![Resim](http://img514.imageshack.us/img514/550/alieralp.jpg)
Bazı dostlarım bana şu eleştiriyi yöneltiyorlar: “Sen, Türkiye’nin kötü koşullarını, içinde bulunduğu ortamı sergiliyorsun, bu iyi, ama yeterli değil biraz da çözüm ve kurtuluş yollarından söz eder misin?
Hemen hemen benim tüm yazılarımda sorunlar çözümleri birlikte ortaya konmuştur. Dikkatlice inceleyenler bunu görülebilirler. Ama ben yine de bu özelliği gözden kaçıran değerli arkadaşlarımın isteğini ön plana alarak, bu makalemin tamamını “kurtuluş için ne yapılabilir” sorusunun yanıtına ayıracağım. Bu görevi yerine getirirken, elbette daha önceki çözüm önerilerimden de yararlanacağım.
Makale, biraz uzun olacak ama sabrınıza sığınarak diyorum ki, lütfen yazıyı sonuna dek okuyun. Çünkü önümüzde duran en yakıcı sorun budur şu aşamada. Yani çözüm üretmek. Bu konu öyle bir iki sözcükle geçiştirilemez ve herkesin de bu alandaki görüşlerini, düşüncelerini ortaya koyması gerekir. Dilerim bu yazı bir başlangıç olur ve yeni tartışma alanları açar.
Doğru sonuca ulaşabilmek için şu gerçeği saklamadan, gizlemeden önce bir vurgulayalım: Kemalist Cumhuriyet artık günümüzde sona ermiştir. Tükenmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı” ilan ettiği siyasal İslamcı bir parti ve cemaatler tarafından yargı, emniyet, milli eğitim teslim alınmıştır. Ordu bertaraf edilmiştir.
Yani kısaca, 21. yüzyılda yeniden Ortaçağ düzenine dönülmüştür. Bu gerici yapılanmadan, çağdaş bir yapılanmaya yeniden geçiş, reformcu, “idare-i maslahatçı” yöntemlerle gerçekleşemez artık. Hele hele ABD’ci, AB’ci eğilimlerle hiç gerçekleşemez. Gündemde devrim vardır şimdi. Bundan böyle Türkiye’nin önündeki yol devrim yoludur. Tek yol devrimdir. Ulusal kurtuluş yoludur. Mücadele daha yeni başlamıştır. Herkes bu gerçeği özümsemelidir. Tıpkı Mustafa Kemal’ler gibi, Chavez’ler gibi Türkiye başarmak zorundadır.
Şimdi, yazının tam bu bölümünde can alıcı, temel sorumuzu yöneltelim:
Peki, Türkiye’deki devrimciler, demokratlar niçin yıllardan beri bocalamakta ve 1923 Devriminin temellerinin oyulmasına başlanan 12 Eylül 1980 darbesinden bu yana Kemalist Cumhuriyetin adım adım “ılımlı İslam Cumhuriyeti”ne dönüşmesine seyirci kalmaktadırlar?
Günümüzde emperyalizm ve ortaklarına karşı etkili bir savaşım nasıl verilmelidir, ne yapmak gerekir ki bu Ortaçağ kalıntısı şer güçlerinden vatanımız kurtulsun?
Şu, bilinen bir gerçektir ki, Mustafa Kemal Atatürk örneğinde görüldüğü gibi her ülkede devrim, kendi yolunda, kendi çizgisinde ilerler. Çünkü her ülkenin ekonomik, sosyal, kültürel yapısı farklıdır… Her ülkede devrim objektif koşullara bağlı olarak, gerçeklere uyacak şekilde yönlendirilir. Hiçbir ülke için önceden hazırlanmış kurtuluş reçeteleri, şablonlar bulunmamaktadır.
Ama Küba, Venezüella, Bolivya, Vietnam gibi başarıya ulaşmış ülkelerin deneyimlerinden yararlanmak da yurtsever kadroların doğru kararlar alıp, doğru uygulamalar yapabilmesi için gereklidir.
Bu açıdan bakınca Latin Amerika devrimleri, emperyalizme karşı savaşım verenler için zengin bir kaynak oluşturmaktadır. Hele bir de ülkelerimiz arasındaki yakın benzerlikler göz önüne alınırsa bu deneyimlerin ve pratiğin değeri bir kat daha artar.
Örneğin neoliberaller, işbirlikçiler, kaşarlanmış vatan satıcıları, sarı sendikacılar Latin Amerika’da da vardı. Toprak ağaları orada da köylünün kanını, iliğini sömürmekteydi. Orada da yandaş, yalaka basın kitleleri uyutmak, boş işlerle beyinlerini yıkamak için tüm gücüyle çalışıyordu?
Peki, bizdeki koşulların bir benzerini yaşayan Chavez’ler, Morales’ler, Lula’lar nasıl başarmışlardı? Neydi yöntemleri?
CHAVEZ HER ZAMAN TAM BAĞIMSIZLIĞI SAVUNDU
Önce şunu belirleyelim, Chavez her zaman ve her koşulda antiemperyalist bir çizgi izledi. Yaşamını ezilen ulusların ve halkların davasına adadı. Bağımsızlık bayrağını hep yükseklerde tuttu.
Geçmişin devrimci birikimlerinden ve deneyimlerinden yararlandı. Hepsinden önemlisi yozlaşma ve neoliberal düşüncelerle her zaman mücadele etti. . Başıbozukluğa, serüvenciliğe, bireysel davranışlara asla izin vermedi.
Başarısızlığı hiç aklına getirmedi. Halka güvendi. Başından beri kitlelerle birlikte hareket etti. Onları örgütledi. Disiplinli bir mücadele yürüttü.
Halkla bütünleşti. Birleştirici oldu. Temelleri olan, sağlam bir bütünleşmeydi bu.
Örneğin,11 Nisan 2002’de ABD, kilise, bazı yüksek rütbeli subaylar ve gerici bürokrasi Chavez’e karşı bir darbe düzenlemiş, onu iktidardan uzaklaştırmıştı. Ama halk öyle bir dayanışma, bilinçlenme içerisine girmişti ki olaydan birkaç gün sonra sokaklara dökülmüş, darbeye izin vermemişti.
Karşı devrimciler ve emperyalizm “Şili örneği”ni Venezülla’da da uygulayarak Allende gibi Chavez’i de ortadan kaldırmak istemişler ama karşılarında emekçileri ve yoksul halkı bulmuşlardı.
Ülkemize gelince, Türkiye’de gereğinden çok parti, başkan, başkan yardımcısı, sekreter, sayman var. Birbirleriyle didişmekten asıl mücadeleye zaman bulamıyorlar. İşçilerle köylülerle bütünleşemiyorlar.
41,5 parti, 41,5 başkan, 41,5 başkan yardımcısı, 41,5 sekreter, 41,5 sayman…
Kırk bir buçuk kere maşallah!
Vatan elden gidiyor, parçalanıyor, ihanet çeteleri ülkeyi teslim alıyor, biz kırk bir buçuk parçaya bölünmüşüz. Kimsenin aklına bir araya gelmek, bütünleşmek gelmiyor.
Her kafadan, her partiden ayrı bir ses çıkıyor. Herkes “en iyi ben bilirim, en iyi ben yaparım en doğru ben düşünürüm…” havasına girmiş. Kimse kimseyi beğenmiyor. Şarkıda belirtildiği gibi, “Sen neymişsin be abi…” diyesi geliyor insanın.
Her şeyin haraç mezat satıldığı, Sevr haritalarının havada uçuştuğu, yurtsever insanlarımızın dört duvar arasında tutsak alındığı, cemaatlerin Kemalist Cumhuriyeti yok etmeye çalıştığı bir ortamda ayrıntılara dalmaya, “meleklerin cinsiyetini” tartışmaya hakkımız ve vaktimiz var mı? Sen ben çekişmeleri ile zaman öldürebilir miyiz? Bu kadar çok parçalanma, bölünme lüksümüz olabilir mi?
Atatürk bugünkü ortamda yaşasaydı, böyle mi davranırdı? Zamanı gereksiz tartışmalarla boşa mı harcardı? Yoksa en geniş cephede birleşip, bütünleşerek, eyleme mi geçerdi?
Bu konuda Attila İlhan’ın her yerde yinelediğim şu sözlerini buraya yeniden alacağım:
“En büyük kötülük şu; Batı son 50 sene içinde Türkiye’de küçük küçük siyasi guruplar yaratarak bizi birbirimize düşürdü. Hâlbuki her şeyden önce bunların birleşmesi lazım ki vatan dokusu oluşsun. Gazi’nin Ankara’da oluşunu bir düşünün. Gazi’nin bir tarafında Ziya GÖKALP vardı. Bir tarafında Yusuf AKÇORA, arkasında Mehmet Akif vardı ve Mustafa Suphi’yi de çağırmıştı. İslamcı, Türkçü, Kemalist ve Komünist hepsi beraber olmasaydı bu savaşı kazanamazdı. Şimdi de aynı espri içine girmemiz lazım.”
ŞİMDİ BİRLEŞME, BÜTÜNLEŞME ZAMANIDIR
Artık mevki düşkünlüğünü, koltuk sevdasını bir yana bırakmalıyız. Vatanın kurtuluşu yolunda gerektiğinde bir sıra neferi gibi savaşmasını da bilmeliyiz. Özverili davranmalıyız. “Küçük olsun, benim olsun” anlayışını kesinlikle terk etmeliyiz.
Başkanlık kimseye gökten zembille inmemiştir.. Ne Atatürk, ne Lenin, ne Castro ne de Chavez “ben anamdan lider doğdum, lider olarak öleceğim, mutlaka ben yöneteceğim…” diyerek başka örgütleri görmezlikten gelmemiştir. Değerli arkadaşım Gazanfer Eryüksel’in yazıma gönderdiği bir yorumunda dediği gibi,
“Tek seçeneğimiz var… Devrim için milleti bir çatı altında toplamak…”
Yine bir başka değerli arkadaşım Figen Özen’in makaleme aldığı bir yorum yazısında belirttiği gibi, “Manzara-i umumiye 1919′dan daha kötü olabilir. Biz büyük bir önderin mirasçıları olarak tekrar Kemalist Devrimi hayata geçirmek zorundayız. Tek kurtuluşumuz bu yoldan geçmektedir. “Yapabilir miyiz, acaba*” düşüncesi bizim tek engelimizdir.
Yaparız ve başarırız. Bunun için atmamız gereken ilk adım tüm ulusalcıların bir araya gelerek, milli direniş cephesini kurmaları ve tek yürek halinde hareket etmeleridir…”
Örgütler ve öncü kişiler ancak mücadele içerisinde gelişip güçlenirler, deneyim kazanırlar. Teori ve pratiğin o şaşmaz mihenk taşında çözüm üretenler, başarıya ulaşanlar yani kısaca hak edenler lider olur, etmeyenler çekip gider.
Öyleyse ABD’yi, AB’yi emperyalist devlet olarak kabul eden, tam bağımsızlığı savunan, emperyalizmle hiçbir alanda uzlaşmayan partiler, gruplar, bireyler farklılıkları, ayrıntıları sonradan tartışmak üzere bir kenara bırakıp, güç birliği temelinde bir araya gelmelidirler. Tarihimizin kurtuluşçu, aydınlanmacı geçmişine ve önderlerine sahip çıkan örgütler birlik ve beraberlik içerisinde birleşip bütünleşmelidirler.
Ülkemiz, parçalanmanın eşiğine gelmiştir. Cemaatler, etnik gruplar ve emperyalizm pusuda beklemekte, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti bütünüyle, A dan Z ye ortadan kaldırmaya hazırlanmaktadırlar.
Emperyalizm saldırıya geçmiştir. Bu nedenle, yurdumuzda ve dünyada bağımsızlık ve kurtuluş savaşları dönemi yeniden başlamıştır.
Bizler Atatürk’ün antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı politikasını temel alarak, onun yolundan gitmek zorundayız Emperyalizm ve şeriatçı ortakları yobazlar yurdumuzdan kovuluncaya dek, karanlıklar aydınlığa dönüşünceye dek tam bağımsızlık mücadelesini kararlılıkla sürdürmeliyiz.
ALİ ERALP, 30 Ekim 2010
ali-eralp@hotmail.com