MedceziR yazdı:Türk-Kan yazdı:Said-i Kürdi denen sahsiyet Mustafa Kemal'i Deccal ilan eden bir kürt milliyetcisi, Osmanli'dan raporlu bir zirdelidir!!!
Türkan abla zahmet olmazsa bunların kaynaklarını bana bildirirsen elimde kaynak olur. Blgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayalım dimi...
tabii ki

Kürt Said'in 1327 ( 1909 ) yılında, İstanbul'da Vezir hanındaki İkbal-i Millet matbaasında basılmış bir eseri vardır. Adı: "İki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi Yahut Divan-i Harb-i Örfî ve Saîd-i Kürd-î" dir. Kendisinin Saîd-i Kürd-î Yani Kürt Said) olduğunu tastik ettiği bu eserde, eserin muharriri diye de kendisini "Bedîüzzaman" diye taktim etmektedir. Eserin tâbii, yani editörü de "Kürdîzade Ahmed Ramiz" dir. yani dört başı mâmur bir eser. Bu 48 sayfalık eserin "hâtime" kısmı (44-48. sayfalar) Kürt Said'iin içyüzünü göstermesi bakımından çok ilgi çekicidir. Bunun aynen alıyor ve ağdalı bir dille yazıldığı için açık Türkçeye çeviriyorum:
Ebnâ-i cinsime burada birkaç söz söylemezsem, bence bahs nâtamam kalır. ( Soydaşlarıma burada birkaç söz söylemezsem, bence bahis eksik kalır.)
Ey Asurîler ve Keyânîlerin cihangirlik zamanından pişdar, kahraman askerleri olan arslan Kürtler!... Beşyüz sene yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa sahrâ-i vahşette vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir. Hikmet-i ilâhî denilen makine-î alemin nizamı ve telgraf hattı gibi umum âleme mümted ve müteşa'ib kanun-i nûrân-î ilâhînin müessisi olan hikmet-i ilâhî ufk-i ezelden engüşt-i kaderi kaldırmış, size emrediyor ki, tefrika ile katre katre müteferrik su gibi zayi olan hamiyet ve kuvvetinizi fikr-i milliyetle tevhit ve mezcederek zerrâtın câzibe-i cüz'iyyeleri gibi gibi bir câzibe-i umum-î millî teşkili ile Kürt gibi bir kütle-i azîmi küre gibi tedvir ederek şems-i şevket-i islâmiyye Osmâniyyenîn mevkibinde bir kevgeb-i münevver gibi câzibesini ittiba ile muvazene ve âheng-i umumiyyeyi muhafaza ediniz. ( = Ey Asurlular ve Ahemenidlerin cihangirlik zamanında, onların öncüleri ve kahraman askerleri olan arslan Kürtler! Beşyüz yıldır yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vhşet sahrasında yağma edecektir. İlâhi hikmet denilen âlem makinesinin nizamı ve telgraf hattı gibi bütün âleme dalbudak salan Tanrı'nın nurlu kanununun kurucusu olan ilâhî hikmet, ezel ufkundan kader parmağını kaldırmış size emrediyor ki: Ayrılık, gayrılıkla damla damla dağınık sular gibi boşa giden hamiyet ve kuvvetinizi milliyet fikriyle birleştirip kaynaştırarak zerrelerdeki küçük cazibelerden bir umumî ve millî cazibe teşkili ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi dünya gibi döndürerek İslâm ve Osmanlı şevket güneşinin mevkibinde parlak bir yıldız gibi cazibesine uymakla muvazeneyi ve umumî ahengi muhafaza ediniz.)
***
Görülüyor ki Kürt Said, zavallı Kürtlere eski Asur ve İran ordularının hayali öncülüğünü yaptıracak kadar koyu bir Kürt milliyetçisidir ve çapraşık acemî ifadesiyle Kürtleri Kürt milliyetçiliği etrafında birleşmeye çağırmaktadır. Bunun hiçbir tevili, tesfiri yoktur. Beyninde ve gönlünde kötü düşüncesi olmayanlar, bu açıklıktan sonra onun bir İslâmcı değil, bir Kürtçü olduğunu kabule mecburdur.
Bundan sonra Kürt Said şöyle diyor:
Süphan ve Ağrı dağları gibi geleceğin yüksek dağlarının doruğunda ayağa kalkmış, nefse esir olmayı yasak etmiş ve başkasına tecavüzü caiz görmeyerek şeriata dayanmış olan hürriyet sultanı yüksek sesle sizin gibi mâzinin en derin derelerinde gafil ve dağınık bir kavme, cehalet ve yoksulluğa hücum için "fen, sanat ve silâh başına, ileri arş" emrini veriyor.
Hakikat denilen tabakalar altında örtülü ve mahpus kalmış ve istibdadın yok edilmesiyle omuzu üstünde olan cehalet ve gafletin hafiflemesi sayesinde harekete gelip kalkmaya teşebbüs etmiş bulunan hakikatler habercisi, size her cihetle haber veriyor ki, mahiyetinizde kaderin ektiği istidatları ve mukadderatınızı fiile çıkaran ve kavmi mahiyetinizde saklanmış olan seciyenizi maarifin hayat suyu ile sulamanın vaktidir. Yoksa kuruyup çürüyecektir.
İhtiyaç denilen, medeniyetin babası ve ilerlemelerin kurucusu olan üstad, sillesini kaldırmış, size hükmediyor: Ya hayat ve hürriyetinizi bu vahşet sahasında yağma ettireceksiniz, yahut medeniyet alanında fen ve sanat balon ve trenine binerek istikbali karşılayacak ve olgunluğun Kâbesine koşacaksınz.
Milliyet denilen mâzi derelerinde, hâl sahralarında ve istikbâl dağlarında çadır kurmuş olan Rüstem-i Zâl ve Selâhaddin-i Eyyubî gibi, herkesi başkasını haysiyet ve şerefiyle şereflendiren ve yüksek duyguların timsali olan milliyet fikriniz size kesin emirle emrediyor ki, her biriniz umum bir milletin hayatının mâkesi, saadetinin koruyucusu ve bütün milletin müşahhas misali oldunuz. Şimdiki gibi bir şahıs değil, bir millet kadar büyüyeceksiniz. Zira, maksadın büyümesiyle himmet de büyür ve millî hamiyetin galeyanıyla ahlâk da yükselir.
Kavimlerin saadetinin sebebi olan ve millî hakimiyeti temin ile hayat makinesinin buharı olan hürriyetteki cüz'i iradeyi istibdadın söndürmesinden kurtaran ve şer'î meşveretin mayasıyla mayalandıran meşru meşrutiyet, sizi imtihan meclisine davet ediyor. Erginlik çağına vardığınızı ve vâsîye ihtiyacınız olmadığını görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Varlığınızı birleşerek gösteriniz. Millî hamiyet ve şahsî fikir ve vicdanınızı milletin müşterek kalbi ve aklı gibi gösteriniz. Yoksa sıfır alacaksınız ve hürriyet şahadetnamesi elinize verilmeyecektir.
Mâzide dağınıklığınıza sebebiyet veren birinizdeki bencillik fikri şimdi istikbalin medeniyet saadethanesinde icad fikrine, şahsî teşebbüse ve hürriyet fikrine inkılâb edecektir. Hattâ diyebilirim ki, başkalarının sükûtî medreselerine nisbetle sizin gürültülü olan medreseleriniz bir ilmî mebuslar meclisini gösteriyor. İmam arkasında fatihalar okuduğunuz zamandaki semâvî ve rûhânî vızıltılarınızda, mezhebî ve kavmî mahiyetinizdeki istidat, meşrutiyet sırrına kaderin bir îmâ ve nişanı vardır.
"İnsan için çalışmaktan başka yol yoktur" sözünün öteki ifadesi, şahsî teşebbüstür. Her kemâlin kurucu ve koruyucusu olan cesaret ve millî namus emrediyor ki, şimdiye kadar nasıl maddi şecaatte terakki ettinizse, şimdi de akıl ve medeniyet meydanında millî namusu çiğnetmeyiniz. Millî duyguların mâkesi olan, kıymetinizin ölçüsü olduğu halde ihmalinizle gayet çapraşık bununan diliniz, tûbâ ağacı gibi bir ağacın tecellisine müstatken, böyle kurumuş, perişan ve edebiyatsız kalmış olduğundan, diliniz sizden millî hamiyete şikâyette bulunuyor. İnsanda kaderin sikkesi sikkesi lisandır. Anadil tabiî olduğundan, kelimeler zihne kendiliğinden gelir. Zihin çatallaşmaz, O zihne giren bilgiler taş üzerinde oyulmuş gibi bâki kalır. Millî dille görünen herşey hoş gelir. Millî hamiyetin bir misalini size takdim ediyorum. O da Mutkili Halil Hayâlî Efendi'dir. Millî hamiyetin her şubesinde olduğu gibi, dil alanında da dilimizin esası olan elifbe, sarf (gramer) ve nahvini (sintaksını) vücuda getirmiştir. Hakikaten Kürdistan madeninde böyle bir hamiyet cevherine ratgeldiğinden, istikbalimizi onun gibi birçok cevherler ışıklandıracaktır.
İşte bu zat bir hamiyet örneği göstermiş ve tekemmüle muhtaç dilimize bir temel atmıştır. Onun izinden gitmeyi ve temeli üzerine bina kurmayı hamiyet sahiplerine tavsiye ediyorum.
Bedîüzzaman Saîd-i Kürdî
Kitap hakkinda Osmanli arsivlerinden:

Eminönü Polis Merkezi:
İstanbul Polis Müdürlüğüne,
"İki Mekteb-i Musibetin Şehâdetnâmesi" yahud "Divân-ı Harb-i Örfî" ve "Said-i Kürdî" nâm risâle münderecâtı câlib-i nazar-ı dikkat tefevvühât ve terhâtı cami' görülmekle ifây-ı muktezâsı zımnında leffen takdim kılındı. 5 Eylül 1325/18 Eylül 1909.
Eminönü Merkez Memuru
Efkâr-ı Umûmiyeyi tehyic edecek bir takım ibârâtı havî olan risâle-i mezkure takdim kılınmış olmakla ve Divân-ı Harbî Örfiye tevdiiyle beraber bu risâlelerin toplattırılması hakkında emr-i iş'arı istirhamıyla Emniyet-i Umûmiye Müdüriyeti'ne arz ve tefhim olunur. 10 Eylül 1325/23 Eylül 1909.
Hareket Ordusu Kumandanlığı'na yazılmıştır: 10 Eylül 1325.
DH.EUM.THR., nr.5/7-3, 8 Ramazan 1327
Halki "heyecanlandiracak" bir mahiyeti oldugu, icinde cezayi gerektirecek sözler ve "bosbogazlik" oldugu ve bunlarin toplattirilmasi icin emir verilmesi gerektigi anlatiliyor bu belgede.(özet olarak sadelestirmedeki yardimlarindan dolayi
Nihan'a cok tesekkür ederim)
Said-i Kürdi 1907 yılında İstanbul'a gelerek Abdülhamit Han'a hitaben bir dilekce yazar ve saraya verir. Dilekcede kullandığı ad "molla Said-i Meshur"dur.
Dilekcenin iceriginde "kürdistan" da egitimin türkce yapildigini, kendisinin buna karsi oldugunu ve "kürdistanda" kürtce egitim yapilmasi için üc okul acilmasini talep etmektedir. Bu dilekceden sonra Said-i Kürdi Abdülhamit Han tarafindan müsahade icin Toptasi Akil hastanesine gönderilmis ve bir süre orada tutulmustur. Yani Abdülhamit Han tarafindan timarhaneye gönderilmistir.
Ve bu olayi daha sonra yazilarında kendisi söyle aciklamistir:
Said-i Kürdi yazdı:Nasılki zaman-ı istibdatta tımarhaneye düştüm, divanelerin hükmüne konuldum, eğer müdahaneye, kelbi tabassusa, şahsi menfaat için umumi menfaatı feda alan aklın icabı ise, ben divaneligi kabul ettim.Şahit olunuzki böyle akıldan istifa ediyorum. Ey Kürtler tımarhaneyi bunun için kabul ettim. Kürtlüğü lekedar etmemek için irade-i padişahiyi, maaşını, ihsan-i şahaneyi kabul etmedim."
Yani Said kürtcülük için artik her seyi göze aldigini ve kürtlügü ayakta tutmak icin timarhaneyi bile kabul ettigini söylemektedir.
II. Abdülhamit'tir saidi-i kürdi yi Toptasi Timarhanesine tikan!
Osmanli belgeleri Said-i Kürdi'nin suuru ve alimligi hakkinda neler söylüyor:

Mektubî Kalemine Mahsus:
Van Vilayet-i Âliyesi'ne,
Van'dan aldığı 5 Teşrinisani 1323 tarihli ve üç cild ve 12 sıra numaralı tezkiresiyle berây-ı tedâvi Dersaadet'e gelmiş olan Molla Said Efendi Van'da ne vakitten beri bulunur ve ne ile iştigal ediyor. Ve buraca şuurunda eseri hiffet görüldüğünden orada hastalığı nasıl bulunur idi. [Ettiğinin ve mezkur tezkirenin faziletli elkabı konmuş olduğu cihetle rütbe-i ilmiyesi olup olmadığının ve yine zikr olunan tezkirede berây-ı tedâvi Dersaâdet'e azimet ettiği muharrer olduğundan ve kendisinin şuurunun hiffet eseri görüldüğünden hastalığından ibaret idiğünün] Serian ve muvazzıhen inbası babında.
BOA., ZB., 618/64, 18 Kasım 1907.
Said-i Kürdi'nin okurluğunun olup yazarlığının olmaması beynindeki öğrenme merkezinde ve şuurunda bir aksaklık olduğunu göstermekte yani tıbbi bir sorunu vardır; zaten hakkındaki arşiv belgelerinden öğrendiğimize göre yapılan muayenesinde şuurunda bir hafiflik olduğu tesbit edilmiş ve saçmaladığı görülüp elindeki sevk kağıdında faziletli elkabını ilmiye sınıfı taşıdığı için bu sınıfa mensup olduğuna inanılmamış, geldiği yerden bu konuda belge istenmiştir.
Deccal konusu:
Ben bir manevi alemde, İslam Deccalini gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirce bir manyetizma gözümle müşahade ettim ve onu bütün bir münkir bildim. İşte bu inkarı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder.(...) Fakat kahraman ve mücahit ordunun ve dindar milletin ruhundaki nuru iman ve Kuran ışığıyla hakikati hali göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılıyor. (Şualar458459,Siracun Nur 247)
Saidi Kürdii, başlangıçta şifreli olarak işaret ettiği Deccalin kim olduğunu daha sonra şöyle anlatıyor:
Ölmüş gitmiş dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadisi Şerifin ihbariyle Kurana zararlı bir adam çıkacak demiştim.Sonra Mustafa Kemalin o adam olduğunu zaman gösterdi. (Emirdağ Lahikası I/278,Yirmiyedinci mektuptan Sabık Reisi Cumhura ve üç makama gönderilen istida)
Saidi Kürdi, Mustafa Kemale yönelik Deccal suçlamasında daha da ileri giderek şunları yazar:
...Lozan Muahedesinde söz veren ve pek şiddetli ve dehşetli hücumlarına rağmen hiçbir hakiki Müslüman Türkü Protestan yapamayan ve Milleti İslam için pek zararlı olduğunu efaliyle ispat eden ve Hadis Şerifin haber verdiği o müthiş şahıs kendisi olduğunu(yani Deccal, y.n) hayat ve mematiyle gösteren Mustafa Kemale bir mahrem eserde din yıkıcı Süfyan dediğimizi (...) (Emirdağ Lahikası I,5051;Yirmiyedinci Mektuptan Mahkemei Kübraya Şekva ve Müdafaatın Bir Haşiyesi olan Parçanın Hülasasıdır, Ayrıca Müdafaalar, 226227)
Saidi Kürdi Atatürke açıkça Deccal diyor, Milleti İslamı Protestan yapmak istediğinden bahsediyordu.
Oysa, Saidi Kürdinin Deccal dediği Atatürk, İzmir Amerikan Kolejinde misyoner faaliyette bulunuluyor diye bu okulu tamamen kapatmış, hayatta iken Babı Alinin Misyonerle Mücadele Teşkilatı kurmasına destek vermiş, 3 Ocak 1922de Meclis Başkanı iken yayınladığı bir muhtırada, İçişleri Bakanlığına çok sert çıkışarak, Amerikalıların Anadoluda Öksüzler Yurdu altındaki yapılanma isteklerinin tamamen Hıristiyanlığı yaymak amacı taşıdığını vurgulayarak bu talebin derhal reddedilmesini istemişti.
Said-i Kürdi ve şehitlik
Şöyle diyor Said-i Kürdi:
Birinci Dünya Savaşında bizimle savaşmış da olsa, bir Hristiyan ölmüşse şehit sayılır, ahirette mükafatı vardır. (Kastamonu Lahikası,s.45)
Ne dinden olursa olsun bir nevi şehit hükmündedir. Mükafatı büyüktür, belki onu cehennemden kurtarır. Elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan ve Hz. İsaya mensup Hristiyanların mazlumlarının çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denebilir. (Kastamonu Lahikası,s.75)
Hatta o mazlumlar kafir de olsa, ahirette kendilerine göre o dünyevi afattan çektikleri belalara mukabil rahmeti ilahiyenin hazinesinden öyle mükafatları var ki, eğer perdei gayb açılsa o mazlumlar haklarında büyük bir tezahürü rahmet görünüp, Ya Rabbi şükür elhamdü lillah diyeceklerini bildim ve kati surette kanaat getirdim. (Kastamonu Lahikası,s.45)
İslam tarihi boyunca kendini Müslüman olarak addeden hiçbir din adamı, Müslümanları ve İslamdaki şehitlik kavramını böylesine aşağılayan ifadeler kullanmadı. Bu cinayete ilk kez Saidi Kürdide rastlıyoruz.
Şehitlik, Allah yolunda savaşan, vatanını savunan ve bu uğurda ölenlere verilen bir mükafattır. Birinci Dünya Savaşında Osmanlıya karşı savaşan yedi düvel, Haçlı dünyasının karşımıza çıkardığı küfür ordusuydu. Bu savaşta Ortadoğudan, Çanakkaleye kadar bir çok cephede milyonlarca Mehmedimiz din uğruna, İlayı Kelimetullah uğruna, vatan uğruna, bu vatan üzerinde Ezanı Muhammedi ilelebet çınlasın diye şehit oldu.