Türk Ordusu'nu Terör Örgütü Gibi Göstermek Vatana İhanettir, Bunu Yapanlar Da Vatan Hainidir…
46.000 insanın ölümünden sorumlu PKK terör örgütü ortalıkta cirit atmaktadır. Elebaşları Avrupa ve Irak’ta kol gezmektedir.
Siyasi kanadı DTP(şimdi BDP) Meclis’te nutuk atmakta, kul hakkı yetim hakkı paralardan maaş almaktadır.
PKK’nın kara parası AB’de trafiğe çıkmış ama kimse müdahale etmemektedir.
74 askerimizin katili Osman Öcalan Süleymaniye’de fırıncılık yapmakta olup siyasi iradenin bunu yargılamaya niyeti yoktur.
Terörle mücadele adına İstanbul’daki soruşturmaya destek veren siyasi irade, söz konusu PKK olunca görmezden gelmektedir. Aynı siyasi irade, soruşturma adına emekli generaller, subaylar, aydınlar tutuklanınca zafer naraları atıp “sonuna kadar gideceğiz” demektedir.
PKK terör örgütünü görmezden gelen işbirlikçi medya, her gün yaşlı başlı emekli insanların terörist zannıyla reva görülen trajedisini ekran ekran yayınlamaktadır.
Bizim ekrandan yaptığımız suç duyurularını görmezden gelenler, henüz delil bile kabul edilmeyen işbirlikçilerin internete sızdıkları ses kayıtları üzerinden şimdi de emekli general eşlerini sorguya almaktadırlar.
Tüm bunların anlamı açık değil mi? Açık, hem de çok açık...
Tüm gücüyle terörle mücadeleye katılmış olan Türk Silahlı Kuvvetleri hedef durumuna gelmiştir artık, görmemek için deve kuşu olmak gerekir. Kemiklerden yola çıkan zihniyetler, bundan sonra emekli ya da muvazzaf subay, astsubay, polis gözaltına almaya başlarsa eğer hiç şaşmamak gerekir. Çünkü hesap veren PKK değil, PKK ile mücadele edenlerdir. Peki, böyle giderse bunun sonucu ne olur?
Türk Silahlı Kuvvetleri artık dik duruş gösteremez hale gelir, bu hale gelirse görevini yapamaz duruma düşer, düşerse de yok olur gider. Ordumuz yok olursa milletimiz de yok olur, yani Türk Ordusu ve Türk Milleti bir yok oluş sürecine girer. Bu aşamaya gelinir mi derseniz, gelmemesi gerekir derim. Peki, bu yanlıştan dönmek mümkün mü? Elbette mümkün...
Doğu’daki soruşturmaları yetkili ve görevli makamlara bırakırsınız. Soruşturma sonucu bir terör örgütü ile bağını tespit ederseniz İstanbul’daki soruşturma kapsamına alırsınız, bu iş işte bu kadar basittir.
Peki, bu yollar gidilerek faili meçhul cinayetler çözülebilir mi? Belki bir ikisi, ama tamamı bu yolla çözülemez. Neden mi?
Doğu’da işlenen cinayetlerin çoğunda PKK infaz timlerinin ve işbirlikçilerinin rolü vardır, eli vardır, bunları ayırmak mümkün değildir. Bir kısım itirafçıların rolü vardır, hangi itirafçının PKK adına çalıştığını çözmek zordur. Cinayetlere karışan kaçakçı ağaları vardır, diğerleriyle ayırmanız mümkün değildir. CIA ve MOSSAD ajanlarının işlediği ya da işlettiği cinayetler vardır, bunu da ayırmanız olası değildir. Yani bu cinayetler çözülmeyecek mi? Elbet çözülür ama bu yolla değil.
Karanlık dönemlerde işlenen cinayetler dört guruptur; aydınlar( uğur mumcu), uyuşturucu kaçakçıları(topal), ayrılıkçılar(Musa Anter) ve bankalar(soyulan bankalar).
Şu an araştırılan cinayetler, ayrılıkçı diye gösterilip faili meçhule gittiği iddia edilenlerdir. PKK ile ilişkisi olduğu için öldürüldüğü iddia edilen kişilerin dışındaki diğer üç gurup cinayetle nedense uğraşan yoktur. Uğur Mumcu cinayeti faili meçhul değil midir?
Çözülmek isteniyorsa eğer tüm faili meçhul cinayetler, bununla ilgili temel stratejileri masaya yatırmak gerekir. PKK demek, para demektir. Terör demek, para demektir ve bizde siyaset demek, para demektir. Hepsinin ortak paydası para olduğuna göre, faili meçhul cinayetleri çözmek için önce paradan yola çıkmak gerekir. Para, derken ne kadar bir paradan bahsediyoruz, önce onu anlatalım.
PKK’nın yıllık geliri yaklaşık bir milyar dolardır.
Topal’ın yıllık geliri yaklaşık bir milyar dolardır.
Uyuşturucu kaçakçılığından doğan kara para yaklaşık 10 milyar dolardır.
Soyulan bankalardan kaçırılan para yaklaşık 50 milyar dolardır.
Terörle mücadeleye harcanan yıllık 10 milyar dolardır. Yani biz yüzlerce milyar dolar paradan bahsediyoruz.
Önce Topal’ın banka hesapları, sonra soyulan bankalardaki paranın izleri, sonra Yeşil’in ve Çatlı’nın banka hesaplarından yola çıksak, en azından bu cinayetleri çözmek için doğru bir adım atmış oluruz. Bu doğru yolda ilerlemek istenirse eğer, PKK terör örgütünün AB’deki İsviçre’deki banka hesaplarını bulunur ve para trafiği çözülebilir. İşte size yol, ilerleyin biraz, göreceksiniz karşınıza ne çıkacak?
Madem bu yolla çözülmesi güçlü bir olasılık, neden bu yola gidilmiyor, sorusuna gelince: PKK terör örgütü ile mücadele etmeyip onlarla pazarlığa girişiyorsanız,
terörü siyasi zemine çekiyorsanız,
Barzani ve Talabani’yi tanıyıp(Barzani’de de çok para var, izlenmesi gerekir) Irak kuzeyindeki Kürt devletini de tanır hale geliyorsanız,
Kerkük ve Kıbrıs’ı kaderine terk ediyorsanız,
anası ağlayan vatandaşa “al ananı da git “ deyip onu da kaderine terk ediyorsanız,
işte o zaman; siz kime hizmet ediyorsunuz, diye sorarlar.
Kısacası, hizmetiniz bu yolda yukarıda anlattığımız gibi olup da size karşı çıkan varsa, iyi hizmet edebilmeniz için önce karşı çıkanları temizlemeniz gerekir.
Bugün ülkemizde yapılan budur; karşı çıkanları temizlemek! Neye karşı?
Emperyalizme ve küresel sermayeye karşı!
Emekli ve muvazzaf subayları tutuklanan Türk Ordusu artık bu soruşturmaya müdahil olmalıdır. Hak, hukuk, adalet deniyorsa eğer, artık bu soruşturma vicdanımızı rahatsız etmeye başladığına göre, adaletin terazisi dengede değil demektir. Cemal Temizöz'e sahip çıkmamak, terörle mücadele etmiş güvenlik güçlerine sahip çıkmamak anlamına gelecektir.
İşte böylesi bir haykırışla size sesimiz duyurmaya çalıştık ama değişen bir şey olmadı. Olmaması bir yana Albay Temizöz ile ilgili iddianame hazırlanmış ve hakkında dokuz ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyormuş...
54 bin insanın ölümünden sorumlu,
3.225 köy ve mezramızın boşaltılmasına neden olan,
1.5 milyon insanımızı yerinden yurdundan eden,
ülkemizin 300 milyar dolarlık ulusal kaynağını yok eden Abdullah Öcalan’ın da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla İmralı’da yattığını düşündükçe,
üstelik yattığı yerden PKK terör örgütünü idare ettiği aklımıza geldikçe,
hele ki 15 Ağustos’ta yaptığı baskınların yıl dönümünde, koskoca Türk devletine yol haritası açıklayacağına ilişkin haberleri yazan ve konuşanları gördükçe, yazıklar olsun diyorum içimden, bizi bu hallere düşürenlere ve neden olanlara yazıklar olsun…
O dönemlerde üzüntümüz, derdimiz, acılarımızla iç içe iken, Savcı Zekeriya Öz bizi İstanbul’a çağırdı. Evet, savcı telefon açıp bizi çağırdı, zaten sorunlar zincirinin de ilki orada başladı.
Koskoca Savcı bilmez mi hiç, bir tanığın nasıl çağırılacağını? Bilir.
Koskoca Savcı bilmez mi hiç, sorgulanan tanığın ifadesinin yazılı alınacağını ve imza edilip onaylanacağını? Bilir.
Ama öyle yapmadı Savcı Öz, telefonla şifahen çağırdı, sorguladı ama ifademizi tutanağa geçirmedi. Medya bizim üzerimizden olur olmaz haberler yaptı, karşı çıktık ama sesimiz duyuramadık. Bunun üzerine kalktık gittik, Savcı Öz’ü HSYK’na şikâyet ettik. Adalet Bakanı soruşturmaya izin vermedi, dolayısıyla mağduriyetimiz giderilemedi. Ama bakın sonra neler oldu…
İkinci kod adı Ergenekon iddianamesi yazıldı, bir baktık ki bizim adımız da geçiyor. Hiç tanımadığımız M. Ali Özaltın adında birinin ifadesinin altına adımızı yazmış savcılar ya da polisler, üstelik kod adı Ergenekon olan sözde terör örgütünün finansörü anlamına gelen sözlerle.
O dönemde Zekeriya Öz’ün aradığı ki, kendileri bize söylemişti bunu, Susurluk artığı Yalçın Tanfer’in de ifadesi almışlar ve bizim için “Veli Küçük’ün adamıdır” demişler, bir güzel yazıp imzalamışlar. Biz ortaya çıkıp “ne finansörü, yiyecek ekmeği dişimizle kazanıyoruz biz”, “ne adamı, kula kulluk etmeyiz biz” demeye hazırlanırken, bir de baktık ki gazetelere manşet olmuşuz; “Ergenekon kasaları aranıyor”!
Kimmiş Ergenekon kasası? Bizmişiz, adımızı ve soyadımızı da yazmışlar hem de büyük puntolarla.
Tekrar kalktık gittik şikayete, ettik ama nafile, derdin nedir diyen olmadı, soruşturma açan olmadı, şikayetimizle kaldık. Ama soruşturma hala devam ediyor, anladığımız kadarıyla telefonlarımız dinleniyor, bilgisayarımız izleniyor, özel yaşantımız mercek altında, hala soruşturuyorlar bilmek için; “acaba Sarızeybek kasa mı değil mi”, diyerek…
Ardından Taraf Gazetesi, tutmuş “Toplu Mezar” diye bir manşet atmış, Şemdinli Derecik’te askerler korucuları kurşuna dizdi, toplu mezara gömdü deyip bir haber yapmış ama haberin en altına “ Erdal Sarızeybek de Şemdinli’de Tabur Komutanıydı, deyip bizi de olayın içinde göstermiş. Kalktık gittik mahkemeye, dava açtık, kazandık ama haberin tekzibini hala yayınlatamadık. Elimizde mahkeme kararı var, Taraf’ın Sarızeybek’le ilgili yaptığı haber vicdansızlıktır, diyen, ama gazete yayınlamıyor, şimdilerde onunla uğraşıyoruz…
Bunlar yetmedi, Zaman gazetesi bir manşet attı, “Sarızeybek uyuşturucu işi yapıyor” diyerek, hem de PKK ile yapıyor diyerek.
Olayın aslı şu; ta 1992’de tanıdığımız ve o zamanlar küçük bir çocuk olan Tayyar Güreli isminde Şemdinlili bir vatandaşla, yıllar sonra Şubat 2008 kara harekatı nedeniyle gittiğimiz Şemdinli’de karşılaştık. Polis karakolunda sohbet ettik, malum emniyet nedeniyle. Ankara’ya geleceğiz dedi, biz de gelirken kara kovan balı getir dedik. Bir süre sonra telefonla aradı, geliyorum dedi, biz de balı unutma, emaneti getir dedik, işte olay bu. Van Cumhuriyet Başsavcılığı bu çocuk hakkında soruşturma başlatmış, telefonunu dinlemeye almış, dolaylı olarak bizi de dinlemiş ve bu konuşmayı duymuş. Çocuk hakkında uyuşturucu kapsamında bir soruşturma yapıldığı için, bizim emanet lafımız da belki uyuşturucu olabilir zannıyla soruşturma açmışlar.
İfade verdik. Anlattık, tıpkı size anlattığımız gibi...
İşte bu Zaman gazetesi bu olaya hemen atlamış ve Sarızeybek uyuşturucu işi yapıyor, hem de PKK ile deyip kamuoyunu hakkımızda bilgilendirmiş.
Yine kalktık gittik mahkemeye, bu haber yalandır deyip dava açtık. Epeyce itiraz etti bu Zaman gazetesi, mahkeme itirazlarını reddetti ve ”bu haber vicdansızlıktır” diyen tekzip metnimizin bir hafta süreyle aynı gazetede, aynı yerde yayınlanmasına karar verdi. Yine itiraz ettiler, yine reddedildiler ama biz, aradan onca ay geçmesine rağmen bu tekzip haberini yayınlatamadık, yayınlamıyor gazete ne yapalım. Savcılığa suç duyurusunda bulunduk ve bekliyoruz yayınlanmasını ya da yayınlatılmasını.
Van Cumhuriyet Başsavcılığı ise hakkımızdaki soruşturmasını hala sürdürüyor, bilmek için ya da ortaya çıkarmak için “Sarızeybek PKK ile uyuşturucu işi yapıyor mu yapmıyor mu?”.
İki yıl oldu, biz hala aklanamadık, savcılık hala bir karara varamadı, üstelik sen bu işi yapıyor musun, diye soran da olmadı.
18 yıl öncesinden tanıdığımız üstelik görev tanıdığımız bir çocuk. 18 yıl içinde bir defa görmüşüz. İki defa telefonla konuşmuşuz, başka bir ilgimiz yok. Çevresini bilmeyiz, tanımayız, ne yaptığını bilmeyiz, bizimle bir ilgisi yok ama hala soruşturuluyoruz hem de iki yılı geçkin bir süredir. Biz soruşturulduğumuz için Zaman gazetesine açtığımız tazminat davasını kaybettik, mahkeme “bu haber doğru olabilir” dedi. Şimdi Yargıtay’a gideceğiz bakalım temyiz için, karara itiraz ettik.
Şu halimize bir bakın; bir yanda İstanbul savcıları soruşturma yapıyor “kod adı Ergenekon sözde terör örgütü üyesi miyiz, değil miyiz” bulmak için.
Bu yetmiyor yine soruşturuyorlar “bu örgütün kasası mıyız değil miyiz” bulmak için.
Öte yanda Van savcıları soruşturma açmış, “PKK ile uyuşturucu işi yapıyor muyuz, yapmıyor muyuz bilmek için”.
Takip ediliyoruz, izleniyoruz, dinleniyoruz, söyleyin biz ne yapalım, şu halimize bir bakın…
Ekmek almaya gidiyoruz bakkala, diyor ki bize; Albayım, dün yine gözaltılar olmuş, sizi de aldılar diye çok korktum.
Eve dönüyoruz, hanım soruyor; seni almaya gelirlerse biz ne yapacağız, hangi avukata gidelim?
Konferans vermek için Anadolu’ya gidiyoruz, halkımız yüreğini açıyor bize ve diyor ki; Aman albayım, kendine dikkat et, bunların ne yapacağı belli olmaz!
Televizyonlar askerlerin gözaltı haberlerini zafer naraları atarak verdiğinde, telefonlar geliyor bize; albayım nasılsınız, kötü bir şey yok değil mi?
Sınıf arkadaşlarımla tesadüfen karşılaştığımızda; “Erdal, seni daha almadılar mı?” diye şaka yollu endişelerini dile getiriyorlar.
Bazen annem arıyor; “evladım iyisin değil mi?” diye soruyor ama belli ki bir endişesi var gelecekten. Söyleyin, şimdi, biz ne yapalım? Yalnızlaştırdılar bizi…
Ergenekon Kasası deyip soruşturmanın içine çekmeye çalıştılar, tutmadı!
Uyuşturucu işi yapıyor, deyip soruşturmaya kalktılar, yine tutmadı!
Ölüm kuyuları deyip adımızı medyaya düşürdüler, yine tutmadı, yine tutmadı!
Belli ki telefonlarımızı dinliyorlar, çoğu kimse aramaz oldu artık bizi.
Belli ki araştırıyorlar, olur olmaz herkese adımızı verip soruyorlar; “bu da işin içinde mi?” diyerek, bizi işin içine çekmeye çalışıyorlar.
Soruşturmaya tanık olarak giren kişilerin ifadelerinin altına gizlice ismimizi yazıp dava konusu yapmaya çalışıyorlar. Arada sırada polis otoları evimizin önünden geçiyor, belli ki korku yaratmak istiyorlar. Şu halimize bir bakın…
92 Alan Şemdinli çatışmasında biz ölmüş olmalıydık; mayın, pusu, roket, mermi, el bombası, atılan onca mühimmat vurmadı bizi, korudu Allah!
92 Aktütün Şemdinli çatışmasında ölmüş olmalıydık şehitlerimizin yanı sıra ama olmadı, bir ömür verdi bize Allah, hala yaşıyoruz onca silahlı çatışma sonrası.
Şehitlerimizin acısıyla yaşıyoruz biz, kimden ne korkumuz olacak Allah’tan başka!
Şehitlerimizin hesabını sormak için yaşıyoruz biz, kimseden korkumuz yok, namerde avuç açmayız biz!
Yaşadıklarımızı anlatıyoruz ders alsın ülkeyi yönetenler, yetsin artık şehit acıları bu ülkede, insanlar huzurlu ve mutlu yaşasın, diye ama bizi duymaz ve görmezden geliyorlar, olsun, bu devran döner!
Kimseye iftira attığımız yok, yalan söylediğimiz yok, siyasi ve şahsi çıkar hesabımız yok, malımız mülkümüz yok, çocuklarımıza bile bir gelecek veremedik hala, neyden korkacağız, kimden korkacağız, veremeyeceğimiz bir hesabımız yok bizim!
Yalnızlaştırdılar bizi, olsun, tek gücümüz sizsiniz.
Siz güç veriyorsunuz; okuyorsunuz, davet ediyorsunuz, seviyorsunuz, değer veriyorsunuz, öyle ayakta duruyoruz biz yoksa kim katlanabilir bunca acıya, sıkıntıya, cefaya, yorgunluğa.
Yazıyoruz okuyorsunuz, konuşuyoruz dinliyorsunuz, geçiyoruz selam veriyorsunuz, bakıyoruz ve gözlerinizdeki sevgiyi görüyoruz, bu bize güç veriyor, öyle ayakta duruyoruz işte, sizin desteğinizle.
İsterlerse bizi gözaltına alamazlar mı? Elbette alırlar, kanun gücü var ülkede.
İsterlerse mahkemeye çıkarıp bizi tutuklamazlar mı? Elbette tutuklarlar, hukuk var bu ülkede.
Peki ya sonra? Biz kimiz ki?
Onlara kim olduğumuzu anlatalım…
“….Ta uzaklardan gelen bir ses diyor ki; bu topraklar, her kusuru örter ama ihaneti asla! Bizim korkacak bir şeyimiz yok! Düşündüğümüz tek şey, evlatlarımız ve onlara bırakacağımız bu vatan. Bu vatan bize atalarımızdan emanet!
Bu ülke bizim. Şehit kanıyla sulanmış bu toprak bizim. Bu bayrak bizim. Bu halk bizim. Biz sahip çıkmazsak kim sahip çıkacak? Hainlerle dolu bir vatan mı bırakacağız evlatlarımıza miras olarak!
Bu hesabı biz sormazsak, şehitler bize sormaz mı? Bir umudumuz var. Türk ülkesi, ulusu, bayrağı ve vatanını can bilenlerle, bu canı almaya çabalayanlar arasında hesaplaşma zamanının geldiğini müjdeleyen bir umut. Bu umudu sizinle paylaşmak için yazdım. Anlattım size bir bir. Bizi gördünüz satırlarda ve bildiniz biz kim?
Yapayalnız! Yapayalnız kaldık, yapayalnız bir Türk milleti tarihten beri! Ama asıl güç orada, asıl güç Türk milletinde, güç bizde! Biz demek sevmektir, devleti, toprağı, bayrağı ve insanı. Biz demek ölmek demektir, vatan uğruna, bayrak uğruna, Türk milleti uğruna[1]…
Dileğimiz; Allah yeterli bir ömür versin bize, bu kötülükleri yapanların Türk adaleti önünde hesap verdikleri günü görmek için…
İşte bizim için İstanbul’daki soruşturma budur.
Türk Ordusu, Türk Milleti’nin Ordusu’dur ve Türk Milleti’nin en büyük ulusal gücüdür.
Bu soruşturmayı gerekçe gösterip Türk Ordusu’nu, PKK Terör Örgütü’nden beter bir örgüt gibi göstermeye çalışmak hukuksuzluktur, vicdansızlıktır, adaletsizliktir, vatana ihanettir.
Bunu kasten yapanlar da vatan hainidir.
Unutmayınız ki Türk Milleti hainleri hiç sevmez, gün gelir, bunu hesabını sorar, hem bu dünyada hem de öbür…
_____________
[1] Hesaplaşma, anı, Erdal Sarızyebek, 2006, Pozitif Yayıncılık.
Erdal SARIZEYBEK, 20 Şubat 2011