Türkiye Cumhuriyeti'nin derin anayasasına "Balyoz!.."

Genel & Güncel Konular

Türkiye Cumhuriyeti'nin derin anayasasına "Balyoz!.."

İletigönderen Başkomutan » Sal Şub 02, 2010 23:19

Gayri-Millî CIAsal Belge


AKP, sonunda Türkiye'nin «derin» anayasası ve «Kırmızı Kitap» olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ne el attı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, MGSB'nin iç tehdit bölümünden «irtica» başlığının çıkarılması kararını aldıklarını açıkladı.

İKÖ Genel Sekreteri Ekmelettin İhsanoğlu'nun «İslam Barış Gücü» kurulması için girişimlerde bulunduklarını açıkladığı günlerde Başbakan Erdoğan'ın da MGSB'de rötuş kararı alması ilginç bir rastlantı olarak dikkat çekti.

Kamuoyunda «İslam Barış Gücü» ,Büyük Orta Doğu'nun Ordusu olarak adlandırılırken, Kırmızı Kitap'taki revizyonun da irticai faaliyetleri iç tehdit olmaktan çıkararak Kemalizmi tasfiye manası taşıdığı değerlendiriliyor.

Gazeteport'un haberine göre,MGSB, 5 yılda bir güncelleniyor. Halen yürürlükte olan MGSB, 24 Ekim 2005 tarihinde Milli Güvenlik Kurulu'nda kabul edildi ve 20 Mart 2006 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından yürürlüğe kondu. Yeni MGSB'nin Ekim 2010'a kadar revize edilmesi bekleniyor.
MGSB'de Türkiye Cumhuriyeti'nin milli menfaatleri ve milli hedefleri, milli hedeflere ulaşılabilmesi için takip edilecek iç ve dış güvenlik ile savunma siyasetlerine ilişkin esaslar yer alıyor.


Devrim Kanunları Rafa Kalkıyor

Kırmızı Kitap'tan irticai faaliyetlerin çıkarılması 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'in kurulmasından sonra çıkartılan Devrim Kanunlarını da rafa kaldırıyor.

Bu kanunlar şöyle:

-Şeriye ve Evkaf Vekâletinin Kaldırılmasına Dair Kanun,

-Tevhidi Tedrisat Kanunu,

-Hilafetin Kaldırılmasıyla İlgili Kanun, Medeni Kanun,

-Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun,

-Şapka İktisası Hakkında Kanun, aşarın Kaldırılması Kanunu,

-Bazı Lakap ve Unvanların Kaldırılmasına Dair Kanun,

-Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun

-Hıyaneti Vataniye Kanunu.


İş yalnızca bununla kalmıyor.Esas hedef Kemalizm'in tümden silinmesi.BOP-Neo Osmancılık projesinde hedeflenen tüm hedeflere hızla varılıyor.ABD-AKP-TSK üçgeninde de bunlar büyük bir başarı ile ambalajlana ambalajlana yediriliyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın dediği gibi öyle iyi paslaşıyorlar ki,topu sektirmiyorlar bile. Ulusal devletin tüm yapı taşları yerinden sökülüyor.

Sahte düşmanlar, sahte inançlar üretiliyor. Kısacası anlayacağınız, BOP'un anayasasını bize yeni MGSB olarak yutturacaklar.

heddam.com



İrtica çıkacak bölücülük kalacak


'Devletin gizli anayasası' diye tanımlanan kırmızı kitaba, AKP Hükümeti'nden ikinci neşter. İç tehditten 'irtica' başlığı çıkarılıyor...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kamuoyunda 'Kırmızı Kitap' olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin (MGSB) bu yıl içinde revize edileceğini ve 'İç Tehdit' bölümünün kaldırılacağını açıklaması üzerine dikkatler bu belge üzerine odaklandı.

Mevzuata göre, MGSB, 5 yılda bir güncelleniyor. Halen yürürlükte olan MGSB, 24 Ekim 2005 tarihinde Milli Güvenlik Kurulu'nda kabul edildi ve 20 Mart 2006 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından yürürlüğe kondu. Yeni MGSB'nin Ekim 2010'a kadar revize edilmesi bekleniyor. Mevcut MGSB'de Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden temel unsurlar, 'irtica, bölücülük ve aşırı sol' olarak sıralanıyor. Terör örgütü PKK'nın varlığını sürdürdüğü sürece 'bölücülüğün' iç tehdit değerlendirmesinde kalacağı belirtiliyor.

MGSB'de Türkiye Cumhuriyeti'nin milli menfaatleri ve milli hedefleri, milli hedeflere ulaşılabilmesi için takip edilecek iç ve dış güvenlik ile savunma siyasetlerine ilişkin esaslar yer alıyor.

25 SAYFAYA İNMİŞTİ

Yürürlükteki MGSB, Başbakan Erdoğan'ın Ocak 2005'te verdiği talimat doğrultusunda 100 sayfadan 25 sayfaya indirildi. Belgenin, ekleri olan İç Güvenlik ve Dış Güvenlik eylem planları kaldırıldı. Erdoğan'ın şimdi belgeyi ikinci kez kısaltma yoluna gitmesi bekleniyor.

Belgede, iç güvenliğin tehlikede olduğu durumlarda askerin kullanımına ilişkin ifadeler de yer alıyor. Yeni hazırlanacak belgeden, bu ifadelerin de çıkarılması bekleniyor. Bu ifadeler, MGSB 2005 yılında hazırlanırken de asker ile hükümeti karşı karşıya getirmişti. Kamuoyunda çok tartışılan EMASYA protokolü ile MGSB'deki 'Asayiş olaylarında askerin kullanımı' arasında organik bir bağlantı bulunuyor.

BÖLÜCÜLÜK KALIR

Yeni MGSB'de iç tehdit bölümünden 'irtica' başlığının da çıkarılması, 'bölücülük ve aşırı sol' ifadelerinin ise kalması bekleniyor. Uzmanlar, terör örgütü PKK'nın varlığını sürdürdüğü sürece tehdit değerlendirmesinde 'bölücülüğün' kalacağını belirtiyor.

'CASUS BELLİ' NE OLACAK?

Atina yönetimi ile yapılan son mektup teatisi çerçevesinde Türkiye, Ege'de yaşanan sorunları çözmeyi planlıyor. Mevcut MGSB'nin Yunanistan ile ilgili değerlendirmesinde, Kardak kayalıkları ve Ege Denizi'nde aidiyeti tartışmalı 100'den fazla ada için taviz verilmemesi ve bu konuda kararlı politika izlenmesi gerektiği belirtiliyor. Yunanistan'ın karasularını 12 mil olarak ilan etmesinin de Türkiye'nin Ege'deki menfaatleri açısından kabul edilemez olduğuna dikkat çekilen belgede, bunun 'casus belli' (savaş nedeni) sayılacağı ifadeleri yer alıyor.

YUNANİSTAN SOYKIRIMLARI KALDIRMALI

MGK kaynakları, Yunanistan Parlamentosu'nun, 1994'te kabul ettiği '19 Mayıs 1919, Pontus Rumlarına dönük soykırım günüdür' kararını, 25 Nisan 1996'da kabul ettiği 'Ermeni soykırımını tanıma' kararını ve 1998'de kabul ettiği '14 Eylül 1922 Küçük Asya soykırım günüdür' kararını kaldırmadan, Türkiye parlamentosunca alınan bir kararın ortadan kalkmasının mümkün olmadığının altını çiziyor.

KIBRIS, ERMENİSTAN 'SÜRECE' BAĞLI

Kıbrıs'ta da sorunların çözümü için müzakereler yürüyor. Müzakerelerin önümüzdeki aylarda sonuçlanması bekleniyor. Sorunlar aşılamaz ise MGSB'deki Kıbrıs ile ilgili mevcut durumun devam etmesi bekleniyor.
Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirmek için de adımlar atıyor. Mevcut belgede, 'Ermenistan'ın ve Ermenilerin Türkiye'deki faaliyetleri işleniyor ve özellikle Doğu Anadolu'nun bazı illerine dikkat edilmesi gerektiği' belirtiliyor. Normalleşme süreci, belgedeki ifadeleri etkileyecek.

NASIL HAZIRLANACAK?

Belgenin hazırlanması aşamasında MGK Genel Sekreterliği, Cumhurbaşkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı başta olmak üzere ilgili kurumlardan görüş isteyecek. İstenilen bu görüşler, sekreterlik tarafından derlenerek, MGK'ya sunulacak. MGSB, MGK tarafından uygun görülmesi halinde, Bakanlar Kurulu'na onaylanması için tavsiye edilecek. Bakanlar Kurulu onayı ile yürürlüğe giren belgenin uygulanmasından yine hükümet sorumlu olacak.

EMASYA'ya onay veren ilk bakan Akp'li Başesgioğlu

EMASYA Protokolü imzalandığında dönemin İçişleri Bakanı olan AKP İstanbul Milletvekili Murat Başesgioğlu, 'Yasanın ve protokolün uygulanmasında hukuk dışına çıkılması söz konusu olmuşsa, her zaman yargı denetimi işletilmesi mümkündür' dedi.

ÜÇ ADET 'İÇ TEHDİT' VAR

Mevcut belgede, Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden temel unsurlar, irtica, bölücülük ve aşırı sol akımlar olarak sıralanıyor. 'Bunlarla mücadele ederken temel evrensel değerlerden vazgeçmemelidir' denilen belgede, 'aşırı sağ' tehdit olarak yer almıyor. İç tehditlerle ilgili izlenmesi gereken yol haritası ise belgede şöyle çiziliyor:

- Türkiye Cumhuriyeti etnik temele dayalı olarak kurulmamıştır. Kuruluş esası, tek devlet, tek ulus, tek bayrak, tek dildir. Atatürk'ün 'Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir' sözü temel bir ilkedir. Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı bulunan herkes ülkenin esas unsurudur.

- Atatürk'ün, 'Millet; dil, kültür ve ülkü birliğiyle birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu siyasi ve sosyal bir birliktir' sözü bugün de geçerli olan, çağımızın gereklerine yanıt veren bir yaklaşımdır.
Bu bağlamda mahalli dil ve kültürler bireysel özgürlük kapsamındadır. Bu özgürlüklerin kötüye kullanılmaması önem taşımaktadır. Bölücü
örgütün bu unsurları kendi amaçları
doğrultusunda kullanmamasını sağlamak gereklidir.

DİNİ DUYGULAR İNCİTİLMEMELİ
- İrticai faaliyetler içte ve dışta sürmektedir. Bunlarla mücadele ederken, toplumun dini duygularını incitmemeye özen gösterilmelidir. Bu bağlamda toplumun dini duygularını kullanmak isteyenlere izin verilmemelidir.
- Anayasa'da dikkat çekilen İnkılap Kanunları'nın ödün vermeden uygulanması gereklidir. Din eğitimi, devletin üstlenmesi gereken bir işlev olarak devam etmelidir. (Akşam)

internethaber





27 Ocak 2010 tarihli bir yazı
AK Kitabı Kim Yazıyor?

Avaz Türk'ün daha önce duyurduğu gibi, «Balyoz» un ardından, «Kırmızı Kitap» olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin yeniden yazılması gündeme getirildi.

Ancak bu öneriyi ilginç bir isim, daha önce TSK'ya sayısız defa hakaret eden, son olarak, «TSK'nın, PKK ile savaşmayı sevdiğini, çünkü kendisini böylece değerli hale getirdiğini» öne süren Türkiye-AB Karma Parlamento eski Eş Başkanı Joost Lagendijk dillendirdi.

«Balyoz» planının doğru olduğuna inandığını açıklayan Lagendijk, Kırmızı Kitap'ı tepeden tırnağa gözden geçirilmesini istediği gibi, burada yer alması gereken «gerçek tehditleri» de sıraladı.

Lagendijk,

«İslami köktencilik ve Kürt ayrılıkçılığı gibi iç tehditlerin zamanın gerisinde kaldığını»

iddia etti.

Avrupa Parlamentosu'ndaki görevi sırasında sık sık TSK'yı hedef alan Lagendijk, buradaki görevinden ayrıldıktan sonra Zaman Gazetesi'nde yazı yazmaya başlayacağını açıkladı.

Ancak tek yazıda kaldı. Bunda, Lagendjik'in «ateist» olduğunu açıklamasının cemaatte yarattığı rahatsızlığın etkili olduğu öne sürüldü. Lagendijk işsiz kalmadı, kısa bir süre sonra Aydın Doğan grubuna ait Radikal'de köşe yazarlığına başladı ve hem Türkiye'nin iş işleri, hem de TSK hakkında ahkâm kesmeye devam etti.

Son olarak «Balyoz» konusunda hem konuşan, hem yazan Lagendijk,

«Ben Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklamasına inanmıyorum»

dedi. Samanyolu Tv'ye demeç veren Lagendijk, sorumluların mutlaka cezalandırılması gerektiğini, ordunun ancak bu şekilde aklanabileceğini öne sürüp,

«1-2 yıl alabilir, ama askeriye ile ilgili olan bu gelişmeler artık sivil siyasetçilerin işi olmalı. Artık statüko bu şekilde sürdürülemez»

şeklinde konuştu.

Lagendijk, Radikal'deki köşesinde ise «Balyoz sonrası senaryosunu» yazdı. Bu planları yapanlar için, «akıl hastanesinde değil, aramızdalar» diyen Lagendijk, bunun uygulanmamasının, TSK'da bölünme olduğu anlamına geldiğini bildirdi. «Balyoz» sonrası için Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin tepeden tırnağa gözden geçirilmesini isteyip, «İslami köktencilik ve Kürt ayrılıkçılığı gibi iç tehditlerin zamanın gerisinde kaldığını» iddia eden Lagendijk, yeni Kırmızı Kitap'ta yer alması gereken «gerçek tehditleri» de şöyle sıraladı:

«Bu, El Kaide veya nükleer silah sahibi İran gibi, modern ve profesyonel bir orduyla üzerine gidilmesi gereken (olası) dış tehditleri de içerecektir. Ve içteki tehlikeler, öncelikle ve esas olarak polis ve yargı tarafından etkisiz hale getirilmelidir...»

Lagendijk, 2005'te AB-Türkiye Karma Parlamento Eş Başkanıyken, «Türk Ordusu'nun, PKK'yla savaşmayı sevdiğini, çünkü bu durumun orduyu daha değerli hale getirdiğini» söyledi.

Bunun üzerine dönemin Hukukçular Birliği Üyesi Avukat Kemal Kerinçsiz, «Şüpheli adeta bir mütareke komiseri gibi davranıyor» diyerek, Lagendijk hakkında «TSK'ya hakaretten» suç duyurusunda bulundu, Savcılık da soruşturma açtı. Bu soruşturma AB'de büyük tepki çekerken, Kemal Kerinçsiz daha sonra «Ergenekon» kapsamında gözaltına alındı ve tutuklandı.

Papandreu'nun Mektubu Balyoz'dan Sonra

Öte yandan, Yunan Başbakanı Yorgo Papandreu'nun, Başbakan Erdoğan'ın mektubuna aylar sonra, «Balyoz» planının tartışıldığı bir dönemde cevap vermesi dikkat çekti.

Bilindiği gibi Balyoz'da, «Ege'de kendi uçağımızı düşürüp, bunu Yunanistan'ın yaptığının açıklanacağı» şeklinde bir planın yer aldığı iddia ediliyor.

Papandreu'nun, «Balyoz» tartışmaları sürürken gönderdiği cevabi mektupta, Ege konusunda şu talepler yer aldı:

«Ege'de, uluslararası hukuka, uluslararası ve ikili anlaşmalar ile toprak bütünlüğüne saygı, iyi komşuluk ilişkilerinin sürekliliğinin temelini oluşturacaktır...»

heddam.com


Devrim Ulusal Bir Kavramdır


Türkiye yanıyor... Bir taraftan toplumun «ordu imajı» yakılıyor. Bir taraftan da terör ve terörist «kavramı yakılarak» toplumun vatan, millet, devlet algısı tahrip ediliyor. Bütün kavramlar karman çorman... Silahsız savaşıyoruz.

Türkiye yanıyor... Bir taraftan toplumun «ordu imajı» yakılıyor. Bir taraftan da terör ve terörist «kavramı yakılarak» toplumun vatan, millet, devlet algısı tahrip ediliyor. Bütün kavramlar karman çorman... Silahsız savaşıyoruz. Toplum bunlarla boğuşurken; açılım, asimetrik psikolojik savaş, suikast iddiaları, kozmik oda, devlet sırrı tartışmaları, bizi tanımı ve boyutları belli olmayan bir savaşa sürüklerken AKP'nin, Kürtçülerin, ikinci cumhuriyetçilerin, «Soros çocuklarının» dönüp dolaşıp buluştuğu bir nokta var: «Karşı devrimcilik» Tüm bu ateşe vermenin tek bir amacı ve derdi olduğu ortaya çıkıyor: «Türk devrimi»

AKP'nin Tanıtım ve Medyadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik,

«Biz, Cumhuriyetle birlikte gayrimüslimleri, Kürtleri, Alevileri, köylüleri ve dindar insanları ötekileştirdik»

diyor. Bu ifadeyle «sistemin» Türkiye'de neyi «demokratikleştirmek» istediği ortaya çıkıyor. Türk devrimi «değiştirilerek» yıkılmak isteniyor. «Kürt açılımı» ile Türk devriminin ezeli karşı devrimcileri, İslamcılarla Kürtçüler, Türk devrimini ve kazanımlarını yıkmak istiyorlar. Yaptığımız tartışmaların özü budur.

Türkiye 2009'da, belki de hiçbir zaman olmadığı kadar yoğun bir şekilde Kürt sorununu tartışmıştır. Daha önceki tartışmalardan çok daha yoğun olmasının nedeni, bu defa tartışmanın devletin çıkarları gereği değil, devletin parçalanması amacına uygun olarak yapılmasıdır. Yani tartışmanın bir tarafı, yani hükümet ve DTP/PKK el ele verip Türkiye Cumhuriyeti ulus-devletini parçalamak için çabalamaktadır. İşin en acı yanı ise, hükümet/DTP/PKK'nın bu tartışmayı çok yanlış bir söylem ile yürütüyor olmasıdır.

En tuhaf söylem, Abdullah Öcalan'ın Kürdistan'ın Atatürk'ü olarak gösterilmesidir. Bu söylemin, en belirgin bir ifadesi, Kürtçülerin yayın organlarından biri olan, Rizgari (Kurtuluş) dergisinin internet sitesinde, Sedat Günçekti imzasıyla 9 Aralık 2006 tarihinde kendisini göstermiştir. Yazının başlığı, ortaya atılan hatalı söylemin en net biçimidir: «Abdullah Öcalan: Yaşayan Atatürk». Bu hata 2009 yılında Kürt açılımı tartışmalarında da yapılmıştır: «Kürdistan'ın Atatürk'ü Abdullah Öcalan'dır» ya da «Sizin için Atatürk ne ise bizim için de Öcalan odur.» Hüseyin Çelik'e göre devrimin ötekileştirdiği Kürtlerin söylemi bu.

Öcalan avukatları aracılığı ile fikrini ilan etmiş:

«Bunlar Mustafa Kemal'i anlamıyorlar, Mustafa Kemal'e de Çılgın Türk diyorlar. Bu Mustafa Kemal'e hakarettir, çirkinliktir. Mustafa Kemal hiç de çılgın değildir. Tam tersine tamamen rasyonel ve gerçekçidir. O dönemin koşulları nasıl hareket etmeyi gerektiriyorsa öyle hareket etmiştir. Akıllı hareket etmiştir. Mustafa Kemal'in siyaseti, yöntemi, ortadadır, bellidir. Bugün yaşasaydı nasıl hareket edeceğini Atatürkçü geçinenler kendilerine sormalıdırlar. Cumhuriyeti, Atatürk'ü seviyoruz diyorlar fakat O'nun yaptıklarını veya yapacaklarını yapmıyorlar. Atatürk yaşasaydı yapacakları belliydi.»

Ötekileştirilmiş Kürtlerin yayın organının yazarı Günçekti bu cümlelere çok kızmış,

«Bravo. Atatürkçü dediğin böyle olmalı işte... Kürde, Ermeniye, (buraya dikkat) Elen'e hayatı zindan eden, her türlü farklı sesi kanla bastıran bir ırkçı diktatör ancak bu denli haklı ve mazur gösterilebilir»

demiş. Göbbels'in «Kürtleri ötekileştirdik» ifadesine ne kadar paralel bir mantık değil mi?

Öcalan devam etmiş:

«Türkiye'nin zaten tarihi düşmanları var, kuşatılmış durumda. Ermenistan'ı var, Yunanistan'ı zaten var. Gürcistan bile buna dahil edilebilir. Benim komployla Türkiye'ye teslim edilmemdeki amaç bu kuşatmanın Kürt ayağını oluşturmaktı. Fakat ben bu planları zaten biliyordum ve gördüm, ona göre tutum belirledim ve daha önce Mustafa Kemal'in yaptığını bugün yaparak bir ölçüde bu planları boşa çıkardım. İngilizler bu nedenle bana da kızgındırlar.»

Günçekti daha da kızmış:

«Atatürk, Emperyalizmle ve İngilizlerle işbirliği yapmasaydı, Türkiye cumhuriyeti diye bir devlet acaba yeryüzünde olur muydu? Öcalan Türk tarih tezinin bilinen yalanlarını allayıp pullayarak, Türklere biraz daha yaranmak istiyor. Ve yine çok komik bir şekilde kendisini Atatürk'le özdeşleştirerek, demek istiyor ki, ben yaşayan Atatürk'üm.»

Hangi cümle doğru, hangisi yanlış, sonuç ne? Önce sonuç: Bu söylem, yani yazarın çok kızdığı söylem, «yeni Atatürk fikri» Kürtler ve Kürtçüler arasında yaygınlaşmaktadır. Bu söylem, 2009 yılında Kürt açılımı tartışmalarında, Atatürk'ün liderliğini yıkmaya hizmet edeceği içindir ki AKP'nin de hoşuna gitmiştir ve hükümetin komprador kalemleri de bu söylemi yaymaya başlamışlardır. Yani APO'nun yeni lider olması, Atatürk Türk milliyetçisi olduğu için Kürtlerin işine, Atatürk laik bir devrimci olduğu için de İslamcıların işine gelmiştir. 1920'lerden bu yana el ele vermiş iki karşı-devrimci odak yine karşımızdadır.

Bu söylem karşısında ortaya çıkan bu ikili durum, Türk devriminin ikili karakterinden kaynaklanmaktadır: Türk devrimi bir yandan feodal bir toplumdan burjuva bir toplum modeline geçişi sağladığı için ulusal iken, ümmet toplumundan çağdaş topluma geçişi sağladığı için de laiktir. Bu yüzden de devrimin ilk günlerinden bu yana, iki tür karşı devrimci olmuştur: Devrimin ulusallığı ile sorunu olan Kürtler ve devrimin laikliği/çağdaşlığı ile sorunu olan İslamcılar. Bu karşı devrimciler, her zaman Batı parantezine girerek işbirliği yapabilmişlerdir. 2009 yılındaki Kürt açılımı bu işbirliğinin sadece bir örneğidir.

Sonuç budur ya da en azından ulaşılmak istenen budur. Peki APO'nun sözleri ve giderek «Kürdistan'ın Atatürk'ü» söyleminin yanlışı nerededir? Burada, Mustafa Kemal bir ulusal devrim lideri olduğu için devrimin tanımına girmek gerekmektedir:

Devrim ulusal bir kavramdır. Klasik diyalektik şemaya göre, feodal-ümmet toplumundan kapitalist-ulusal topluma geçiş devrimlerle gerçekleşir. Şemanın daha alt aşamalarında devrim gerçekleşmez. Yani, feodal-ümmet toplumu ilkel toplumun devrilmesiyle kurulmamıştır. Kuşkusuz orada da bir sınıf savaşımı mevcuttur; ancak orada sınıf savaşımı devrime değil evrime hizmet etmiştir denilebilir. Bu yüzden devrim ulusal bir kavramdır. Çünkü devrimler ulus inşa ederler, ulus-devlet, üniter devlet kurarlar.

Klasik aşamanın daha sonraki adımı sosyalist toplumdur, bu da bir devrimle gerçekleşir; ancak, sosyalist devrim mutlaka burjuva bir toplumda gerçekleşmelidir. Aksi halde sosyalist devrimin, devrimci kıvılcımı çakılmamış olur. Çünkü, sosyalist devrim, burjuva toplumun çelişkilerinin anti-tezidir. Buradan şu tez çıkmaktadır: Devrim sosyalist de olsa ulusaldır. Çünkü sosyalist devrimin içinde gelişeceği toplum, ulusal bir yapıdır. Sosyalist devrimin sorunu, toplumun ulusal olması değil; burjuva olmasıdır.

PKK'nın bu anlamda devrimci olması mümkün değildir ki APO, Mustafa Kemal olsun, yani bir ulusal bir devrimin lideri olsun.

Çünkü Kürtler, feodal ümmet toplumunun özelliklerini taşırlar. Ama bu Türkiye Cumhuriyeti'nin yapısının bir parçasıdır, Kürtlerin kendilerine has bir özelliği değil. Zira, Türkler arasında da feodal-ümmet toplumundan çıkamamış insanlar vardır. Kaldı ki, Kürtler bu özelliklerinden şikayetçi de görünmemektedirler. Hangi Kürtçü yazarın, Türk devriminin toprak reformu sorunuyla ilgilendiği görülmüştür?!!.. Türk devriminin toprak reformunu gerçekleştirememiş olması Kürtçülerin işine gelmektedir. Bu da onların feodal-ümmet toplumunun çelişkilerinden rahatsız olmadıklarını göstermektedir ki, bu durumda devrimci bir hareketten bahsedilemez. Kürtler, feodal yapıyı, ağalık sömürüsünü devirmek istememektedirler. İsteselerdi DTP onların temsilcisi olamazdı. Bu yüzden Kürt açılımı bir devrimci hareketin sonucu veya bir parçası değildir.

Türk devrimi diğer iki özelliğinin yanı sıra bağımsız bir devrimci harekettir. Bu hareket başarıya ulaşamasaydı da sonuna kadar bağımsızlığını koruyacaktı. Bunu kaydettikten sonra APO'nun sözlerini hatırlamakta yarar var:

«...Benim komployla Türkiye'ye teslim edilmemdeki amaç bu kuşatmanın Kürt ayağını oluşturmaktı. Fakat ben bu planları zaten biliyordum ve gördüm, ona göre tutum belirledim ve daha önce Mustafa Kemal'in yaptığını bugün yaparak bir ölçüde bu planları boşa çıkardım. İngilizler bu nedenle bana da kızgındırlar.»

Bu sözleri ile APO, hareketin bağımsız olduğunu ve bu hareketin lideri olarak kendisinin de bağımsız olduğunu ima emekte, bu suretle kendisini Mustafa Kemal'e benzetmektedir. Türkiye'nin başının, Batılı eller marifetiyle, Yunanistan'la, Ermenistan'la dertte olduğu doğrudur. Kendisinin bu dert zincirinin Kürt halkasının başı olarak atandığı da doğrudur. Ancak yanlış olan şu ki, APO bu atamadan şikayetçi değildir. Olabilmesi de mümkün değildir zaten. Lojistik desteğini tamamen ve en başından beri Batı'nın sağladığı bir hareketin lideri; Türkiye yararına, bağımsız bir duruş sergileyerek Batı'nın oyununu bozmaz. Bozamaz. Öyleyse PKK bir devrimci hareket de olamaz, APO da Mustafa Kemal'e benzeyemez. Bu söyleme böyle bir anti-tez gerekir. Bu anti-tezin gelmesi de doğaldır. Çünkü bilimseldir, rasyoneldir.

Hâlbuki APO'nun bu dediklerine çok kızan Rizgari yazarı şunları demiyor muydu: «Atatürk, Emperyalizmle ve İngilizlerle işbirliği yapmasaydı, Türkiye cumhuriyeti diye bir devlet acaba yeryüzünde olur muydu? Öcalan Türk tarih tezinin bilinen yalanlarını allayıp pullayarak, Türklere biraz daha yaranmak istiyor. Ve yine çok komik bir şekilde kendisini Atatürk'le özdeşleştirerek, demek istiyor ki, ben yaşayan Atatürk'üm.»

Bunun bilimsel, rasyonel bir karşı duruş, bir anti-tez olmadığı ortadadır. Yine kelime kelime inceleyelim:

Apo'nun kendisini Atatürk'e benzeterek komik duruma düştüğü doğrudur. Onun bu komikliğini tarihi gerçekler gözler önüne serer. Ama bu tarihin hangi satırı Mustafa Kemal'in emperyalizmle, İngilizlerle işbirliği yaparak devrimini başarıya ulaştırdığını yazar? Rizgari yazarı, resmi tarihin satırlarını çok okuduysa, Mustafa Kemal'in ölene dek İngilizlerle Fransızlarla tek bir ticaret anlaşması dahi yapmadığını yalanlayabilir mi? Ama kendisi apaçık yalan söylüyor.

Bilimsel bir tutarlılıkla oluşturulmamış bir dünya görüşüdür ideoloji, kirli bir ırmaktır; bu kirli ırmağa düşen mantıksızlaşır, akılsızlaşır ve giderek de militanlaşır. APO da, ona karşı çıkan yazar da, PKK ve DTP/BDP de zaten militandır da, bu ideoloji, bu mantıksızlık, militanlık demokrasiyle karıştırılıp toplumun hemen hemen her grubundan destek görürse ne olur?

Çok iyi bilinmelidir ki cevap, BÖLÜNMEDİR.

2009 yılında Kürt açılımı tartışmalarında bir gerçek su yüzüne çıkarılmıştır. Hepimizin bildiği bir başka söylem, «Birlikte savaştık, bu devleti birlikte kurduk» söylemi, yalanlanmıştır. Hem de bu resmi rakamlarla yapılmıştır:

Türksolu dergisinin 253. sayısında Gökçe Fırat, DTP Muş Milletvekili Sırrı Sakık'ın Çanakkale Şehitliği'ni gezerken yaptığı açıklamayı aktarıyor:

«Bu ülkede burada yatan şehitlerin ruhuna uygun bir cumhuriyet oluşturmak istiyoruz. Eminim ki, onların ruhu bizi izliyor. Burada şehit düşen Muşlusu, Şırnaklısı, Vanlısı, Gazianteplisi, İstanbullusu, Trabzonlusu hepsinin ruhu bizi izliyor. Hepsi diyor ki, bizim ruhumuzun şad olması için barışı ve kardeşliği savunun. Hepimize görevler düşüyor, Kürt'üyle, Türk'üyle. Demokrasiden yana olan herkese ortak bir vatan için ortak sorumluluklar düşüyor.»

Yani Sakık, bu devleti birlikte kurduk, diyor. Hüseyin Çelik ise devrimin Kürtleri ötekileştirdiğini iddia ediyordu. Genelkurmay rakamlarına dayanan çalışmasıyla Gökçe Fırat diyor ki:

«Çanakkale Savaşı'nda Osmanlı Ordusu'nun resmi kaybı 48 bin asker. Peki, bu 48 bin şehidimizin nerelerden gelip Çanakkale'de öldüğü biliniyor mu? Elbette biliniyor. Her bir şehidin, ana-baba adından tutun köyüne kadar kim oldukları biliniyor. Çanakkale'de kimler şehit olmuş? 48 bin şehidin 992 tanesi Güneydoğu'dan katılmış. Yani %2'si. Ama bu rakam da bizi yanıltmasın, bu 992 kişinin 502'si de Antep'ten katılmış. Mesela Sırrı Sakık'ın memleketi Muş'tan kaç kişi şehit olmuş? 7 kişi! Diyarbakır'dan 49, Van'dan 36, Siirt'ten 40, Mardin'den 7 kişi. Görüldüğü gibi rakamlar ortada: Kürtler pek Çanakkale'ye uğramamış! Kurtuluş Savaşı'nda durum farklı mı? Toplam 35 bin resmi şehidimiz var. Bunların 685'i Güneydoğu doğumlu. Oran olarak yine %2! Sırrı Sakık'ın memleketi Muş'tan katılım bu defa çok yüksek olmuş ki şehit sayısı 18!»

APO ne diyordu: Ben Mustafa Kemal gibiyim. Kürt hareketinin ele başı, Türk devriminin lideri Mustafa Kemal'e öykünüyor. Mustafa Kemal ulusal bir devrim yapmış, bu devrim için emperyalistlerle savaşmış, bu savaşa en az katılım Kürtlerden gelmiş, ama Kürt hareketinin lideri APO Mustafa Kemal'e benzediğini söylüyor.

Tekrar etmekte fayda var: Kürtler klasik şemaya uygun olarak, feodal ümmet toplumunu yıkmayı değil; tam tersine onunla barışık yaşamayı tercih etmiştir. Hatta Kürtler, yaşadıkları coğrafyada feodal ümmet toplumunu yıkıp ulusal burjuva bir devlet kuran devrime bile destek vermemiştir. Destek vermek bir yana, devrime ihanet etmişlerdir. Daha 1921'de devrimin ilk yıllarında Koçgiri'de isyan etmişlerdir. Türk devrimcileri emperyalistlerle savaşırken onların Truva atıyla da uğraşmak zorunda kalmışlardır. Kurtuluş Savaşı'nda, Doğu ve Güneydoğu'dan yaklaşık 2000 şehit çıkarken (ki bunların çoğu Antep'ten çıkmıştır); Gökçe Fırat'ın verdiği sayılarla, Kürtler Cumhuriyet'e, devrime karşı 1924 ile 1938 yılları arasında tam 11 kere isyan etmiş ve 17.000 isyancı ölmüştür.

Kurtuluş Savaşı'nda bölgeden 2000 şehit, devrime karşı isyanlarda bölgeden 17.0000 ölü.

Bu rakamlarla, tarihi materyalizmle de açık açık ortaya şu çıkıyor: Kürtler devrimci değiller, çünkü içinde bulundukları feodal yapıdan şikayetçi değiller; hatta şikayetçi olan ve bu yapıyı devirmek isteyen devrimcilere destek vermemiş ve onları arkalarından vurmuşlardır. Böyle bir toplumsal tabana sahip olan PKK da devrimci olamaz. PKK ancak Batı eliyle Türk devrimini devirmenin hareketi olabilir. Devrim «Kürtleri ötekileştirmemiştir.» Kürtler feodal toplumsal yapıları ile kendilerini Türk devriminin karşısında tanımlamışlardır. Bu anlamda APO da devrimci olamaz. APO, Mustafa Kemal'e benzeyemez. Çünkü devrim ulusal bir kavramdır.

Ama, bu benzetme söylemi, işe yarar. Çünkü, tarihi karşı devrim ortakları bu kez de bu söylem altında, yani Batı parantezinde birleşmiştir. İslamcılar yani AKP ile Kürtler, bu kez de Kürt açılımı adı altında karşı devrim faaliyetlerini gerçekleştirmektedir. AKP kısaltmasının bazı çevrelerce «Arap Kürt Partisi» olarak açılması boşuna değildir.


heddam.com
En son Başkomutan tarafından Prş Ağu 26, 2010 3:14 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kez düzenlendi.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Türkiye Cumhuriyeti'nin derin anayasasına "Balyoz!.."

İletigönderen Başkomutan » Çrş Şub 03, 2010 23:27

EMASYA Protokolü 'PKK açılımı' için mi yok ediliyor?

Yine sap saman birbirine karıştırıldı. Ne zaman karıştırılmıyor ki diyebilirsiniz. Tozdan dumandan ferman görünmüyor. Adeta, istisnalar normal, normaller istisna haline dönüştürülmüş. Belki bu da bir proje.

Bunun en yeni örneği EMASYA Protokolü tartışmalarıdır. Malum medyacılar, bir sırrı keşfetmenin heyecanı içinde durmadan yazıyor, konuşuyor. Hepsi de aynı makamdan çalıyor. Ama dürüstlükten uzak, işin özünü saptırarak, okuyucusunu iğfal ederek.

Bir iki örnek verelim. Geçenlerde, PKK açılımı hakkında Başbakan’a iki saat akıl veren Doğu Ergil, bir televizyon kanalında konuşuyordu. Yine üst perdeden atıp tutuyor, üstüne basa basa şöyle diyordu: EMASYA Protokolüne göre askerin, mülki amirin davetini beklemeden karar verip duruma müdahale yetkisi var.

Tabii tespit böyle olunca, bunun üstüne bir yığın demokrasi, seçilmişler, atanmışlar nutku kırıla gitti.

Yine 1 Şubat günlü Hürriyet gazetesinde; “... 27 maddelik protokol askeri birliklerin büyük toplumsal hareketlerde, vali ve kaymakam onayı almadan harekete geçmesini öngörüyor” haberi yayımlandı.

Peki gerçek böyle mi? Hayır. Bunun için EMASYA Protokolünü açıp, amaç maddesini okumak yeterli olacaktır. Bu maddeyi birlikte okuyalım.

“AMAÇ: Madde 1: Bu protokolün amacı, bir veya birden fazla ilde çıkan veya çıkabilecek olaylarla ilgili olarak valilerin isteği üzerine askeri birlik tahsis edilmesi durumunda, güvenliğin, asayiş ve kamu düzeninin sağlanması ve terörle mücadelede, askeri birlikler ile kolluk kuvvetleri arasında; a) Kuvvet kullanılması b) Kuvvet kaydırılması c) Emir komuta ilişkileri d) İşbirliği ve koordinasyon e) Gerekli görülen diğer hususları, belirlemek, uygulanacak yöntem ve alınacak tedbirleri ortaya koymaktır.”

İşte bu kadar. Eğer maksat kamuoyunu dürüstçe bilgilendirmek olsaydı.

* * *

Medyadaki bu kargaşanın benzeri, AKP içinde de yaşanıyor. Bir iki örnek de buna verelim.

TBMM’de Başbakan’a yöneltilen soru önergesine, 27.01.2007’de Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül şu cevabı veriyor: “TSK’nın EMASYA görevlerinde kullanılması Anayasa’ya, kanunlara ve yerleşik uluslararası uygulamalara uygundur... Türk Silahlı Kuvvetlerinin mevcut birlikleri, valilerce kuvvet talebinde bulunulduğunda EMASYA görevlerinde ikiz görevli olarak kullanılıyor. Özel maksatla teşkil edilmiş EMASYA birlikleri olmadığı gibi faaliyetleri de söz konusu değildir. Toplanan istihbarat bilgileri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu gereğince Silahlı Kuvvetlere verilmiş olan görevlerin başarılmasına yöneliktir.”

Bakan Gönül’ün cevabındaki “uluslararası uygulamalara uygunluk” açıklaması çok önemlidir. Zira bir çok ülkede, özellikle ABD’de de buna benzer düzenlemeler vardır. Belki de bu protokol, ABD örneğinden yararlanarak hazırlanmıştır. ABD’cilere duyurulur.

İkinci örneğimiz, 1997’de İçişleri Bakanı, şimdi AKP milletvekili olan Murat Başesgioğlu’na ait. Başesgioğlu diyor ki; “EMASYA Protokolü, yasal dayanağını İller İdaresi Kanunu 11/D maddesinden almaktadır... Anılan yasanın özü, valilerin kuvvet talep etmeleri durumunda, sivil idare ile askeri birliklerin, işbirliği ve koordinasyonunun nasıl gerçekleşeceği, komuta ilişkilerinin çerçevesi; gerekli görülen hususların Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslara göre yürütülmesini öngörmektedir... terörle mücadelede bir zafiyet yaşanmaması, güvenlik güçlerimiz arasındaki işbirliği ve koordinasyonun en üst seviyeye çıkarılması amacıyla hazırlanmıştır.”

Kısaca AKP’nin iki bakanı da, Protokol yasalara uygundur, terörle mücadele için hazırlanmıştır diyor.

Peki Başbakan Erdoğan ne diyor? Ona da bakalım. “Aslolan, milli birlik ve kardeşlik projesiyle ve demokratik açılım süreciyle ilgili olan sorun alanlarının çıkarılmasıdır. Sorun olan alanları gündemden çıkaracağız. Bunlardan biri de EMASYA Protokolüdür... EMASYA Protokolü diye bir şey olamaz, olmayacak, bu işi bitireceğiz.”

Bu ne dehşet, bu ne şiddet değil mi?

Anlaşılan, “terörle mücadelede zaaf doğmasın” diye düzenlenen Protokolün bitirilme sebebinin hukukla ilgisi yoktur. Gerçek olan Erdoğan’ın “Demokratik açılım” dediği, içeriğine bakınca “PKK açılımı” olduğu anlaşılan süreçte “sorun alanı” olduğu için EMASYA Protokolü yok edilmek isteniyor.


Sadi SOMUNCUOĞLU / 03 Şubat 2010 / YENİÇAĞ


İç tehdidin adını koymaya hazırlanan AKP'nin intihar eylemi

Tayyip Erdoğan’ın, TRT’de bir grup seçilmiş gazeteciyle sohbet ederken açıkladığı “değişim hedefleri” nin en önemlilerinden biri, Milli Güvenlik ve Siyaset Belgesi’ydi. Buna göre belgede yer alan “iç tehdit” tanımı değişecekti. Konuya geniş yer ayıran dünkü gazetelerden Akşam “Düşman kim olacak” manşetiyle çıktı. HaberTurk ise Bülent Aydemir imzalı haberinde, yapılması öngörülen değişikliklerden sonra, belgede yer alan “irtica” gibi “soyut” ifadeler yerine, tehdidin “somut isimlerle” tanımlanacağını duyurdu. Buna göre bölücülüğün yerini “bölücü terör örgütü PKK”, irticanın yerini “dini kullanan El Kaide” yahut “Hizbullah” gibi tanımlamaların alacağı belirtiliyor. Önceki günkü Bakanlardan Kurulu’ndan sonra “daha sürecin başındayız, ilgili birimlerden görüş gelir, değerlendirilir” diyen Cemil Çiçek’in bıraktığı açık kapıya dayanarak sormak isterim;

“İrtica” konusunda, aldığı kararla bir anlamda “görüş” bildirmiş olan kurumlardan biri de Anayasa Mahkemesi. Anayasa Mahkemesi veya kurumun “irticai faaliyetler” e atıf yaptığı o malum kararı delil gösteren herhangi bir kurum, size, en yüksek mahkeme tarafından “irticai faaliyetlerin odağı” olarak tescillenmiş AKP’nin de “somut iç tehdit” ler listesine girmesini önerirse, gereğini yapacak mısınız?

Damat Bey ne işle meşguller?

Çongar’ın ‘Yabancı hizmet subayı’ unvanlı kocasının, CIA’da çalıştığı iddiasına meydan okuyan Altan, damadın, 12 Eylül için ‘Bizim çocuklar yaptı’ diyen ajanlarla aynı kurumda ne yaptığını anlatsın

Yasemin Çongar’ın kocasının adı Chris Mason... Yasemin Çongar AFSA’ya yazdığı bir makalenin altındaki kısa CV’sine kim olduğu kadar, kiminle evli olduğunu da yazmış. Tabii AFSA’nın periyodik yayın oganına yazınca bu bir anlamda zorunluluk gibi.

Nedir AFSA? American Foreign Service Association. Amerikan Dışişleri’nde ya da yurtdışı görevlerinde bulunmuş kişilerin haklarını koruyan, hatta devletle onlar adına pazarlık yapan profesyonel bir kuruluş. Çongar’ın eşi Chris Mason’ın bir de unvanı var: FSO... ’Yabancı hizmet subayı’ demek...

Afganistan’da dirsek teması

Güney Amerika’daki Barış Gücü’nde gönüllü olarak yer almış. Ancak asıl önemli görevi Afganistan’da... Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olarak dört sene boyunca Amerika’nın Afganistan’daki güvenlik politikası üzerinde çalışmış...

Naval Postgraduate School’da yer alan biyografisi onun başka görevleri hakkında da bilgi veriyor: ’Dışişleri Bakanlığı’ndayken istihbarat çevreleriyle yakın çalışma içinde oldu, Afganistan’daki aşiretlerin haritalarının çıkarılması gibi gizli projelerde yer aldı. Dışişleri Bakanlığı’nda Afganistan’ın tarihi, kültürü ve kavim-ırk bilgileri konusunda uzman kişi olarak bilir.’ İstihbaratçılarla yakın ilişki içinde olması yeteri kadar açıklayıcı. Ama ille de kanıt isteyene bir sonraki cümle yeteri kadar aydınlatıcı: ’Ayrıca CIA’in Paştun Kızıl Hücresi’nde görev aldı...’

Kızıl Hücreler, Amerikan birliklerinin performansını ve etkisini ölçen takımlara verilen ad... Yasemin Çongar’ın da Milliyet’in Washington temsilcisiyken Afganistan’a gidip oradan yazı dizileri yaptığı arşivlerde var. Bu örnek Çongar’ın meslek hayatında bir şekilde Mr. Mason’la sık sık dirsek temasında olduğunu gösteriyor.

Mr. Mason’ın biyografisinde çarpıcı bir nokta daha var... Ders verdiği pek çok yerin arasında RAND Corporation’da var.

RAND’i Türkiye kamuoyu yakından tanıyor. CIA’e yakınlığıyla bilinen, genellikle CIA ajanlarının yer aldığı bir düşünce kuruluşu. Türkiye’nin adını çok iyi bildiği

CIA ajanlarından 12 Eylül darbesi için ’Bizim çocuklar yaptı’ diyen Paul Henze ve Graham Fuller da RAND bünyesinde...

Selcan TAŞÇI / 03 Şubat 2010 / Yeniçağ
En son Başkomutan tarafından Pzt Ağu 23, 2010 17:09 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kez düzenlendi.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Türkiye Cumhuriyeti'nin derin anayasasına "Balyoz!.."

İletigönderen Başkomutan » Prş Şub 04, 2010 14:32

EMASYA Protokolü kaldırıldı!

EMASYA yani Emniyet Asayiş Yardımlaşma protokolüne bugün itibariyle son nokta koyuldu.


EMASYA (Emniyet-Asayiş Yardımlaşma) protokolü bugünden itibaren yürürlükten kalktı.
Önce Başbakan, ardından da Başbuğ kalkabilir demişti.

İçişleri bakanlığı ile Genelkurmay bakanlığı arasında 28 Şubat 1997'de imzalanan protokole göre asker gerekli gördüğü taktirde şehirlerdeki olaylara valinin izni olmadan harekete geçebiliyordu.

Protokol darbe tartışmalarını beraberinde getirmişti.

internethaber
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Türkiye Cumhuriyeti'nin derin anayasasına "Balyoz!.."

İletigönderen Başkomutan » Prş Şub 04, 2010 22:36

Ordumuz Tehdit Unsuru Oldu!

Tehditsavar sayılan ordumuz şimdi tehdit sayılıyor..

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tehdit algılamasında birinci sırada tehdit oluşturan unsurlar Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ni değiştirebilir durumdalar.

Devletimize tehdit sıralamasında ikinci sırada olanlarla birinci sırada olanlar birlikte hareket ederlerse anayasayı bile değiştirebilirler..

Sevsinler sizin kırmızı kitabınızı!..

Lafı kıvırmadan, arkasında dolanmadan söylemek gerekirse; devletimizin birliği,bütünlüğü ve bağımsızlığı için tehdit sayılan unsurlar tehdit olmaktan çıkmış ve o tehditleri savuşturmakla görevlendirilen ordumuz tehdit durumuna düşürülmüştür.
Gazetelerin yazdığı, televizyonların söylediği bu..

İyice azgınlaşmaya, çığırından çıkmaya başladı bu savaş..

Milli birliğimizin korunmasına yardımcı olan ve kalkışmalarda devreye giren EMASYA Protokolü şimdi milli birlik projesinin önünde engel olduğunu söylüyorlar..

Bu projeye yıkım projesi diyenler doğru söylemiş olmalılar ki yıkıma engel olacak bütün belge ve protokoller kaldırılıyor.

Kısaca; Türkiye Cumhuriyeti'nin tehdit olarak kabul ettiği unsurlar tehdit olmaktan çıkarken Türkiye Cumhuriyeti ordu ve yargısıyla tehdit olarak kabul edilmeye başlanmıştır.

Bütün kurumlarıyla Ilımlı İslam Devleti kuruluyor..

Bu yapılanlar Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yıkılışının ibret verici belgesidir.

Çözüm tek: Atatürk'ün gittiği yol..

Hilmi Kayıhan 04.02.2010
En son Başkomutan tarafından Prş Ağu 26, 2010 3:16 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kez düzenlendi.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Türkiye Cumhuriyeti'nin derin anayasasına "Balyoz!.."

İletigönderen Başkomutan » Cum Şub 05, 2010 0:15

Emasya paranoyası!

“Emaysa, darbe planlarına dayanak gösteriliyor.”

“Emasya’ya kozmik belge muamelesi yapılıyor.”

“Cunta Emasya’dan güç aldı.”

“Emasya’yı Meclis’ten bile gizlediler.”

Şimdi de Emaysa denilen bir protokolü gündeme getirdiler. Cengiz Çandar, Mehmet Altan, Ali Bayramaoğlu gibi yazarlar bu protokolün 28 Şubat’ın son tortusu olduğunu, demokrasiye aykırı olduğunu derhal kaldırılması gerektiğini söylüyorlar.

Bu protokol toplumsal olaylarda valileri devre dışı bırakıyormuş…

Muazzam bir bilgi kirliliği, muazzam bir cehalet.

Bugüne kadar askere ait olduğu iddia edilen başta Ayığı, Sarıkız , Yakamoz gibi bir sürü darbe planının hiç birinde Emaysa geçmiyor. Emasya’dan bahsedilmiyor.

Askere karşı bir saldırı kumpası planlayan çevreler bu defa emekli general Çetin Doğan’ın “bunlara Emasya’yı biz çıkarttırdık” diye 7 yıl evvel yaptığı konuşmadan yolan çıkarak ortalığı tam bir bilgi kaosuna sürüklediler.

Nedir Emasya?

Emniyet Asayiş Yardımlaşma Protokolü.

Ne zaman hazırlandı?

Cevabını protokolü imzalayan müsteşar Teoman Ünesan veriyor:

“ 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesinin D fıkrasında 29 Ağustos 1996 tarihinde 4178 sayılı bir kanunla değişiklik yapıldı. Kanunda, askeri birlikler ve sivil idarenin birlikte çalıştığı hallerde nasıl bir koordinasyonla çalışacakları, ‘emir komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususlarda Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslara göre yürütülür’ deniyor. Kanun mecbur ettiği için bu protokol imzalandı. Aslında bir protokol değil, İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay’ın kanunun bu maddesinin uygulanmasını içeren esaslardır.”

Yani 29 Ağustos 1996.

İlgili yasa 28 Şubat’tan 6 ay evvel çıkmış!

Yani ortada 28 Şubat filan yok henüz!

Ve Emaysa protokolü bu kanunun gereğini yerine getirmiş.

Peki, kimin içişleri bakanlığı döneminde kabul edilmiş bu protokol.

AKP’li Murat Başesgioğlu’nın 1997’deki içişleri bakanlığı döneminde!

Yani darbenin protokolü, cunta protokolü diye birilerinin bağırıp çağırdığı Emaysa Protokolü’ni bugünün AKP’li bir bakanı imzalamış!

Peki, 13 yıl evvel bu protokolü imzalayan AKP’li bakan bugün pişman mı?

Hayır!

Bakın ne diyor:

“ Kimsenin, bir şey aramaması gerekir. O günün şartları içerisinde yine bu plan gelseydi, bunun onaylanması için müsteşara yine yetki verirdim. Çünkü hiçbir kompleksim yok. Güvenlik güçleri, bu ülkenin güvenlik güçleri. Birlikte sırt sırta mücadele edecekler. Lütfen Emasya Protokolünü okuyun, ondan sonra değerlendirmenizi yapın.
O günkü şartlar içerisinde bu konu gözden geçirilmiştir. Birbiriyle görüşmeyen, yardımlaşmayan, istihbarat paylaşmayan, operasyon yapmayan güvenlik güçlerini birlikte çalıştırmanın modelidir.”

Aradan bunca yıl geçmiş, başbakan Erdoğan “Emasya kaldırılacak” derken hükümetin milletvekili Başesgioğlu “bugün olsa yine imzalarım” diyor.
Emaysa protokünün özünde ne var?

Her hangi bir yerde bir toplumsal olay meydana geldiğinde ve emniyet güçleri bu olayların üstesinden gelemediğinde ilin valisinin askerlerden yardım istemesiyle ilgili bir protokol. Askerlerle polis güçleri bir araya gelip olaylara müdahale ederken bu yeni güce kimin komuta edeceğini belirliyor protokol.

Dönemin İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Teoman Ünesan şöyle diyor:

“EMASYA Planı ile sivil idarenin yetkilerinin askere devredildiği yönündeki tartışmalarının kaynağı kanundur. Kanunda “Güvenlik kuvvetleri ile yardıma gelen askeri kuvvet arasında işbirliği ve koordinasyon, yardıma gelen askeri birliğin komutanının da görüşü alınarak vali tarafından tespit edilir. Ancak, bu askeri birliğin belirli görevleri jandarma ya da polis ile birlikte yapması halinde komuta, sevk ve idare askeri birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenilir” diyor.

Ünesan, Emaysa Protokolünün darbe amaçlı kullanıldığına ise şöyle cevap veriyor:

“İhtilalin senaryosu filan olmaz. Adam kelleyi koltuğa aldıysa protokol dinlemez zaten. Bunları bu ülkede artık konuşmamak lazım. Türkiye’de ihtilal dönemi kapandı. Bu ordu bizim ordumuz, Rus ordusu, Alman ordusu değil, kendi askerimiz diğer güvenlik güçlerimizi nasıl takviye edecek, bu anlayışla hazırlandı. Polisimiz de askerimiz de Türkiye’nin. Türkiye hepsine güvenmek durumunda. İçinde 4–5 zibidi çıkıp da bir şeyler yapıyorsa, bunun kanunu, yönetmeliği, protokolü olmaz.”

Ülkde bölücü terörün zirvede olduğu bir dönemde sivil idarenin kontrolü ve talebi altında, polisin ve askerin olaylara birlikte müdahil olması için hazırlan bir protokolden bile böylesine paranoyakça yorumlar yapıldıktan sonra ve böylesine bilgi kirliliği üretildikten sonra “bu kanalizasyonu” kim temizleyecek?

Yok gizli protokolmüş, yok devlet sırrı gibi gibi saklanmış, yok kozmik büro gibiymiş, yok Meclis’ten gizlemişlermiş, miş de miş..

Yahu bunun neresi gizli, açık bir kanundan yola çıkılarak yapılmış açık bir protokol.

Böylesi cehalet ancak bizde olur.


Muharrem Bayraktar
yenimesaj
En son Başkomutan tarafından Pzt Ağu 23, 2010 17:07 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kez düzenlendi.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Türkiye Cumhuriyeti'nin derin anayasasına "Balyoz!.."

İletigönderen Başkomutan » Pzt Haz 28, 2010 15:03


Cemaatlere kırmızı kitap müjdesi

Kamuoyunda "kırmızı kitap" olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi yeniden yazılıyor.

-Kamuoyunda tanınan cemaatler, “irticai faaliyet” kapsamından çıkarılacak. Süleymancılık, Nurculuk, Fethullah Gülen hareketi gibi cemaatler, iç tehdit kapsamından çıkarılarak yeni belgenin eklerinde ismen zikredilmiyor

-Dış tehditler “komşularla sıfır sorun” çerçevesinde düzenleniyor.
İran, Yunanistan öncelikli tehdit olmayacak.

Sivil irade bu kez ağırlığını hissetirdi.. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi de değişim rüzgarından etkilendi. Başbakanlık’ın ilgili kurumlara gönderdiği taslaklarda çarpıcı değişiklikler var.

Hükümetin yıllardır iç ve dış politikada yaptıklarının kağıda dökülmesi aslında. Yürütmenin başındaki iktidarın faaliyetlerinin askere onaylatılması anlamına da geliyor..


Milliyet Gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş, bugünkü köşesinde taslağın ayrıntılarını yazdı..


"(...)İrtica yeniden tanımlanacak

Bu çerçevede hazırlanan taslaklarda, “irtica” yeniden tanımlanarak Erdoğan’ın “vatandaşı iç tehdit olarak gören zihniyet” diye tanımladığı dini yapılar, metinlerden çıkarılıyor.

Başbakanlık ve MGK Genel Sekreterliği tarafından İçişleri Bakanlığı, MİT ve Genelkurmay’a da gönderilen taslaklarda, geçmişten farklı olarak kamuoyunda yakından tanınan cemaatler yok. Ana metinde “irtica” ve “bölücülük” sözleri kalıyor. Ancak “irticai faaliyetler” somuta indirgenerek El Kaide, Hizbullah gibi aşırı dinci terör örgütleri olarak tanımlanıyor.

Buna karşın geçmişte Kırmızı Kitap’ın eklerinde açıkça ismiyle telaffuz edilen Süleymancılık, Nurculuk, Fethullah Gülen hareketi gibi cemaatler, yeni belgede ismen zikredilmiyor.

Yeni metinler, özellikle Gülen cemaati açısından Milli Siyaset Belgesi ve hükümet işleyişi arasında çarpıcı bir “çelişki”nin giderilmesi anlamına geliyor. Gülen hareketi, belgenin her yıl güncellenen eklerinde 2009 yılında yokken 2010’da konmuş.

Çelişki şuydu: İrtica nedeniyle devlet zirvesinde “izlenemeye alınan” bu cemaat, fiiliyatta TUSKON gibi lobi kuruluşları, Zaman gazetesi ve yurtdışındaki liseleriyle hükümet tarafından kabul gören bir yapıydı. Yeni metinlerin bu çelişkiyi gidermeye yönelik olduğu anlaşılıyor.

İran en tepedeydi

Dış tehditler bölümü ise Türkiye’nin komşularla “sıfır sorun” politikası çerçevesinde yeniden kaleme alınıyor.

Dışişleri ve Başbakanlık tarafından yürütülen bu çalışma çerçevesinde Irak ve İran’ın öncelikli tehdit olmaktan çıkması bekleniyor. Ancak üst düzey bir hükümet yetkilisi, “eksen kayması” tartışmaları arasında Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik hedefinin belgede yeniden vurgulanacağını belirtti.


2005’te hazırlanan belgede, İran’ın İstanbul’u menzili içine alan Şahab 3 füzeleri ve nükleer programına atıfta bulunulmuş, bu ülke tehdit sıralamasının tepelerinde yer almıştı.
Yeni metnin ise İran, Bağdat ve Barzani’yle yeni başlayan yeni işbirliği dönemini yansıtması, bu çerçevede Türkiye’nin bölgesel ittifaklarını yeniden gözden geçirmesi bekleniyor.

Türkiye, İran’ın nükleer programını hâlâ kendisi için bir tehdit sayıyor; ancak bu ülkeyle PKK’ya yönelik artan bir işbirliği var. Ayrıca Ankara, İran’ı geçmişte olduğu oranda güçlü bir tehdit olarak görmüyor.

2005’te Yunanistan, öncelikli dış tehdit olmaktan çıkıp alt sıralara düşmüştü. Bu yıl da benzer bir sıralama öngörülüyor. Ayrıca Türkiye’nin PKK’yla mücadelede Bağdat yönetimi ve Kuzey Irak’taki Barzani yönetimini yanına alma çabası ve bu yönde gelişen işbirliğinin de belgeye yansıması bekleniyor.

Buna karşın Ortadoğu’da savaş ihtimali, Irak’ın bölünmesi, İran’ın istikrarsızlaşması, Ankara açısından sıkıntılı başlıklar yaratıyor.

Kurumlardan alınan görüşler doğrultusunda MGK Genel Sekreterliği tarafından hazırlanan belgenin 30 Ağustos’ta TSK komuta kadrosundaki görev değişimi nedeniyle Ağustos’ta değil, Ekim ayındaki MGK’da onaylanması bekleniyor."

İm (Kod): Tümünü seç
http://www.internethaber.com/cemaatlere-kirmizi-kitap-mujdesi--265362h.htm





TESEV Türkiye'yi sivilleştiriyor(!)
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Milli Siyaset Belgesi Degisiyor

İletigönderen baragakal » Sal Haz 29, 2010 0:43

Kırmızı Kitap’ta köklü değişim

Resim

* “Gizli Anayasa” diye adlandırılan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi yeniden yazılıyor. Başbakanlık’ın ilgili kurumlara gönderdiği taslaklarda çarpıcı değişiklikler var

* Kamuoyunda tanınan cemaatler, “irticai faaliyet” kapsamından çıkarılacak. Süleymancılık, Nurculuk, Fethullah Gülen hareketi gibi cemaatler, iç tehdit kapsamından çıkarılarak yeni belgenin eklerinde ismen zikredilmiyor.

* Dış tehditler “komşularla sıfır sorun” çerçevesinde düzenleniyor. İran, Yunanistan öncelikli tehdit olmayacak


Kamuoyunda “Kırmızı kitap” ve “Gizli Anayasa” gibi ifadelerle adeta bir efsaneye dönüşen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, köklü değişikliklerle yeniden kaleme alınıyor. Varlığı kabul edilen ancak içeriği açıklanmayan belge, içeride kamuoyunda yakın tanınan cemaatlerin “iç tehdit” tanımından çıkarılması, dışarıda ise Ak Parti hükümetinin “komşularla sıfır sorun” politikasının Ortadoğu’dan gelebilecek tehditleri yeniden tanımlaması şeklinde güncelleniyor.

Bakanlar Kurulu, hükümet ve kolluk güçleri için rehber niteliği taşıyan belge, geçmişte askeri bürokrasinin egemen olduğu bir süreçle hazırlanırdı. En son 2005 yılında yazıldığında, “irtica” ve “bölücülük” öncelikli iç tehdit sayılmış, İran’ın hem nükleer hem de konvansiyonel füze programı ise dış tehdit algısının tepesine yerleşmişti. Bu kez sivil bürokrasinin ağırlığını hissettirdiği yeniden yazılım süreci, Başbakanlık’a bağlı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği tarafından koordine ediliyor.


İşaret fişeği Erdoğan’dan
Belge, aslında 5 yılda bir yazılıyor ancak ekleriyle her yıl güncelleniyor. 2010 yılında kaleme alınan belgenin tamamen farklı bir siyasi vizyon sergileyeceğinin ipuçlarını, Şubat ayında TRT’de bir programa katılan Başbakan Erdoğan, “Siyaset belgesi ile ilgili eksiklikler üzerinde çalıştık. Demokratik sürecin gereğini yapacağız. Bundan sonra asla iç tehdit olmayacak” sözleriyle vermişti. Erdoğan aynı hafta Ankara’da bir konferansta “dış tehdit” bölümünde de köklü revizyon yapılacağının işaretlerini “yapay kaygı ve korkuların uzun süre Türkiye dış politikasına hâkim olduğu”, “iç tehdit gibi dış tehdit algılamasının da sanal bir zemin üzerine kurulduğu” sözleriyle ifade etmişti.


İrtica yeniden tanımlanacak
Bu çerçevede hazırlanan taslaklarda, “irtica” yeniden tanımlanarak Erdoğan’ın “vatandaşı iç tehdit olarak gören zihniyet” diye tanımladığı dini yapılar, metinlerden çıkarılıyor.
Başbakanlık ve MGK Genel Sekreterliği tarafından İçişleri Bakanlığı, MİT ve Genelkurmay’a da gönderilen taslaklarda, geçmişten farklı olarak kamuoyunda yakından tanınan cemaatler yok. Ana metinde “irtica” ve “bölücülük” sözleri kalıyor. Ancak “irticai faaliyetler” somuta indirgenerek El Kaide, Hizbullah gibi aşırı dinci terör örgütleri olarak tanımlanıyor.

Buna karşın geçmişte Kırmızı Kitap’ın eklerinde açıkça ismiyle telaffuz edilen Süleymancılık, Nurculuk, Fethullah Gülen hareketi gibi cemaatler, yeni belgede ismen zikredilmiyor.
Yeni metinler, özellikle Gülen cemaati açısından Milli Siyaset Belgesi ve hükümet işleyişi arasında çarpıcı bir “çelişki”nin giderilmesi anlamına geliyor. Gülen hareketi, belgenin her yıl güncellenen eklerinde 2009 yılında yokken 2010’da konmuş. Çelişki şuydu: İrtica nedeniyle devlet zirvesinde “izlenemeye alınan” bu cemaat, fiiliyatta TUSKON gibi lobi kuruluşları, Zaman gazetesi ve yurtdışındaki liseleriyle hükümet tarafından kabul gören bir yapıydı. Yeni metinlerin bu çelişkiyi gidermeye yönelik olduğu anlaşılıyor.


İran en tepedeydi
Dış tehditler bölümü ise Türkiye’nin komşularla “sıfır sorun” politikası çerçevesinde yeniden kaleme alınıyor. Dışişleri ve Başbakanlık tarafından yürütülen bu çalışma çerçevesinde Irak ve İran’ın öncelikli tehdit olmaktan çıkması bekleniyor. Ancak üst düzey bir hükümet yetkilisi, “eksen kayması” tartışmaları arasında Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik hedefinin belgede yeniden vurgulanacağını belirtti.

2005’te hazırlanan belgede, İran’ın İstanbul’u menzili içine alan Şahab 3 füzeleri ve nükleer programına atıfta bulunulmuş, bu ülke tehdit sıralamasının tepelerinde yer almıştı.
Yeni metnin ise İran, Bağdat ve Barzani’yle yeni başlayan yeni işbirliği dönemini yansıtması, bu çerçevede Türkiye’nin bölgesel ittifaklarını yeniden gözden geçirmesi bekleniyor. Türkiye, İran’ın nükleer programını hâlâ kendisi için bir tehdit sayıyor; ancak bu ülkeyle PKK’ya yönelik artan bir işbirliği var. Ayrıca Ankara, İran’ı geçmişte olduğu oranda güçlü bir tehdit olarak görmüyor.

2005’te Yunanistan, öncelikli dış tehdit olmaktan çıkıp alt sıralara düşmüştü. Bu yıl da benzer bir sıralama öngörülüyor. Ayrıca Türkiye’nin PKK’yla mücadelede Bağdat yönetimi ve Kuzey Irak’taki Barzani yönetimini yanına alma çabası ve bu yönde gelişen işbirliğinin de belgeye yansıması bekleniyor. Buna karşın Ortadoğu’da savaş ihtimali, Irak’ın bölünmesi, İran’ın istikrarsızlaşması, Ankara açısından sıkıntılı başlıklar yaratıyor.
Kurumlardan alınan görüşler doğrultusunda MGK Genel Sekreterliği tarafından hazırlanan belgenin 30 Ağustos’ta TSK komuta kadrosundaki görev değişimi nedeniyle Ağustos’ta değil, Ekim ayındaki MGK’da onaylanması bekleniyor.



Siyaset Belgesi önemli midir?
Geçmişte askeri bürokrasinin egemen olduğu bir süreçle hazırlanan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, “hükümetler üstü” diye algılanarak mitolojik bir üne kavuştu ve “Gizli Anayasa” diye tanımlandı. Geçmişte siyasiler, askerin bazı tartışmalı uygulamaları bu belgeye dayanarak yapmasından yakınırdı. Oysa bugün durum çok farklı. Son 10 yılda Avrupa Birliği sürecinde askerin devlet işleyişi içindeki ağırlığının azalmasına paralel olarak MGK Genel Sekreterliği öncülüğünde hazırlanan siyaset belgesinin önemini yitirmeye başladı. Özellikle Ak Parti hükümeti döneminde, sıkça iç ve dış politikada siyaset belgesi dışına çıkan adımlar atıldı. Örneğin belge, “tarikatlar” başlığı altında dini cemaatleri “irticai faaliyet” kapsamında tutarken siyasi liderler yurtiçinde ve yurtdışında cemaat faaliyetlerine çekinmeden katıldı.

Belgede olmamasına karşın Ankara, Ermenistan ile yakınlaşma süreci başlattı, Kürt sorununun çözümü için “açılım” politikasına imza attı. Belgenin yazılımında da durum aynı. Eskiden belgeyi askerler kaleme alırdı. 2010’da belgenin güncellenmesinde de asker kadar hükümet de ağırlık sahibi. Bu yüzden de MGK’nın resmi internet sitesi uzun uzadıya belgenin hükümetler üstü olmadığını ve Bakanlar Kurulu’na tavsiye niteliğinde olduğunu vurguluyor: “Anayasa, normlar hiyerarşisinin en üstündedir. Kanunlar Anayasa’ya, tüzük ve yönetmelikler de kanuna aykırı olamaz. Bakanlar Kurulu kararları ise yönetmelik düzeyinde bir idari işlemdir. O halde, MGK’nın Bakanlar Kurulu’na tavsiyesi sonucu Bakanlar Kurulu kararı ile onaylanan Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi’nin, normlar hiyerarşisine uygun bir doküman olması tartışma götürmez bir gerçektir. Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi’ne anayasa benzeri bir üstünlük ve değişmezlik atfedilmesi şeklindeki değerlendirmelerin hukuki temeli bulunmamaktadır.”

Kaynak: Milliyet (Aslı Aydıntaşbaş )


-
Kullanıcı küçük betizi
baragakal
Salık Takımı
Salık Takımı
 
İletiler: 377
Kayıt: Prş Şub 21, 2008 11:51

Re: Türkiye Cumhuriyeti'nin derin anayasasına "Balyoz!.."

İletigönderen Ram » Sal Haz 29, 2010 2:13

Tam bir buçuk ay önce, 13 Mayıs 2010 günü yayınlanan Havhavlar Vadisi - Pisi şeysinden bir bölüm, ibretle izleyiniz:

Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

Re: Türkiye Cumhuriyeti'nin derin anayasasına "Balyoz!.."

İletigönderen maydonos » Sal Haz 29, 2010 5:09

Prof. Dr. Ümit Özdağ uyardı!..

"Millî menfaat tanımının millet yerine ümmet kavramına göre yapılması çok tehlikeli olur"
Ümit Özdağ, SKY Türk TV’de , Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’nde yapıldığı iddia edilen değişiklikleri Eski Bakan Vehbi Dinçerler ve Mehmet Yeğin’le birlikte katıldığı “Haber Mahalli” programında değerlendirdi.

Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın “anayasa ve kanun değildir. Günün şartlarına göre yeniden değiştirilip, yazılan bir Güvenlik Stratejisi Belgesi’dir” diye tanımladıkları Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’nin yeniden yazıldığı, cemaatlerin "iç"tehdit" olarak görülmesinden vazgeçildiği ve komşularla “sıfır sorun” politikasına bağlı olarak İran, Irak ve Yunanistan’ın “öncelikli dış tehdit” görülmediği bir gazetenin manşetinde yer almıştı.

Vehbi Dinçerler, kendisine bir albay tarafından getirilen ve okuduktan sonra iade ettiği belgenin aslın gerçekten kırmızı, küçük hacimli 30 – 32 sayfalık bir kitap olduğunu, devletin bütün müsteşarlarında bulunduğunu ve bunların aldıkları emir doğrultusunda ilgili bakanlara sunulduğunu anlattı. Dinçerler, bütün devletlerde olan ve olması gereken bu belgenin kendisine 1984’te gösterildiği ama Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki tehditlere göre tanzim edilmiş olduğunu, kendisinin gördüğünden Başbakan Özal’ın bile haberi olmadığını hatta bu belgeden başbakanlık yapan birinin de haberi olmadığını anlattı. Devletin ve milletin bölünmez bütünlüğünü esas alan bu belgenin eskiden asker ve dışişleri bürokratları tarafından hazırlanıp MGK’da saklandığını söyledi.

Ümit Özdağ, bu belgede değişiklik yapılmasının Türkiye ve dünyanın değişen şartlarına bağlı olduğunu, eskiden yalnız asker ve dışişleri bürokratları tarafından hazırlanan belgenin Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın dahli ile yeniden düzenlenmesinin olumlu olduğunu söyledi. Belgenin hükümet tarafında yazılıp uygulanması halinde hükümet yanlış yaparsa bunun bedelini önce Türkiye sonra da hükümetin ödeyeceğini ama demokrasinin de bu olduğunu söyleyen Özdağ, dengeli olmak zorunluluğunu belirtti.

1999 yılında iç tehdit olarak Siyaset Belgesi’ne yazılan Cemaatlerin devlet ve kültür yapılanmasından zaten çıkmış olduğunu, önemli bürokratik görevlerde cemaat mensupları bulunduğunu anlattı.

Mehmet Yeğin, eskiden tehdit olarak algılanan şeylerin sonradan tehdit olmadığının görülmesi halinde değişiklik yapılacağını, devletin bekası için konjonktürel gelişmelere göre hareket edileceğini, cemaatlerin özellikle Fetullah Gülen Cemaati’nin dış bağlantıları açısından devlete faydalı olacağını ileri sürdü.

Ümit Özdağ, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’nin ciddi bir belge olduğunu, oraya konulana uymak zorunluluğu olduğunu, Fetullah Gülen cemaatinin devlet tarafından zaten tehdit olarak algılanmadığını, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın dışarıdaki okullarını ziyaret ederek elçiliklere bu okullara yardım edilmesi talimatı verdiklerini o zaman belgeden çıkarılması gerektiğini anlattı. Ciddi bir kurum olan devletin bu cemaatle ilişki kurduğu halde bunu belgeden çıkarmamasının yanlış olacağını ifade etti. Özdağ, bağımsız bir süreç olan bu Süreçte devletin yeniden yapılandığı ve millî menfaatlerin yeniden tanımlandığını söyledi.

Mehmet Yeğin, çok ciddi bir belge olan bu kitabın diğer ülkelerde halka açık olduğunu, siyasi iradenin zaman zaman belgede yazılı olanların dışına çıkabileceğini, komşuların tehdit olarak görülmesindense onlarla işbirliği yapılmasının daha faydalı olacağını, devletin bekası için tehdit gördüğü şeyleri ön plana çıkaracağını anlattı. Yeğin, belgenin sızmış olmasının şeffaflaşmak açısından önemine temas ederek “Politikada şeffaflaşma dönemi yaşıyoruz. Belge gerçekten değiştirilmişse şeffaflık gereği kamuoyu ile paylaşılıyor” dedi.

Ümit Özdağ, komşularla sıfır sorun politikası gereği belgen çıkarılan İran’ın nükleer ve konvansiyonel silahları nedeniyle tehdit kabul edildiğini ve tehdit potansiyeline halen sahip olduğunu, Yunanistan’ın 2 – 3 seneden beri Türkiye aleyhine çok geliştiğini, acil değilse de potansiyel tehdit olduğunu anlatı. Özdağ, şeffaflaşmanın tersini düşünüp fayda yerine çok tehlikeli olabileceğinin de düşünülmesi gerektiğini ifade etti.

Mehmet Yeğin, eğer şeffaf olacaksa bazı maddelerin net yazılmadan konabileceğini, ABD’de4 belgenin yazıldığında kamuoyu ile paylaşıldığını, ama şimdi eğer sızma doğru değilse söylenenlerin spekülasyon olabileceğini söyleyerek sadece güvenlik alanında değil, başka alanlarda da Türkiye’nin strateji belgeleri olması gerektiğini ifade etti.

Ümit Özdağ, AKP iktidarının düşündüğü her şeyi yazacağını düşünmediğini ifade ederek coğrafi eksende oynama olduğunu, bunun değişen dünya şartlarında gerekli olduğunu ama hükümetin Ortadoğu’ya yönelmesinin yanlışlığını anlattı. Özdağ, Türkiye’nin millî menfaat tanımının millet değil ümmet kavramına göre yaptığını ve bunun daha tehlikeli olacağını ifade etti.

http://www.internetajans.com/default.asp?NID=97885
28.06.2010 22:38:00

-----------------------------------



Ben kisisel olarak Sayin Umit Ozdag'in aciklamasindan, hicbir sey anlamadim. Yani buda mi etek opmus ? Opmeyen kalmadi mi? Inanilir gibi degil, midem almiyor, artik.
Resim


Ne MuTLu TüRkÜm DiYeNe
Kullanıcı küçük betizi
maydonos
Üye
Üye
 
İletiler: 1651
Kayıt: Çrş Haz 04, 2008 1:53

Re: Türkiye Cumhuriyeti'nin derin anayasasına "Balyoz!.."

İletigönderen Deli Haydar » Sal Haz 29, 2010 13:21

Soner Yalçın'ın yadigarı Canpolat artık büyümüş de, "derin devlet"e akıl satan Recep Tayyip Erdoğan oluvermiş...

Arena'nın güven veren, deterjan katkılı sesi ile İstanbul'un kapıları Fatih'e açılmış; o ses ile Cumhuriyet'in kuruluşu, Mustafa Kemal'in kulağına fısıldanmıştı zamanında ama... Devir değişip de "değişim" devrin adı olduğuna göre; Polat Erdoğan da değişir, derin devlet de...

Bizleri derinlerde gezdiren Ampuller Vadisi yazarları artık "ABD'nin Ankara'dan yönetildiğini" de söyleyebilmelidir. Bu Osmanlı Bektaşi idi, Amerika ise Mason... Peki ya kimdi Rudolf Baron?

Mısır ile Musa'ya kadar insin artık şu vadinin suyu...
Adam gibi anlatsınlar da, hele bir Adem'e varsın hikaye...

O zamana kadar da küçüğünü-büyüğünü bilmeyiz ama, düşmanlarını tepeledikten sonra dostluk üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin düsturu-ülküsü bellidir:

Adımız "miskindir" bizim
Düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız
Kamu-alem birdir bize


Ne diyelim ki artık:
Madem değişiyormuş "kırmızı kitap"ımız...
Rengini de değiştiriversin, forslu Hayrunnisa Sultanımız...
Feragat-ı nefs.
İstihkar-ı hayat.
Kullanıcı küçük betizi
Deli Haydar
Meydan Delisi
Meydan Delisi
 
İletiler: 714
Kayıt: Çrş Eki 14, 2009 11:21

Re: Türkiye Cumhuriyeti'nin derin anayasasına "Balyoz!.."

İletigönderen baragakal » Çrş Haz 30, 2010 3:15

Elazig'li bu veletler ilk zamanlar Soner Yalçin'la çalismis, siyasi nabiz tutmayi becermis, ilgi yakalamis. Yollar ayrilinca ekibe kendi çaplarinda -teskilattan okuyan- gazeteci bulmuslar. Diziyi 1-2 kere izlemeyi denedim, katlanamadim. Ram'in paylastigini izleyince devleti bunlarin dizisine oyuncak edenlerin Allah belasini versin dedim. Dekordaki yildizin her bir kosesine bunlardan birini oturtacaksin... Ayin da iki ucuna iki kisi yerlestirip perdeleri de baslarina dolayip, golgede sopayi vereceksin.

Duydugum kadariyla bu çapsiz veletlerin asil meraki Istanbul'un illegal habitati.
Atakoy'deki laz kahvelerinde mavrayi-dedikoduyu seven bir tayfayla okey oynayarak senaryo yaziyolar. Madem dedikodudan gidiyorlar, Istanbul rantinin tepesinde oturanlari da koysunlar: AKP'li cocuklariyla-emniyet içindeki yamyamlarin kurdugu, mafyayi okeye talim ettiren buyuk illegal yapiyi anlatsinlar... Bakan çocugu, vali çocugu gibi karakterleri de koysunlar... Mevzu dedikodu degil mi?



-
Kullanıcı küçük betizi
baragakal
Salık Takımı
Salık Takımı
 
İletiler: 377
Kayıt: Prş Şub 21, 2008 11:51

Re: Türkiye Cumhuriyeti'nin derin anayasasına "Balyoz!.."

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzr Ağu 01, 2010 16:53

Jeffrey "REFERANDUMDA EVET DEMEMİZİ" istedi!

    Dışişleri Bakanlığı
    Balgat, Ankara


    Aşağıda kaleme aldığım gelişmeyi, derin önemine binaen, dikkatinize sunuyorum.

    19 Mart’ta, e-posta kutuma şu ileti geldi:


    Kimden: ihakkitekiner@aydin.edu.tr

    Kime…

    Tarih: 19 Mart 2010 18:23

    Konu: İstanbul Fulbright Bursiyerleri Derneği - Kokteyl Duyurusu

    Gönderen: aydin.edu.tr

    Değerli Üyelerimiz,

    ABD İstanbul Konsolosluğu ve Derneğimiz tarafından ABD Büyükelçisi Sayın James F JEFFRY onuruna 24 Mart 2010 Çarşamba Günü 19:00 ve 21:00 saatleri arasında Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Binası Konferans Salonunda bir kokteyl verilecektir. Davete katılmak isteyen üyelerimizin bilgilerini 0212-3359061 numaralı telefona veya serifsoys@state.gov adresine bildirmeleri rica olunur.

    Davet programı ekteki belgededir.

    Davete katılımınızı rica eder; selam ve saygılarımı sunarım.

    Prof.Dr Haydar ÖZPINAR

    İstanbul Fulbright Bursiyerleri Derneği Başkanı

**

1968-1972 arası TÜBİTAK Bursu ile, Massachusetts Institute of Technology’de (MIT) (Nükleer Mühendislik alanında) doktoramı tamamlamıştım… 1982’de İTÜ’de akademik merdivenin en üst basamağına terfi ettikten kısa bir süre sonra, Fulbright Konuk Öğretim Üyesi olmuş, bu çerçevede, 1984’de California Institute of Technology’de ağırlanmıştım.

Diyeceğim o değil… Aradan geçen 26 yıl boyunca bu özelliğim hiç hatırlanmadıydı! O nedenle yukarıdaki davet, ilginç geldi. Belirtilen adrese, davete katılacağımı yazdım.

24 Mart’ta, 19.00’da belirtilen yerde oldum. Yaklaşık yüz kişi kadar olduğumuzu, sanıyorum.

ABD Ankara Büyükelçisi James F. Jeffrey tanıtıldı. Kürsüye geldi. Bir saate yakın bir konuşma yaptı.

Konuşma; yarı yerinden itibaren, nereye gideceği belli olmuş gibiydi. Büyükelçi, bölgeyi, uzun uzadıya, tahlil etti. İran’ı, tehdit olarak gördüklerini, bilhassa vurguladı. Türkiye’nin canlılığını, bu arada, başka ülkelerin, hatta Putinli Rusya ile Medvedevli Rusya’nin farkının dahi, kestirilebilir olmasına karşın, Türkiye’nin kestirimlere pek gelmediğini, vurguladı. Kayseri ve Konya sanayi bölgelerimizi, Uzak Doğu Kaplanları’na benzetti. Türkiye’nin kendi omuzları üzerinde durabildiğini, belirtti. Başbakan’ı ve Cumhurbaşkanı’nı övdü. (Silahlı Kuvvetler’den ve Muhalefet’ten hiç bahsetmedi.) Söz BOP’a gelince, Osmanlı İmparatorluğu’nu övdü!.. Hükümet’le harika bir ilişki sürdürdüklerini belirtti. Sonra “Biz, ülkelerin iç işlerine karışmayız!”, demesine karşın, sözü, Türkiye’nin demokratikleşmesine ve Anayasa değişikliğine getirdi. Bunun gerekliliğini vurguladı ve referandum için, bizlerden destek beklediğini, açık bir dille ortaya koydu…

Kalakaldık. Ama dediğim gibi, konuşmanın buralara kadar gelebileceği, epey bir belli olmuştu. Büyükelçi, birkaç soru alabileceğini söyledi.

Prof. Suna Kili söz aldı. Yer yer göz yaşlarını tutamayarak, “Bizi, Araplar’a itiyorsunuz, bu, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine aykırıdır, biz laik ve çağdaş bir ülkeyiz, bunu yapamazsınız” dedi. Duygulu ve içten konuşması alkışlandı. Prof. Kili’nin konuşması Büyükelçi’ye, üslupta ölçülü ve yumuşak, ancak özde sert bir tepkiydi… Büyükelçi, Prof. Kili’yi yatıştırıcı, kısa bir yanıt verdi…

Prof. Fuat İnce, ABD’nin, bugün Türkiye’de ılımlı İslam’ı desteklediğini, ancak bunun köktendinciliğe dönüşebileceğini, dikkate alması gerektiğini ifade etti; gerçekten de, Türkiye’de demokrasinin temellerinin aşındırılmakta bulunduğunu ve demokrasinin giderek yok olduğunu, ABD’nin bundan endişe edip etmediğini sordu. Büyükelçi, yine yatıştırıcı kısa bir yanıt verdi; soruyu geçiştirdi…

Söz alma sorunluluğundaydım. Büyükelçi ile ilk defa karşılaşıyordum… Ama hakkındaki tanıtım yazısı okunurken, benim Boston’da (MIT’de) doktoramı yaptığım yıllarda, onun da orada, komşu North East ve Boston Üniversiteleri’nde öğrenim gördüğü, işaret edilmişti. Bu çerçevede ona ilk ismiyle hitap etmeyi öne çektim; söz aldım ve özetle şöyle dedim (Türkçesi ile yazıyorum):

    - Sevgili Jim, aynı tarihlerde Boston’da okumuşuz. Orada, ABD’nin iki veçhesini gördüm. Birincisi, okulum, bir bilim cennetiydi. Bu çerçevede, ABD’de, Hocalarım’dan, Meslekdaşlarım’dan, giderek öğrencilerimden başlayarak, ebedî dostluklarım vardır. İkincisi, o tarihlerde Vietnam Savaşı sürüyordu. Korkunçtu. ABD’nin bu ikinci veçhesi, şimdi, bölgemizde… Havuç için değil, Petrol için buradasınız. “Türkiye’nin Demokratikleşmesi” diyorsun. Seni burada, bir arkadaşımız olarak görmesem, bu konuyu, genelde ülkemizde yaşadığımız sorunları, burada konuşmazdım. Ama konuyu madem sen açtın, dostça konuşalım. Üçte birlik oy oranlarıyla, üçte ikilik parlamento çoğunluğunun elde edildiği bir süreçte demokratikleşmeden bahis, abestir. Bu konuya hiç değinmedin. Yüzde onluk ülke seçim barajı var. Milyonlarca oy zayi oluyor. Demokrasi adına en önce buna mani olmamız gerekmez mi? Partilerin içinde hemen neredeyse, demokrasi yok; bir defa, bunun demokrasi özlemi itibariyle, rahatsız edici bulunmaması, ayrıca çok tuhaf. Üç, dört lideri kontrol etmeye çalışarak, Türkiye’yi, kontrol etmeye yönelmeniz, bence harika bir strateji, ama “demokrasi” bu değil. Biz “gerçek demokrasi” için mücadele ediyoruz… Korkarım, senin anladığın demokrasi, değil, bu… Onun için sözlerine hiç katılmıyorum. Bizden istediğini, bu çerçevede, hiç istememelisin. Ne diyorsam, içtenlikle ve vukufla söylediğime, güven lütfen. Bu kadar!..

Büyükelçi’nin, sözlerimden hoşnut olmadığını tahmin edebilirsiniz.

Büyükelçi, bana kısa bir yanıt verdi:

    - Enerji için burada değiliz (kim inanır, değil mi?), bölge istikrarsızdı, onun için buradayız. Üçte birlik oy oranı ile üçte ikilik parlamento çoğunluğu elde etme olasılığı, eskiden de vardı (el hak, doğru, söz konusu hüner, Rahmetli Özal’ın icadıydı), yüzde on baraj mı iyidir, yüzde beş mi, bu tartışılabilir…

Aslında herhangi bir büyükelçi, herhangi ciddi bir ülkede, böyle bir konuşma yapsa, tam bir yabancı militan sıfatında algılanıp, o ülkenin iç işlerine karıştığı savıyla, derhal “istenmeyen insan” ilan edilir ve sınır dışına çıkarılır…

Toplantıdan sonra, kokteyl vardı. Kalmadım, ayrıldım.

Zaten kestirmekteydim ve pek çok televizyon programında dile getiriyordum: Demokratik süreçlerde alınan kararlara saygımız saklı olarak, ancak Anayasa değişikliği, esas olarak, Türkiye’yi ve bölgeyi, malum istekler doğrultusunda yeni baştan dizayn etmenin son bir temel aparatı olarak gerçekleştirilmek isteniyor… Bu hissimi beton gibi yerine oturtan bilgi, üstelik birinci ağızdan önüme gelivermişti…

**

Keyfiyet budur…

Güzel dileklerle, sevgiler, saygılar sunuyorum…


Prof. Dr. Tolga YARMAN, 20 Mayıs 2010, Gazete Yurt
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Türkiye Cumhuriyeti'nin derin anayasasına "Balyoz!.."

İletigönderen Başkomutan » Pzt Ağu 23, 2010 17:02

Kırmızı kitapta köklü değişim


4 ülke tehdit oluşturan ülkeler listesinden çıkarıldı...

Milliyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş yazdı...

Bir zamanlar askerlerin yazdığı siyaset belgesinin iç ve dış tehdit değerlendirmesine AK Parti’nin vizyonu damgasını vuruyor. Yeni belgede İran ve diğer komşular öncelikli tehdit olmaktan çıkıyor


Türkiye’de her şey gibi, bir zamanlar büyük bir gizem ve huşu ile anılan, tek kaşını kaldıran yetkililerin adını ancak başlarını hafif eğip seslerini alçaltarak andığı, “gizli anayasa” da değişiyor. Hem de radikal biçimde...

Kamuoyunda “kırmızı kitap” ve “gizli anayasa” olarak anılan siyaset belgesinin son rötüşları tamamlanmak üzere. İçişleri, Dışişleri, Genelkurmay, MİT ve diğer ilgili birimlerin katkılarıyla MGK Genel Sekreterliği tarafından hazırlanan belge, Ekim ayındaki Milli Güvenlik Kurulu’nda gündeme gelecek.

Halen yazımı devam etmekte olan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, Soğuk Savaş’tan bu yana en köklü değişimi bu yıl geçiriyor. Bir zamanlar ağırlıklı olarak askerin damgasını vurduğu metin, son yazılımında iç ve dış politikada AK Parti hükümetinin vizyon ve önceliklerini yansıtıyor.
Bakanlar Kurulu, hükümet ve kolluk güçleri için rehber niteliği taşıyan belge, geçmişte askeri bürokrasi tarafından hazırlanırdı. En son 2005 yılında revise edildiğinde, “irtica” ve “bölücülük” öncelikli iç tehdit sayılmış, İran’ın nükleer ve konvansiyonel füze programı ise dış tehdit algısının tepesine yerleşmişti.

4 komşu tehditten çıktı

Bu kez sivil bürokrasinin ağırlığını hissettirdiği yeniden yazılım süreci, çeşitli bakanlıklarda son halini almış durumda.

İç politikada ‘irtica’ tehdidi yumuşatılıp, cemaatleri ve muhafazakar kitleyi hedef almayacak ve rencide etmeyecek şekilde yeniden tanımlanırken, dış politikada da ana ekseni, AK Parti hükümetinin 2002’den beri uyguladığı “komşularla sıfır sorun” politikası oluyor.

Halihazırda Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan metindeki en önemli özellik, geçmişte ‘tehdit’ kapsamında sıralanan 4 komşu ülkenin tehdit olmaktan çıkarılması. Yeni metinde Rusya, Yunanistan, Irak ve İran, öncelikli tehdit yerine, işbirliği ve “ortak vizyon” oluşturulan yeni müttefikler olarak tanımlanıyor.
Ayrıca siyaset belgesini Ahmet Davutoğlu’nun kavramsallaştırdığı ‘aktif dış politika” ve Türkiye’nin kendi bölgesinde yükselen siyasi ve ekonomik profili de nihai bir hedef olarak vurgulanıyor.

Bu anlamda geçmiş kırmızı kitapların ruhu, “irtica”, “bölücülük” (ve Soğuk Savaş öncesi “yıkıcılık”) gibi tehditlere karşı devleti savunma olarak tanımlanırken, şimdiki metin Türkiye’nin kendi bölgesi ve dünya meselelerinde artan özgüven ve hırslarını yansıtıyor. Belgede Asya ve Afrika’da yeni arayışlara da değiniliyor.

Dışişleri tarafından hazırlanan metinde, 1995, 2000 ve 2005 revisyonlarında ‘öncelikli tehdit ‘olarak tanımlanan Yunanistan, Rusya, Irak ve İran, ‘tehdit’ kapsamından çıkarılıyor.

IRAK: Daha önceki metinde, Kuzey Irak’taki PKK varlığı nedeniyle Irak da ‘tehdit’ unsurları arasında yer almıştı. Ayrıca Irak’ın bölünmesi de Türkiye’nin varlığını tehdit eden bir unsur olarak tanıımlanmıştı. Şu anda yazılan versiyonda ise, PKK hala “bölücülük” kapsamında ciddi bir tehdit olarak vurgulanıyor, ancak Irak’la yepyeni bir perspektif çiziliyor. Metinde, Bağdat’taki merkezi hükümetle enerjiden terörle mücadeleye çeşitli işbirliği alanlarında ortak vizyon geliştirilmesine vurgu yapılıyor. PKK’yla mücadelede Bağdat’ın ve Kuzey Irak’ın oynayabileceği yapıcı rol dikate alınıyor.

YUNANİSTAN: Geçmişte ‘öncelikli tehdit’ler arasında yer alan Yunanistan da tehdit sıralamasında düşüyor. 2005 yılındaki revizyonda Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkarmasını ‘casus belli’ (savaş nedeni) olmaktan çıkarılmıştı. Son revizyonda bunun daha da ötesine geçilerek Yunanistan’la ikili ekonomik ve siyasi ilişkilerde gelinen nokta ve işbirliği alanlarına vurgu yapılıyor. Yunanistan’ın Ege’de savaş çıkarma ve Türkiye’yi askeri anlamda tehdit etme potansiyeli ise daha düşük bir ihtimal olarak algılanıyor.

İRAN: İran’ın nükleer programına atıf yapılmakla birlikte, İran da öncelikli tehdit kategorisinden çıkartılıyor. 2005’deki metinde İran Türkiye açısından hem rejimin niteliği hem de nükleer programı nedenile “öncelikli tehdit” sayılmıştı. Söz konusu metinde ayrıca İran’ın geliştirdiği ve İstanbul’u menzili içine alan Şahab 3 füzeleri de ciddi bir konvansiyonel tehdit olarak sıralanmıştı.

Bu kez, İran’ın nükleer programının Türkiye’yi hedeflediği vurgusundan ziyade tüm Orta Doğu’nun nükleer silahtan arındırılması gerektiği tezi işleniyor.
Ayrıca 1980 sonrası yazılan siyaset belgelerinde, İran rejiminin teokratik yapısı Türkiye için ciddi bir tehdit olarak sunulmuş, düzenli olarak bu ülkenin Türkiye’ye ‘rejim ihraç etmeye çalıştığı’ uyarısı yapılmıştı. Yeni metinde bu vurgu kalkıyor. Belgenin hazırlanışına birebir katkısı olan kaynaklar, İran’ın bir demokrasi olmadığını, ancak artık 1980’li yıllardaki gibi Türkiye’ye rejim ihraç etmeye de çalışmadığı görüşünü dile getiriyor. Ayrıca belgede PKK’yla mücadelede İran’la işbirliğine de atıf yapılıyor.

RUSYA: Soğuk Savaş sonrasında hazırlanan siyaset belgelerinde, kademeli olarak Rusya’dan gelen (eski SSCB) “komünizm tehdidi” düşürülmüş, ancak Rusya hala enerji ve Kafkaslarda çıkarları Türkiye ile çatışan “tehdit ülke” olarak tanımlanmıştı. Şimdi yazılan MGSB’nde ise Rusya’yla ekonomik işbirliği, ticaret, enerji potansiyeli ve Kafkaslarda istikrar konusunda ortak vizyon vurgulanıyor.


VATAN
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Türkiye Cumhuriyeti'nin derin anayasasına "Balyoz!.."

İletigönderen Başkomutan » Prş Ağu 26, 2010 3:08

Kırmızı Kitap Yunan basınında


Türkiye'nin Yunanistan'ın kara sularını 12 mile çıkartmasını savaş nedeni (casus belli) sayacağı yolundaki kararını, kamuoyunda "kırmızı kitap" olarak bilinen yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nden (MGSB) kaldırmayı düşündüğü yolundaki haberler, Yunan basını tarafından manşetlere taşındı.

TÜRK YUNAN İLİŞKİLERİNDE OLUMLU ADIM

Yunan hükümeti yetkilileri, söz konusu habere henüz bir tepki göstermedi. Ancak, Yunan dışişleri ve savunma bakanlıkları kaynakları, "Basında çıkan haber ve iddialar hükümetler tarafından yorumlanamaz. Fakat, bu yönde çıkan haberler doğrulanır ve bir resmiyet de kazanırsa, Türk-Yunan ilişkilerinde olumlu bir adım daha atılmış olur" şeklinde konuşuyor.

TÜRKİYE CASUS BELLİ'Yİ KALDIRIYOR

Sabah gazetesinde yer alan haberde Yunanistan'ın belli başlı siyasi gazeteleri, haber ve yorumlarında, "Türkiye Yunanistan'a yönelik casus belli'yi kaldırmayı planlıyor" (TA NEA), "12 mile karşı casus belli tehdidine son veriliyor" (ELEFTHEROTYPİA), "Türkiye, Davutoğlu'nun doktrininde ilerliyor ve komşularıyla sorunlarını sıfırlamak için milli güvenlik stratejisini değiştiriyor" (ETHNOS) gibi görüş ve tespitlere genişçe yer verildi.

İLİŞKİLERDE YENİ DÖNEM

Yunan radyo ve TV haber bültenlerinde de geniş bir şekilde duyurulan haberlerde de, "Türkiye'nin 1995 yılından bu yana Yunanistan'ı savaşla tehdit eden 'casus belli'yi ortadan kaldırmak istemesi, Erdoğan hükümetinin Yunanistan ile ilişkilerinde attığı yeni ve ciddi bir adım olarak algılanması gerekir" ifadelerine yer verildi. Haber sitesi ZOUGLA.GR ise, "Türkiye'nin attığı bu adım, Türkiye ile Yunanistan arasında Ege kıta sahanlığının belirlenmesi ve petrol arama gibi sürtüşmelere neden olan konularda görüş birliği sağladıkları izlenimini yaratıyor" yorumunu getirdi.

TO VİMA gazetesi de geçen pazar günü yayımladığı haberinde, Türkiye ile Yunanistan arasında süregelen istikşafi görüşmelerde, "Ege kıta sahanlığının belirlenmesi ile ilgili olumlu gelişmeler kaydedildiğini" dile getirmişti.

12 MİL ARTIK SAVAŞ NEDENİ DEĞİL

Aralık 2010'daki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında onaylanması beklenen yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde (MGSB), Türkiye ile Yunanistan arasında yıllardır "casus belli" (savaş nedeni) olarak gösterilen 12 mil sorunu, artık öncelikli bir tehdit olarak tanımlanmayacak.

Casus belli: Türkçe'ye "savaş nedeni" olarak çevrilebilecek Latince bir ifade olup, bir ülkenin savaşa girme nedenini belirtmek için kullanılır.


Milliyet





Özcan YENİÇERİ'nin yazısı

12-mil-savas-sebebi-degilmis-ozcan-yeniceri-t26191.html




1. Irak’ın kuzeyinde bulunan bütün Türk birlikleri çekilecek.
2. Türk ordusu sınır ötesi harekâtlarda bulunmayacak.
3. PKK/KADEK’e karşı askeri harekâtlar için, ABD askeri makamlarından izin alınacak.
4. Eğer TSK, ABD’den izinsiz harekât yapacak olursa, ABD ’Kürt halkına karşı soykırım uygulandığı’ uyarısında bulunabilecek
5. Türkİye, ABD’nin Ortadoğu ülkelerine karşı uygulayacağı askeri harekâtlarda üs ve taşıma kolaylıkları sağlayacak
6. Türk ordusunun asker sayısı indirilecek
7. Irak’ın kuzeyindeki ’Kürdistan’ tanınacak.
8. Abdullah Öcalan ve diğer PKK’lılara af çıkarılacak.
9. Etnİk grupların yasal siyasete katılmaları önündeki bütün yasal kısıtlamalar ve engeller kaldırılacak.
10. Türkİye’deki Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı şehir ve kasabaların belediyelerinin özerkleşmesi süreci kararlı olarak yürütülecek.
11. Türkİye federasyona dönüşecek.
12. KKTC’de Rauf Denktaş devre dışı bırakılacak, Annan Planı bazı küçük değişikliklerle hayata geçirilecek.
13. Ege kıta sahanlığı konusunda Türkiye, Yunan doktrinine daha esnek davranacak.
14. Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkileri normalleştirilecek ve iyileştirilecek, sınır ticaretinde Ermeniler lehinde düzenlemeler yapılacak.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24


Şu dizine dön: Genel - Güncel Konular

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x