Türkçülük sadece "aksiyon" örgütlenmesi değildir. Türklerin tarihsel süreç içerisinde var olduğu dönemden, günümüze kadar gelen süreç içerisinde askeri, tarihi, sosyolojik, felsefi, kültürel, politik birikimin üst üste birikerek oluşturduğu bir öğreti / kuramdır.
Bu açıdan Türkçü kadrolar donanımlı olmaya özen göstermeli ve bilime önem vermeliler. Yukarıda saydığımız her bir etmen, ayrı bir bilimsel derinliği gerektiriyor. Bu bilimsel derinliği temel halkaları ile kavrayan Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp Türkçülük Kuramını, sistematik olarak ele alıp, program haline getirmişlerdir. Atatürk ise Akçura ve Gökalp'in sistematik hale getirdikleri Türkçülüğü, büyük bir toplumsal - siyasal gerçeklikle tatbik etmiş ve uygulamıştır.
Halk Fırkasının ilkelerini ayrıntılandırması konusunda Gökalp ile çalışan Atatürk, Yusuf Akçura'yı da Türk Tarih Kurumu başkanlığına getirmiştir.
Türk Devletinin kurucu önderi Atatürk 1938'de, Akçura 1935'te, Gökalp ise 1924'te bedenen aramızdan ayrılmışlardır. Bu üç Türk büyüğünün aynı dönemde aramızdan ayrılması, Türk Devletine çok şey kaybettirdi. 1938'den sonra Türkiye'nin yeniden Batı emperyalizmine bağlanmasında, Türk Devletinin kurucu kadrolarının erken vefat etmeleri büyük rol oynadı. Batı sömürgeciliği ve onların içimizdeki uzantısı olan odaklar, Cumhuriyet'in kurucu kadrolarının bu yokluğunu fırsat bildiler adeta.
İçinde bulunduğumuz dönem içerisinde Müdafaa-i Hukuk'un (deyim yerinde ise) omurgasını oluşturan Türkçülük fikrini, ideolojik derinlik açısından daha iyi kavramalı; bilime, sanata, ekonomiye, öğreti incelemelerine geniş zaman ayırmalıyız.
Evet Türkçülük bir inancı da gerektiriyor. Ama bilimin arka planından ve dinamiklerinden yoksun inanç belki karanlıkta el yordamı ile yürümemizi sağlar. Ancak belirlediğimiz hedefe ulaşmamızı sağlayamaz. İnançla birlikte bilim yan yana olursa, yürüdüğümüz yolu görmemizi sağlayan, koca bir aydınlanma süreci içerisinde yürürüz.
https://www.facebook.com/profile.php?id=100006232153226

Mithat Akar / Gaziantep