Türk Tarihinde Kürtler / Metin AYDOĞAN

Türk Tarihinde Kürtler / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Cum Mar 04, 2016 17:31

Türk Tarihinde Kürtler

Türk-Kürt ilişkilerinin kökeni, Abbasi Devleti’nin bölgede egemen olmasına dek gider. Gazneli Mahmut’tan (988-1030), Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucusu Tuğrul Bey’e, (990-1063), Alparslan’dan (1029-1072), Anadolu Selçuklularına ve Osmanlı döneminden geçerek günümüze dek gelir. Türk-Kürt birlikteliği, devlet görevlerinde yer almayla sınırlı kalmayan ve toplum düzeninin her alanına yayılmış kalıcı bir kaynaşmaya ulaşmıştır. Bu iki halkın insanları, etnik kökenine bakılmaksızın; tarımdan hayvancılığa, zanaatçılıktan tecime (ticarete), kent yaşamından göçerliğe dek yaşamın her alanında, eşit biçimde yer aldılar. Benzer değer yargıları, ortak yönelişler ve aynı dinsel inanış içinde, çok uzun süre birlikte yaşadılar.

Gönüllü Birliktelik

Türk-Kürt ilişkileri; uzun süre birlikte yaşamanın, iç içe geçerek güce dayanmayan özümlemenin (asimilasyon), gönüllü bütünleşmenin ve ortak değerlere sahip olmanın tarihi gibidir. Halklar arasındaki her ilişki özgündür ancak her özgünlüğün aynı zamanda başkalarıyla benzerlikleri de vardır. Türk-Kürt birlikteliği kadar benzeri olmayan bir özgünlüğe, dünya halkları arasında herhalde rastlanamayacaktır.

Bilinmezliklerle dolu, binlerce yıllık ortak geçmişe sahip Türkler ve Kürtler, çok uzun dönemler boyunca, barışçı bir ortam içinde birlikte yaşayarak birbirleriyle kaynaşmışlardır. Türkleşen Kürtler, Kürtleşen Türkler vardır. Birçok konuda yaşam ve duygu birliği içindedirler. Bugün, aynı devletin eşit haklara sahip yurttaşlarıdırlar.

Türk-Kürt ilişkisinde, son bin yılda, halka inen bir çatışma ve gerilim yaşanmamıştır. 12.Yüzyıldaki birkaç çatışma sayılmazsa, 19.yüzyıla dek, yani dış kışkırtmanın başlamasına dek, 700 yıl barış içinde yaşamışlardır. Bu iki halk, birlikte yaşamak zorunda kalan iki yabancı unsur değil, aynı ulusu oluşturan iki iç unsur durumuna gelmiştir. Tarihin ve günümüzün yaşanan gerçeği budur.

Yöneten-Yönetilen

Türk-Kürt ilişkisi; ekonomik, toplumsal ve kültürel açıdan incelenip yönetim işleyişi açısından ele alınırsa, karşılaşılacak ilk gerçek, Türklerin yöneten, Kürtlerin ise yönetilen konumda olmalarıdır.

Osmanlı İmparatorluğu, Kürtleri, özerklik sayılabilecek bir konumda tutmuş, onları iç işlerinde serbest bırakmıştı. Cumhuriyet döneminde ise, özerklik aşılarak herhangi bir sınır konmaksızın, Kürtlere eşit yurttaşlık hakları tanınmıştır. Cumhuriyet yönetiminden sonra devlet yapılanmasında, Kürtler de görev almıştır.

Kürtlerin Tarihi

Kürtler günümüzde, Türkiye, Irak, İran ve daha az olmak üzere Suriye ve eski Sovyetler Birliği topraklarında yaşayan bir halktır. Ekonomik ve kültürel olarak en gelişkin olanları, Türkiye Cumhuriyeti yönetiminin sağladığı olanaklar nedeniyle, Türkiye’de yaşayanlardır.

Kürtlerin tarihleriyle ilgili görüş birliği yoktur. Hint-Avrupa dil kümesine bağlı oldukları, M.Ö.1000 yıllarında Türklerle birlikte Orta Asya’dan geldikleri ya da yaşadıkları bölgenin yerleşik halkı olduklarını ileri süren görüşler bulunmaktadır.

Kürt Dili

Yöreden yöreye hatta köyden köye ayrılıklar gösteren dilleri; Arapça, Farsça, Türkçe ve Latin kökenli dillerin etkisi altında kalarak oluşan toplama bir dildir. Karmaşık bir dağılım içindedir. Kuzey lehçesi Kırmançi, İran ve Doğu Irak’ta konuşulan Sorani, bir İran ağzı olan Zazaca, Iraklı Kakaylar’ın Goranisi, Türkmenistan ve Azerbaycan Kürtçesi, Irak’ın Süleymanisi, Mikrisi, Kuzey Irak’ın Badinanı değişik ve çoğu kez birbirini anlamayan Kürt lehçeleridir. Çoğunluğunu Türkiye’de yaşayanların oluşturduğu bir kısım Kürt, fonetik Latin abecesini kabul ederken, Irak ve İran Kürtleri Arap harflerini, eski Sovyetler Birliği’ndeki Kürtler de Kiril abecesini benimsemiştir.

Kürt dilindeki çeşitliliğin nedeni, toplumsal düzenin uzun dönemler boyunca, ulusal duygunun gelişmediği aşiret ilişkilerine dayanması ve Kürt yaşam biçiminin bu ilişkilerce belirlenmiş olmasıdır. Dil birliğinin sağlanamaması, Kürt topluluklarının bir araya gelmesini ve Kürtlerin uluslaşmasını önlemiştir.

Alman toplumbilimci Prof.Max Weber (1864-1920), Kürtçenin kökenbilim (etimoloji) açısından; “birliği olmayan”, “daha çok Farsî kurallara yatkın”, “sözcük karışımı” bir dil olduğunu söyler. Prof.Fritz Neumark ise, Kürtçede fiilin ve fiil çekimlerinin bile oluşmadığını ileri sürer. Ona göre Kürtçede fiiller, daha çok isim olarak kullanılmıştır. 1 

Max Weber, “Kürtler” adlı yapıtında, Kürtçe için, “Kürt dili, bir diller karışımı değil, belki bir sözcükler karışımıdır. Bir millet dili olmaktan çok, göçlerin ve istilaların etkisi altında zaman içinde oluşmuş bir dildir”der. 2 

Petersburg Akademisi’nin 20.yüzyıl başında yayımladığı ve Ortadoğu dillerini içeren sözcüklerle derlenen 8307 sözcükten; 3080’i kök olarak Türkçe, 2000’i yeni Arapça, 1030’u yeni Farsça, 1240’ı eskiFarsça (Zend), 370’i Pehlevi, 220’si Ermeni ve 108’i Keldani iken, yalnızca 30’u asıl ve eski Kürtçe’dir. 3 

Etnik Köken

Kürtler’in etnik kökenleri konusunda, tarihçiler arasında görüş birliği yoktur. Kürt adı Sümer yazıtlarındaki “kar-da-ka”, Asur tarihindeki (M.Ö.1000) “Kur-ti-e” gibi aşiret adlarıyla ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Antik Ege uygarlığındaki “Korduene”, Roma dönemindeki “Gordoya” gibi bölge adlarıyla bağlantılama çabaları da vardır. Kimi tarihçiler, Kürtlerin Karduklulardan geldiğini söylemektedir.

Doğu bilimci Minorski, Kürtlerin İran asıllı olduklarını ve Urmiye Gölü çevresinden Güneye göç ettiklerini ileri sürmüş, bir başka Doğu bilimci N.J.Marr, Kürtlerin kökenini Gürcülere bağlamıştır. Bir küme tarihçi ise, Kürtlerin Orta Asya’dan Batıya göç etmiş bir Türk boyu olduğu görüşündedir. 4 

Kökenleriyle ilgili ayrımlı görüşlere koşut olarak, Kürtlerin tarihlerinin başlangıcına ilişkin çok az bilgi vardır. Son zamanlarda, emperyalist merkezlerin destek ve denetimi altında bulunan kimi Kürt milliyetçileri, Kürt tarihi konusunda abartılı ve dayanıksız görüşler ileri sürmektedirler. Çok sayıda basılıp halka ulaştırılan kitap ya da broşürlerde, “Kürtlerin acılı tarihi” Sümerler’e dek götürülmekte, Hurriler, Lulubiler, Urartular, Mitanniler hatta Medler bile, Kürtlerin ataları sayılmaktadır. 5 

Yazılı Tarih

Kürtlere ait bilgiler, Arapların bölgeyi ele geçirdikleri 10.yüzyılda belirginleşmektedir. Mesudi, İstahri gibi yazarlar; Kürt aşiretlerine, yaşadıkları yerlere ve yaşam biçimlerine ilişkin bilgi vermiştir.

7-10.Yüzyıllar arasında genellikle karıştıkları olaylar nedeniyle adlarını duyuran Kürtler, o dönemde Mervaniler, Hasanveyhiler gibi derebeylikler oluşturmuşlardı. 11.Yüzyıl göçleri sırasında Türkler, bu beylikleri ortadan kaldırdılar. Bunların yerini, Türk hanedanlar aldı. Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmen devletlerinden sonra bölgede, kısa bir süre Safeviler (Şah İsmail) ve arkasından Osmanlılar (I.Selim-Yavuz) egemen oldu. 6 

Kürtler, Çaldıran Savaşı’ndan sonra (1514) ve kendi istekleriyle, Türklerle birlikte yaşamayı kabul etti. Kürt kökenli Osmanlı devlet adamı olan İdris Bitlisi’nin (?-1520) girişimleri sonucu bir araya gelen 25 büyük aşiret reisi, Osmanlı buyruğu altına girmeye karar verdi.

Bitlisi, I.Selim’in (Yavuz) isteği doğrultusunda 40 bin Alevi öldürerek bölgeyi Türkmenlerden arındırdı, buna karşılık Padişah, yönetimi altına giren Kürt aşiretlerine, geniş haklar içeren özerklik verdi. Türk-Kürt ilişkileri, bu olaydan sonra yaklaşık 300 yıl süren, çatışmasız bir döneme girdi.

Erime, Eritme

Türklerle Kürtler arasında, ilişkiler, 11.yüzyıldan sonra yoğunlaşmaya başladı. 12.Yüzyılda, yeni bir göç dalgasıyla Anadolu’ya yönelen Türkmenler, büyük kümeler halinde Musul, Rakka ve Urfa’ya yerleşmeye başladılar. Önlenemeyen göç ve yerleşimler, Anadolu Selçukluları’nı olduğu kadar, yörede yaşayan Kürtleri de rahatsız etti.

C.Cahen’in, “genişleme içinde bunalım” 7  adını verdiği bu gelişme nedeniyle, Türkmen-Selçuklu çatışması yanında, oldukça yeğin bir Türkmen-Kürt çatışması daha ortaya çıktı. Prof.Faruk Sümer’in, “kartallarla leyleklerin savaşına” 8  benzettiği çatışma (1185), kısa bir süre içinde, Musul ve Cizre’den Suriye, Malatya, hatta Azarbeycan’a dek yayıldı ve Kürtlerin yenilgisiyle sonuçlandı. Adlarını önderlerinin adından alan Rüstem Türkmenleri ile Kürtler arasındaki bu çatışma, ilk ve o boyuttaki tek büyük Türk-Kürt çatışmasıdır.

İlişkinin Kökeni

Türk-Kürt ilişkilerinin kökeni, Abbasi Devleti’nin bölgede egemen olmasına dek gider. Bu devletin yönetiminde, özellikle ordusunda belirleyici güç durumuna gelen Türkler, Doğan Avcıoğlu’na göre, “Türkler gibi savaşkanlıklarıyla tanınan” 9  Kürtlerle, çok önceden tanışmışlar ve onlara “iyi askerler” olarak “İslam ordularında” görev vermişlerdi.

Gazneli Mahmut(988-1030) ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucusu Tuğrul Bey (990-1063), ordularında “Kürt askerler kullanmıştı”. Alparslan (1029-1072), Anadolu’nun fethinde büyük önem taşıyan Malazgirt Savaşında Kürtlerden destek görmüştü.

Alparslan’dan sonra başa geçen Melik Şah (1055-1092), amcası Kavurd’la giriştiği yönetim savaşımında, Kürt askerlerin desteğini alarak başarıya ulaşmıştı. Selçuklu hükümdarlarının hizmetinde paralı askerlik yapan ve bir Kürt aileden gelen Selahaddin Eyyübi’nin (1137-1193) ordusu, Türkler’den oluşuyordu ancak bu orduda, önemli sayıda Kürt askeri de vardı. 10 

Büyük Selçuklular ve Karakoyunlular döneminde, yöredeki Kürt aşiretleri, bu iki Türk Devleti’yle uyumlu birliktelikler oluşturdular. Selçuklu ordusunda paralı asker olan ve Suriye’ye vali atanan Kürt kökenli Eyyüp bin Şadi (12.yüzyıl) (Selahaddin Eyyübi’nin babası), 3.Haçlı Seferinin başlamasıyla Haçlılara karşı Suriye’nin birliğini sağladı ve Eyyübi Devleti’ni kurdu.

Eyyüp bin Şadi, Selçuklu hükümdarlarının hizmetinde bulunmayı gelenek haline getiren bir Kürt ailedendi ve kurduğu devletin asker ve bürokrasisinin hemen tümü, Türkler’den oluşuyordu. Bir Türk devleti olan Karakoyunlular; Câkirlu, Ayinlu, Süleymanî, Zırkî ve Mahmudî gibi Kürt aşiretlerini, toplumun asal unsuru saymış, devlet kadrolarını onlara açık tutmuştu.

Aynı tutumu; Anadolu Selçukluları, Osmanlılar ve ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti de sürdürmüş; Türk-Kürt kaynaşmasını pekiştiren bu uygulama, sekiz yüz yıl süren bir gelenek halinde, devlet işleyişine yerleşmiştir.

Kalıcı Kaynaşma

Geçmişte, birçok Türk beyi, Kürtler’in çoğunlukta olduğu bölgelerde beylikler kurarak yöreyi Türkleştirdi. Buna karşın, kimi Türkmen boyları, Osmanlı baskısından kurtulmak için, Kürtçe öğrenip kendilerini Kürt gösterdiler. 11. ve 12.yüzyıllarda başlayan karşılıklı etkileşim, Anadolu’nun Türkleşme sürecine zarar vermedi, Kürtlerin rahatsız olacağı bir sonuç yaratmadı.

Kaynaşmanın Boyutu

Revadi Kürtlerinden Tebriz egemeni Ahmedil, Selçuklu emiridir. Ölünce yerine özgürlüğünü geri verdiği (azatlığı) Türk kölesi Aksungur geçmiş ve oğullarıyla birlikte onun hanedanlığını sürdürmüştür. 11  Türkmen boylarından Saluroğulları, Kıfcakoğulları, Berçemoğulları ve Avşar Şumlaoğulları Kürtlerin yaşadığı bölgelerdebeylik kuran Türk boylarıdır.

Türkmen Sungurluların kurduğu Atabeyler Devleti, Kürtler ve Kürtlere yakın Lur, Şul, Şabankare topluluklarıyla iç içedir. Erbil’de, Türk Beğ-tigin boyu, ünlü Gökbörü’nün hükümdarlığında güçlü bir beylik kurdu. Bu beylik, yerel halkla o denli bütünleşir ki, kimi Kürt tarihçileri, kesinlikle Türk olan Beğ-tigin beyliğini, aynı Berçemoğulları gibi Kürt sayarlar.

Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da başka Türk beylikleri de kurulur. Mardin’de Hınıs-ı Keyfa, Silvan’da Artukoğulları, Diyarbakır’da İnaloğulları, Harput ve Muş’ta Çubukoğulları, Bitlis’te Togan-Arslanoğulları ve Erzurum’da Saltukoğulları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da o dönemde kurulmuş Türk beylikleridir. 12 

Kürt tarihi Şerefname’ye göre (Şerefname’yi, Osmanlı Devleti’nin Bitlis emiri yaptığı, annesi Türk olan ve Safevi sarayında yetiştirilen Şeref Han (1543-1604) yazmıştır) 13 , Melkışî adı verilen Çemişkezek Kürt beyleri, Türk olan Erzurum Saltukluların soyundandır.

Bölgedeki Türk-Kürt kaynaşmasıyla ilgili çok sayıda örnek verilen Şerefname’de, Çemişkezek konusunda şunlar yazılıdır. “Çemişkezek beylerinin adları, onların Türklerin çocuklarından ve torunlarından olduklarının bir başka kanıtıdır. Çünkü bu adların hiçbirinin Kürt ya da Arap adıyla bir ilgisi yoktur”. 14 

Yine Şerefname’ye göre, Buldukanî diye anılan Eğil Kürt beyleri, Türk Emir Bulduk soyundan gelir. Palu ve Çermuk Kürt beyleri de Türktür. 15 

Selçuklular ve “Kürdistan” Tanımı

Türk kökenli Kürt beylikleri konusunda araştırmalar yapan Rus tarihçi B.Nikitin “ Kürtler” adlı yapıtında; “Kürt yıllıkları karıştırıldığında, kullanılmış olan Türk ad ve unvanlarının sayısının çokluğu hayretle görülür” der. 16  “Kürtlerin yurdu” ya da “Kürdistan” olarak anılan bir bölge adı, Selçuklu Sultanı Sancar’a dek, hiçbir kaynakta geçmez. Sancar, yeğeni Süleyman Şah için Hamedan bölgesinde bir eyalet oluşturur ve buraya “Kürdistan” adını verir; ilk kez Sancar’ın getirdiği bu tanım, o günden sonra kullanılmaya başlanır. 17 

Birlikteliğin Getirdikleri

Toplumlararası ilişkilerde karşılıklı etkileşim, tarihin her döneminde olduğu gibi günümüzde de süren ve yalnızca göçebe ilişkilerinde değil, tümüyle yerleşik duruma gelen toplumlarda da görülen, yadsınmaz bir gerçekliktir.

Toplumlar arasında, ilişkinin niteliğine uygun olarak, karışmalar, kaynaşmalarve birbiri içinde erimelerin oluşması kaçınılmazdır. İlişkiler süreci içinde daha az gelişkin topluluklar, gelişkin olanın içinde erimeye başlar. Bu eriyiş, aynı zamanda bir eritiş sürecidir. Bu karmaşık süreç içinde, bir topluluk eski kimliğini tümüyle yitirse bile, eridiği topluma yeni öğeler katar.

Kendiliğinden oluşan bu kaynaşma, bir doğal özümleme (asimilasyon) olgusudur; zora dayanmadığı sürece, uygarlığın gelişim göstergesidir. Toplumlar bu gelişime bağlı olarak ve sürekli bir değişkenlik içinde, yenileşip olgunlaşırlar.

Toplumsal birliğin çağdaş karşılığı olan uluslaşma, tarihsel dayanaklarını, ruh ve düşünce birliğini oluşturan bu olgunlaşma içinde bulur. Ulusa adını vererek üst kimliği, daha gelişkin ve güçlü olan unsur verir. Ancak bu biçimde oluşan ulus birliği; kan, ırk ya da din birliğinin öne çıktığı bir toplum biçimi değil; dil, toprak, kültür ve ekonomik çıkar birlikteliğine dayanan katılımcı bir yapıdır.

Ulus Devlet Birlikteliği

Kürt-Türk birliği, günümüzde, somut karşılığını ulus-devlet örgütlenmesinde bulan, ileri bir düzeye ulaşmıştır. Ulus oluşumunda üst kimliği, doğal ve zorunlu olarak Türkler oluşturmuştur ancak bu oluşum, belki de başka hiçbir toplumda görülemeyecek denli, uzun geçmişli gönüllü birlikteliklere dayalıdır.

Birlikte yaşamanın yarattığı ortak duygu ve çıkar birliktelikleri, toplumsal alışkanlıklar, kalıcı bağdaşıklıklar ve akrabalık ilişkileriyle, Türk ve Kürt unsurlar, bugün o denli iç içe girmiştir ki; Batının büyük para ve çaba harcayarak sürdürdüğü iki yüz yıllık bölünme girişimi, bu birlikteliği hala çözebilmiş değildir.

Mustafa Kemal Atatürk, Türk-Kürt kaynaşması konusunda, değişik konuşma ve yazışmalarında görüşlerini açıklamıştır. Bu açıklamaların birinde, 16 Ocak 1923 tarihinde İzmit’te halka yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Bilindiği gibi, milli sınırlarımız içinde yaşayan Kürt unsurlar, o biçimde yerleşmişlerdir ki, pek az yerde çoğunluktadırlar. Çoğunluklarını yitire yitire ve Türk unsurunun içine gire gire öyle bir sınır oluşmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir. Sözgelimi, Erzurum’a kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar giden, Harput’a (Elazığ y.n.) kadar giden bir sınır aramak gerekir... Türkiye’nin halkı konu edilirken onları (Kürtleri y.n.) da ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman, bundan kendilerine sorun yaratmaları daima mümkündür. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtler’in hem de Türkler’in yetki sahibi milletvekillerinden oluşmuştur ve bu iki unsur bütün çıkarlarınıve kaderlerini birleştirmiştir...” 18 


 1  “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1981, 3.Cilt, sf.213
 2  a.g.e. sf.213
 3  a.g.e. sf.213
 4  Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş. 20.Cilt, sf.132
 5  “Kürt Kökeni, Büyük Boylar” Welatê Torî-Nergıza Torî, Koral Yay., 1991
 6  Büyük Larousse, Gelişim Yay., 12.Cilt, sf.7285
 7  “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 5.Kitap, Tekin Yay., 1996, sf.1966
 8  a.g.e. sf.1966
 9  a.g.e. sf.2030
 10  a.g.e. sf.2030
 11  a.g.e. sf.2030
 12  a.g.e. sf.2031
 13  Büyük Larousse, Gelişim Yay., 18.Cilt, sf.11052
 14  “Şerefname”Bozarslan çevirisi, sf.208; ak. Doğan Avcıoğlu,“Türkler’in Tarihi” Tekin Yay., 1996, 5.Kitap, sf.2031
 15  a.g.e. sf.2031
 16  “Les Kurdes” B.Nikitine, sf. 183; ak. Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 5.Kitap 1996, sf.2032
 17  “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, Tekin Yay., 5.Kitap 1996, sf.2032
 18  “Mustafa Kemal Eskişehir-İzmit Konuşmaları” Kaynak Yay., 1993, sf.105


Metin AYDOĞAN, 2 Mart 2016
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Türk Tarihinde Kürtler / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Aytigin Ata » Cum Mar 04, 2016 19:34

ÇÖP!
'


'

Kullanıcı küçük betizi
Aytigin Ata
Üye
Üye
 
İletiler: 107
Kayıt: Pzt Oca 18, 2016 4:37
Konum: UK URUM KUN

Re: Türk Tarihinde Kürtler / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Aytigin Ata » Cum Mar 04, 2016 19:42

°


SELAHATTİN EYYUBİ TÜRK’TÜR!



Resim


Marksistler bir zamanlar, benim millîyetçi muhteşem asiler olarak kabul ettiğim Köroğlu, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal gibi halk şairlerini sınıf savaşçısı ilân ederek, komünizme tarihî ve millî boyut kazandırmak istemişlerdir.

Halbuki bu Celalî ozanların işçi veya köylü diktatörlüğü kurmak gibi bir niyetleri yoktu. Aksine Türk halk edebiyatının bu seçkin ve eylemci simaları, dönme-devşirme enderun iktidarında pekişen Osmanlı egemen sınıfına başkaldıran birer Türk milliyetçisiydiler.

Şimdi aynı çabayı, farklı bir biçimde bölücülerden görüyoruz.

kürtlere ayrı bir ırk şuuru kazandırarak, Türkiye’nin Güneydoğusunda bir kürt devleti kurulması fikrini telkin edenler, halkın kendilerine sempati ile yaklaşması için tıpkı komünistler gibi tarihî şahsiyetleri ve tarihî olayları istismar etmeye başladılar.

Hemen hemen bütün açık oturumları kürtçülere tahsis eden televizyon kanallarında sık sık tekrarlanan iddialar, özellikle Selahattin Eyyûbi ile Malazgirt Savaşı etrafında yoğunlaşmaktadır. Haçlı ordularına karşı verdiği mücadelelerle bütün İslâm Dünyasında sarsılmaz bir şöhrete kavuşan Selahattin Eyyûbi’nin bir kürt hükümdarı, Eyyûbi Devleti’nin de bir kürt devleti olduğunda ısrar ederek, bu büyük İslâm mücâhidine duyulan hayranlıktan yararlanmak isteyen bölücü propaganda, aynı amaçla bir başka yalana başvurmuştur. -Malazgirt Savaşı’na 20 bin kürt katıldı!

Derhal belirtmek isteriz ki, kürtlerin Malazgirt Meydan Muharebesi’ne iştirak etmeleri bizi rahatsız etmez. Hattâ Müslüman olmaları sebebiyle, hristiyanlara karşı savaşmak görevleridir de. Ama 1071’de bizanslısı, ermenisi, latini ve Balkanlardan getirip muhtelif bölgelere iskan edilen hristiyanlaşmış Türklerle birlikte nüfusu 2-2.5 milyon civarında olan Anadolu’da kürtlerin 20 bin asker çıkarması esasen mümkün değildir.

Kaldı ki kürtlerin Anadolu’da eskiden beri kalabalık kitleler halinde yaşadığını şuuraltına yerleştirmek amacını güden bu asılsız iddiayı tevsik edecek bir tek ciddi kayıt da yoktur! Yani Anadolu, kürtler sayesinde bir Türk vatanı olmamıştır! Birkaç aşiret hariç, kürtlerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da nispeten görülmeye başlaması, Otlukbeli savaşını kaybeden Türkmen Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Beğ’in kendisine bağlı Türk aşiretlerini alıp, İran’a geçmesinden sonradır ki, ona rağmen bu bölgede çoğunluk Türklere ait olmaya devam etmiştir. 1473’deki Otlukbeli muharebesini takip eden yıllarda kısmen boşalan Doğu ve Güneydoğu yaylalarına Elcezire bölgesindeki kürtler gelip yerleşmişler ve Türk sultanlarının himayesi altına girmişlerdir. O günden beri de Türk Devleti’nin himayesi altındadır.

Önce Türk Tarihinin en büyük imha savaşlarından biri olan Malazgirt Meydan Muharebesiyle ilgili bir temel yanlışa işaret etmek gerekir. Malazgirt Meydan Muharebesinin, Anadolu’nun kapısını Türklere açtığından bahsedilirse de bu iddia tashihe muhtaçtır. Eğer Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya sahip olmak hakkını elde edebilmiş olsaydık, 1072’de Kayseri, 1073’te Paflagonya, 1074’de Antakya meydan muharebelerini yapmak zorunda kalmazdık. 1048’deki Pasinler Meydan Muharebesi dahil, yukarıda zikrettiğimiz bütün savaşlarda düşman ordusunun imha, düşman başkomutanlarının da esir edilmelerine rağmen, Anadolu topraklarına egemen olamamışızdır. Hattâ Ermeni Beyliği, Suriye Latin Prensliği ve maalesef Danişmentli Türk Beyliği ile ittifak kuran imparator Manuel Komnenos, 1161’de İkinci Kılıçarslan’dan toprak koparmış, Bizans orduları 1176’da ise Türklüğü “silip süpürmek” kararıyla Miryakefalon’da yeni bir meydan muharebesini göze alabilmiştir. Anadolu’nun tapusu, Malazgirt’le başlayan süreç içinde, ancak Selçuklulardan sonraki beylikler devrinde Türklerin eline geçmiştir ki bu tapuda Türk ırkının evlatlarından başka, Allah’ın hiçbir kulunun hakkı yoktur.

Fakat bütün bu gerçekler Malazgirt Meydan Muharebesinin öneminin inkâr edildiği anlamına gelmez. Bu savaş, sayıca kat be kat üstün düşman kuvvetlerinin imha edilmesi bakımından Türk Ordusunun, Bizans saflarında bulunan Hıristiyan Türklerin, Müslüman kardeşlerinin tarafına geçmesi bakımından da Türk Millî şuurunun en büyük zaferlerinden biridir. kürtlerin Malazgirt Meydan Muharebesi’ne 20 bin kişiyle katıldıkları yolundaki safsataya gelince… Dün de belirttiğimiz gibi Güneydoğuyu Türkiye’den koparmak isteyenlerin bu iddiası,kürtlerin Anadolu’da eskiden beri kalabalık bir nüfus teşkil ettikleri fikrinicanlı tutmak gayretinden ibarettir. Malazgirt Meydan Muharebesini konu alan hiçbir İslâm müverrihinin eseri günümüze kadar intikal etmemiştir. Ancak çağdaş kaynaklardan alınan bilgileri ihtiva eden bazı eserler elimizdedir. Bu eserler dikkatle incelendiğinde, müverrihlerin çoğunun şifahi iddiaları, hiçbir muhakemeye tâbi tutmadan birbirlerinden kopya ettikleri anlaşılacaktır. Mesela Tarih-i Meyyafârikin ve Amid yazarı İbn’ı Ezrak, Türk Ordusunun mevcudunu “Sultanın az bir askeri vardı” ifadesiyle izah ederken, Ahbarü Devleti Selçukiyye’de bu sayı 15 bin olarak verilir. İbnü’l Cevzi, Türk Ordusunun 20 bin kişiye yakın olduğunu belirtirken, Bundari, İbnü-l Adim ve Reşüdü’d-Din’de 15 bin rakamı tekrar edilir. Türk Ordusunun sayısı Kerimüddin Mahmut’la Hamdullah Müstevfi’ye göre 15 bindir.Mirhond rakam vermez, sadece Türk Ordusunun azlığından bahseder ki bu rakamların hiçbiri doğru değildir. “Doğru” diyorsanız ve kürtlerin de 20 bin kişiyle savaşa katıldığını iddia edebiliyorsanız, Malazgirt Meydan Muharebesinde bir tek Türk yok demektir. Malazgirt Meydan Muharebesiyle ilgili şifahî bilgilerin rivayet edildiği, dün bahsettiğimiz eserler, hiçbir bilimadamı tarafından ciddiye alınmamıştır. Çünkü verilen bilgiler hem çelişkilidir, hem mübalağalı, hem de yanlış.

Meselâ sahasındaki ilk müverrihlerden biri olan İbnü-l Kalanisî, bize savaşın hangi ayda vuku bulduğunu dahi bildirmez. İbnül’l Ezrak da savaşın cereyan ettiği ayı meskut geçer. Bizans İmparatorunun esir alındığını dahi bildirmez. Hattâ Ahlat ve Malazgird’in bu savaş sonunda Mervan oğıllarının elinden çıktığını zanneder.

Bundari’nin Zübdetü’n-nusra ve Nuhbetü’l-usra adlı kitabı, İsfahanlı İmadeddin’in eserlerinin süslü ve mübalağalı cümlelerle tekrarından ibarettir. İmadeddin ise esir düşen Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’in önce Azerbaycan’a götürülüp oradan Bizans’a dönmesine izin verildiğini söyler ki bu ifadenin doğruluğuna inanmak güçtür. Mirhond daha da ileri gider. Diogenes’in esir alınmasından sonra “düşmanlığın dostluğa, sevginin dünürlüğe müncer olduğunu ve imparatorun kızının, Alparslan’ın oğlu Melik Arslan’la evlendirildiğini” yazar.

Malazgirt savaşından bahseden bir Norman şairi de Sultan ile imparator arasında böyle bir dünürlükten bahseder. Yalnız, Norman şairi, Mirhond’un aksine “Alparslan’ın, kızını Romanos Diogenes’in oğluna vermeyi vaat ettiğini” söyler. Tabiî ki bu dünürlük hikâyesinin ciddyetle de, gerçekle de hiçbir ilgisi yoktur. İbnü’l Esir ise Alparslan’ın Bizans İmparatoru ile 50 yıllık bir barış yaptığınıyazar ki hiçbir eserde böyle bir kayda rast gelinmez. Nitekim Malazgirt Savaşı’nın hemen akabinde Türk-Bizans muharebeleri devam etmiştir.

Reşidüddin, Camiu’t Tevarih’in Selçuklularla ilgili bölümünde, Malazgirt Meydan Muharebesi’nin 463 Rebiülevvel ayında yapıldığını yazar ki bu takdirde savaşın Aralık 1070 veya Ocak 1071’de cereyan etmiş olması gerekir. İşte bu bilgiler ne kadar doğruysa, kürtlerin Malazgirt Meydan Muharebesi’ne 20 bin kişiyle iştirak ettikleri palavrası da o kadar doğrudur. Malazgirt Zaferinden muhtelif Ortadoğu kavimlerine hisse vermek isteyen, bizim tesbit edebildiğimiz ilk kaynak İbnü’l Kalanisî’dir. Kalanisî’nin Zeylü Tarihî Dırnaşk adlı eserini ve diğerlerini ileride inceleyeceğiz.

Malazgirt zaferinin muhtelif Ortadoğu kavimlerine mal etmeye çalışan bizim tespit edebildiğimiz iki kaynak İbnü’l Kalanisî’dir. 1160 yılında, doğduğu şehir olan Şam’da ölen bu müverrih, Suriye’deki Türk beyleri ve onların haçlılarla mücadeleleri hakkında değerli bir eser bırakmakla beraber, Malazgirt savaşı konusunda uydurma rivayetleri nakletmiştir. Zaten bu büyük zafere bir sayfacık ayırması da konuyu bilmediğini göstermektedir. Önce de bahsettiğimiz gibi Kalanisî, savaşın hangi ayda yapıldığını dahi bilmez. Ama Zeylü Tarihî Dımaşk’ta, Türk Ordusunun “Türklerden ve diğer kavimlerden olmak üzere takriben 400 bin kişiden meydan geldiğini”yazmaktan çekinmez.

1257’de öldüğünü bildiğimiz vakanüvis Sıbt İbnü’l Cevzi, Mir’at’-Zeman fi Tarihî’l Ayan adlı eserinde “onbin kürdün sultana katıldığı” yazar. Aynı müellife göreAlparslan Gazi’nin askeri sadece 4 binden ibarettir! Bizans ordusu 100 bin kişidir. Cevzi bu 100 bin askere 100 bin nakkab (delici), 100 bin carhi, (yaralayan) ve 100 bin ustayı da refakat ettirir. Bu mübalağa ile yetinmez. 800 mandanın çektiği 400 arabaya nal ve çivi yükler. Silah nakliyatı için de ayrıca bin araba tahsis eder. Bizans ordusunun bir tek mancınığını 1.200 kişiye çektirdiler. Ve sanki savaş şartlarında yüklenmesi mümkünmüş veya sanki pratikmiş gibi bir tek mancınığın 1200 kilo taş fırlattığını hikâye eder. 1335’te öldüğü tahmin edilen İbn’d – Devari, Kenzü’d-dürer ve Cemiü’l gurer de aynı mübalağalı ifadeleri benimser. Cevzi’nin verdiği rakamlara 100 bin okçu, 100 bin kat ipekli elbise ilâve eder ve o da Türk Ordusunun mevcudunu 4 bin kişiden ibaret gösterip, kürtlerden ve sair kavimlerden 10 bin kişinin Sultan’ın komutasında savaşa katıldığını belirtir. Biz hiçbir tarih kitabında, bir orduya mevcudunun iki buçuk misli insanın katıldığını okumadık. Değil Alparslan Gazi gibi bir harp dehasının, sıradan bir komutanın bile, savaş kabiliyeti meçhul, askeri disiplin altında yetişmiş, belki de ilk darbede firara yeltenecek, Türk savaş taktiğinden habersiz, mukavemeti ve vuruşma gücü üstlerince bilinmeyen bir kalabalığı ordusuna kabul edebileceğine inanmıyoruz.

Kaldı ki birkaç günden beri fahiş hataları, akıl almaz çelişkilerini ve hattâ cehaletlerini tekrarlamak ihtiyacını duyduğumuz bu müverrih veya vakanüvislerin hiç biri bilim adamlarınca ciddiye alınmamıştır. Ona rağmen, bu mübalağalı ve asla ilmî kıymet ifade etmeyen kitaplarda bile 20 bin kürtten bahis yoktur! Bir millet yaratmak gayretiyle yazılan kürt tarihi Şerefname’de ise Malazgirt savaşına bir tek kürdün bile katıldığından bahsedilmez. Gerçek şudur ki, Malazgirt, 50 bin Türk evladının 200 bin kişilik Bizans ordusunu yok ettiği parlak bir zaferin adıdır.

Kudüs’ün Selahaddin Eyyûbi tarafından fethinin 808. yılına ithaf olunur. kürt tarihî olarak da kabul edilen ve 1597 yılında tamamlanan Şerefname, Selahaddin Eyyûbi’nin kürt olduğuna dair iddiayı “tarih bilginlerinin ve araştırmacıların rivayetlerine”bağlar. Fakat bu bilginlerin ve araştırmacıların isimlerini zikretmez Ama bugüne kadar güvenilir hiçbir İslâm tarihçisi veya bilim adamı Şeref Han’ı teyit etmemiştir.

Şeref Han’ın umut ettiği destek, asırlar sonra ilmî gerçekleri mensup oldukları devletin siyasi emellerine alet etmek isteyen iki Batılıdan gelir: Grousset, 1192-1193 yıllarında,Şam yöresindeki iç karışıklıkları, Cahen ise 1187’de el-Cezire Türkmenleriyle kürtler arasında ortak kavgalarını etnik uyuşmazlık olarak nitelerler. Oysa bu türlü ihtilaflar, aynı aşiretin muhtelif oymakları arasında bile tarih boyunca süre gelmiştir.

Bazı İslâm kaynakları Selahaddin Eyyûbi’yi 758 yılında Basra’dan Azerbaycan’a sürgün edilen, nakledilen veya göçen Yemen Araplarından Ravvad b.El-ezdi’nin soy kütüğüne kaydederler. Rivayete göre bu aile Azerbaycan’da Hezbaniyye kürtleriyle karışmış, daha sonra da Kuzey Irak’a dönerek Selçukluların ve Zengi’lerin hizmetine girmiştir. Arap tarihçilerinin mümtaz şahsiyetlere, özellikle hükümdarlara, ırkçı düşüncelerle veya onları kutsamak için şecere uydurmak, hattâ seyit ilân etmek gibi kötü bir gelenekleri olduğu için, bilim damları bu Yemen’den Basra’ya, Basra’dan Azerbaycan’a göç hikâyesine itimat etmezler. Edilecek gibi de değildir. Çünkü bugünün şartlarında bile sıradan bir ailenin 3-500 senelik tarihini takip etmek de bu ailenin sicilini tespit etmek de imkân dışıdır.

Şeref Han, yukarıda naklettiğimiz rivayetteki Ravvad Araplarını, Ravende kürtleri olarak değiştirmiştir ki, Selahaddin Eyyûbi’nin kürt sanılması işte bu tahrifattan dolayıdır! Oysa aynı Şerefname’de Selahaddin Eyyûbi’nin kardeşleri şöyle sıralanır: Mahammet Ebu Bekir, Şemsüddevle Turan Şah, Seyfilislam Tuğtekin, Şehinşah, Tacilmülük Buri. Görüldüğü gibi Selahaddin Eyyûbi’nin kürt olduğunu iddia eden kürt tarih yazarı Şeref Han bile, onun kardeşlerinden ikisinin Turan Şah, ve Tuğtekin gibi Türk has isimleri taşıdığını ifade etmekten kaçamamıştır. Kaldı ki Şeref Han’ın Buri imasıyla yazdığı en küçük kardeş, bütün kaynaklarda Böri veya Börü şeklinde kaydedilmiştir. Bilindiği gibi Börü ismi de Türk has isimidir ve kurt demektir! Selçukluların ve Zengi’lerin hizmetinde büyük emirler olarak çalışan Selahaddin Eyyûbi’nin babası Necmettin Eyyûb Azerbaycan’daki kesif Türkmen boyları arasında yerleşmiştir ve Türk’tür. Çünkü Selahaddin’in bir Türk oyunu olan ve o tarihlerde Irak tarafından bilinmeyen poloda mahir olduğu kesinlikle bilinmektedir. Bu büyük Türk hükümdarının annesi, Şihabeddin Tokuş’un kardeşidir. Kız kardeşi Rabia Hatun’u da önce Gökbürü ile evlendirmiştir ki, ikisi de Türk’tür. Ağabeyi Şehinşah ise Kutlukız Hatun adında bir Türk kızıyla evlenmiştir. Selahaddin Eyyûbi’nin bizzat kendisi de evlenmek için bir Türk kızını tercih etmiştir: Amine Hatun b. Üner

Selahaddin Eyyûb’inin kürt hükümdarı olduğu yolundaki iddialara cevap vermiştik. Bugün Eyyûbi Devleti’nin Türk Devleti olduğunu ispat edeceğiz. İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un “Şarkın sevgili sultanı” Fransız tarihçisi Champdor’un “İslâm’ın en saf kahramanı” olarak tanımladığı Selahaddin Eyyûbi, aslında yeni bir devlet kurmamıştır. Onun cihangirane bir siyasetle yönettiği devlet,Zengiler Devleti’nin devamından ibarettir. Memlûkler de Eyyûbilerin uzantısıdır. Çünkü, devlet teşkilatı değişmemiştir. Millet değişmemiştir. Devletin maddî, manevî, istinatları değişmemiştir. Değişen sadece hanedanlardır. Her üç devletin de bayrağı sarı zemin üzerine doru kartaldır. Her üç devlette de siyasî ve askeri kadrolar aynı unsurlardan meydana gelmektedir. Selahaddin Eyyûbi ile ilgili değerli bir eser yayınlayan sayın Ramazan Şeşen’in de belirttiği gibi, devlet ve ordu teşkilatı Türk devletlerinde görülen devlet ve ordu teşkilatlarının aynıdır.

Bugün bölücülüğün malzemesi olarak kullanılmak istenen Eyyûbi Devleti, Selahaddin’in çağdaşları tarafından da Türk Devleti olarak kabul edilmiştir.Arap şairi Sena İbn el-Mülk’ün Halep’in zaptı vesilesiyle Selahaddin’e sunduğu kaside“Arap milleti Türklerin devletiyle yükseldi, Ahl-i salibin davası Eyub oğlu tarafından perişan edildi” mısralarıyla başlar. Ünlü İbn-i Haldun da Mukaddeme de Eyyûbiler ve Memlûklar devletinin bir tek Türk Devleti olduğunu yazar. Eyyûbiler Devleti’nde Arap kültürünün egemen oluşu bizi şaşırtmamalıdır. Gazneliler ve Selçuklular nasıl Fars kültürünün ön plana çıkarmışlarsa, Zengiler, Eyyûbiler ve Memlûklar da aynı şekilde ve tıpkı Roma İmparatorluğu’na Yunan kültürünün hakim olduğu gibi, Eyyûbiler de Arap kültürünü Türk Kültürüne tercih etmişlerdir. Fakat Selahaddin Eyyûbi’nin zaferden zafere koşturduğu ordunun kahir bir ekseriyetini Türkler teşkil eder. Selahaddin Eyyûbi’nin çağdaşı olan tarihçiler, Mısır, Yemen, Kuzey Afrika gibi merkeze uzak kıtaların ele geçirilmesini Oğuz harekâtı olarak görürler. Sonuç olarak şunu ifade etmek isteriz ki, İslâm’ın bu efsanevi kılıcı, kültür itibariyle olduğu kadar, soy itibariyle de Türk’tür. Devleti de Türk Devleti’dir. Bir süre önce Selahaddin Eyyûbi’nin Türk ırkının bir evladı olduğunu yazmış, kürt tarihi müellifi Şeref Han’ın bile, bu ünlü hükümdarın kardeşlerinden ikisinin Turanşah veTuğtekin gibi Türk has isimleri taşıdığını ifade etmekten kaçınamadığını belirtmiştim. Şerefname’de bahsedilen üçüncü kardeşin adı Tacülmülük Buri yani Börü’dür. Börü ise hemen hemen bütün Türk destanlarına konu olan kurt demektir.

Bugün kürtçülerin çok istismar ettiği Selahaddin Eyyûbi’nin Türklüğüne dair bir başka belge sunmak istiyorum. Önümde Selahaddin Eyyûbi’nin danışmanlarından Usame İbn Münkız’ın Kitab el İ’tibar adını verdiği hatıralar var. Eser Türkçe’ye Yusuf Ziya Cömert tarafındanİbretler Kitabı ismiyle tercüme edilmiş. Ses Yayınları tarafından 1992 yılında İstanbul’da basılmış. Kitabın Arapça baskısını temin edemediğinden bahseden mütercim, eserin Philip K. Hitti’nin İngilizce çevirinden Türkçe’ye aktarıldığını belirtiyor ve herhangi bir şüpheye meydan vermemek için de ilâve ediyor: “Arap asıllı bir müsteşrik olan Philip Hitti’nin bu eseri ingilizceye aktaracak ehliyette olduğu düşüncesi bizi nispeten rahatlatan bir keyfiyettir.”

Kısaca İbn Münkız olarak bilinen yazarın asıl adı Müeyyed el-Devlet Ebul Haris Üsame İbn Münkız Malazgirt Savaşı’ndan 24 yıl sonra, haçlıların Kudüs’ü işgalinden 4 yıl sonra Hama civarındaki Şayzer’de doğmuş. Şair, edip ve tarihçi olan Üsame ibn Münkız, 93 yıl ömründe 20’den fazla eser vermiş. Edebi eserlerinin başında beş kısımdan oluşan iki ciltlik Divan El-Şir’i geliyor. Edebi sanatlar hakkında El-Bedi fi Nakd El Şi’r’ adlı eseri, Hazreti Musa’nın asasından başlayarak büyük şahsiyetlerin asalarından hareketle kaleme aldığı Kitab-ul Asa’sı, Hasankeyf’te yazdığı söylenen El-Menazil Ve’d Diyar’ı ve Lübebu’l adab’ı önemli eserlerinden. Ayrıca 20 ciltlik Mekarimül Ahlâk adlı eseri var. Bedir ashabının hayatlarını konu alan 5 ciltlik Taril el-Bedr ile Fezail-i Hulefa-i Raşidin ve Tarih el İslâm bilinen diğer eserleri.

Selahaddin Eyyûbi ile birlikte birçok savaşlara da katılan Üsame İbn Münkız Kitab El-İtibar’ın 201. sayfasında diyor ki: “Bu arada, Selahaddin, buradaki durumumuzu bildirmek üzere Atabek’e bir atlı gönderdi. Sonra, hızla bize doğru ilerleyen on kadar atlı gördük. Arkalarındaki ordu da sürekli hareket halindeydi. Geldiklerinde, Atabek’in komutasındaki öncüler olduğunu anladık. Ordu da aralarından gelecekti. Atabek, ‘Ey Musa, mahvolmak için mi otuz atlıyla Şam kapısına kadar geldin! Ne acelen vardı!’ diye Selahaddin’i eleştirdi. Karşılıklı atıştılar. İkisi de Türkçe konuşuyordu. Bu yüzden söylediklerini anlayamadım.”

Farsça’nın siyaset, Arapça’nın bilim, eğitim ve din alanında tartışılmaz bir üstünlük kurduğu ve Türk Dili’ni öğreten bir tek kurumun dahi bulunmadığı böyle bir devirde Selahaddin Eyyûbi’nin Türkçe konuşması, onun öz be öz Türk olduğunu gösteren en büyük delildir.


NECDET SEVİNÇ (18 Ekim 2010)
'


'

Kullanıcı küçük betizi
Aytigin Ata
Üye
Üye
 
İletiler: 107
Kayıt: Pzt Oca 18, 2016 4:37
Konum: UK URUM KUN


Şu dizine dön: Metin AYDOĞAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 3 konuk

cron

x