Türk’üm Demek - Yusufhan Güzelsoy

Türk’üm Demek - Yusufhan Güzelsoy

İletigönderen İlteriş Kağan » Prş Haz 11, 2020 21:13

Milletimizin yaptığı en büyük hata, “Türk’üm” demekten, özellikle insaniyet ve din adına kaçınmamızı salık veren kimselere kulak vermesidir. Bu türlü zararlı nasihatlarda bulunan kimselerin birçoğu, ya bir Alman, İngiliz ya da Amerikan NGO’sunun “etki ajanı” statüsündeki adamı ya da bilerek, bilmeyerek bunların söylemlerine yarar sağlayan düşünceler içerisine giren birtakım vatanseverlerdir.

Türk’üm demek, ne insanlığa, ne dine zarar verir. Türk’üm demek, sömürgeci güçlerle aramıza bir sınır çizmek, onlara karşı mücadele bayrağını açmaktır. Sömürgeci güçler, daima milli şuuru olmayan toplumlar ister. İşte bu yüzden Türk’üm demek, yalnızca sömürgeci güçlere zarar verir.

Memleket meseleleriyle ilgili tartışmalara girdiğiniz çeşitli grupların söylemlerine, bu söylemlerdeki üslup farklı olsa bile anafikire dikkat ediniz. Temelde mutlaka benzerlik değil, doğrudan doğruya aynılık bulacaksınız. Bunun içindir ki açık veya gizli devlet, millet, vatan düşmanlığı yapan, milletimizin aleyhine başka devletlerin hesabına çalışmaktan kaçınmayan kimseler, yeri geldiğinde açık biçimde ortaklık kararları almaktadır.

Ulusal medya ve basın gruplarına bakınız. Bunlar, birbiriyle samimi veya yapay bir rekabete, hatta bazen düşmanlığa sahiptir. Birçok konuda birbirlerine göndermeler yapar, görünürde kimi muhalefeti, kimi de iktidarı destekler. En önemlisi de, birbirlerini vatana ihanetle, siyonizme hizmet etmekle suçlarlar. Birbirine vatan haini gözüyle bakan bu grupların, danışıklı dövüş içerisinde olduklarını ise, Türk ve Türkçülük söz konusu olduğunda, farklı üslup ve ortak anafikirdeki yayınlarıyla rahatlıkla anlayabilirsiniz.

Ülkemizde, Türklük dışında hemen her konuda bir hassasiyetin söz konusu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Dini, ideolojik ve Türklere karşı etnik kışkırtıcılık sebebiyle her türlü topluluğa karşı hassasiyet gösterilmekte, seferber olunmaktadır. Söz gelimi, Doğu Türkistan’da yapılan katliamlar Türkiye’de Türkçüler tarafından anılmakta; Halepçe vb. katliamlarla ilgili olarak devlet kademelerinden sivil toplum örgütlerine karşı ciddi bir “hafıza” gücü ortaya çıkmaktadır. Afrika’nın balta girmemiş ormanlarındaki 2000 kişilik bir kabilenin davasını güdebilenler, Tuna’dan Altaylara kadar pek çok Türk topluluğunun sıkıntıları, sürgünleri, acı dolu anıları varken, Türklüğün önemsiz olduğunu iddia etmekte, milli kimliğin ve milliyetçiliğin doğru olmadığı zırvasını savunmaktadır. Oysa görünürde karşıymış gibi davrandıkları her türlü sömürgeci gücün, Türk topluluklarına yaptığı katliam, sürgün, asimilasyon ve işkence politikalarının listesini tutsak, kuşkusuz büyük bir külliyat ortaya çıkacaktır. Bu insanlık suçlarından birine bile temas etmeyen, haberi olmayan, öğrenince umursamayan, bütün benliğini gelişmiş veya az gelişmiş ulusların, azınlıkların kimliğine bağlayan, çok sayıda vatandaşımız mevcuttur! Bunlara “İçimizdeki İrlandalılar” dersek, kuşkusuz bunlar bir referandumda Türkiye içinde ülke kuracak kadar güçlüdür ve yoğun bir nüfusa sahiptir! Bu, her şeyden önce Türkiye’deki NGO’ların başarısıdır (!). Sol yapıların büyük bölümü ise NGO’ların propogandalarına bilinçli-bilinçsiz taşıyıcılık yapmıştır, yapmaktadır.

Gazetelere, dergilere, televizyon haberlerine bakınız. Ulusumuzun bilgelerinden Aziz Sancar Nobel aldığında, Türklüğüne vurgu yapan, Türklerin yeni Aziz Sancarlar çıkarabileceğini yazan neredeyse tek bir yayın organı çıkmadı. Benzeri olaylarda da çıkmadığını görüyoruz.

Söz konusu olumsuz haberler, olaylar olduğundaysa, Türklük muazzam şekilde ön plana çıkarılmaktadır! Mizah veya sözde özeleştiri kapsamında Türk milletini, tarihini, karakterini eleştiren tipler vardır ki bunlar açık kollamakta, yerecek, kendilerince aşağılayacak yer aramaktadırlar. Böyle olayları, ne bu tür tipler ne de yayın organları, Türklük konusunda hassasiyet göstererek yapmaz. Bu haberlerin verilişinde veya bu mizah ve eleştirilerin ifade edilmesinde hep bir alaycılık vardır: “İşte Türk aklı!”, “İşte Türkiye!”, “Türklerden beklenir!”, “Türk işte!”, “Böylesi ancak Türkiye’de olur!”, “Türklüğümüzden utandık!” vesaire… Bu şekilde çok sayıda başlık ve ifade tespiti yapılabilir.

Bu başlıkları şöyle uyarlayalım: “İşte Rum aklı!”, “Kürt değil mi? Normaldir!”, “Araplardan da bu beklenirdi!”, “Süryaniliğimizden utandık!”.

Türk yurdunun nasıl kuşatıldığının en açık resmi ise şudur: Bu başlıklardan küçük bir grup rahatsız olacaktır; Rum, Kürt veya Araplardan çok az bir grup tepki gösterecektir; biraz da toplumdan bazı kimseler -sosyal medyada prim yapmak adına- bunlara katılacaktır. Kısacası, azınlık içinde azınlık bir grup tepki gösterecek ama meseleyi bütün Türkiye duyacak, siyasetçiler hem oy hem de dış kaynaklı sebeplerle başlığı atan şahıs ve kurumları baskı altına alacak, sonuç olarak da durum düzelecektir.Ya Türklük konusunda ne olacaktır? Çok ciddi bir kitle sosyal medyada paylaşımlar yapacak, tek bir protesto yürüyüşü düzenlenmeyecek, düzenlenenler belli bir şahıs veya gruplara mâl olup kalacak, siyasetçilerden sadece “milliyetçi duyarlılığı” olanlar (!) işe el atmış gibi yapacak, başlığı atan şahıs veya kurumlar mağdur ilan edilecek, mesele kapanacaktır.

Önemsiz birkaç adamın attığı başlığı bir kenara bırakalım, milletimize yapılan hakaret ve saldırılar karşısında bile yeterli bir tepki ortaya koymadığımız, teşkilatlı bir mücadele vermediğimiz açıktır. 2019 yılındayız, Atatürk Türkiye’sinin ufkundan fersah fersah uzakta olduğumuz çok açık ve tartışmasızdır. Atatürk ufkudur ki Gagauz Türklerine Romence ve Rusça bilen öğretmenler göndermiş ve anadillerini, milli benliklerini korumalarını sağlamıştı. Atatürk ufkudur ki Saka Türklerine uzanıyordu. Tekrar ediyorum, 2019 yılındayız ve bugün bulunduğumuz noktayla ilgili verdiğim şu örneğe dikkat edin: Sosyal medyada, kendilerince insanları güldürmek amaçlı paylaşım yapan birkaç cahil, Sibirya Türklerinin “Eki Attar” (İyi Atlar) isimli ırlarını, “Kore halk türküsü” adı altında paylaşmışlardır, ki bu yanlışı düzeltenler bir elin parmaklarını geçmemektedir!

Nerede, o kısıtlı imkanlarla Saka Türklerine uzanan Atatürk Türkiye’si! Nerede, İran’da milyonlarca Türk yaşadığından bile yeni yeni haberi olmaya başlayan günümüz Türkiye’si; moda tabirle, yeni Türkiye!

“Türklüğümüzden utandık” demeye yer arayanlar ise ayrı bir meseledir. Normal şartlarda Türk olduklarını asla ifade etmezler. Bir taciz, tecavüz vakası oldu mu, insanlıklarından önce Türklüklerinden utanırlar. İnsanlığın gereği olarak da mağdurlara yardım isterler. Böylece ortaya şöyle sinsi bir tablo çıkar: Taciz, tecavüz Türklerin huyudur. İnsan olmak için Türk olmayınız.

Birincisi, bu içimizdeki İrlandalılar, çağdaş geçinirler ama Türk karakteristiğini tespit etme ve değerlendirmede, 18-20.yy Hint-Avrupa faşistlerinden zerre farkları yoktur! Tarihten sosyolojiye, dilden edebiyata kadar Türkolojinin her alanında, iptidai Batı tezlerini savunur ve aşağılık kompleksi yaymaya çalışırlar.

İkincisi, ahlaki gerileme bütün dünyada hızla devam etmektedir. Bunun baş nedeni ise, Türkiye’de Türk’üm demenin, diyebilmenin aleyhinde çalışan, azınlık kışkırtmacısı, etki ajanı, etnik kimliğinden veya dedelerinin Türk devleti tarafından asılmış olmasından ötürü büyük düşmanlık duyanlarla, bunların tüm dünyadaki hemcinsleridir. Evet… NGO’lardır.

NGO’lar bu gerilemeye nasıl hız vermekte, sanal ortamda ve toplum içinde ne gibi söylemleri dayatmaktadır? Basit: İnternette sınırsız özgürlük olamaz. Televizyonda, kamuya açık yerlerde, basında sınırsız özgürlük olamaz. Sınırsız özgürlük talep eden, daima başkalarının özgürlük alanını işgal eder, rahatsızlık verir. Özgürlük kutsal bir kavramdır. Bir hayvanın özgürlüğü ile insanın özgürlüğünü kıyaslarsanız, hayvanın özgürlüğü, zeka seviyesinden ötürü başı boşluktur; insanın özgürlüğü ise kendini tanımasına, kontrollü hareket etmesine, gözlemlemesine, sorgulamasına, değerlendirmesine, geliştirdiği ahlaki sistemlere bağlıdır.

Sınırsız özgürlük, insanla hayvan arasındaki farkı kaldıran anlayıştır. Sosyal medyada, “+18” tabir edilen sayfalarda bile değil, mizah veya “fenomen” diye bahsedilen hesaplarda paylaşılmaya başlanan videolar vardır ki hemen her ülkeden, her şehirden ve her yaştan insan, sokak ortasında, hatta marketlerde veya yine dışarıda ama sözde gizli yerlerde ilişkiye girmektedir. Bu ne adrenalin, ne şöhretlik, ne başka bir şeyin tutkusudur. Hayal dünyasında yaratılan otoriteye baş kaldırma hiç değildir; olsa olsa, bir kedi veya köpeğin sokak ortasında çiftleşmesiyle aynı şeydir. Bunun adı sınırsız özgürlük değildir ama LGBT vb. oluşumlar üstünden buna benzer ahlaksızlıklar normal gibi dayatılmaktadır.

Türklüğün davası olmaz da yatak odasının davası olur mu? Oluyormuş! LGBT gibi oluşumlar, eşcinsellerin davasını güdüyor, çeşitli haklar talep ediyor, eşcinsellere yönelik baskıları öne sürerek cinsel bir meseleyi siyasi bir dava haline getirebiliyor. Temelde, çekinmeden, kimliklerini haykırmak, evlilik vb. haklar filan istiyorlar.

Eşcinsel olsun veya olmasın, bir insanın cinsel tercihinden, yatak odası fantezisinden bize ne? Kime ne? Bir devlet dairesinde girildiği zaman bunun ne gibi bir önemi olabilir? Bir memurun eylem yaptığını düşünsenize: “Yatak odası fantezilerim beni yoruyor, mesaim öğleden sonra başlasın!” diye bağırıp çağırıyor. Onun gibi yüz binlerce insan… Eşcinselliğin siyasi bir dava haline getirilmesi, işte bu durum kadar saçma ve ahlaksızcadır.

Gazete ve medya arşivlerini açınız. İnternet üzerinde tüm fotoğraf ve videolar durmaktadır. Bu fotoğraflarda, videolarda, kadınların, çocukların, tüm toplumun önünde yarı veya neredeyse tamamen çıplak eylem yapan, ahlaksızca sloganlar yazılmış dövizler taşıyan ucubeler görülmektedir. Bunların içerisinde, sokak ortasına pisleyenler, neredeyse ilişkiye girmekte olanlar vardır.

Tüm bu ucube ve bataklık zihniyet de, “Türk’üm” diyemeyen, Türklüğünden utandığını dile getiren, herhangi bir yabancı devlete uşaklık eden veya etmeye hazır kimselerin bir kısmına aittir.

Diğer bir kısım ise dincilerdir. Bunların arasında da çok sayıda etnik dava güden, kendi grubuna dahil etmek uğruna azınlıklara her türlü tavizi ve lojistik desteği vermekten çekinmeyen kimseler çoktur. Önemli bir kısmı da sapıklıktan sabıkalıdır. Eşcinseli, çocuk istismarcısı, şiddet yanlısı ve daha pek çok cinsten hilkat garibesi bunlar arasında barınmaktadır.

“Türk’üm demeyin, öteki tarafta bir önemi yok” diyen dinciyle, “Türk’üm demeyin bu tarafta önemi yok” diyen hümanist arasında tek bir fark yoktur. Birinin camide, diğerinin kafede takılması bir şeyi değiştirmez. İkisi de, bu söylemleriyle Türk’e Türklüğü haram etmeye, burnundan getirmeye çalışan menfaat grubudur.

Öteki tarafta Türk müsün diye sorarlar mı, soramazlar mı, bunları Gavslarımızdan (!) gayrısı bilemez (!). Ama bildiğim bir şey var ki bu tarafta Türk olduğunu bilmemenin, Türklük bilincine varamamanın en önemli nedeni Türk’üm diyememektir!

Türk’üm diyemeyenler, Türk olmadıkları halde Türklüğünden utandıklarını beyan edenler, kasabının bıçağını yalayanlardır. Kamuoyunda milliyetçi kimliğiyle tanınmış kimseleri dillerinden düşürmeyip kan ve gözyaşı üzerinden edebiyat yapar, milliyetçileri katillikle suçlarlar. Örneğin, dillerinden Abdullah Çatlı düşmez. Çatlı, her milliyetçi gibi katildir, tetikçidir, vurur, kırar, haraç alır, uyuşturucu satar. Ama Monte Melkonyan gibiler hümanisttir, ellerine aldıkları silahtan mermi yerine gül çıkar. Sanki askeri üniforması yeşil değil de pembedir. Ona toz kondurmaz, emperyalizme karşı mücadele etmiş gibi anlatırlar. Kellesini alan İbad Hüseynov mu? O da katildir!

“Andımız” yasaklanırken, Ermenilerin rahatsız olmasına üzülenler ve Türk olmayanların gocunacağını öne sürenler, Ermenistan’da heykeli dikilen “Türk kasabı” lakaplı Monte Melkonyan’ı duymuşlar mıdır? Sanmıyorum. 90’lı yıllarda, iktidardan muhalefetine kadar, çok sayıda siyasetçi, PKK’nın açılımımı bilmek bir yana, amaçlarından bile habersizdi! Milletin düşmanlarını bile tanımıyorlardı.

Çünkü Türk’üm demekten ya ar ediyor ya da gelişi güzel ifade ediyorlardı!

http://otukendergi.com/turkum-demek/?fb ... u1TdNPPIe0
Aklı Başında Bir Toplum Her 5 Yılda bir Meclisi Ve Yönetimi yenileyen Toplumlardır.
Bir hamalın yükü geçicidir; fakat sahtekâr bir politikacının yükü kalıcıdır çünkü onun dolandırıcılıklarının muazzam yükünü her daim akılsız toplumlar taşımaktadır.
Üçkâğıtçı politikacılar tarafından sürekli olarak kandırılan, tekrar tekrar aldatılan bir millet için hangi sıfat kullanılabilir? Şaşkın? Çok hafif! Ahmak? Yeterli değil! Beyinsiz? Evet, işte tam da sıfat budur! Aptal kalabalıklar, sahtekâr politikacıların en büyük servetidir!
Kullanıcı küçük betizi
İlteriş Kağan
Üye
Üye
 
İletiler: 2100
Kayıt: Cmt Şub 08, 2020 18:53

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 3 konuk

x