor ve amacının “kendi topraklarında bağımsız bir Kürt devleti kurmak olduğunu” açıklıyordu. 14  Ayaklanma, 1880’de İran ve Rusya’nın dolaylı desteğini alan Osmanlı Ordusu tarafından bastırıldığında, kimi Kürt araştırmacıların “ilk milli Kürt Hareketi” adını verdiği, 19.yüzyılın son Kürt ayaklanması bastırılmış oluyordu.

Abdülhamit ve Hamidiye Alayları

Abdülhamit, 27 Ekim 1890’da çıkardığı bir yasayla, başlarında Kürt aşiret reislerinin bulunduğu, Hamidiye Alayları adı verilen değişik bir örgütlenmeye gitti. Doğuda gelişmeye başlayan Ermeni devinimine karşı kullanılmak amacıyla kurulan Hamidiye Alayları, en az 512, en çok 1152 kişiden oluşuyor ve bu birliklerin komutanlığını kaymakam, binbaşı, paşa hatta vezir gibi ünvanlar verilen, “okuma yazma bilmeyen” aşiret reisleri yapıyordu.

Askerleri, “sadık” ve “itaatkar” Sunni aşiretlerden seçilen ve yasal yetkilerle donatılıp “askeri birlik” durumuna getirilen bu “alaylar”, Ermenilerden çok, Sunni olmayan Aleviler üzerinde baskı kuruyordu.

Hamidiye Alayları girişimi, devlete herhangi bir yarar sağlamadığı gibi, gelecekteki Kürt ayaklanmalarına kadro hazırlayan bir işlevi yerine getirdi. Çözüm diye getirilen bu uygulama, çözüm değil, yeni sorunlar yarattı ve kalıcı bozulmalara yol açtı. Cumhuriyet dönemi askeri tarihçilerinden Albay Reşat Hallı, “Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar” (1924-1938) adlı yapıtında, bu konuyu şöyle değerlendirmiştir: “II.Abdulhamit döneminde, Kürt aşiretleri ve bunların reisleri çok şımartılmış ve bazı reisler, vezirlik ve paşalık rütbelerine yükseltilmişti. Babıâli tarafından tutulan ve yükseltilen birçok Kürt ileri gelenlerinin çocukları, iyi eğitim görmüşler ve Batıdaki milliyetçi akımlarla ilişkiye geçmişlerdi. Denilebilir ki, Abdulhamit Devri ve bu padişahın ‘ayır ve hükmet’ siyaseti, Kürt bağımsızlık hareketinin başlangıcını oluşturur.” 15 

20.Yüzyıl Ayaklanmaları

20.yüzyıl Kürt ayaklanmaları ve bunların büyük devletlerle ilişkileri ayrı ve geniş bir konudur. Burada ayaklanmaların yalnızca ad ve tarihlerinin verilmesiyle yetinilecektir.

20.yüzyıldaki ilk Kürt ayaklanması, 22 Haziran 1906’da Bitlis’te ortaya çıktı ve 1937’ye dek büyük çoğunluğu dış bağlantılı, büyüklü küçüklü 23 ayaklanma ve ayaklanma girişimi oldu. Çoğunluğu Cumhuriyet’in ilk 7 yılında ortaya çıkan ayaklanmalar ve bastırma girişimlerinin yalnızca tarih, ad ve yöreleri şöyledir: 1908 Diyarbakır Ayaklanması ve telgrafhane işgali; 1913 Molla Selim Ayaklanması (Siirt-Bitlis); 11 Mayıs-19 Ağustos 1919 Ali Batı Ayaklanması (Mardin-Savur-Cizre-Nusaybin); 14 Şubat-17 Haziran 1921 Koçgiri Ayaklanması, (Zara-Refahiye-Kemah-Divriği); 12-28 Eylül 1924 Nasturi Ayaklanması (Hakkari); 13 Şubat-31 Mayıs 1925 Şeyh Sait Ayaklanması (Bitlis, Elazığ, Diyarbakır, Urfa); 9-12 Ağustos 1925 Rackotan ve Raman Tedip (yola getirme) Harekatı (Garzan-Silvan-Beşiri-Sason); 10-27 Ağustos 1926 Yakup Ağa ve Oğulları Ayaklanması (Eruh-Zilan-Adıyaman); Kasım 1926-Şubat 1927 Ertuş, Güyan, Jirki, Şerefhan Ayaklanması (Çömelek-Beytuşşebap-Nordüz); 1925-1937 Sason Ayaklanması (Sason-Batman dağlık bölgesi); 16 Mayıs-17 Haziran 1926 1.Ağrı Ayaklanması (Muson-Demirkapı-Doğubeyazıt); 7 Ekim-30 Kasım 1926 Koçuşağı Ayaklanması (Ovacık-Çemişkezek-Beylan); 26 Mayıs-25 Ağustos 1927 Mutki Ayaklanması (Bitlis Mutki-Selas ve Kalmas Dağı-Zorikli-İnler); 13-20 Eylül 1927 2.Ağrı Ayaklanması (Ağrı Dağı); 7 Ekim-17 Kasım 1927, Biçar Tedip ve Tenkil (Yola getirme-Tepeleme) Harekatı (Urfa-Cizre-Cibir-Lis); 22 Mayıs-3 Ağustos 1929 Asi Resul Ayaklanması (Eruh-Midyat-Tanzi); 14-27 Eylül 1929 Tendürük Tenkil Harekatı (Ağrı Dağı-Karaköse); 26 Mayıs-9 Haziran 1930 Savur Tenkil Harekatı, (SavurMidyat-Cizre); 20 Haziran -7 Eylül 1930 Zeylan Ayaklanması (Erciş-Muradiye-Patnos-Diyadin); 16 Temmuz-10 Ekim 1930 Oromar Ayaklanması (Oromar-Şemdiyan); 7-14 Eylül 1930 3.Ağrı Harekatı (Ağrı Dağı); 8 Ekim-14 Kasım 1930 Pülümür Harekatı (Erzincan-Aşkirik-Dağbey-Haryi); 1937-1938 Tunceli (Dersim) Tedip Harekatı (Tunceli-Pertek-Hozat). 16 

Tunceli’den Günümüze

Tunceli Ayaklanmasından PKK’nın eyleme geçtiği 1983 yılına dek, 46 yıl boyunca herhangi bir Kürt ayaklanması ortaya çıkmadı. 1980’den sonra başlayan ve aldığı dış destekle uluslararası bir örgüt durumuna gelen PKK, etkisini sürdürmektedir. 200 yıl süren ve büyük çoğunluğu emperyalist kışkırtma ve desteğe dayanan ayaklanmalar, Türkiye’ye ve Kürt halkına büyük zararlar vermiştir. Ancak, bu ayaklanmalar birtakım aşiret yönetimleriyle sınırlı kalmış ve kitlesel bir çatışmaya dönüşerek Türk-Kürt birlikteliğini bozacak bir sonuca henüz ulaşmamıştır.

Türkiye bugün, örneği pek görülmeyen çekinceli ve ilginç bir süreçten geçmektedir. Varlığı dış desteğe bağlı çok sayıda bölücü örgüt, varlığı yine dış desteğe bağlı politikacıların dolaylı-dolaysız desteğiyle, ayrılıkçı eylemlerini alabildiğine özgür biçimde yürütmekte, halk bu yıkıcı gidişe, doğal ve tarihsel birikimleriyle kendiliğinden direnmektedir. Bu, Türkiye’ye özgü ve gerçekten çok ilginç bir durumdur. Eğer önlem alınmazsa, halkın kendiliğinden sürdürdüğü birlik duygusu ve bu duygunun oluşturduğu ortak direnç, sonsuza dek süremez. Siyasi ve yönetsel aymazlığa son verilerek yoksulluğun giderilmesi, zaman yitirmeden bu yönde adım atılması gerekir. Bu yapılmadığında, emperyalist kışkırtma, sonunda başarılı olacak ve etnik köken ayrılıkları giderek yerleşik çatışmalara dönüştürülecektir. Bu ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin dağılması anlamına gelecektir.


 1  “XIX Yüzyılda Kürdistan Üzerine Mücadeleler” Halfın, Komal Yay., 2.Bas. 1992, sf.29
 2  “XIX Yüzyılda Kürdistan Üzerine Mücadeleler” Halfın, Komal Yay., 2.Bas. 1992, sf.31
 3  a.g.e. sf.31
 4  “Kürtler, İsyan-Tenkil” Hıdır Göktaş, Alan Yay., 3.Basım 1991, sf.13
 5  a.g.e. sf.38
 6  Büyük Larousse, Gelişim Yay., 14.Cilt, sf. 8940 ve a.g.e. sf.38
 7  “XIX Yüzyılda Kürdistan Üzerine Mücadeleler” Halfın, Komal Yay., 2.Bas. 1992, sf.39
 8  “Kürtler, İsyan-Tenkil” Hıdır Göktaş, Alan Yay., 3.Basım 1991, sf.17
 9  “XIX Yüzyılda Kürdistan Üzerine Mücadeleler” Halfın, Komal Yay., 2.Bas. 1992, sf.48
 10  “Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetlerinin Tarihçesi” Prof.Dr. Ahmet Saltık, Bilim ve Ütopya Dergisi, Şubat 1998, Sayı 44, sf.17-19
 11  “XIX Yüzyılda Kürdistan Üzerine Mücadeleler” Halfın, Komal Yay., 2.Bas. 1992, sf.80
 12  “Kürtler, İsyan-Tenkil” Hıdır Göktaş, Alan Yay., 3.Basım 1991, sf.18
 13  “XIX Yüzyılda Kürdistan Üzerine Mücadeleler” Halfın, Komal Yay., 2.Bas. 1992, sf.80
 14  a.g.e. sf.86– 87
 15  “Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (1924-1938” Reşat Hallı; ak. “Kürtler, İsyan-Tenkil” Hıdır Göktaş, Alan Yay., 3.Basım 1991, sf.23
 16  a.g.e. sf.117


Metin AYDOĞAN, 11 Haziran 2015
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!


Şu dizine dön: Metin AYDOĞAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x