Türk Ordusu Türk Milleti'ne Bir Açıklama Borçludur…
Millet ordusunun, ordu da milletinin halinden anlamalıdır. Biri diğerinin hali nicedir, bilmelidir. Her iki tarafta da hal ve gidiş nedir, bilinmeli ki sahip çıkılsın hem millete hem orduya, ordu-millet dediğimiz budur, anladığımız budur…
Türk Ordusu asimetrik psikolojik harekât yoluyla saldırıya uğruyor, görüyoruz ve bunu biliyoruz… Bir takım medya unsurları haksız ve hukuksuz bir biçimde ve de acımasızca ordumuza saldırıyor, ama hükümetten ses yok, sanki Türk Ordusu Türk Hükümeti’nin ordusu değil… Medya akıl almaz manşetlerle ordumuzu aşağılamaya çalışıyor, farkındayız her şeyin… Ordumuz ise medya karşısında savunmasız kalıyor, bunu da görüyoruz çünkü hukuk işlemiyor, AKP siyasetini eleştirirseniz hukuk işliyor ama söz konusu “Türk Ordusu” olunca hukuk işlemiyor, bu da açık...
Türk Ordusu sanki Uganda ordusuymuş gibi, işine geldiğinde medyaya, medya patronlarına hatta halka yönelik baskılarını yapan bir Başbakan, söz konusu Türk Ordusu olduğunda sessiz kalıyor, tıpkı kuzuların sessizliği gibi, ordumuzu “etkisizleştirme ve itibarsızlaştırma” operasyonlarına ses çıkarmıyor…
Peki ya Cumhurbaşkanı? Ya Adalet ve İçişleri Bakanları, peki ya RTÜK?
Peki ya sendikalar, üniversiteler, medya sivil toplum örgütleri, gazeteciler birliği, onlardan da hiç ses yok…
Ordumuz saldırı altında ve kendini koruyacak savunma mekanizmalarından yoksun, Ordumuz “TBMM Ordusu” ama ardında Meclis yok, Cumhurbaşkanı “SÖZÜM ONA BAŞKOMUTAN” ama “GIKI ÇIKMIYOR”… Başbakan derseniz sanki ordumuza yönelik saldırıların bir parçası gibi hareket ediyor, ordumuz yalnız kaldı, görüyoruz, biliyoruz ve ordumuzun içine düşürülmek istenildiği durumu anlıyoruz.
Bizim bildiğimiz ve inandığımız şudur; ordumuz ne Uganda ordusudur ne de Kenya ordusu, ne de Tanzanya ordusu, bu ordu Türk Milleti’nin ordusudur! Şu sıralar sıkça Tanzanya’ya, Kenya’ya, Uganda’ya gidenler, sakın orası ile Türk Ordusu’nu ve Türk Milleti’ni birbirine karıştırmasın! Türk Ordusu bizim ordumuzdur, ona yönelik “etkisizleştirme ve itibarsızlaştırma” operasyonlarının farkındayız, biliyoruz bu işi yapanları ve arkasında duranları…
Peki ya ordumuz, Ordumuz da, “biz Türk Milleti ne haldeyiz”, halimizi biliyor mu, milletimiz ne halde, bizi anlıyor mu? Birlikte bakalım ve görelim…
İstanbul Soruşturmasıyla başladı her şey, özellikle BİRİNCİ İDDİANAME içerisinde yazılanlarla… HALKIMIZI YALNIZLAŞTIRDILAR… Birinci İddianamede neler vardı, bir hatırlayınız… Temeli telefon dinlemelerine dayanıyordu; çoğumuzu dinlediler, dinledikleri her şeyi, her konuşmayı yazdılar ve halkımızı şu mesajı vermek istediler: "SİZİ ADIM ADIM İZLİYORUZ VE DİNLİYORUZ…"
Yüreği sağlam ve temiz halkımızı korkuttular, çünkü bilmediği bir şey idi bu halkımızın; "Dinlenmek ve izlenmek", hem de devletinin eliyle, ŞAŞIRDIK!
Sadece bu olsaydı yapılanlar, yine de halkımız bu duruma düşmezdi ama yapılan sadece bu değildi ki; tüm konuşmaların detaylarını resmen yayınladılar; “kim kimi aramış, kim kime ne demiş, kim kime ne sormuş, kim ne düşünmüş ne söylemiş…”
Ardından bu konuşmaları suç unsuruymuş gibi Yahuda medyasının eliyle işlemeye başladılar, konuşanları gözaltına almaya başladılar; sonunda öyle bir hale geldik ki, “konuşmak bile suç sayılıyormuş” diye düşünmeye başladık… Belki de çoğumuz bir daha konuşmamaya başladı ve birbirimiz arasındaki telefon konuşmaları, görüşmeleri, yüz yüze gelmeler, toplanmalar, tartışmalar, AKP siyaseti aleyhine konuşmalar, eleştirmeler azaldı, azaldı, nerdeyse durma noktasına geldi…
Bu da yetmedi YAHUDA ZİHNİYETİNE, halkımızdan biri, hiç suçu günahı olmayan, örgütle, şiddetle işi gücü olmayan biri, eğer ki suç şüphesi altında bulunan bir başka biri ile sıradan bir görüşme yaptıysa bile, onu da gözaltına aldılar ve böylece halkımıza daha da korku saldılar… Sonuçta halkımız tepkisizleştirildi, olayları seyreden ama tepki veremeyen bir hale getirildi…
Bu da yetmedi; hak hukuk diyenlere saldırdılar, TEKEL İŞÇİLERİ GİBİ, biber gazı sıktılar ta gözbebeklerinin içine, yerlerde süründürdüler sanki vatan hainiymiş gibi…
Bu da yetmedi; ÖĞRENCİLERE, MEMURLARA, İŞÇİLERE, ŞEHİT ANALARINA, yani HALKA, yani bize, yani Türk Milletine saldırdılar… Artık halk susmuştu, sanki varlığı hiç yokmuş gibi, ülkesindeki gidişatı acı acı izler hale gelmişti; TEPKİSİZ TOPLUM, TEPKİSİZ HALK!
Ama tüm bunlar da yetmedi bu Yahuda’ya, YAHUDA MEDYASI durmadı hiç, kim kimle konuştuysa sanki suç işlenmiş yayın yaptılar, kim kimle oturup bir yemek yediyse, bir resim çektirdiyse, bir toplantıya katıldıysa, sanki hepsi suçmuş gibi, sanki herkes teröristmiş gibi, yayın yaptılar, ekran ekran gösterdiler… Artık öyle bir hale gelindi ki, kimse kimseyle oturamaz, görüşemez ve konuşmaz oldu…
Millet tepkisiz hale getirilince, sadırı oklarını bu kez yargıya ve orduya çevirdiler… Halkımızın güvendiği kurumlar "ORDU VE YARGI" hedefe taşınıp acımasızca eleştirildi, suç örgütü algısı yaratılmaya çalışıldı, KOMUTANLAR VE SAVCILAR, birer birer terörist diye gözaltına alınmaya başladı ve bunu yürek acısıyla izleyen halkımız "GÜVENSİZ, YOKSUL VE KADERİNE TERK EDİLMİŞ SAHİPSİZ BİR HALK" olduğunu düşünmeye başladı…
Ne kadarını başardılar, bunun cevabını siz veriniz!
İşte bu, halkımıza yapılan asimetrik psikolojik harekâtın sonuçlarıdır ve bu harekât, Başbuğ paşamın dediği gibi sadece ordumuza değil, aynı zamanda halkımıza yapılmıştır, halkımız “yalnızlaştırılmış ve tepkisizleştirilmiştir”… Gittikçe yoksullaşan ve derdini kimseye anlatamayan ve derdine derman bulamayan ve sahipsiz kaldığını düşünen bir toplum! Şehitlerinin hesabını soramayan, şehit katillerine karşı tepkisini ortaya koyamayan ve her gün şehit katillerini ekranlarda seyredip öfkesini yüreğine atan bir toplum!
HALİMİZ, TÜRK MİLLETİ’NİN HALİ İŞTE BUDUR, EY TÜRK ORDUSU!
Halkımız ordusuna yapılan saldırıları görüyor ve içi yanıyor ama elinden bir şey gelmiyor, çünkü halkı örgütlü bir toplum hareketine dönüştürecek sivil toplum örgütü liderleri birer birer hapse atıldı. Halkımız bu durum karşısında sesini çıkaracak ama halkın sesini ekrana taşıyan kimse kalmadı, toplumsal bilinç bir türlü harekete geçemiyor, bunu yapacak olanlar ise bir elin parmakları kadar azaldı…
Halkımız yoksullaştırıldı, ekmek parası derdine düştü, geçim sıkıntısı içinde, hepsini bir kenara itip ülkesi, ordusu ve geleceği için harekete geçecek ama dermanı yok gibi, kımıldayamıyor. Aslında bir kımıldasa hepsini çözecek ama dermanı kalmadı yokluktan yoksulluktan…
Halkımız ve ordumuz, belki Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu denli ağır bir kuşatma ve saldırı altına girdi, hem de içeriden, kendi seçtikleri ve kendi medyası ve kendi cemaati ve tarikatı eliyle kuşatıldı, şaşkın, herkes şaşkın, böylesi bir kuşatma belki hiçbirimizin aklından bile geçmemişti…
Ama bil ki Türk Ordusu, biz Türk Milleti ordumuzu seviyoruz, canlı şahidiyiz bunun, ülkemizin dört bir yanında yaşayan insanlarımız ordusunu seviyor, bunda hiç kuşkumuz yok, senin de olmasın hiç… Sevgi önemli, halkımız ordusundan korkmuyor, seviyor… Zaten Türk Milleti ve Türk Ordusu’nun gücü buradadır, "ORDU-MİLLET BAĞI VE SEVGİSİ!"
Halimiz budur ve biz, bu hal ve şart altında şimdi ne yapacağız?
Bundan bir yıl önce, bu yazıyı kaleme alırken, “Ordu Milletine Küstü mü” şeklinde bir başlık kullanmıştım, nedir bu suskunluk, diyerek… Ordumuz milletine küstü mü derken, küsmek sözünü mecazi anlamda kullanmıştım… “Ne demek küsmek”, ordu milletine küsmez, küsemez, böyle bir şeyi ne tarih yazmıştır ne de yazacaktır! Amacımız şu idi; bir söz, bir cümle, bir işaret, artık Türk milletinin yalnız ve çaresiz olmadığını bize gösterecek anlamlı bir davranış! Bunu istemeye hakkımız var çünkü yorgun ve çaresiz görmeye başladık kendimizi, bu iyiye işaret değil!
Türk ordusu bir açıklama yapmalı ve ülkemizde neler oluyor, bu gidişat nedir, bize anlatmalı, anlatmalı ki titreyip bir kendimize dönelim artık!
Tehlikeli bir gerginlik var yüreklerde, halkımız artık bu gidişattan memnun değil, rahatsız, bunu ülkemizin dört bir yanında görmek ve hissetmek mümkün...
Şimdiye bakıyoruz: Komutanların sanki bir teröristmiş gibi birer birer alınıp hapse atılması iyiye işaret değil, içimiz yanıyor… Düşmana karşı yapılan seminer ve brifingler şimdi darbe planları oluyor ve ordu karargâhlarına giriliyor, savunma planlarımız ortalığa saçılıyor… Ordu kumandanları savcılık kalemlerine alınıyor, bekletiliyor, saatlerce ifadesi alınıyor, bazen da günlerce… “EFE” diye bir gizli tanık çıkmış, Malatya’da seminer adı altında darbe planları hazırlandığını duyduğunu söylemiş, savcılık, sanırız, yeni gözaltılara ve aramalara hazırlanıyor... Bu iş nereye varır? Bu ne iştir? Bu nasıl bir iştir?
Biz, Türk Milleti, bu olan bitene bir anlam vermemiz mümkün değildir, ne olduğunu anlamamız mümkün değildir…
Kim kime saldırıyor; Ordu mu Hükümet’e yoksa Hükümet mi orduya? Her ikisinin de sahibi biziz, biz halkız, gerçeği bilmek zorundayız. Hükümetimizin yaptığı açıklamalar inandırıcı değildir, “darbeci, terör örgütü, yıkıcı, bölücü, katil…” gibi laflara inanmıyoruz biz. Bu durumda Türk ordusu bunu bize açıklamalı, bize anlatmalı… “Neler oluyor” biz, Türk Ordusu’nun sahibi olan Türk Milleti, neler döndüğünü bu ülkede bilmeliyiz ve bilmek zorundayız…
Türk Ordusu, işte bu ahval ve şerait içinde, olan biteni, duygu ve düşüncelerini bize açıklamalıdır… Bu, Türk Ordusu’nun Türk Milleti’ne karşı ödemesi gereken bir borçtur…
Erdal SARIZEYBEK, 24 Haziran 2011
erdalsarizeybek@gmail.com