TÜRKÇEDE YAŞIYORUM

TÜRKÇEDE YAŞIYORUM

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzr Kas 28, 2010 2:20

Habib Bektaş yurtdışındaki yüzaklarımızdan... Türkçemizi yani ses bayrağımızı başka başka göklerde de dalgalandırıyor.

„Yurtdışında çok uzun yıllar yaşadım“, diye söze başladı bu akşamki okumasına.

Habib Bektaş artık örneği kalmayan zarif insanlardan biri. Zayıf, uzun boylu, saçları beyazlamış...

Ben Türkçede yaşıyorum. Bir ayağım Türkiye’ de. Böyle olmasaydı zaten Türkçede yaşayamazdım. » dedi.

Türkçede yaşamak sözü biz dinleyicileri bir anda hem şaşırttı, hem içimizi ısıttı…Neden bu soğuk, kar serpiştiren sonbahar akşamında evlerimizde değil de burada olduğumuzun ayırdına vardık sanki birden…

Türkçede yaşamak için…Türkçede yaşadığımız için…



Güleç yüzlü yazarımız, samimi, yumuşak, etkileyici bir ses tonuyla kendi şiirlerinden seçtiklerini, Yunus Emre’ den, Aşık Veysel’ den birer şiir ve gülmece tarzında yazdığı bir öyküsünü okudu bu okuma akşamında.

En sonunda da sorulan bir kaç soruyu yanıtladı.



Kendi hayat öyküsünü kısaca özetledi ilk önce. 1951 yılında Salihli ’de doğmuş.

Şiir kitapları, romanları, öykü kitapları hem Türkçe, hem de Almanya’ da Almanca olarak yayınlanmış. Portekizceye çevrilerek Brezilya’ da yayınlanan kitabı da var.

Türkiye’de kitaplarını basan Can yayınlarının bilgiağı(internet) sayfasından aldığım yazarımızın hayat öyküsü kısaca şöyle:

Resim
Habib Bektaş, 1951 yılında Salihli'de doğdu. Okuma yazma öğrenecek kadar okula gitti. Daha sonra çeşitli iş dallarında çalıştı. 1972 yılında iş göçüne katılarak Almanya'ya gitti. Evli ve iki çocuğu var. Türkiye ve Almanya'da çeşitli kitapları yayınlandı. Erlangen Şiirleri, Kapıkule Nerde, Adresinde Yoktur, Yorgun Ölü, Bana Bir Şiir Oku /Hamriyanım, Uyuşturucu Batağı, Söz'ü Yurt Edindim, Gölge Kokusu yazarın Türkiye'de yayımlanan kitapları. Yazar Hamriyanım adlı kitabıyla Milliyet Roman Ödülü'nü, Gölge Kokusu'yla İnkılâp Roman Ödülü'nü kazandı. Almanya'da yayınlanan kitaplarından bazıları ise şunlar:Belagerungs des Lebens, Reden die Sterne?, Das Vergessene Wachsen, Das Länderspiel, Mein Freund der Opabaum. Habib Bektaş, Almanya'da Erlangen Kültür Özendirme Ödülü'nü kazandı.



Habib Bektaş kendi doğumu ile ilgili „Doğumum“ adlı, çok eski bir şiiri olduğunu söylediği şiirle, okuma akşamına başladı.

Dinleyiciler yarım ay şeklinde çevirmişlerdi çevresini. Kadın ağırlıklı bir gruptu. Toplantıyı Aşağı Saksonya Atatürkçü Düşünce Derneği düzenlemişti.

Siyasi amaçlı toplantılarda çok daha büyük kalabalıkları görmeye alışık olan gözlerimize bu gece gelenler beklediğimizden az gibi gelse de, aslında az değillerdi... Gelenler bilerek, yazarımızı severek gelen insanlardı...

Sabahleyin bir Alman okulu na davetliymiş Habib Bektaş. „Orada beni çocuklarla buluşturduğunuz için öğretmenlerimize teşekkür ederim.“ demişti daha konuşmasının başında.

Bir kültür elçisi gibi, Türk çocuklarının çoğunlukta olduğu bu Alman okulunda çocuklarla birlikte olmuş, şiirlerini, yazılarını okumuştu.

Bu gece de önce Yunus Emre’ den okumakmış dileği.



„DOĞUMUM“ şiiriyle başlamıştı okumaya halbuki. „Bunu unutun. Türkçenin klasiği YUNUS EMRE ’yle başladığımı sayın. „dedi...



Aşkın aldı benden beni

Bana seni gerek seni

Ben yanarım dün ü günü

Bana seni gerek seni



Ne varlığa sevinirim

Ne yokluğa yerinirim

Aşkın ile avunurum

Bana seni gerek seni

………..

Yunus Emre’nin bugün kullanılan Türkçeden bile daha yalın olan şiirinin tadına vardık bir kez daha… Yunus Emre’nin hem Tanrı’ ya, hem insana karşı olan, bütün varlıkları saran engin sevgisini içimizde duyduk…



Habib Bektaş şiirlerini Almancaya kendi çevirirmiş. “Bazılarını çevirmek mümkün olmuyor. İyi ki de olmuyor.” diye söze başlayarak biraz çeviri üzerine konuştu.

“Ey şiirim, çokça kendim” diye başlayan şiirinden önce Behçet Necatigil’ den bir kısa düz yazı okudu. Bu şiirini yazmasına sebep olmuş sözleri.

“Her ben dolaylı bir şekilde seni anlatıyor. Çok uzak iklimlerden sana sesler derledim...“

Yedi sekiz sene önce Türkiye’ den çok sevdiği bir tiyatrocu arkadaşı gelmiş. Çok soyut şiirler yazıyorsun. Millet açlıkla uğraşıyor, sen neler yazıyorsun, demiş.

Bunun üzerine „ET ve ŞİİR„ şiirini yazmış. Sosyal bir taşlama olmuş bu şiir.

Bunun arkasından Azeri müziğiyle bestelenen bir şiirini okudu.

Hilmi Yavuz’ dan aldığı bir sözü kitabına almış.

„ Kendi elimizle kurduğumuz gurbetten daha zor bir...yoktur.“

Burada son sözü duyamadım.

Kendi elimizle kurduğumuz gurbetten daha zor bir „ne olabilir?“ Ben bulamadım, buraya uygun söz „gurbet“ mi?“yer“ mi? „ hayat“ mı?

Yanımdaki arkadaşıma da sordum, duymamış. Daha bir kaç kişiye de sordum toplantının sonunda anlayan olmamış, veya akıllarında kalmamış kimsenin.

(Siz bulabildiniz mi?)

Yukarıda anlattığım bu alıntının ardından da kızına yazdığı şiiri okudu:



MERHABA ŞİRİN



Çağırdık geldin

Bilmem seçme hakkın olsaydı

Yine bizi mi seçerdin?

….

Şiirin son dizelerinin sözleri aklımda doğru kaldıysa,-orjinalini bulamadım, düz yazı gibi yazıyorum-şöyleydi:

“…Sesini duyunca korktum Türkçe diye, korktum Almanca diye, sonra anladım dünyalısın… “



Şairimizin bu şiiri bana o eski günleri hatırlattı. Seksenli yılların başları…

Bir yanda Özal ortalığı yakıp yıkmaya gelmiş. Gemileri yakmaya gelmiş…Bu günlerin ayak sesleri meğer o günler de başlamış…Bir yanda da milliyetçiliği ırkçılık sayan, Atatürk milliyetçiliğine yüz çeviren, insanlık diye dünyamızı sömüren ülkelerin hiç bilmediği ama bizim gibi saflara yutturmaya çalıştıkları bir insanlığa övgü düzen aydınlarımız…

Birden aklıma nedense başka bir şairimizin şu şiiri geldi:



Şairimiz Ataol Behramoğlu kızına yazmış:

SEVGİNİN ÖNÜNDE

Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım
Sevincin ürünüdür insan, nefretin değil kızım
Zulüm önünde dimdik tut onurunu
Sevginin önünde eğil kızım

Tabii bu şiirin doğruyu söyleyip söylemediği tartışılabilir… Çok yüksek duygular bunlar. Ama bu duyguların kullanılması da var…
Karşındaki senin gibi düşünmüyorsa, seni kardeşi bilmiyorsa ne olacak? Vatanın milletin elinden gidiverirse, senin iyi niyetini kullanırlarsa...Tıpkı şimdi yaşadığımız günlerdeki gibi...

Bu günlerin sorumlusu biraz da biz değil miyiz acaba?

Bizim aymazlığımız değil mi?

Atalarımızın bize emaneti olan bu vatanı gerektiği gibi koruyamamamız, yaban ellere, onu sevmeyenlere hiç çekinmeden, aldırış etmeden teslim etmemiz değil mi?

Otuz yıl önce, sapasağlam, alınıp satılan mal durumuna düşmeyen bir vatanımız, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimiz, henüz kendine dil uzatılamayan, adı Mustafa’ya indirilemeyen bir Mustafa Kemal Atatürk’ümüz, başı dik bir devletimiz, milletine hizmet etmeye çalışan siyasetçilerimiz, gitmemek üzere değil, seçildiği zaman, öyle ya da böyle hizmet için başa geçen, görevi devredeceğini bilen, eşit şartlarda mücadele eden, rüşveti, sadakayı, kulluğu böyle olağan hale getirmeyen, milletine hesap vereceğini bilen, en azından bundan korkan, çekinen yöneticilerimiz vardı.

Bölücülük yeni hortlamıştı. Hattâ buna “üç beş çapulcunun işi” denmiş, önem bile verilmemişti...

Kimse bu günleri rüyasında görse inanamazdı...

Bu okuma akşamının yapıldığı, Atatürkçü düşünce Derneğinin kiraladığı bu salonlarda, bu sokaklarda ilk Kürtçü hareketler filiz vermişti o zamanlar...Almanların gizli açık desteğiyle...

Bizim –kimse inkar etmesin- keskin solcularımızın eliyle, yardımıyla...



Yazarımız zaten otuz yıl öncesinin şiirlerini okudu. O yıllarda yazdığı şiirlerdendi çoğu...

Ne diyordu birinde yine, « Gelirken Getirdiğim «adlı şiirinin sonunda :

„ Götürdüğüm, gelirken getirdiğim „



Bunu yapabilenlere ne mutlu...

Bunca yıl, dimdik ezilmeden, yıkılmadan ayakta kalanlara…

Sahipsiz bırakıldığı el memleketlerinde ele karışmadan, ele karışanlara…Ellerin elinde erimeyenlere…

Götürecekleri gelirken getirdikleri yine onların…Kendisi, değerleri, dili, dini, kültürü, içindeki insanlığı, vatan millet sevgisi…



Sohbette bir ara Yaşar Kemal’in adı da geçti. Bir zamanlar Ankara Üniversitesi profesörleri, doçentleri onun için çok « primitif » yazar ,demişler.

Habib Bektaş buna üzüldüğünü belirterek söz konusu etti bu durumu.

Ama ben şu anda, belki de bu günleri görmüşlerdir o bilim insanları diyorum.

Biz ilk gençliğimizi Yaşar Kemal romanları okuyarak, onun diline, anlatımına hayran olarak geçirdik…Ta ki…Cumhuniyetimiz için yine o Kürtçülüğün hortladığı yıllard, » 70 yıllık zulüm » dediğini duyana kadar…

Bir de demişti ki »Kürtçe öyle zengin bir dildir ki yetmişten fazla büyük şairi vardır. Ülkesi için, Atatürk dönemi de dahil tarihini, geçmişini toptan karalayan , bu yurdun bağrından çıktığı halde bölücülere destek veren bir Yaşar Kemal ! Yazıları ders kitaplarımıza kadar giren bir yazar.



Madem öyledir siz neden hep Türkçe yazdınız demezler mi adama ? Madem zulümdü bu ülkenin okullarında nasıl okudunuz ? Nasıl adam oldunuz ? Terör örgütü sempatizanları, örgütün gazetesini bile- önlerinde hiç bir engel yok, Almanya arkalarında onların-Kürtçe (Hangi lehçesiyle?Altı Kürt lehçesinden biri olan, Kuzey Irak’ ta konuşulan ve ülkemizi bölmek için bizim o bölgenin sınırında oturan vatandaşlarımıza devlet eliyle bizi şu anda yöneten siyaset tarafından dayatılan Kürtçeyle mi? )gazete çıkaramıyor Almanya’ da. Aralarında anlaşma dili, ortak dil bile Türkçe…

Ülkemiz üzerinde oynanan oyunlar bugün bu kadar belliyken, yurtsever yazarlarımız, kanaat önderlerimiz « Türkiye Cumhuriyeti Devleti tasviye ediliyor ! » « Sevr hortlatılıyor! »diye bas bas bağırarak milletimizi uyarırken, kusura bakmayın Yaşar Kemal’in bu yaptığına ben sadece »vatana ihanet edenlerle işbirliği etmek » diyeceğim…


Değerli şairimiz, değerli yazarımız Habib Bektaş !

Bize geldin, bize okudun, bizi cevapladın…

« Yabancı Hemşehriler Haftası » adlı öykünde anlattığın gibi burada yaşayan gurbetçilerin traji komik durumlarını bir kez daha gözlerimizin önüne serdin…

El kapılarını anlattın el kapılarında kalanlara…

İki kültürün arasındaki uçurumları, ortak yanları gösterdin…

Bizi lokum, döner, şiş kebaptan, göbek dansından ibaret sayan kafaları üstelik bizi bir de bunlara güldürerek anlattın…

Hepsinden önemlisi bize yeni bir söz öğrettin bu gelişinle…

Dilimizde bundan böyle yeni bir söz var:



“TÜRKÇEDE YAŞIYORUM!”



Artık diyeceğiz ki:

Türkçede yaşadığım için bütün bunlara dayanabiliyorum!

Türkçede yaşadığım için varım, varolmaya da devam edeceğim!



Türkçede yaşayan gönüllere selam olsun!

Böyle kültür elçilerimiz, Türkçede yaşayanlarımız çok çok çok olsun…

Feza Tiryaki, 27 Kasım 2010
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1006
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x